Seferberlik Gruplarına katılmak için
Kur'ân'la olan beraberliğimizi, anlayışımızı, sevgimizi arttırmak ve bu konuda birbirimize destek olabilmek için bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğa sizleri de davet ediyoruz.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِذَا | zaman |
|
2 | جَاءَتْهُمُ | onlara geldiği |
|
3 | الْحَسَنَةُ | bir iyilik |
|
4 | قَالُوا | derler |
|
5 | لَنَا | bizimdir |
|
6 | هَٰذِهِ | bu |
|
7 | وَإِنْ | eğer |
|
8 | تُصِبْهُمْ | kendilerine ulaşırsa |
|
9 | سَيِّئَةٌ | bir kötülük |
|
10 | يَطَّيَّرُوا | uğursuz sayarlardı |
|
11 | بِمُوسَىٰ | Musa |
|
12 | وَمَنْ | kimseleri |
|
13 | مَعَهُ | ve beraberindeki |
|
14 | أَلَا | iyi bilinki |
|
15 | إِنَّمَا | ancak |
|
16 | طَائِرُهُمْ | onların uğursuzluğu |
|
17 | عِنْدَ | katındadır |
|
18 | اللَّهِ | Allah |
|
19 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
20 | أَكْثَرَهُمْ | çokları |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
Buradaki iyilikten (hasene) daha çok yağış, ürün bolluğu ve refah gibi maddî nimetler; kötülükten de (seyyie) kuraklık, kıtlık ve geçim sıkıntısı gibi maddî problemler anlaşılmıştır (bk. Zemahşerî, II, 144; İbn Atıyye, VII, 141; Râzî, XIV, 215).
Âyetteki tetayyür, tayr (uçma) kelimesinden türetilmiş olup bir olayı, nesneyi veya kişiyi “uğursuz sayma” (teşe’üm, teşâüm) anlamına gelir. Câhiliye döneminde oldukça yaygın bulunan bir hurafeye göre bir kimse yolculuğa çıktığında ilk karşılaştığı bir kuşun, kendisine göre sağ tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu yolculuğu için uğurlu sayar, sol tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu da uğursuz kabul ederdi. Yolculuğa çıkana da “ale’t-tâiri’l-meymûn” (uğurlu kuşla karşılaş) diyerek iyi dilekte bulunurlardı. Böylece tetayyür ve tıyara kelimeleri aslında hem uğuru hem de uğursuzluğu ifade etmekle birlikte giderek sadece uğursuzluk anlamında kullanılmaya başlandı. Aynı anlamda olmak üzere teşe’üm kelimesi de kullanılmakta; bir olay, nesne veya kişinin uğurlu sayılması ise tefe‘ül kelimesiyle ifade edilmekteydi. Türkçe’de buna, bazı hadislerdeki bir tabirle (İbn Mâce “Tıb”, 43; Müsned, II, 332) “fâl-i hasen” veya “fâl-i hayır” denilmektedir. Hz. Peygamber, gelecek için iyimser olma imkânı sağladığı, ümit ve güven telkin ettiği için tefe’ül veya fâl-i haseni yararlı görüp tavsiye ederken (Buhârî, “Tıb”, 43, 44; Müslim, “Selâm”, 110-113; İbn Mâce, “Tıb”, 43; Müsned, II, 332), uğursuzluk telakkisinin Câhiliye müşrikliğinin bir kalıntısı olduğuna işaret etmiş ve İslâm’da bunun yeri olmadığını açıklamıştır (Buhârî, “Tıb”, 17, 19, 43, 44; Müslim, “Selâm”, 102, 107; Ebû Dâvûd, “Tıb”, 24; İbn Mâce, “Nikâh”, 55; “Tıb”, 43).
Firavun ve adamları, 130. âyetin sonunda da ifade buyurulduğu gibi, başlarına gelen felâketler üzerinde düşünüp ders almaları, bu çektiklerinin kendi kötülük ve zulümleri yüzünden olduğunu kabul etmeleri gerekirken, hâlâ eski idraksizliklerini sürdürerek, nâil oldukları iyiliğin zaten kendi hakları olduğunu ileri sürerken, uğradıkları kötülüğü Hz. Mûsâ ve ona inananlardan kaynaklanan bir uğursuzluk sayıyorlardı.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 576-577
Resûl-i Ekrem “ uğursuzluk yoktur” buyurmuştur. (Buhâri, Tıb 19,43-45; Müslim , Selâm 102,116); uğursuzluğa inanmayanların hesapsız, azapsız Cennet’e gireceklerini söylemiş ( Buhâri, Rikâk 50; Müslim, Îman 374); Muâviye bin Hakem’in “ aramızda uğursuzluğa inanan adamlar var” demesi üzerine de “ Bu onların gönüllerinde hissettikleri duygudur. Bu duygu onları işlerinden alıkoymasin “ buyurmuştur.
(Müslim, Mesâcid 33).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ
فَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vukû bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَسَنَةُ fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ ‘dir.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l- kavli, لَنَا هٰذِه۪ۚ ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
لَنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. İşaret ismi هٰذِهِ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُصِبْهُمْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سَيِّئَةٌ fail olup damme ile merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَطَّيَّرُوا cümlesi şartın cevabıdır.
يَطَّيَّرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِمُوسٰى car mecruru يَطَّيَّرُوا fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Gayri munsariftir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. مَعَ mekân zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُصِبْهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَطَّيَّرُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi طير ‘dır. Aslı يَتَطَيَّرُوا şeklindedir. تَ harfi طَ harfine dönüşmüştür.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. اَلَٓا tenbih harfidir. اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
طَٓائِرُهُمْ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عِنْدَ mekân zarfı, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنَّ istidrak harfidir. لٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
أَكۡثَرَ kelimesi, لٰكِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَ cümlesi, لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
اَلَا ; konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimmalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ
Şart üslubundaki terkip, atıf harfi فَ ile 130. ayetteki… وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada إنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
جَٓاءَتْهُمُ fiili, الْحَسَنَةُ ’ya isnad edilmiştir. Bu ifadede istiâre sanatı vardır. Canlılara mahsus olan gelme fiili güzelliğe nispet edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا لَنَا هٰذِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَنَا هٰذِه۪ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. هٰذِه۪ , muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin önemini vurgular.
هٰذِه۪ ile onlara gelen iyiliklere işaret edilmiştir. Bu nedenle işaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ
وَ , atıf harfidir. Cümle tezat nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
سَيِّئَةٌ ’deki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder.
تُصِبْكُمْ fiili, سَيِّئَةٌ ’a isnad edilmiştir. Bu ifadede istiâre sanatı vardır. Canlılara mahsus olan hedefe yönelme fiili kötülüğe nispet edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
بِمُوسٰى ‘ya atfedilen mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası mahzuftur. مَعَهُ, bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ cümlesi ile وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الْحَسَنَةُ ile سَيِّئَةٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Uğursuzluk Musa (a.s.) ve beraberindekilerde değildir. Başınıza iyilik de gelse kötülük de gelse, Allah’tandır. Kötülüğü sen hak etmişsindir. İyilik de Allah’ın fazlındandır.
Burada vukuu kesin olan şeye اِذَا ve mazi fiil gelirken, vukuu nadir olan şeye اِنْ ve muzari fiil gelmiştir. Ayrıca ilk şart cümlesinde الْحَسَنَةُ marife gelirken ikinci şart cümlesinde سَيِّئَةٌ nekre olarak gelmiştir. Zemahşerî bunun sebebinin iyiliğin çokluğu ve sanki vacipmiş gibi hissettirildiği, kötülüğün ise nadiren meydana gelmesi olduğunu söylemiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi - Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Tenbih edatı اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade etmiştir. اَلَٓا ve kasırla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. طَٓائِرُهُمْ mübteda, عِنْدَ اللّٰهِ car mecrurunun müteallakı olan haber mahzuftur.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan عِنْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. طَٓائِرُهُمْ mübteda, mekan zarfı عِنْدَ اللّٰهِ , mahzuf habere mütealliktir.
اِنَّمَا edatı ile yapılan iki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. طَٓائِرُهُمْ , maksur/mevsûf , عِنْدَ اللّٰهِ maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri )
اَلَٓا istiftah harfi, kendisinden sonra gelen haberin ihtimamını ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
اَلَٓا isim cümlesinin başına gelerek muhatabın gelecek sözü can kulağıyla dinlemesini sağlamıştır. (Meydânî, Kur’an’ı Anlamanın Kaideleri)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
وَ , atıf harfidir. Cümle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Kasr ifade eden istidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr mübteda ve haber arasındadır. اَكْثَرَهُمْ maksûrun aleyh/mevs’uf, لَا يَعْلَمُونَ maksûr/sıfat olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Sıfat mevsufa kasredilmiştir.
Öncesindeki önemli haberin vehmettirdiği mana sebebiyle istiftah edatı لَكِنَّ ile başlayıp kasr üslubuyla gelmiştir. Akıllıların bilmesi gereken bir şey istidrak harfiyle başlayan ve bu kişilerin çoğunun bilmediğinin haber verildiği bu cümleyle ifade edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
“Bilmeme” keyfiyetinin onlardan çoğuna tahsisi, bazılarının hakikati bilmelerine rağmen kibir ve inatları yüzünden bilmezden gelmeleri sebebiyledir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
لٰكِنَّ ‘nin ismi olan اَكْثَرَهُمْ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağaya işaret etmiştir.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessim anlamları katmıştır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
يَطَّيَّرُوا - طَٓائِرُهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette, kavl-i bi'l mûcib sanatı vardır. Bu sanatta mütekellim, muhatabın bir sorusu veya sözü üzerine kullandığı kelimelerden birini farklı bir konumda kullanır. Bu sanatı “muhatabın sözünü başka bir vecihle tasdiklemek” şeklinde de tarif etmişlerdir. Kazvînî bu sanatı iki alt başlıkta inceler:
a. Muhatabın sözünde veya sorusunda geçen bir kelime, mütekellim tarafından asıl olması gerektiği şekilde kullanılır.
b. Yine muhatabın sözünde yer alan bir kelime mütekellim tarafından müteallakının zikriyle onun muradının aksine kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
Daha önce (130. âyette), kuraklık sıkıntısından söz edilmişti. Anlaşıldığına göre bu bir ilk uyarıydı. Ne var ki Firavun ve çevresi, bundan ders alacakları yerde, inkâr ve inatlarını daha da pekiştirdiler; bu uğurda bütün sıkıntılara katlanmaya hazır olduklarını açıklayarak âdeta Allah’a karşı meydan okudular. Yüce Allah da onları 133. âyette özetle bildirilen felâketlere mâruz bıraktı.
Kur’ân-ı Kerîm’de Firavun ve Mısırlılar’ın inkârları, İsrâiloğulları’na karşı haksız tutumları ve onları serbest bırakmamaktaki ısrarları yüzünden başlarına türlü felâketler geldiği özetle anlatılmış; ibret alınması için bu kadarı yeterli görülmüştür. Tevrat’ta ise, Firavun’u İsrâiloğulları’nı serbest bırakmaya mecbur etmek için, daha çok Hârûn’un değneği vasıtasıyla gerçekleştirilen ve İsrâiloğulları’na isabet etmeyen çeşitli felâket mûcizelerinin gerçekleştirildiği bildirilmiştir. Mısırlılar’ın hayat damarları olan Nil sularının kana dönüştürülmesi, bütün ülkenin ve evlerin kurbağalarla dolup taşması, önce tatarcık, ardından at sineği (kımıl) istilası, hayvanların kırılması, insanların ve hayvanların vücutlarını çıban kaplaması, dolu felâketiyle dağdaki insanların ve önceki felâketlerden artakalan hayvanların kırılması, büyük bir çekirge sürüsünün yeri göğü kaplaması şeklinde sıralanan mûcizelerden hiçbiri Firavun’u yola getirmeye yetmemiş; o, her felâket vuku bulduğunda, Mûsâ’ya kendilerini bu felâketten kurtarması halinde İsrâiloğulları’nı serbest bırakacağına dair söz vermiş; fakat felâket geçince sözünden dönmüştür. Nihayet “Rab,… Mısır diyarında bütün ilk doğanları vurdu… Ve Mısır’da büyük feryat vardı; çünkü içinde ölü olmayan bir ev yoktu.” Artık bu son felâket üzerine Firavun, erkeklerinin sayısı 600.000’i bulan İsrâiloğulları’nın 400 yıldır kalmakta oldukları Mısır’dan çıkmalarına izin verdi (Çıkış, 5-12).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 577-578
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl mukadder cümledir. قَالُٓوا fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
مَهْمَا şart ismi, mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri ; تعطنا şeklindedir.
تَأْتِنَا şart fiili olup, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِه۪ car mecruru تَأْتِنَا fiiline mütealliktir. مِنْ اٰيَةٍ car mecruru بِه۪ ‘deki zamirin temyizi veya bu zamirin mahzuf haline mütealliktir.
لِ harfi, تَسْحَرَنَا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle تَأْتِنَا fiiline mütealliktir.
تَسْحَرَنَا fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِهَا car mecruru تَسْحَرَنَا fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.
نَحْنُ munfasıl zamiri مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. لَكَ car mecruru بِمُؤْمِن۪ينَ ‘ye mütealliktir. بِ harf-i ceri zaiddir. مُؤْمِن۪ينَ lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. Cer alameti ى ‘ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
Şart cümlesi olan تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Geldi manasındaki آتِي fiili, بِ harf-i ceri ile kullanıldığında getirdi manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.
Bazı fiiller mef’ûllerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ اٰيَةٍ car-mecruru, بِه۪ ‘deki zamirden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اٰيَةٍ ‘deki nekrelik, nev ifade eder.
اٰيَةٍ kelimesi مَهْمَا ’nın ibhamını beyandır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَسْحَرَنَا بِهَا cümlesi, masdar teviliyle تَأْتِنَا fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ, sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur لَكَ , durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için amili olan haber بِمُؤْمِن۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
Müsnede dahil olan بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
بِمُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İnanmayacaklarını, isim cümlesi ve olumsuz cümlede haberin başına dahil olan بِ harfiyle tekid ederek mübalağalı bir şekilde ifade etmişlerdir.
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَرْسَلْنَا | biz de gönderdik |
|
2 | عَلَيْهِمُ | onların üzerine |
|
3 | الطُّوفَانَ | tufan |
|
4 | وَالْجَرَادَ | ve çekirge |
|
5 | وَالْقُمَّلَ | ve kımıl (haşerat) |
|
6 | وَالضَّفَادِعَ | ve kurbağalar |
|
7 | وَالدَّمَ | ve Kan |
|
8 | ايَاتٍ | mu’cizeler olarak |
|
9 | مُفَصَّلَاتٍ | ayrı ayrı |
|
10 | فَاسْتَكْبَرُوا | ama yine büyüklük tasladılar |
|
11 | وَكَانُوا | ve oldular |
|
12 | قَوْمًا | bir topluluk |
|
13 | مُجْرِمِينَ | suçlu |
|
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمُ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. الطُّوفَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la الطُّوفَانَ ‘a matuftur. اٰيَاتٍ beş kelimenin hali olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. مُفَصَّلَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اسْتَكْبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
مُفَصَّلَاتٍ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. قَوْماً kelimesi كَانُوا ‘nun haberi olup fetha ile mansubdur.
مُجْرِم۪ينَ kelimesi قَوْماً ‘in sıfatı olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
مُجْرِم۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki …وَقَالُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûllere takdim edilmiştir.
Atıfla gelen وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ , kelimeleri mef’ûl olan الطُّوفَانَ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, temasüldür.
مُفَصَّلَاتٍ kelimesi, mef’ûllerden hal olan اٰيَاتٍ için sıfattır. Sıfat ıtnâb sanatı babındandır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Aynı üslupla gelen فَاسْتَكْبَرُوا cümlesi atıf harfi فَ ile فَاَرْسَلْنَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Ayetin fasılası makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Bu cümle daha önceki ayetlerin mazmununu açıklayan bir mutarıza cümlesidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Suç işleyen bir kavim oldukları cümlesi كَانُوا ile gelerek suç işlemenin onların âdeti haline geldiğine işaret eder.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
مُجْرِم۪ينَ kelimesi قَوْماً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُجْرِم۪ينَ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
الطُّوفَانَ - الْجَرَادَ - الْقُمَّلَ - الضَّفَادِعَ - الدَّمَ ve مُجْرِم۪ينَ - فَاسْتَكْبَرُوا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet-i kerimede cem' ma’at-taksim vardır. Sayılan farklı musibetler İsrailoğullarına gönderilen mucizeler olması yönüyle cem‘ edilmiştir.
اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ tabiri; her ayetin ayrı ayrı mufassal olarak bir delil olarak gönderildiğini belirtir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
كَانُوا قَوْماً مُجْرِم۪ينَ cümlesi فَاسْتَكْبَرُوا cümlesine matuftur. Mana: Bu ayetlerin delaletini kabul etmekte büyüklük tasladılar ve günah işlediler, şeklindedir. Bu mananın isim cümlesiyle gelmesi günah işlemenin daha kibirlenmeden önce onlarda sabit bir vasıf haline geldiğine, onlarda yerleştiğine ve kök saldığına delalet eder. Bu kök salmış olan davranış ayetler karşısında büyüklenmelerine sebep olmuştur. كانَ kelimesi, haberin yani günah işlemenin devamlı olduğuna delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | وَقَعَ | çökünce |
|
3 | عَلَيْهِمُ | üzerlerine |
|
4 | الرِّجْزُ | azab |
|
5 | قَالُوا | dediler |
|
6 | يَا مُوسَى | Musa |
|
7 | ادْعُ | du’a et |
|
8 | لَنَا | bizim için |
|
9 | رَبَّكَ | Rabbine |
|
10 | بِمَا | üzerine |
|
11 | عَهِدَ | verdiği söz |
|
12 | عِنْدَكَ | sana |
|
13 | لَئِنْ | eğer |
|
14 | كَشَفْتَ | kaldırırsan |
|
15 | عَنَّا | bizden |
|
16 | الرِّجْزَ | azabı |
|
17 | لَنُؤْمِنَنَّ | muhakkak inanacağız |
|
18 | لَكَ | sana |
|
19 | وَلَنُرْسِلَنَّ | ve mutlaka göndereceğiz |
|
20 | مَعَكَ | seninle beraber |
|
21 | بَنِي | oğullarını |
|
22 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
Ricz kelimesi genellikle “azap” anlamında kullanılır. Bazı müfessirler, veba hastalığının Arapça’daki isimlerinden birinin de ricz olduğunu dikkate alarak, Mısırlılar’ın böyle bir hastalıkla da cezalandırılmış olabileceğini belirtirler (İbn Atıyye, VII, 144). İbn Âşûr, Tevrat’ın Çıkış kitabının 12. babında verilen bilgileri de hatırlatarak aynı görüşe katılır (IX, 71). Râzî’ye göre ise dil kuralları dikkate alındığında ricz kelimesinden bir önceki âyette sıralanan belâları anlamak daha uygun olur (XIV, 219).
Yukarıda özetlenen Tevrat’taki bilgiler arasında Firavun’un ve Mısırlılar’ın Hz. Mûsâ’ya inanacaklarına dair bir vaadlerinden söz edilmezken (bk. Çıkış, 12/31-32) bu âyette onların, İsrâiloğulları’nın Mûsâ ile birlikte Mısır’dan ayrılmalarına izin vermeleri yanında böyle bir iman vaadi de yer almaktadır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 578
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ
وَ istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. وَقَعَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَقَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِمُ car mecruru وَقَعَ fiiline mütealliktir. الرِّجْزُ fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı قَالُوا يَا مُوسَى ‘dır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l- kavli, يَا مُوسٰٓى ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. مُوسَى münadadır. Müfred alem olup, elif üzere mukadder damme ile merfû mahallen mansubdur. Nidanın cevabı ادْعُ لَنَا رَبَّكَ ‘dir.
ادْعُ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَنَا car mecruru ادْعُ fiiline mütealliktir. رَبَّكَ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harfi ceriyle ادْعُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَهِدَ عِنْدَكَۚ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
عَهِدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عِنْدَ mekân zarfı, عَهِدَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim.Ayette müfred alem şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَشَفْتَ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. عَنَّا car mecruru كَشَفْتَ fiiline mütealliktir. الرِّجْزَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نُؤْمِنَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Fiilin sonundaki نَّ ,tekid ifade eden nûn-u sakiledir. لَكَ car mecruru نُؤْمِنَنَّ fiiline mütealliktir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نُرْسِلَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. مَعَ mekân zarfı نُرْسِلَنَّ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَن۪ٓي mef’ûlun bih olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. Aynı zamanda muzâftır. İzafetten dolayı ن harfi mahzuftur. اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُرْسِلَنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
نُؤْمِنَنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubunda gelen terkipte لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesi olan وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ , muzâfun ileyhtir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nidanın cevabı olan ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَنَا , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
رَبَّكَ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.
ادْعُ fiiline müeallik olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan عَهِدَ عِنْدَكَ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلَيْهِمُ - لَنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bil ki الرِّجْزُ kelimesinin manasını, Bakara Suresindeki (Bakara Suresi, 59) ayetinin tefsirinde anlatmıştık. Bu, azap manasında kullanılan bir isimdir. Sonra alimler, bu رِجْز (azap, pislik) kelimesi ile ne murad edildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun, onların başına gelen o beş çeşit azap olduğunu söylemişlerdir. Said b. Cübeyr ise رِجْز’in, taun (veba) manasında olduğunu, taunun da onların başına gelen bir azap olup bu hastalık sebebiyle bir tek günde yetmiş bin insanın öldüğünü, defnedilmeden bırakıldıklarını söylemiştir. Bil ki birinci görüş daha kuvvetlidir. Çünkü ayette رِجْز kelimesi elif-lam almış müfred bir kelimedir. Binaenaleyh bunun, daha önce zikredilmiş, bilinen bir azap manasına hamledilmesi gerekir. Burada daha önce bahsedilmiş malum azap ise zikredilmiş olan o beş çeşit beladır. Bunların dışındaki mana ise şüphelidir. Bundan dolayı bu lafzı, bilinen manaya hamletmek, şüpheli bir manaya hamletmekten daha evladır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
الرِّجْزُ ; azap demektir. Başındaki tarif ahd içindir. Yani الطُّوفانَ ile başlayıp آياتٍ مُفَصَّلاتٍ ‘a kadar zikredilen azaplar demektir. الرِّجْزُ ; aynı zamandan taun hastalığının bir ismidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
ل ; mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnad olan terkipte لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنَّا , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Şartın cevabının ve kasemin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ cümlesi, kasemin cevabıdır. Mahzuf kasem, kasemin cevabının başına gelen lam ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu نَّ , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcaz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Aynı üslupla gelen وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mahzuf kasem, kasemin cevabının başına gelen lam ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مَعَكَ , konudaki önemine binaen, mef’ûle takdim edilmiştir.
عَلَيْ harfi ise bu azabın zulmü yapan kişiler aleyhinde olduğuna delalet eder. Meallerde ‘azap’ olarak çevrilen الرِّجْزُ kelimesinin asıl anlamı titremektir. Azabın şiddetli ve sarsıcı olacağı anlaşılmaktadır.
لَنُرْسِلَنَّ - اِسْرَٓائ۪لَ ve عَهِدَ - عِنْدَكَۚ gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الرِّجْزَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Kur’an’da toplam 9 kere geçen bela, musibet anlamındaki الرِّجْزُ kelimesi, Araf suresinde 134-135-162. ayetlerde toplam 4 kere, bu ayette ise 2 kere geçmiştir.
الرِّجْزُ kelimesinin asıl anlamı titremektir. Birbirine yakın adım atıp güçsüzlükten dolayı titreyen deveye, deve titredi denir. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
الرِّجْس ve الرِّجْزُ kelimeleri birbirine hem mana hem de lafız olarak yakın olup, aralarında cinas vardır. الرِّجْزُ ; iğrenç, berbat, tabiat itibarıyla herhangi korkunç bir şey demektir. الرِّجْزُ; titremektir. Deve birbirine yakın adımlar atıp güçsüzlükten titrediğinde bu fiil kullanılır. Recez vezni de kısa kısa cüzler olduğu için titremeye benzetilmiştir. Çünkü cüzleri birbirine yakındır ve okunurken dil titrer. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
İkisi de Kur’an’da manevi bela anlamında kullanılmıştır.
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
Hz. Mûsâ’nın duası üzerine başlarına gelen son musibet de kaldırılınca, Firavun ve adamları daha önce Mûsâ ve İsrâiloğulları’nın Mısır’ı terketmelerine izin vermiş olmalarına rağmen yine sözlerinden döndüler. Ne var ki Hz. Mûsâ ve kavmi, bütün hazırlıklarını tamamlayarak geceleyin yola çıkmışlardı. Durumu öğrenen Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü (bk. Tâhâ 20/77-78). Tevrat’ta ayrıntılı bir şekilde anlatıldığına göre (bk. Çıkış, 14/1-31) Firavun kuvvetleri onlara yetişmişti. Allah’ın buyruğu uyarınca Hz. Mûsâ’nın, asâsını denize uzatması üzerine sular sağlı sollu iki duvar teşkil edecek şekilde yarıldı ve bir koridor halinde yol açıldı. Bu suretle Hz. Mûsâ ve beraberindekiler boğulmaktan korkmaksızın (Tâhâ 20/77) hızla ilerlemeye başladılar. Peşlerinden Firavun ve yanındakiler de aynı yola girdiler. Hz. Mûsâ, kendi topluluğunun karşı tarafa geçmesi üzerine asâsını yine denize doğru uzattı ve suların tekrar eski halini almasıyla yol kapandı; böylece Firavun ve askerleri Kızıldeniz’de boğuldu. “Onlardan bir nefer bile kalmadı” (Çıkış, 12/28). Yûnus sûresinin 90-91. âyetlerinde bildirildiğine göre Firavun boğulmak üzere iken iman etmiş, fakat yeis halindeki (hayattan ümit kestiği sıradaki) bu imanı kabul edilmemiştir (Firavun’un imanıyla ilgili farklı görüşler için bk. Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 120-121).
Eski tefsirlerin hemen tamamında âyetteki “el-yemm” kelimesi Kızıldeniz diye anlaşılmıştır. Tevrat’ın Çıkış bölümünde ise sadece “deniz” kelimesi geçmektedir. Yine bu bölümde bazı coğrafî isimler verilmekteyse de bugün bu isimlerin nerelere takabül ettiği kesinlik kazanmış değildir. M. Reşîd Rızâ ise Mûsâ ve yanındakilerin geçtiği, fakat Firavun ve askerlerinin boğulduğu denizin Nil nehri olması gerektiği kanaatindedir (IX, 98).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 578-579
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
فَ istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. كَشَفْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَشَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُمُ car mecruru كَشَفْنَا fiiline mütealliktir. الرِّجْزَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru كَشَفْنَا fiiline mütealliktir. هُمْ بَالِغُوهُ cümlesi, اَجَلٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بَالِغُوهُ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı ن harfi mahzuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا mufacee harfidir. اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنْكُثُونَ cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
يَنْكُثُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَالِغُوهُ kelimesi sülâsî mücerredi بلغ olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
فَ , istînâfiyyedir.
Şart üslubunda gelen terkipte لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ cümlesi, şarttır. لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
كَشَفْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
هُمْ بَالِغُوهُ cümlesi, اَجَلٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan بَالِغُوهُ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Anında değiştiklerini ve sözlerini bozduklarını ifade eder. Sözlerini bozmaları da muzari fiille gelerek hep sözünüzü bozuyordunuz, hala da bozuyorsunuz, manasını ifade etmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
النَّكْثُ kelimesi aslında bir ipin veya ipten yapılmış bir şeyin bükümünü bozmaktır. Allah Teâlâ ahde vefasızlık manasında kullanmış, tebe-i istiare olarak gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Verdikleri sözde durmamaları, bağlanmış bir ipin çözülmesine benzetilmiştir. Bu ifadede, tecessüm sanatı da vardır.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَانْتَقَمْنَا | biz de öc aldık |
|
2 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
3 | فَأَغْرَقْنَاهُمْ | onları boğduk |
|
4 | فِي |
|
|
5 | الْيَمِّ | yemm(su)da |
|
6 | بِأَنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
7 | كَذَّبُوا | yalanlamışlardı |
|
8 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
9 | وَكَانُوا | ve olmuşlardı |
|
10 | عَنْهَا | onları |
|
11 | غَافِلِينَ | umursamaz |
|
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْتَقَمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru انْتَقَمْنَا fiiline mütealliktir. اَغْرَقْنَاهُمْ cümlesi, atıf harfi فَ ile انْتَقَمْنَا fiiline matuftur.
اَغْرَقْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur. فِي الْيَمِّ car mecruru اَغْرَقْنَاهُمْ fiiline mütealliktir. أَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle اَغْرَقْنَاهُمْ fiiline müteallik olup, mahallen mecrudur. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَذَّبُوا cümlesi, أَنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. عَنْهَا car mecruru غَافِل۪ينَ ’ye mütealliktir. غَافِل۪ينَ kelimesi كَانُوا ‘nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
انْتَقَمْنَا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نقم ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَغْرَقْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غرق ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
غَافِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi غفل olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki … ولمّا وقع cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada haber cümlesi inşâ cümlesine atfedilmiştir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır. İnşâ üslubundan haber üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Allah'ın intikam alıcı olması tabirinde mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lazım zikredilmiş, melzum kastedilmiştir. Yani Allah Teâlânın intikam alması tabiriyle, yapılan suçun cezasını verdiği etkili bir şekilde anlatılmak istenmiştir. Allah intikam almaktan münezzehtir.
Aynı üslupta gelen فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا cümlesi, atıf harfi فَ ile فَانْتَقَمْنَا cümlesine atfedilmiştir.
انْتَقَمْنَا ve اَغْرَقْنَاهُمْ fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
الْيَمِّ kelimesi deniz manasında Mısırlıların kullandığı bir kelimedir. Kur’an’da sadece Musa ve Firavun’la ilgili yerlerde geçmiştir.
Burada الْيَمِّ sözündeki tarif meânî alimlerine göre ahdi zihnidir. Nahivciler buna cinsi tarif derler. Çünkü bu ibarede özel bir deniz değil, bu nevden herhangi biri kastedilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ‘nin dahil olduğu بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا cümlesi masdar tevilinde, sebep bildiren بِ harfi ile birlikte فَاَغْرَقْنَاهُمْ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ‘nin haberinin mazi fiil sıygasında gelmesi, hudus, temekkün ve istikrar ifadesinin yanında hükmü takviye eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اَنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
كَذَّبُوا fiili تفعيل babındandır. تفعيل babının en yaygın anlamı teksirdir.
كَذَّبُوا fiiline müteallik olan بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ‘ la masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur عَنْهَا , ihtimam için, amili olan غَافِل۪ينَ ‘ye takdim edilmiştir.
كان ’nin haberi olan غَافِل۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُوا kelimesinden dolayı ”gaflet içinde yaşamayı adet edinmişlerdi” manası vardır.
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَوْرَثْنَا | ve mirasçı kıldık |
|
2 | الْقَوْمَ | milleti |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | كَانُوا | olan |
|
5 | يُسْتَضْعَفُونَ | hor görülüp ezilmekte |
|
6 | مَشَارِقَ | doğularına |
|
7 | الْأَرْضِ | yerin |
|
8 | وَمَغَارِبَهَا | ve batılarına |
|
9 | الَّتِي | öyle ki |
|
10 | بَارَكْنَا | bereketlendirdik |
|
11 | فِيهَا | içini |
|
12 | وَتَمَّتْ | ve tam yerine geldi |
|
13 | كَلِمَتُ | (verdiği) sözü |
|
14 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
15 | الْحُسْنَىٰ | güzel |
|
16 | عَلَىٰ | üzerine |
|
17 | بَنِي | oğulları |
|
18 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
19 | بِمَا | yüzünden |
|
20 | صَبَرُوا | sabretmeleri |
|
21 | وَدَمَّرْنَا | ve yıktık |
|
22 | مَا | şeyleri |
|
23 | كَانَ |
|
|
24 | يَصْنَعُ | yapageldiği |
|
25 | فِرْعَوْنُ | Fir’avn’ın |
|
26 | وَقَوْمُهُ | ve kavminin |
|
27 | وَمَا | ve |
|
28 | كَانُوا | oldukları |
|
29 | يَعْرِشُونَ | yükselttiyor (sarayları) |
|
Allah Teâlâ, İsrâiloğulları’nı Hz. Mûsâ vasıtasıyla Firavun’un zulmünden kurtardıktan sonra onları “İçini bereketle doldurduğumuz ülkenin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık” buyuruyor. Burada işaret edilen bu bereketli ve verimli ülkenin neresi olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Bazı müfessirler âyetteki “doğu tarafı” ile Diyârışam’ın (Filistin-Suriye), “batı tarafı” ile de Mısır’ın kastedildiği (meselâ bk. Zemahşerî, II, 149; Şevkânî, II, 274); bazıları da daha sonra İsrâil soyundan gelen Dâvûd ve Süleyman’ın hâkim olduğu ülkelerin kastedildiği kanaatindedirler (bk. Râzî, XIV, 221). Diğer bir görüşe göre ise burada sadece Diyârışam’a işaret edilmiştir. Nitekim âyetin devamında yer alan “bereketlerle doldurduğumuz” şeklindeki niteleme de bunu gösterir. Zira akarsuları ve bitki örtüsü gibi zenginlikleri bakımından belirtilen nitelemeye yalnızca bu bölge uygun düşmektedir (meselâ bk. İbn Atıyye, VII, 147; İbn Kesîr, III, 464). İsrâiloğulları’nın hâkimiyetine verilen bu yer, Mâide sûresinin 21. âyetinde “Allah’ın size yazdığı kutsal toprak” diye anılıyor. İsrâ sûresinin başında da Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan bahsedilirken, bu sûrede sözü edilen yer hakkındaki aynı niteleme ile (bâreknâ) “çevresini mübarek (bereketli, verimli) kıldığımız Mescid-i Aksâ…” şeklinde söz edilmektedir. Şu halde İsrâiloğulları’nın hâkimiyetine verilen yer sadece Filistin olmalıdır (bk. Ateş, III, 385; Mevdûdî, II, 81; ayrıca bk. Mâide 5/21-26).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 579-580
دمر Demera : Bir şeyi ona hakim olacak şekilde yok etmek ve helak etmek demektir. Türkçede de bununla paralel anlamda kullanılmaktadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de tef’il babında fiil ve mastar olarak toplam 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli dumur (a uğramaktır). (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَوْرَثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl الْقَوْمَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يُسْتَضْعَفُونَ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يُسْتَضْعَفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. مَشَارِقَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
الْاَرْضِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَغَارِبَهَا atıf harfi وَ ’la مَشَارِقَ ‘ya matuftur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl مشارق الأرض ومغاربها ‘nın sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası بَارَكْنَا ف۪يهَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
بَارَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru بَارَكْنَا fiiline mütealliktir.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
يُسْتَضْعَفُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsî fiili ضعف ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
بَارَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi برك ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْرَثْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ورت ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَمَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. كَلِمَتُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْحُسْنٰى kelimesi كَلِمَتُ ‘nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. عَلٰى بَن۪ٓي car mecruru تَمَّتْ fiiline müteallik olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir. İzafetten dolayı ن harfi mahzuftur. اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. مَا ve masdarı müevvel بِ harfi ceriyle تَمَّتْ fiiline mütealliktir.
صَبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْحُسْنٰى kelimesi ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. دَمَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir takdiri هو ‘dir. يَصْنَعُ cümlesi, كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَصْنَعُ damme ile merfû muzari fiildir. فِرْعَوْنُ fail olup damme ile merfûdur. Gayrı munsariftir. قَوْمُهُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَعْرِشُونَ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْرِشُونَ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْرِشُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
دَمَّرْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi دمر ‘dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
Cümledeki varis olmaktan murat İsrailoğullarına ihsan olarak verilen ve geri alınmayan nimetlerdir. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrîhî ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır.
Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
الْقَوْمَ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ cümlesi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberi olan يُسْتَضْعَفُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
يُسْتَضْعَفُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَمَغَارِبَهَا , ikinci mef’ûl olan مَشَارِقَ الْاَرْضِ ‘ye tezat nedeniyle atfedilmiştir.
مَغَارِبَهَا için sıfat konumundaki müfret müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي ‘nin sılası olan بَارَكْنَا ف۪يهَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَوْرَثْنَا ve بَارَكْنَا fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
الَّت۪ي - الَّذ۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَشَارِقَ - مَغَارِبَهَا arasında tıbâk-ı îcab ve murââti nazîr sanatları vardır.
İsrailoğullarının varis kılındığı yerlerin doğu ve batı olarak açıklanması, taksim sanatıdır.
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ بِمَا صَبَرُواۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la وَاَوْرَثْنَا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlenin başındaki azamet zamirinden bu cümlede Rab ismine iltifat sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf كَلِمَتُ رَبِّكَ izafetinde, Hz.Peygambere ait zamirin Rab ismine muzafun ileyh olmasıyla Hz.Peygamber, yine Rab ismine muzaf olmasıyla da كَلِمَتُ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden الْحُسْنٰى kelimesi كَلِمَتُ için sıfat olarak ıtnâb sanatıdır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki صَبَرُوا cümlesi, masdar tevilinde olup بِ harfi ile تَمَّتْ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ
Cümle atıf harfi وَ ’ la, وَاَوْرَثْنَا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
دَمَّرْنَا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَٓا ‘nın sılası olan كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ cümlesi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberi olan يَصْنَعُ ‘nun muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümledeki ikinci ism-i mevsûl ve aynı üslupta gelen sılası, birinciye temasül nedeniyle atfedilmiştir.
كَان ’nin iki haberinin de muzari fiil olarak gelmesi teceddüt ve tekerrüre delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
كَانَ - كَانُوا kelimeleri arasında iştikak cinası, tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ sözü manayı muhatabın zihninde canlandırmak için mazi fiil yerine muzari fiille gelmiştir. مَا كَانُوا يَعْرِشُونَ cümlesi de böyledir.
دَمَّرْنَا - يَصْنَعُ ve دَمَّرْنَا - يَعْرِشُونَ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî, يَصْنَعُ - يَعْرِشُونَ kelimeleri arasında ise murâât-i nazîr sanatı vardır.
يَعْرِشُونَ fiilinin piramitler ve heykellerde olduğu gibi binaları yükseltmek manasında olması da caizdir. Bu kelime دَمَّرْنا fiiline münasiptir. Yüksek binalar arşa benzetilmiştir. Ama يَعْرِشُونَ fiilinin devlet ve mülk (saltanat) manasında müstear olması da caizdir. دَمَّرْنا fiili de muraşşaha manası için gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Çoğu insan başarılarında kendisini över, kayıplarında ise başkalarını suçlar. Her çabasının karşılığını hemen almak ister, alamadığında ise bu kesinlikle başkasının suçu olur. Nefsinin işine böylesi gelir çünkü o, yalnızca pohpohlanmayı istemektedir. Ancak, bunun sebep olduğu huzur kısa süreli, huzursuzluk ise uzun sürelidir. Çünkü bu haldeki insan; ne şükretmeyi, ne de sığınmayı hatırlar. Başarısı sadece kendisine ait ise, kime neden şükredecektir. Kaybı başkasının yüzünden ise, kime neden sığınacaktır. Halbuki, sevinç ve hüzün sebeplerinin kimden geldiğini bildiğinde; şükretmesini de, sığınmasını da bilir ve öyle bir iç huzura sahip olur ki artık emindir: Rahman ve Rahim olan Allah, her halinden haberdar olandır. Her hakkı, sahibine teslim edecek olan da O’dur. Verilendeki ve verilmeyendeki hikmeti de yalnız O bilir. Bunu bilen insan; zor zamanlarında ümitle kolaylığı bekler, ferah zamanlarında ise şükre sarılır yani her an Rabbiyle meşgul olur.
Allahım! Her başarım, hayatımdaki her sevincim için Sana hamd olsun. Beni kurtardığın her hüzün ve her endişe parçası için Sana hamd olsun.
Allahım! Beni; Sana şükretmesi gerektiğinde hamd edenlerden, tövbe etmesi gerektiğinde affına koşanlardan ve sığınması gerektiğinde yardımını isteyenlerden eyle. Nefsimin ve vesveselerin beni şükürden ve tövbeden alıkoyma çabalarına kanmayanlardan olmamda yar ve yardımcım ol.
Amin.
***
Beklemeyi bilmek önemli bir erdemdir. Neyi nasıl bekleyeceğini bilmek ise daha mühimdir. Zira ancak o zaman kişi kendisini nefsani beklemelerden yani boşa vakit kaybetmekten veya geç kalmanın pişmanlığından koruyabilir. Allah’a itaatte, şükürde ve tövbede beklemek geri dönüşü olmayacak şekilde hüsranla sonuçlanabilir.
Kimi dünyalık meselelerde de beklemek nice sıkıntılara ve üzüntülere sebebiyet verebilir. Temel örneklerin başında özetle; özür dilemek, kıymet bilmek ve teşekkür etmek sayılabilir. Zira kimsenin yeryüzündeki ömrünün ve imkanlarının ne zaman tükeneceğini tam olarak kestirmek mümkün değildir. Bu yüzden kaybedildiğinde yeri doldurulmayacakları ertelememelidir.
Denir ki, şartlara göre kendisini ahlaken geliştireceğini veya değişeceğini söyleyenlere şüpheyle yaklaşmalıdır. Firavun ve kavminin başına gelen musibetlerin kaldırılmasıyla iman edeceklerini söyleyip vazgeçmeleri, buna en güzel örneklerdendir. Allah’a yönelmek isteyen ve O’na olan imanıyla ahlakını güzelleştirmek isteyen bir kalbe; maddi alemdeki geçicilerin mani olmalarının yolu yoktur.
Ey Allahım! Yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış şeyi bekleyenlerden ve bu konuda ısrarcı davrananlardan olmaktan muhafaza buyur. Bizi Senin yolunda, Senin rızana uygun şekilde gelişenlerden, uyananlardan ve gerçek manada akıllananlardan eyle. Hakikati öğrenerek kusurlarını düzeltmek ve eksikliklerini tamamlamak için çabalayanlardan eyle. Yapmamız gerekenleri, doğru zamanda ve doğru şekilde yapmamız için yar ve yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Bizi razı olduğun samimi iman sahibi ve salih amellerle süslenen takvalı kulların arasına kat.
Amin.