Seferberlik Gruplarına katılmak için
Kur'ân'la olan beraberliğimizi, anlayışımızı, sevgimizi arttırmak ve bu konuda birbirimize destek olabilmek için bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğa sizleri de davet ediyoruz.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ ٤٥
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اُنْذِرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِالْوَحْيِ car mecruru اُنْذِرُكُمْ fiiline mütealliktir.
وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْمَعُ damme ile merfû muzari fiildir. الصُّمُّ fail olup damme ile merfûdur. الدُّعَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. مَا harfi zaiddir. يُنْذَرُونَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُنْذَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https:// islamansiklopedisi.org
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنْذِرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ cümlesi, اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayetin sonunda farklı vezinle zikredilen اُنْذِرُكُمْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
İki tekit hükmündeki kasr faille car mecrur arasındadır. اُنْذِرُكُمْ fiilinin faili mevsuf/maksûr, بِالْوَحْيِۘ sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır. Bu ifade iki kasır yerindedir ve Kur’an’dan önce Arapların sözleri arasında buna bir örnek göremedim. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyakında gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ
وَ istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
لَا يَسْمَعُ fiiline müteallik zaman zarfı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan مَا يُنْذَرُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan مَا , tekit ifade eden zaid harftir.
Muzari fiiller hudûs, üstimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُنْذِرُكُمْ - يُنْذَرُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَسْمَعُ - الصُّمُّ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُنْذَرُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ [Sağırlar çağrıyı işitmez] cümlesinde istiare vardır. Burada الصُّمُّ [sağırlar] kelimesi, الكفّار [kâfirler] için müstear olarak kullanılmıştır. Çünkü onlar çağırmayı işitmeyen, seslenmeyi anlamayan hayvanlar gibidir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Onlara sağırlar deyip de onları zamir yerine koyması sağır gibi davrandıklarını ve dinledikleri şeyden yararlanmadıklarını göstermek içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Ayette işitme duyusu (الصُّمُّ) olumsuz manada gelmiştir. Çünkü uyarı (انْذار), duyulan cinstendir. “Sağırlar, müjdeleyicinin ve uyarıcının çağrısını duymuyorsa neden ‘uyarıldıklarında’ sözü getirilmiştir?” şeklindeki soruya cevabımız; الصُّمُّ kelimesinde uyarılan o kişilere işaret eden ال takısının, cins değil de ahd (bilinirlik, belirlilik) ifade etmesidir. Yani uyarı ayetlerini duymamak için kulaklarını tıkayarak sağır kesilen belli bir kesim kastedilmiştir. Vahiy, kulak vasıtasıyla işitildiği için ayette الصُّمُّ [Sağırlar] lafzının zikredilmesi uygun düşmüştür. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
الصُّمُّ kelimesindeki marifelik, istiğrak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ ٤٦
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | ve eğer |
|
2 | مَسَّتْهُمْ | onlara dokunsa |
|
3 | نَفْحَةٌ | bir esinti |
|
4 | مِنْ | -ndan |
|
5 | عَذَابِ | azabı- |
|
6 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
7 | لَيَقُولُنَّ | derler |
|
8 | يَا وَيْلَنَا | eyvah bize |
|
9 | إِنَّا | biz gerçekten |
|
10 | كُنَّا | olmuşuz |
|
11 | ظَالِمِينَ | zalimler |
|
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa “اِنْ ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. مَسَّتْ şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. تْ te’nis alametidir. هُمْ muttasıl zamir mefulün bih olarak mahallen mansubdur. نَفْحَةٌ fail olup damme ile merfûdur.
مِنْ عَذَابِ car mecruru نَفْحَةٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يَقُولُنَّ fiili mahzuf ن' un sübutuyla merfû muzari fiildir. İki sakin bir araya geldiği için zamir olan cemi و' ı mahzuftur. Fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
يَا وَيْلَنَٓا cümlesi itiraziyyedir. يَا nida harfidir. Münada olan وَيْلَ muzâf olup, fetha ile mansubdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ ’dir. يَقُولُنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. نَا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. ظَالِم۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup, nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder.(Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
ظَالِم۪ينَ ; sülâsî mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ mahzuf kasem fiiline işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Mahzufla birlikte, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Mahzuf kasemin cevabı şart üslubunda gelmiştir.
Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazfedilmiş, vurgu kasemin cevabına yapılmıştır.
Kasemle tekid edilmiş şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan لَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106)
عَذَابِ رَبِّكَ izafeti, Rab ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle كَ zamirinin ait olduğu Hz. Peygambere şan ve şeref, yine Rab ismine muzâf olması dolayısıyla عَذَابِ ’ye tazim ifade etmiştir.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rab lafzında tecrîd sanatı vardır.
مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ cümlesinde istiare sanatı vardır. نَفْحَةٌ kelimesi مَسَّ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Azaptan ufak bir etkinin, bir şahıs gibi gelecek olması onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette Allah tarafından olması onun korkunçluğuna, azabın ne kadar yoğun olduğuna ve şiddetine delalet eder. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
نَفْحَةٌ ‘deki nekrelik, kıllet ve tazim ifade eder.
Şartın cevabı, arkasından gelen kasemin cevabı delaletiyle hazfedilmiştir. Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا وَيْلَنَٓا cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle beddua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
يَا وَيْلَنَٓا cümlesinin itiraziyye olması da caizdir. O takdirde يَا tenbih, وَيْلَ mahzuf fiilin mef'ûlu mutlakıdır.
وَيْلَ , elem verici azaptır, şerlerin en kötüsüdür. Tahkir ifade eder.
Nidanın cevabı olan اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ‘nin haberi olan كُنَّا ظَالِم۪ينَ cümlesi, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan ظَالِم۪ينَ ’nin, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانَ ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
Kâfirlerin, pişmanlıklarını ifade ederken kullandıkları üslup, pişmanlık derecelerini göstermek bakımından dikkate değerdir. Cümlenin müsnedine كَانَ ’yi dahil etmeleri, mütekellim zamirini tekrarlamaları, kendi kendilerine beddua etmeleri bunun delilidir.
Kendilerini zalim diye nitelemeleri, وَيْلَ ’le (kendilerine beddua etmekle) uyumlu olmuştur.
Bu ayette الظُّلْمُ ile şirk kastedilmektedir. Çünkü şirk koştukları kendilerine malumdur ama kendilerine azabtan bir esinti dokunması kendilerince malum değildir.(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
يَا وَيْلَنَا [ey veylimiz]. Veyl, ‘hüzn, azap ve helak’ demektir. يَا وَيْلَنَا [ey veylimiz] ibaresi, helak ve azaba seslendiklerini ifade eder. Yani, “ey azabımız, ey helakımız, gel artık, senin vaktin geldi” diye nida ediyorlar demektir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.246)
Keşşâf sahibi şöyle der: Ayetteki مَسَّتْهُمْ ve نَفْحَةٌ lafızlarında üç çeşit tekid vardır: مَسَّ lafzının kullanılmış olması, نَفْحَةٌ lafzındaki “azlık” manası. Ayette نَفْحَةٌ lafzının, ism-i merre (bir kerre) vezni ile kullanılmasıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu ayet-i kerîmede görüldüğü gibi نَفْحَةٌ kelimesi taklîl ifade etmek üzere nekre gelmiştir. Yani O’nun azabından cılız, zayıf bir nefha bile dokunsa; bu çok büyük bir azaptır manasını taşır. Tabi burada tehekküm ve alay ifadesi de vardır. Çünkü نَفْحَةٌ kelimesi güzel, temiz şeyler için de kullanılabilir. Burada tahakkümî istiare yoluyla şer manasında kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zemahşerî bu ayetin tefsirinde مَسَّتْهُمْ [dokunsa] ve نَفْحَةٌ [bir esinti] kelimelerinin anlamı nasıl zirveye taşıdığı üzerinde durur. Böylece insanın küçücük (ez-Zemahşerî نَفْحَةٌ kelimesinde, azlık, bir defalık ve düşük yoğunluk olmak üzere üç yönlü mübalağa olduğunu kaydeder) bir zorlanmada bile suçunu itiraf edeceği vurgulanmaktadır. Ayet insanın ilâhi kudret karşısındaki çaresizliğini belirterek güçlü bir sakındırma öğesi de taşımaktadır. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ ٤٧
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنَضَعُ | kurarız |
|
2 | الْمَوَازِينَ | terazileri |
|
3 | الْقِسْطَ | adalet |
|
4 | لِيَوْمِ | günü için |
|
5 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
6 | فَلَا | asla |
|
7 | تُظْلَمُ | haksızlık edilmez |
|
8 | نَفْسٌ | kimseye |
|
9 | شَيْئًا | hiçbir |
|
10 | وَإِنْ | ve eğer |
|
11 | كَانَ | olsa |
|
12 | مِثْقَالَ | ağırlığınca |
|
13 | حَبَّةٍ | danesi |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | خَرْدَلٍ | bir hardal |
|
16 | أَتَيْنَا | getiririz |
|
17 | بِهَا | onu |
|
18 | وَكَفَىٰ | ve biz yeteriz |
|
19 | بِنَا | olarak |
|
20 | حَاسِبِينَ | hesab gören |
|
Hardele خردل : خَرْدَل Kelimenin küçük hububat tanesi için kullanıldığı aşikardır.
Yine bu kelimenin bâkir, el değmemiş, dokunulmamış ve bozulmamış anlamındaki خَرَدَ'den türemiş olması da uzak bir ihtimal değildir. Bu izah Kur'an-ı Kerim'de geçtiği yerlerde zerre veya habbe değil de hardalın kullanılmasındaki inceliği de ortaya koyar. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak yalnızca 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hardaldır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَضَعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْمَوَاز۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْقِسْطَ kelimesi الْمَوَاز۪ينَ ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. لِيَوْمِ car mecruru نَضَعُ fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُظْلَمُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. نَفْسٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur. شَيْـٔاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri; ظلما ما كبيرا أو صغيرا (Büyük veya küçük haksız yere) şeklindedir.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Mahallen meczumdur.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِثْقَالَ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. حَبَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْ خَرْدَلٍ car mecruru حَبَّةٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen اَتَيْنَا بِهَا cümlesi şartın cevabıdır.
اَتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهَا car mecruru اَتَيْنَا fiiline mütealliktir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِ harf-i ceri zaiddir. نَا mütekellim zamiri كَفٰى fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. حَاسِب۪ينَ kelimesi, نَا mütekellim zamirinin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَاسِب۪ينَ ; sülâsî mücerredi حسب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Bu kelam, onların kendisiyle uyarıldıkları kıyamet gününde olacak olanları beyan etmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayet müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَضَعُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
الْمَوَاز۪ينَ - الْقِسْطَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Masdar kalıbındaki الْقِسْطَ , müsnedün ileyh olan الْمَوَاز۪ينَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
Masdarlar bütün cinslere, çoğullar fertlerin toplamına delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c.1, s. 231)
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ cümlesi فَ ile …وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet malum sıygadan menfî meçhul sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.
تُظْلَمُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
نَفْسٌ ’daki nekrelik, cins ve kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ve şumûle işarettir.
Mef’ûl olan شَيْـٔاً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
شَيْـٔاً ‘in mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib olduğu da söylenmiştir.
Ayetteki terazilerin kurulmasıyla, yapılan amellerin değerlendirilme manası kastedilmiştir. Lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.
Terazilerin konulması doğru hesabın kontrolü ve amellerin adil karşılığının verilmesi için temsildir. الْقِسْطَ ’ın müfred olması da masdar olup mübalağa için sıfat olarak kullanılmasındandır. Kıyamet günü için: Kıyamet gününün cezası için yahut kıyamet halkı için yahut onda demektir, mesela جئت لخمس خلون من الشهر (ayın beşinde geldim) gibi. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Kıyamet gününe has ifadesi, kıyamet günü insanlarına has demektir. (Kurtubî, El-Câmi’ li- Ahkâmi’l-Kur’ân)
O terazileri koymak, onları hazırlamak demektir. Ferrâ, buradaki الْقِسْطَ kelimesi, müfred ise de الْمَوَاز۪ينَ ’in (teraziler) sıfatıdır. Bu, senin bir topluluk hakkında “sizler, adaletsiniz” demen gibidir, demiştir. Zeccâc ise: “Bu ifadenin manası, ‘Biz, adil olan teraziler kuracağız.’ şeklindedir.” der. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette الْمَوَاز۪ينَ , mübalağa ifade etmesi için الْقِسْطَ sıfatıyla vasıflandırılmıştır; teraziler adeta bizzat adaletmiş gibi ifade edilmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l- Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Inşâ cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber üslubundan inşâ üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
Şart üslubundaki terkipte كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ cümlesi şarttır. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانَ ’nin haberi olan مِثْقَالَ حَبَّةٍ, veciz ifade kastıyla izafetle gelmiştir.
مِنْ خَرْدَلٍ car mecruru, مِثْقَالَ ’nin veya حَبَّةٍ ‘in, mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
خَرْدَلٍ ve مِثْقَالَ ‘nin muzafun ileyhi olan حَبَّةٍ kelimelerindeki nekrelik, kıllet içindir. Kelimelerin nekra gelişi ve مِنْ harf-i cerinin dahil oluşu مِثْقَالَ ’nin azlığında mübalağa ifade eder.
مِثْقَالَ - حَبَّةٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan اَتَيْنَا بِهَا , müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Henüz gerçekleşmemiş olayları ifade ederken muzari fiil yerine, olayın vuku bulacağının kesinliğine delalat etmek üzere geleceği, müşahede eder gibi göz önünde canlandırmak için mazi fiil kullanılmasında mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اَتَيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Geldi anlamındaki اتى fiili, بِ harfiyle kullanıldığında getirdi manasına gelir. Harf-i cerin fiile mana kazandırması tazmin sanatıdır.
İsfehânî; كَانَ ’nin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda, söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ (Hardal tanesi) terkibi, son derece az ve değersiz olan amelden kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Şayet “Habbe hardal tanesinden daha büyüktür. Öyleyse nasıl, Cenab-ı Hak, حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ demiştir?” denilirse biz deriz ki: “Bunun izah şekli şudur: Sen önce o hardalı bir dinar gibi kabul edeceksin, sonra da habbeyi o dinardan (bir parça gibi) görmeye çalışacaksın ki bundan maksat da ister büyük ister küçük olsun, amellerden hiçbir şeyin Allah katında zayi olmayacağını anlatmaktır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بِنَا ’deki ب harfi zaiddir.
كَفٰى fiilinin mef‘ûlü hazfedilmiştir; فَلَا تُظۡلَمُ النّاسَ شَیۡـࣰٔاۖ sözü delalet eder. Takdiri şöyledir: كَفى النّاسَ نَحْنُ في حالِ حِسابِهِمْ ‘İnsanlara, hesapları görülürken biz yeteriz.’ Mana da şöyledir: Onlar bizim gibi adaletle hesap görecek başka bir hesaplayıcıya ihtiyaç duymazlar. Bu, kimsenin hak etmediği bir ceza ile cezalandırılmayacağına dair insanlara bir güvence, aynı zamanda azaptan sakındırma ve sevaba teşviktir.
حَاسِب۪ينَ ifadesindeki çoğul zamir, بِنَا sözünde yer alan azamet zamirine uygundur. Buradaki الباءُ edatı ise pekiştirme içindir. Asıl yapı كَفَيْنا النّاسَ (Biz insanlara yeteriz)” şeklindedir. Bu “bâ” harfi, genellikle كَفٰى fiilinden sonra gelir ve çoğunlukla faile dahil olur. Bazen de mef‘ûle dahil olur; nitekim hadiste şöyle denmiştir: كَفى بِالمَرْءِ إثْمًا أنْ يُحَدِّثَ بِكُلِّ ما سَمِعَ “Kişiye, duyduğu her şeyi anlatması günah olarak yeter.”
حَاسِب۪ينَ kelimesi, azamet zamirinden hal olarak ıtnâbdır. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
حَاسِب۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesi işaret etmiştir.
Burada; حَاسِب۪ينَ [Hesaba çekenler] ifadesinin, “Bizden daha süratli hesaba çeken yoktur.” anlamında olduğu söylenmiştir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ ٤٨
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Fiil cümlesidir. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مُوسٰى mef’ûlün bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. هٰرُونَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.
الْفُرْقَانَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. ضِيَٓاءً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. ذِكْراً atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. لِلْمُتَّق۪ينَ car mecruru ذِكْراً ’e müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dır.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
الْمُتَّقِينَ ; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
اٰتَيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
أتى fiili, أعطى ’dan farklı olarak, hemzeden dolayı daha çok önemli şeyler ve hikmet gibi manevi olan şeyler için de kullanılır. Mesela zekat أتى fiiliyle kullanılır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
ذِكْراً ve ضِيَٓاءً , tezâyüf nedeniyle mef’ûl olan الْفُرْقَانَ ’ye atfedilmiştir. Kelimelerdeki nekrelik, tazim ifade eder.
وَضِيَٓاءً kelimesinde istiare sanatı vardır. Muttakilere وَضِيَٓاءً verilmesi ifadesinde vahiy, insanı karanlıktan kurtaran, yolunu aydınlatan ışık kaynağına benzetilmiştir. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
وَضِيَٓاءً mecazî olarak hidayet ve ilim anlamında kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
مُوسٰى - هٰرُونَ ve الْفُرْقَانَ - ذِكْراً gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Musa ve Harun (a.s)’a verilenlerin sayılması taksim sanatıdır.
Cenab-ı Hak, Hz. Peygamberi (s.a.v) kavmi tarafından kendisine yapılan şeyler hakkında teselli etmek, risalet görevini eda etme hususunda kalbini güçlendirmek, bu görevin önüne geçecek her türlü şeye karşı sabretmesini sağlamak için peygamberlerin kıssalarından örnekler vermektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Yemin olsun ki gerçekten biz Musa ile Harun'a Furkan'ı, muttakiler için de bir ziya ve bir öğüt verdik. Yani kapsamlı bir kitap verdik. Çünkü o hak ile batılı birbirinden ayırır. Ziya şaşkınlık ve cehalet karanlıklarına ışık veren şeydir. Zikir de müttakilerin öğüt alacağı yahut muhtaç oldukları şer'î maddelerdir. الْفُرْقَانَ ’ın yardım, denizin yarılması olduğu da söylenmiştir. وَ ’sız olarak Furkan'ın hali olarak da okunmuştur. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ ٤٩
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
اَلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl önceki ayetteki لِلْمُتَّق۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Fiil cümlesidir. يَخْشَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّهُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْغَيْبِ car mecruru يَخْشَوْنَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. هُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ cümlesi, atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنَ السَّاعَةِ car mecruru مُشْفِقُونَ ’ye mütealliktir. مُشْفِقُونَ haber olup, ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
مُشْفِقُونَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
Önceki ayetin devamı olan ayette اَلَّذ۪ينَ , önceki ayetteki لِلْمُتَّق۪ينَ için sıfatttır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle bildirilmesi, onlara tazim ifade eder.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ ‘nin sılası olan يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبَّهُمْ izafetinde, müttakilere raci olan zamirin Rab ismiyle olan izafeti, muttakileri tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Ayetin öncesindeki azamet zamirinden sonra Allah’ın rububiyet vasfını öne çıkarmak için zamir makamında zahir olarak zikredilen Rab isminde tecrîd, ıtnâb ve iltifat sanatları vardır.
Ayetin sonunda müradifi zikredilen يَخْشَوْنَ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
بِالْغَيْبِ car-mecruru, failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
الساعة kelimesi, zaman anlamında câmid (türememiş) bir isimdir. Kıyamet için istiare olarak kullanılır. Vezni فعلة (fâ harfi fetha, ‘ayn harfi sâkin), elif’i ise vav’dan dönmedir. Çoğulu ساعات ساع ve ساع şeklindedir. (https://tafsir.app/aljadwal/6/31, Sâfi, Enam 31)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. مِنَ السَّاعَةِ car mecruru, amili olan مُشْفِقُونَ ’ye ihtimam ve durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için takdim edilmiştir.
Müsned olan مُشْفِقُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
يَخْشَوْنَ - مُشْفِقُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اَلَّذ۪ينَ , müttakilerin sıfatıdır yahut onların methidir, nasb veya ref mahallindedir. (Beyzâvî, Envârü’t- Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
بِالْغَيْبِ fail’den veya mef'ûl'dan haldir, (onlar kıyametten de titrerler) korkarlar. Zamirin başa alınması ve hüküm terkibi (isim cümlesi) mübalağa ve muttaki olmayanlara ima içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Ayet-i kerimede یشفقون şeklinde fiil değil de مُشْفِقُونَ şeklinde isim gelerek; bu sıfatın onlarda sabit ve devamlı olduğuna işaret edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 69)
Onlar ki Rablerinden gıyaben korkarlar. Yani onlar yüce Allah'ı görmemektedirler. Onlar düşünmekle, delilleri görmekle, her şeye gücü yeten, amellerin karşılığını veren bir Rablerinin olduğunu bilmişlerdir. O bakımdan onlar gizli hallerde de insanlar tarafından görülmedikleri, yalnızlık hallerinde de yalnız O'ndan korkarlar. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
Onlar kıyametten de titrerler. Onlar, kıyamet gününün azabından ve orada cereyan edecek olan hesap, sual vb. diğer şeylerden dolayı tir tir titrerler, böylece de bundan dolayı Allah'a isyan etmekten geri dururlar demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ Yani o takva sahipleri ki görmedikleri halde Rablerinin azabından korkarlar. Bu, kâfirlere bir tarizdir. Çünkü onlar, uyarıldıkları şeyi bilfiil görmedikçe uyarılmaktan etkilenmiyorlar. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Mutlak korkunun zikrinden sonra kıyamet korkusunun zikredilmesi, korkulanların en büyüğü kıyamet olduğunu bildirmek içindir. Bir de takva sahiplerinin, kıyametin acele gelmesini isteyenlerin vasıflarının zıddını taşıdıklarını sarih olarak belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayette kıyamet, السَّاعَةِ [saat] kelimesiyle gelmiştir. Saat, kıyametin vaktinin ismidir. Hesabının süratinden dolayı bu isim verilmiştir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
اٰتَيْنَا - رَبَّهُمْ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟ ٥٠
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. ذِكْرٌ mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. مُبَارَكٌ kelimesi ذِكْرٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur. اَنْزَلْنَاهُ cümlesi, ذِكْرٌ ’un ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Fiil cümlesidir. اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette ilki müfred ikincisi fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مُبَارَكٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i mef’ûludur.
اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟
İsim cümlesidir. Hemze istifham harfidir. فَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru مُنْكِرُونَ ’ye mütealliktir. مُنْكِرُونَ۟ mübtedanın haberi olup, ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُنْكِرُونَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifal babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ
وَ , istînâfiyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi هٰذَا ile marife olması, işaret edilene tazim ifade ederek önemini, mertebesinin yüksekliğini vurgular. İşaret ismi en güzel temyiz yollarından biridir.
İşaret isminde istiare sanatı vardır. هٰذَا ile zikre işaret edilmiş ve vahyolunan ayetler, elle tutulur gözle görülür maddi bir şey yerine konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
مُبَارَكٌ kelimesi ذِكْرٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَنْزَلْنَاهُ cümlesi, ذِكْرٌ için ikinci sıfattır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَنْزَلْنَاهُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
Burada Kur’an’ın, Tevrat'ın geçen ayetteki son vasfı (öğüt olmak) ile vasıflandırılması, makama münasebetinden ve sûrenin başındaki Kur’an'ın sıfatına uygun düşmesinden dolayıdır. Yani işte bu indirdiğimiz Kur’an, hayır ve faydası bol bir bereket kaynağıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟
فَ istînâfiyye, hemze inkârî manada istifham harfidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve tevbih kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâmı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (Avnullah Enes Ateş, İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması)
İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade eden cümlede, اَنْتُمْ mübteda, مُنْكِرُونَ cümlesi haberdir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. لَهُ car mecruru, ihtimam için amili olan مُنْكِرُونَ۟ ‘ya fiiline takdim edilmiştir.
Müsned olan مُنْكِرُونَ۟ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.(Halidî, Vakafat, s. 80)
مُنْكِرُونَ۟ - مُبَارَكٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hakk'ın bu hitabı, “Onun indirilmesinde ve ondaki, hayranlık veren şeylerde yadırganacak hiçbir şey yoktur. Çünkü biz, Musa ve Harun'a da Tevrat'ı vermiştik. Sonra bu Kur'an, acîb bir nazım ihtiva ettiği, bedî’ belâgatı kapsadığı ve aklî delillerle yasaların izahını içine aldığı için mûciz bir kelamdır. Kendisinde bunca faydalar bulunan böyle bir kitabı yadırgamanız nasıl mümkün olur.” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ ٥١
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie’dir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Fiil cümlesidir. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِبْرٰه۪يمَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. رُشْدَهُ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru اٰتَيْنَٓا fiiline mütealliktir. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. نَا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru عَالِم۪ينَ’ye mütealliktir. عَالِم۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup, nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete, izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَٓا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
عَالِم۪ينَ ; sülâsî mücerredi علم fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Allah Teâlâ, Musa ve Harun (a.s)’a Furkan’ı verdiğini bildirdiği 48. ayetin başlangıcı ile benzerlik taşıyan bu ayette de İbrahim’e (a.s) rüşd’ü verdiğini bildiriyor.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اٰتَيْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
أتى fiili, أعطى ’dan farklı olarak, hemzeden dolayı daha çok önemli şeyler ve hikmet gibi manevi olan şeyler için de kullanılır. Mesela zekat أتى fiiliyle kullanılır.
قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Takdiri قَبْلَ مُوسى وهارُونَ dir. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır. Muzâfun ileyhin sözün gelişinden anlaşıldığı ve fazla sözden sakınmak için hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mef’ûl olan رُشْدَهُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Zamirin Hz. İbrahim’e aid olduğu car mecrur بِه۪ , ihtimam için amili olan عَالِم۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
Müsned olan عَالِم۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
كَانَ ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
‘’Yemin olsun, gerçekten İbrahim'e hidayetini verdik’’ cümlesi, doğru şeyleri bulma kabiliyetini verdik anlamındadır. رُشْدَهُ izafeti, o gibilere verilen hidayetin önemini göstermek içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ ٥٢
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
اِذْ zaman zarfı اٰتَيْنَٓا fiiline veya عَالِم۪ينَ’ye mütealliktir. قَالَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لِاَب۪يهِ car mecruru قَالَ fiiline müteallık olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti ي ’dir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَوْمِه۪ atıf harfi وَ ’ la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli, مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi هٰذِهِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. التَّمَاث۪يلُ işaret isminden bedel veya atfı beyan olup damme ile merfûdur.
الَّت۪ٓي müfred müennes has ism-i mevsûl التَّمَاث۪يلُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûl sılası اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهَا car mecruru عَاكِفُونَ ’ye mütealliktir. عَاكِفُونَ haber olup, ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur. b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder. c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَاكِفُونَ ; sülâsî mücerredi عكف olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
Ayete dahil olan zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki اٰتَيْنَٓا veya عَالِم۪ينَ’ye mütealliktir.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ , istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen nefy, tahkir ve tevbih (hor görme ve kınama) amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İbrahim (a.s)’ın babasına olan bu sözü muhakkak ki meselenin hakikatini bilememesi ile ilgili değildir. O, onların taştan yapılmış olan putlara ibadet etmeleri ve bu konudaki ısrarlarına böyle bir soru ile dikkat çekmiş ve onların ilk anda kendisine cephe almalarının önüne geçerek konuyu soru üslubu ile yumuşatmış, böylece doğru yolu görmeleri konusunda onları irşad etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i işaret oluşu, putları tahkir manası taşımaktadır.
التَّمَاث۪يلُ için sıfat konumundaki müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي ’nin sılası olan اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَهَا car mecruru durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak ve tahkiri artırmak için amili olan عَاكِفُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Müsned olan عَاكِفُونَ, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَهَا ’daki لَ , ihtisas içindir geçişlik için değildir. Çünkü عَاكِفُونَ kelimesi, على ile geçişli kılınır. لَ ’ın, على ile tevil edilmesi yahut عَاكِفُونَ’ye ibadet manası verilmesi de caizdir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Hz. İbrahim'in bu suali, tecâhül (bildiğini bilmiyormuş gibi davranmak) kabilindendir. Nitekim onların putları hakkındaki suali, normal olarak hakikatin beyanını yahut ismin açıklanmasını talep eden bir sual tarzı değildir. Sanki Hz. İbrahim, onların ilâh edindikleri putların mahiyetlerinin taş veya ağaç olduklarını iyice kavradığı halde bunların ne olduklarını bilmiyormuş gibi soru sormaktadır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ ٥٣
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ ’dır. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
وَجَدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. اٰبَٓاءَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَهَا car mecruru عَابِد۪ينَ ’ye mütealliktir. عَابِد۪ينَ kelimesi وَجَدْنَٓا fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَابِد۪ينَ ; sülâsî mücerredi عبد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَهَا car mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan عَابِد۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
Müsned olan عَابِد۪ينَ, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Ayetteki, [Biz atalarımızı, bunların tapıcıları olarak bulduk] ifadesine gelince: O topluluk buna cevap vermek için ancak daha fazla yadırgama ve kınamayı gerektiren taklit yoluna başvurmuşlardır. Çünkü kendileri bir hata üzerinde olduklarında babalarının o yolu tercih etmiş olması onları bu hatadan korumaz. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ٥٤
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli mukadder kasemin cevabı لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. اَنْتُمْ munfasıl zamir كُنْتُمْ ’un ismini tekid eder. اٰبَٓاؤُ۬كُمْ kelimesi كُنْتُمْ ’deki isme matuf olup, damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru كُنْتُمْ ’un mahzuf haberine mütealliktir. مُب۪ينٍ kelimesi, ضَلَالٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Te’kid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Te’kide “tevkid” de denilir. Te’kid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, te’kid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Te’kid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzi te’kid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile te’kid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar.Ayette lafzi tekid şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٍ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Bu ayette Allah Teâlâ, İbrahim’in (a.s) babasına ve kavmine verdiği cevabı bildirmektedir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ cümlesindeki لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Ayette kasem fiilinin mahzuf olması icaz-ı hazif sanatıdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Kasemin cevabı, قَدْ ve mahzuf kasem ile tekid edilmiştir. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
اَنْتُمْ munfasıl zamiri كَان ’nin ismini tekid için gelmiştir.
اٰبَٓاؤُ۬كُمْ , nakıs fiil كَان ’nin ismine matuftur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ car mecruru, nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları durumun şiddetli kötülüğü, sapıklığın onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır. Câmi, her iki durumdaki mutlak irtibattır. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
ضَلَالٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tahkir ifade eder.
ضَلَالٍ için sıfat olan مُب۪ينٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
ضَلَالٍ ‘nin مُب۪ينٍ ‘le sıfatlanması, onların sapkınlığının gözle görülür bir hal aldığını ifade eder.
İbrahim (a.s), muhataplarını ikna etmek için sözlerini yemin, tahkik harfi قَدْ ve fasıl zamiriyle tekid etmiştir. Kavminin ve atalarının apaçık dalalette olduklarını kesin bir dille belirterek onları ikaz etmiştir.
Hz. İbrahim (a.s) onlara, “Andolsun, siz de atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz.” diyerek cevap vermiş ve böylece batılın, kendisine tutunanların çok olması sebebiyle hakka dönüşmeyeceğini beyan etmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ ٥٥
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اَجِئْتَنَا ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. جِئْتَنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. بِالْحَقِّ car mecruru جِئْتَنَا fiiline mütealliktir.
İsim cümlesidir. اَمْ atıf harfi, muttasıldır. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنَ اللَّاعِب۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اَمْ: Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللَّاعِب۪ينَ ; sülasi mücerredi لعب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ
İnkârcıların sözlerinin bildirildiği ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Geldi anlamındaki جَاءَ fiili, بِ harfiyle kullanıldığında getirdi manasına gelir. Harf-i cerin fiile mana kazandırması tazmin sanatıdır.
اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ ifadesinde istiare sanatı vardır. اَجِئْتَنَا fiili, بِالْحَقِّ ’ye nisbet edilmiştir. Canlılara mahsus olan gelme fiili hakka nispet edilmiş, böylece manevi, aklî ve görülmez olan bir durum, gözle görülen, maddi bir şey menziline konulmuştur. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
الْحَقِّ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ cümlesine dahil olan اَمْ istifham manasında atıf harfidir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ اللَّاعِب۪ينَ , mahzuf habere mütealliktir.
Müsned olan عَابِد۪ينَ, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اَمْ edatının yer aldığı bir cümlede aralarında tercih yapılmak üzere sadece iki şık veya alternatif söz konusu olabilir. Soru hemzesinin اَمْ edatıyla kullanıldığı cümlelerde evet veya hayır ََile cevap verilmez. Çünkü hemze ve اَمْ ile yapılan soru, tasdik ve inkâr bildirmez. Bu kural hem isim cümleleri hem de fiil cümleleri için geçerlidir. (Ahmet Yüksel, Arap Dilinde Atıf Ve Atıf Harfleri)
Dediler: [Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle oynayanlardan mısın?] sanki kendileri için sapık ifadesini kullanmasını garipsediler de şaka için söyledi zannettiler ve dediğinde ciddi misin, yoksa bizimle oynuyor musun? dediler. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Burada da İbrahim’in (a.s) kavmi ona, “İlk defa senden duyduğumuz hakikatle uğraşmak aramızda sana mı kaldı, yoksa sende hala çocukluk hali devam mı ediyor?” derken çocukluk halinin devam ettiğini ifade eden cümleyi, daha kuvvetli olan isim cümlesiyle söylemişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ ٥٦
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | بَلْ | hayır |
|
3 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
4 | رَبُّ | Rabbidir |
|
5 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
6 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
7 | الَّذِي | o ki |
|
8 | فَطَرَهُنَّ | onları yaratmıştır |
|
9 | وَأَنَا | ve ben de |
|
10 | عَلَىٰ | üzerine |
|
11 | ذَٰلِكُمْ | bunun |
|
12 | مِنَ |
|
|
13 | الشَّاهِدِينَ | şahidlik edenlerdenim |
|
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Mekulü’l-kavli رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. رَبُّكُمْ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَبُّ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl رَبُّ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası فَطَرَهُنَّۘ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
فَطَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بَلْ ; Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb (اِضْرَابْ) denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى ذٰلِكُمْ car mecruru الشَّاهِد۪ينَ ’ye mütealliktir. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمْ muhatap zamiridir. مِنَ الشَّاهِد۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti ی ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الشَّاهِد۪ينَ ; sülâsî mücerredi شهد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
بَلْ , idrâb harfidir.
بَلْ harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
قَالَ fiilinin mekulül kavli olan رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavlin mütekellimi, Hz. İbrahim’dir.
Müsnedün ileyh olan رَبُّكُمْ izafetinde Rab isminin inanmayanlara ait zamire izafe edilmesiyle Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyeti hatırlatılmış, inkârlarının ne kadar kötü olduğuna işaret edilmiştir.
Müsnedin, veciz ifade kastıyla رَبُّ السَّمٰوَاتِ izafetiyle gelmesi, السَّمٰوَاتِ ’yi tazim içindir.
رَبُّ için sıfat konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan فَطَرَهُنَّۘ cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Rab isminin, Allah’ın rububiyet vasfını öne çıkarmak için zamir makamında tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
الْاَرْضِ , tezat nedeniyle السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir.
السَّمٰوَاتِ yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde arkasından الْاَرْضِ ’nin söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbtır.
بَلْ , idrâb edatıdır. Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. İdrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vazgeçmek” demektir. Bir yanlışı veya hatayı düzeltme amacıyla kullanılabildiği gibi bir konudan diğerine geçiş için de kullanılabilir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
بَلْ edatı kendisinden sonra bir cümle geldiğinde idrâb harfi olur. Bazen de bu ayette olduğu gibi bir manadan diğer bir manaya intikal için gelir. Kendisinden önceki cümle manasını korur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, c. 1, s. 436)
وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
Ayetin son cümlesi, atıf harfi وَ ’la …رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الشَّاهِد۪ينَ car-mecruru, mahzuf habere mütealliktir.
Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. عَلٰى ذٰلِكُمْ car mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan مِنَ الشَّاهِد۪ينَ ‘ye takdim edilmiştir.
ذٰلِكُمْ ’de istiare vardır. İşaret ismiyle rububiyete işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca uzağı işaret etmede kullanılan bu işaret ismi, bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna ve mertebesinin yüksekliğine delalet ederek tazim ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكُمْ ile Allah’ın semavatın rabbi olduğu gerçeğine işaret edilmiştir. ذٰلِكُمْ ile bu gerçek, elle tutulur gözle görülür maddi bir şey yerine konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
Müsned olan الشَّاهِد۪ينَ, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Allah... şahitlik etti.] (Âl-i İmran Suresi, 18) ayetinde de; Allah açıkladı ki... demektir. Buradaki “ben şahitlerdenim” sözü; “Ve ben işte söylediklerimi delil ile açıklıyorum.” demek olur. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ ٥٧
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَ kasem harfidir. تَاللّٰهِ car mecruru, takdiri أُقْسمُ (kasem ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
Fiil cümlesidir. اَك۪يدَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir.
اَصْنَامَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَعْدَ zaman zarfı اَك۪يدَنَّ fiiline mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, بَعْدَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تُوَلُّو fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مُدْبِر۪ينَ kelimesi تُوَلُّوا ’deki failin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Fiili muzarinin başına “اَنْ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُوَلُّوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُدْبِر۪ينَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesine atfedilmiştir.
Mütekellim, Hz. İbrahim’dir. Amacı sözlerini yeminle kuvvetlendirmektir.
Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Kasem harfi تَ nedeniyle mecrur olan, muksemun bih تَاللّٰهِ , takdiri أقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
تَاللّٰهِ ’deki تَ harfi yalnızca yüce Allah'ın adına yemin etmek için kullanılır. وَ harfi ise açıkça zikredilen her bir isme yemin etmekte kullanılmak özelliğini taşır, بَ harfi ise hem zikredilmeyen (zamir olarak kullanılan) hem de açıktan zikredilen yeminde kullanılır. (Kurtubî, El-Câmi’ li- Ahkâmi’l-Kur’ân)
Kasemin cevabı olan لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ cümlesi, kasemin cevabının başına gelen lam ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, faide-i haber inkâri kelamdır.
Kasem ve نَّ ’la tekid edilen لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ cümlesi, masdar tevili ile بَعْدَ ’nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller, hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُدْبِر۪ينَ kelimesi تُوَلُّوا ’deki failin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır.
تُوَلُّوا - مُدْبِر۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu نَّ , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)
***
İnsan, başına bir sıkıntı geldiğinde çoğunlukla bu hale engel olmak için öncesinde yapabileceği şeyler var mıydı diye düşünür. Aşırıya kaçılmadığı sürece bu öğrenmeye, eldekini geliştirmeye ve hataları düzeltmeye teşvik eden önemli bir etkendir. Yeryüzündeki hayatı kolaylaştıran sebeplerden biridir.
Kimisi sorduktan sonra beğenmediği için bu soruya aldığı cevabı duymamazlıktan gelir. Vazgeçmesi gerekenlerin ya da yapmak zorunda olduklarının yükü, sıkıntısından daha ağır basar. Kiminin bu soruyu sormak aklına gelmez veya kendisine sormaktan kaçınır. Bu yüzden de aynı sorunların etrafında döner dururlar.
Aynı soru bazı sıkıntılar için henüz başa gelmeden önce de sorulabilir. Böylelikle onları önleme imkanı doğar. Bundan şöyle bir gerçek açığa çıkar: ‘Ne yapabilirim?’ sorusu sadece dünyevi değil, uhrevi meseleler için de önemlidir. Zira çaresiz ve kalıcı bir pişmanlık, yeryüzünün geçici olan her halinden kötüdür.
Dünyadaki birçok dikkat dağıtıcı etkenden dolayı yaşanan sıkıntıların etkilerinin unutulduğu anlar bile vardır. Ancak Kur’an-ı Kerim’deki örneklere bakıldığı zaman ahirette böyle olmadığı anlaşılır. Azaptan ve pişmanlıktan sıyrılmak diye bir şey yoktur. ‘Hakikaten kendimize kötülük etmişiz!’den başka bir söz kalmamıştır.
İşin özünde ahiret hayatına hazırlanmak için ‘Ne yapabilirim?’ sorusunu sormaya gerek yoktur. Belki nefsin bunu duyma isteği vardır ama kalp için cevap oldukça açıktır: Allah’a iyi bir kul olmaktır. Yani kalpleri Allah ile doldurmak ve Allah’ın emirlerine itaat etmek ve Kur’an-ı Kerim’den ibret almaktır.
Ey Allahım! Çaresiz ve kalıcı pişmanlıktan, Sana sığınırız. Bizi; kalplerini Seninle ve Senin sevdiklerinle dolduranlardan, akıllarını ve bedenlerini razı olduğun salih amellerle meşgul edenlerden, emirlerini ayırmadan Sana itaat ile teslim olanlardan ve kelamını düşünerek okuyanlardan eyle. Yaşarken, ölürken, dirilirken, hesaba çekilirken ve cennet kapılarından geçerken: ‘elhamdulillah’ diyenlerden eyle.
Amin.