Seferberlik Gruplarına katılmak için TIKLAYIN !

Kur'ân'la olan beraberliğimizi, anlayışımızı, sevgimizi arttırmak ve bu konuda birbirimize destek olabilmek için bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğa sizleri de davet ediyoruz. Devamını Oku...


Seferberlikte Bugün     17 Ocak 2025
Yusuf Sûresi 5-14 (235. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 5. Ayet

قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْداًۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ  ...


Babası, şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa, sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 يَا بُنَيَّ yavrum ب ن ي
3 لَا
4 تَقْصُصْ anlatma ق ص ص
5 رُؤْيَاكَ rü’yanı ر ا ي
6 عَلَىٰ
7 إِخْوَتِكَ kardeşlerine ا خ و
8 فَيَكِيدُوا sonra kurarlar ك ي د
9 لَكَ sana
10 كَيْدًا bir tuzak ك ي د
11 إِنَّ şüphesiz
12 الشَّيْطَانَ şeytan ش ط ن
13 لِلْإِنْسَانِ insan için ا ن س
14 عَدُوٌّ bir düşmandır ع د و
15 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
Riyazus Salihin, 842 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işitmiştir:
“Sizden biriniz hoşuna giden bir rüya görünce, o Allah Teâlâ’dandır. Bu sebeple Allah’a hamdetsin ve o rüyasını anlatsın.”
Başka bir rivayet şöyledir:
“O rüyayı sadece sevdiğine söylesin. Hoşlanmadığı bir rüya görürse o şeytandandır. Onun şerrinden Allah’a sığınsın ve onu hiç kimseye söylemesin. O zaman o rüya kendisine zarar vermez.”
(Buhârî, Ta’bîr 3,46; Müslim, Rü’yâ 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 52; İbni Mâce, Rü’yâ 3)

قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْداًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli,  يَا بُنَيَّ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir. Münada olan  بُنَيَّ  muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ ‘dir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَقْصُصْ  sükun ile meczum muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  انت ‘dir.  رُءْيَاكَ  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰٓى اِخْوَتِكَ  car mecruru  لَا تَقْصُصْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  harfi sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,taleb bulunması gerekir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel önceki kelamdan çıkan mukadder masdarda matuftur. Takdiri, لا يكن منك قصّ للرؤيا فكيد منهم لك. şeklindedir.

يَك۪يدُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَكَ  car mecruru  يَك۪يدُوا   fiiline mütealliktir.  كَيْداً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.  

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Ayette sebep fe (فَ)’sinden sonra gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الشَّيْطَانَ  kelimesi,  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  لِلْاِنْسَانِ  car mecruru  عَدُوٌّ ‘nin mahzuf haline  mütealliktir. عَدُوٌّ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  مُب۪ينٌ  kelimesi  عَدُوٌّ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْداًۜ 

 

Hz. Yakub’un oğluna cevabı istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا بُنَيَّ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

بُنَيَّ  kelimesindeki tasğir, şefkat ve muhabbetten kinayedir. Ona olan sevgisinden ve şefkatinden dolayı büyük olmasına rağmen küçük konumuna indirmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Nidanın cevabı olan  لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Veciz ifade kastına matuf  رُءْيَاكَ  izafetinde, Hz. Yakub’a ait zamire muzaf olan  رُءْيَا , şeref kazanmıştır. 

اِخْوَة  kelimesi, cemi kıllet sıygasında gelmiştir. 3-10 arasındaki kardeşi ifade eder.

Fa-i sebebiyyenin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْداً  cümlesi masdar tevilinde kelamın öncesinden anlaşılan takdiri  لا يكن منك قصّ للرؤيا  olan masdara matuftur.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كاد  fiilinin  ل  harf-i ceri ile  فَعَلَ  manası kazanması tazmin sanatıdır.

Kendi başına müteaddi olan  كاد  fiilinin lâm ile geçişli kılınması  فَعَلَ  manasını içerdiği içindir. Tekid için bu harfle geçişli kılınır. Bunun için masdarla tekid edilmiştir. (Beyzâvî) 

Mef’ûl konumundaki  كَيْداً ‘deki nekrelik kesret ve nev ifade eder.

كَيْداً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

يَك۪يدُوا - كَيْداً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yine burada geçen, لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ  kavli de rü'yet yani görmek anlamındadır. Ancak bu görme uyanık halde iken olan bir görme değil de uykuda iken olan görmedir. Her ikisi arasındaki farkı da iki te’nis yani dişilik harfiyle ayırmıştır. Tıpkı  القربة والقربى  kelimelerinde olduğu gibi. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl - Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

كَيْداً  kelimesindeki tenkir, onlara rüyayı anlatmaktan sakındırmak için ve tazim ve korkutmak içindir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

   اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

 

 

Cümle, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لِلْاِنْسَانِ  car-mecruru ihtimam için, haber olan  عَدُوٌّ ’e takdim edilmiştir. Car mecrurun takdimi şeytanın düşmanlığının insana has olduğunu vurgular.

عَدُوٌّ  için sıfat olan  مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

مُب۪ينٌ  kelimesi  أبانَ  fiilinden ism-i fail kalıbındadır ve  بانَ  fiilinin manasını mübalağalı olarak ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Yasin/60) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yusuf Sûresi 6. Ayet

وَكَذٰلِكَ يَجْتَب۪يكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبَّكَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟  ...


“İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ ve böyece
2 يَجْتَبِيكَ seni seçecek ج ب ي
3 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
4 وَيُعَلِّمُكَ ve sana öğretecektir ع ل م
5 مِنْ
6 تَأْوِيلِ yorumunu ا و ل
7 الْأَحَادِيثِ düşlerin ح د ث
8 وَيُتِمُّ ve tamamlayacaktır ت م م
9 نِعْمَتَهُ ni’metini ن ع م
10 عَلَيْكَ sana
11 وَعَلَىٰ ve üzerine
12 الِ soyu ا و ل
13 يَعْقُوبَ Ya’kub
14 كَمَا gibi
15 أَتَمَّهَا tamamladığı ت م م
16 عَلَىٰ üzerine
17 أَبَوَيْكَ ataları ا ب و
18 مِنْ
19 قَبْلُ daha önce ق ب ل
20 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
21 وَإِسْحَاقَ ve İshak
22 إِنَّ şüphesiz
23 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
24 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
25 حَكِيمٌ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

وَكَذٰلِكَ يَجْتَب۪يكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ


وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَ  harf-i cerdir.  مثل  anlamındadır. Bu ibare, amili  يَجْتَب۪يكَ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

يَجْتَب۪يكَ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَبُّكَ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  istînâfiyyedir.  يُعَلِّمُكَ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ تَأْو۪يلِ  car mecruru  يُعَلِّمُكَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْاَحَاد۪يثِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَجْتَب۪يكَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  جبي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

يُعَلِّمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

  

 

 

 وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يُتِمُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

نِعْمَتَهُ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur. 

عَلَيْكَ  car mecruru  يُتِمُّ  fiiline mütealliktir. عَلٰٓى اٰلِ  atıf harfi  وَ ‘la  عَلَيْكَ ‘ye matuftur. Aynı zamanda muzâftır. يَعْقُوبَ  muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. 

كَ  harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle amili  يُتِمُّ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri;  يتمّ نعمته إتماما كإتمامها على أبويك  şeklindedir.

اَتَمَّهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلٰٓى اَبَوَيْكَ  car mecruru  اَتَمَّهَا  fiiline müteallik olup, müsenna olduğu için cer alameti  يْ ‘dir. İzafetten dolayı  ن  mahzuftur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  اَتَمَّهَا  fiiline müteallik olup, cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi  اَبَوَيْكَ ‘den bedel olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. اِسْحٰقَ  atıf harfi  وَ ‘la  اِبْرٰه۪يمَ  ‘e matuftur.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُتِمُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  تمم ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 اِنَّ رَبَّكَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  حَك۪يمٌ۟  ikinci haberi olup damme ile merfûdur.

عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَذٰلِكَ يَجْتَب۪يكَ رَبُّكَ

 

Hz.Yakub’un sözlerine dahil olan ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır. 

كَذٰلِكَ , amili  يَجْتَب۪يكَ  olan mahzuf bir mef’ûlun mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin Rab ismiyle gelmesi, Allah’ın rububiyet sıfatını ön plana çıkarma kastına matuftur.

رَبَّكَ  izafetinde  كَ  zamirinin Rab ismine muzâfun ileyh olması dolayısıyla Hz. Yusuf şan ve şeref kazanmıştır. 

Alimler, ayette bahsedilen bu  يَجْتَب۪يكَ [beğenip seçme] ile neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden Hasan el-Basrî: "Rabbin sana nübüvvet vermek suretiyle seni seçti" manasını verirken, başkaları, "Bununla, derecesinin yüksekliği, mertebesinin büyüklüğü kastedilmiştir. Yusuf (a.s)'a tam tamına nübüvvet verilmiş olmasına ayette bir delalet yoktur" demişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ayetin başındaki  كذلك  sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101) 

Bu ifadedeki  ك  harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile  ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

Bu ayette de önceki konuyu yerleştirmek amacıyla gelmiştir. Müşebbehin, yani önce bahsedilen şeyin konumu öyle bir yerdedir ki ona benzetecek bir şey yoktur. Sadece kendisine benzetilebilir. Bu mübalağalı bir ifadedir.

كَ  teşbih harfidir. Bir şeyi, mana itibariyle başka bir şeye benzetmek için kullanılır. Kuran’da bazan, iki şey arasında eşitliği belirtmek için, bazan da izah için gelir.

كَ  zamiri ayette yedi defa tekrarlanmıştır. Tekrirden asıl maksat ifadeyi güçlendirmek olmakla birlikte muhatabın dikkatini çekmek ve bu yolla sözün tesirini artırmaktır.


 وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

 وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

تَأْو۪يلِ  kelimesi Kur’an’da bir şeyin akıbetini bildirmek manasında kullanılmıştır.

وَيُعَلِّمُكَ  [sana öğretecek] ifadesi yeni başlayan bir cümle olup, yukarıdaki benzetmenin (işte böylece…. ifadesinin kapsamına dahil değildir. Burada adeta “O sana öğretecek, senin üzerindeki nimetini tamamlayacak.” denilmiştir. Onlar üzerindeki nimetin tamamlanması demek, onlara verilen dünya nimetine ahiret nimetini de eklemek demektir ki bu da onları dünyada peygamber ve hükümdar kılması, oradan da cennette yüksek derecelere intikal ettirmesidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ  cümlesi, teşbihe dahil değildir. Yakub (a.s) bu sözleriyle yorum ve izah olarak söylediklerini pekiştirmek, gerçekliğini tespit etmek ve anlattıklarıyla Yusuf'u tatmin etmek istemektedir. Burada olayların yorumundan murad, rüya yorumudur. Bu da o ilmin tamamıdır yahut onun yararlı bir kısmıdır ki onunla, Yusuf, babasının söylediklerine muttali olacak. Bu kelamın, makablini tekid ve kendisinden sonra gelecekleri kabule teşvik ettiği açıktır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Teşbihin gerçekleşmesi için kendisine teşbih yapılan şeyin bütün vasıflarının, teşbih edilen şeyde de bulunması gerekmez. Kendisine teşbih edilende nimetin tamamlanması ile iktifa edilmesi ve peygamberlik için seçildiğinin belirtilmemesi, zikredilen ile yetinmek kabilindendir. Zira nimetin tamamlanması, peygamberlik için seçilmeyi gerektiren nimetlerin önce olmasını mutlaka gerektirmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Aynı üslupta gelen  وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘ la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Teşbih harfi  ك  ile mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا , amili olan  اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ  cümlesi, masdar teviliyle,  يُتِمُّ  fiiline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Veciz ifade kastına matuf  نِعْمَتَهُ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  نِعْمَتَ , tazim ve şeref kazanmıştır.

يُتِمُّ - اَتَمَّ  ve  عَل۪يمٌ - يُعَلِّمُكَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِبْرٰه۪يمَ - اِسْحٰقَۜ - يَعْقُوبَ  ve  يُعَلِّمُكَ - تَأْو۪يلِ - الْاَحَاد۪يثِ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ [O’nu, anne babana tamamladığı gibi] ifadesi mürsel ve mücmel teşbihtir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Ayette geçen  يَجْتَب۪يكَ  tabirini "nübüvvet" diye tefsir edenlerin, bu ifadede bahsedilen  يُتِمُّ نِعْمَتَهُ [nimetini tamamlamak]  tabirini de "nübüvvet" diye tefsir etmeleri imkânsızdır. Aksi halde, ayette bir tekrar söz konusu olmuş olur. Tam aksine, buradaki  يُتِمُّ نِعْمَتَهُ  [nimeti tamamlama] deyimi, dünyevî ve uhrevî saadetler olarak tefsir edilir. Dünyevî mutluluklara gelince: Bunlar, çocukların, hizmetçilerin ve taraftarların çok olması; mal, makam ve maiyyetin çok olması ve onun insanların kalplerindeki saygınlığı, güzel bir medih ve övgü ile yad edilmesidir... Uhrevî saadetlere gelince: Bunlar da onun pek çok ilim, üstün hasletler elde etmesi ve marifetullah bilgisine gark olmasıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 اِنَّ رَبَّكَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟

 

Ta’lil hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin Rab ismiyle gelmesi, Allah’ın rububiyet sıfatını ön plana çıkarma kastına matuftur.

Cümlenin  اِنَّ  ile başlaması tekid için değil, ihtimam içindir. Çünkü Yusuf (a.s)’ın Allah‘ın hikmetinden ve ilminden şüphesi yoktur. İhtimam, ta’lil ifadesine engeldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)

رَبَّكَ  izafetinde  كَ  zamirinin Rab ismine muzâfun ileyh olması dolayısıyla Hz. İbrahim şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın, rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Müsned olan  عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp, bu vasıfların müsnedün ileyhte sürekli varlığına, sıfatların onun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında muvazene ve murâât-i nazîr sanatları vardır.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın  عَل۪يمٌ  ve  حَك۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. 

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yusuf Sûresi 7. Ayet

لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ  ...


Andolsun, Yûsuf ve kardeşlerinde (hakikati arayıp) soranlar için ibretler vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 كَانَ vardır ك و ن
3 فِي
4 يُوسُفَ Yusuf
5 وَإِخْوَتِهِ ve kardeşlerinde ا خ و
6 ايَاتٌ ibretler ا ي ي
7 لِلسَّائِلِينَ soranlar için س ا ل
Yüce Allah Hz. Yûsuf ile kardeşlerinin kıssasında, almak isteyenler için birçok ibret bulunduğuna dikkat çekmiştir. Yûsuf’un, bu âyette geçen kardeşinden maksat, kendisinden küçük olan ana-baba bir öz kardeşi Bünyâmin’dir (Şevkânî, III, 9). Gelecekte peygamberlikle görevlendirilecek olan Hz. Yûsuf, dürüstlük ve üstün karakteri sebebiyle babasının dikkatini çekmiş ve sevgisini kazanmıştır. Bünyâmin’i de en küçük çocuğu olması sebebiyle çok seviyordu. Hz. Ya‘kub’un bu en küçük iki oğluna karşı farklı bir sevgi göstermesi, diğer oğullarının haset duygularını iyice kamçılamıştı. Bu yüzden babalarının bir yanılgı içinde olduğunu ileri sürdüler.
 8. âyette “Bizim sayımız daha çok” diye çevirdiğimiz cümle içindeki usbe kelimesi “10-40 kişiden oluşan, birbirine sıkı sıkıya bağlı güçlü bir cemaat” anlamına gelmektedir (İbn Âşûr, XII, 222). Hz. Ya‘kub’un oğulları, aynı babanın çocukları olmalarına rağmen Yûsuf’la Bünyâmin’in anaları ayrı olduğu için, “Yûsuf ile öz kardeşi” şeklinde ifade etmişlerdir (Râzî, XVIII, 92).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 218

لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

ف۪ي يُوسُفَ  car mecruru  كَانَ ‘nin mukaddem haberine müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. اِخْوَتِه۪ٓ  atıf harfi  وَ ‘la  يُوسُفَ ‘ye matuftur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اٰيَاتٌ  kelimesi,  كَانَ ‘ nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur. لِلسَّٓائِل۪ينَ  car mecruru  اٰيَاتٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلسَّٓائِل۪ينَ  ; sülâsî mücerredi  سأل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Ayette kasem fiilinin mahzuf olması icaz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Mahzuf kasem ve  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ  cümlesi, kasemin cevabıdır. كَانَ  ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪ي يُوسُفَ  car mecruru nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اٰيَاتٌ  kelimesi, كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Veciz ifade kastına matuf  وَاِخْوَتِه۪ٓ  izafeti temasül nedeniyle ف۪ي يُوسُفَ ‘ye atfedilmiştir. Bu izafette, Hz. Yusuf’a aid zamire muzâf olan  اِخْوَتِ , şeref kazanmıştır. 

اٰيَاتٌ , burada ibretler manasındadır. Müsnedün ileyhteki nekrelik nev, tazim ve kesret ifade eder.

 ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla   يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü insan, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Bu durumda kıssadan murad, o hadiselerin anlatılmasıdır. Buna göre  اٰيَاتٌ [ayetler (ibretler)] kelimesinin çoğul olarak zikredilmesi, kıssanın her bir parçasını anlatan Peygamberimizin (s.a.v) peygamberliğine delalet etmesine yeterli olduğunu bildirmek içindir. Nitekim Bakara 125. ayetinin tefsirinde de bu kelimenin çoğul olarak kullanılmasının, icazın, lafız ve mana olarak müteaddit olmasından dolayı olduğu belirtilmişti. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

Yusuf Sûresi 8. Ayet

اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ  ...


Kardeşleri dediler ki: “Biz güçlü bir topluluk olduğumuz hâlde, Yûsuf ve kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu babamız açık bir yanılgı içindedir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 قَالُوا demişlerdi ki ق و ل
3 لَيُوسُفُ Yusuf
4 وَأَخُوهُ ve kardeşi ا خ و
5 أَحَبُّ daha sevgilidir ح ب ب
6 إِلَىٰ
7 أَبِينَا babamıza ا ب و
8 مِنَّا bizden
9 وَنَحْنُ oysa biz
10 عُصْبَةٌ bir cemaatiz ع ص ب
11 إِنَّ şüphesiz
12 أَبَانَا babamız ا ب و
13 لَفِي içindedir
14 ضَلَالٍ bir yanlışlık ض ل ل
15 مُبِينٍ açık ب ي ن

اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ 

 

Zaman zarfı  اِذْ, takdiri أذكر  olan mahzuf fiile mütealliktir. قَالُوا  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَ  ibtidaiyyedir.  يُوسُفُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Tenvin almadığından gayri munsariftir. اَخُوهُ  atıf harfi  وَ ‘la  يُوسُفُ  ‘a matuf olup, harf ile irab alan beş isimden biri olduğundan ref alameti و ’dır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَحَبُّ  haber olup damme ile merfûdur.  اِلٰٓى اَب۪ينَا  car mecruru  اَحَبُّ ‘ye mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَّا  car mecruru  اَحَبُّ ‘ye mütealliktir. وَنَحْنُ عُصْبَةٌ  cümlesi, hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen mansubdur. عُصْبَةٌ  haber olup damme ile merfûdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

(إِذْ) :Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder. c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحَبُّ  ;ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

  اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ

 

 

 İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

 

اَبَانَا  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup, harf ile îrab olan beş isimden biri olduğundan nasb alameti eliftir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘ nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٍ  ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette  اِذْ  zaman zarfı, takdiri اذكر  (Hatırla) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan … قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ  cümlesinde,  لَ  tekid ifade eden ibtida harfidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

وَاَخُوهُ  izafeti, müsnedün ileyh olan  لَيُوسُفُ ‘ye temasül nedeniyle atfedilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  وَاَخُوهُ  izafetinde, Hz. Yusuf’a aid zamire muzâf olan  اَخُو , şeref kazanmıştır. 

Haber olan  اَحَبُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اِلٰٓى اَب۪ينَا  ve  مِنَّا  car- mecrurları, اَحَبُّ ‘ya mütealliktir.

وَ ’la gelen  وَنَحْنُ عُصْبَةٌ  cümlesi, نَا  zamirinden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَيُوسُفُ  ifadesinin başındaki  لَ , ibtidâiyye lamı olup, bunda, cümlenin manasını tekid ve tahkik etmek özelliği bulunmaktadır. Buna göre onlar "Babamızın, o ikisini aşırı sevdiği, hakkında hiçbir şüphe olmayan kesin bir husustur..." demek istemişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb; Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Yusuf ve öz kardeşi Bünyamin. Burada Bünyamin'in isim olarak zikredilmemesi, babasının ona olan muhabbetinin yegâne sebebinin ana baba bir Yusuf'un kardeşi olduğuna işaret etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ  car-mecrurunun müteallakı olan  اِنَّ ‘nin haberi mahzuftur. 

لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

ضَلَالٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tahkir ifade eder. 

ضَلَالٍ  için sıfat olan  مُب۪ينٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Dalaletin  مُب۪ينٍ ‘le sıfatlanması istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan açıkça ortaya koyma sıfatı, dalalete isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. Onların sapkınlığının gözle görülür bir hal aldığını ifade eder. ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

مُب۪ينٌ  kelimesi  أبانَ  fiilinden ism-i fail kalıbındadır ve  بانَ  fiilinin manasını mübalağalı olarak ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Yasin/60) 

اَب۪ينَا  - اَبَانَا  şeklinde  أب  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

Burada bahsedilen “sapkınlık” ile dünyevî hususlardaki maslahatlara riayet etmeme kastedilmiştir; rüşd ve doğru yoldan uzaklaşma manası kastedilmemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Kardeşleri: اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ [Doğrusu babamız açık bir yanılgı içindedir.] derken babalarının din hususundaki dalaletini, yanılgısını kastetmemişlerdir. Çünkü eğer din hususundaki dalaleti kastetseler bir Peygamber’e bunu isnat ettiklerinden dolayı küfre girerlerdi. Onlar buradaki yanılgı ile babalarının Yûsuf ve kardeşine olan sevgisini onlara olan sevgisinin üzerine çıkartmak suretiyle yanıldığını ifade etmek istemişlerdir. (Ferhat Dursun, Yûsuf Sûresi’nin Belâgat Açısından İncelenmesi)

Yusuf Sûresi 9. Ayet

اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضاً يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْماً صَالِح۪ينَ  ...


“Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atın ki babanız sadece size yönelsin. Ondan sonra (tövbe edip) salih kimseler olursunuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اقْتُلُوا öldürün ق ت ل
2 يُوسُفَ Yusuf’u
3 أَوِ ya da
4 اطْرَحُوهُ onu bırakın ط ر ح
5 أَرْضًا bir yere ا ر ض
6 يَخْلُ yönelsin خ ل و
7 لَكُمْ yalnız size
8 وَجْهُ yüzü و ج ه
9 أَبِيكُمْ babanızın ا ب و
10 وَتَكُونُوا olursunuz ك و ن
11 مِنْ
12 بَعْدِهِ ondan sonra ب ع د
13 قَوْمًا bir topluluk ق و م
14 صَالِحِينَ iyi ص ل ح
Kabaran kıskançlık duyguları, kardeşlik şefkat ve merhamet duygularını o derece örtmüştü ki kardeşlerini öldürmek veya başka bir şekilde ortadan kaldırmak için karar almada tereddüt göstermediler. Böylece çarpık bir mantıkla, kardeşlerini ortadan kaldırdıktan sonra tövbe edip iyi kimseler olacaklarını ve babalarının teveccühünün sadece kendilerine kalacağını sanıyorlardı. İçlerinden biri vicdanının sesini bastıramadı ve Yûsuf’un öldürülmemesini istedi; ama onu babasından uzaklaştırmak için mutlaka bir şey yapılacaksa bir kuyunun dibine bırakılmasını tavsiye etti. Kervanlardan birinin Yûsuf’u alıp götüreceğini, böylece onu babasından uzaklaştırmış olacaklarını söyledi. Rivayete göre bu fikri ileri süren, Hz. Ya‘kub’un en büyük oğlu Rûbîl’dir (Taberî, XII, 155-156; Tevrat’ta Ruben şeklinde geçer). Bu görüş uygun bulundu, uygulamak üzere babalarına geldiler.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 219
طرح Taraha : طَرْح bir şeyi atıp uzaklaştırmaktır. طَرِح ise değer ya da önem verilmediğinden dolayı atılan şeydir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de fiil olarak ve sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tarh ve matrahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضاً يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ 

 

Fiil cümlesidir. اُقْتُلُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يُوسُفَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَوِ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  اطْرَحُوهُ  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَرْضاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri; إن تطرحوه يخل (Onu atarsanız …olur.) şeklindedir.

يَخْلُ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. لَكُمْ  car mecruru  يَخْلُ  fiiline mütealliktir.  وَجْهُ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. اَب۪يكُمْ  muzâfun ileyh olup, harfle îrab olan beş isimden biri olup, cer alameti  ى  ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ :Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleri olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْماً صَالِح۪ينَ

 

İsim cümlesidir. تَكُونُوا  fiili atıf harfi  وَ ‘la  يَخْلُ ‘ye matuftur. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تَكُونُوا  nakıs,  نَ ‘ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  تَكُونُٓوا  ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِنْ بَعْدِه۪  car mecruru  صَالِح۪ينَ  ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَوْماً  kelimesi  تَكُونُوا ‘nun haberi olup fetha ile mansubdur.  صَالِح۪ينَ  kelimesi,  قَوْماً ‘in sıfatı olup nasb alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

صَالِح۪ينَ  ; sülâsî mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضاً يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْماً صَالِح۪ينَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اُقْتُلُوا يُوسُفَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  اطْرَحُوهُ اَرْضاً  cümlesi, muhayyerlik ifade eden atıf harfi اَوِ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اطْرَحُوهُ اَرْضاً  [Onu öyle bir yere atın ki]  ifadesinde  اَرْضاً  kelimesinin nekre olması meskun mahalden uzak olmasındandır. İşte nekre ve kapalı yani belirsiz olmasının manası budur. Bunun içindir ki kapalı zarflar gibi mansub olmuştur. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

فَ  karinesi olmadan gelen  يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ  cümlesi takdiri, … إن تطرحوه (Onu atarsanız …) olan mahzuf şart cümlesinin cevabıdır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَكُمْ  car mecruru, ihtimam için fail olan  وَجْهُ اَب۪يكُمْ ‘e takdim edilmiştir.

يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ  cümlesinde  وَجْهُ  kelimesi  يَخْلُ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Yüz, kelimesinde cüz-kül alakasıyla mecazı mürsel vardır. Babanızın ilgisi size yönelir manasındadır.

وَجْهُ اَب۪يكُمْ  tabiri; ilgi, alâka, muhabbet anlamlarından kinayedir.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Emir, nehy, soru, temenni gibi talep bildiren durumlardan sonra başında  ف  harfi bulunmayan, karşılık ve sonuç (ceza) ifade eden bir muzari fiil geldiğinde söz konusu muzari fiil de meczûm olur. Çünkü o cümlede şart ve cezâ anlamı bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle talep bildiren cümleden sonraki muzari fiil, öncesindeki talebin karşılığı veya sonucudur. (Yunus İnanç Dr. Öğr. Üyesi, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı, Karaman) 

Şart edatı ile fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. «- bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..» (Âl-i İmrân/31) ayeti buna misaldir. Bu ayette hazif eğer bana uyarsanız, şeklindedir.  ان زرتنا فانكر مك  Bizi ziyaret edersen sana ikramda bulunuruz, cümlesi buna misaldir. Bu ifadeden, ziyaret edenlere ikramın lüzumunu tekid anlaşılmaktadır. İbnu Abdisselam şunu ilave eder: Çünkü emir, icab ifade eder. Haber cümlesi icabda, talep cümlesi gibidir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, c. 2, s.105-172)

وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْماً صَالِح۪ينَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْ بَعْدِه۪  car mecruru, siyaktaki önemine binaen fail olan mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  قَوْماً ‘deki nekrelik muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.

Kardeşleri Yusuf (a.s)’a tuzak kurarlarken öncelikle onu öldürmeyi hedeflemişlerdir. Bunu ayetin başında yer alan  اقْتُلُواْ يُوسُفَ  [Yusuf’u öldürün!] sözünden anlayabiliriz. Daha sonra  أَوِ اطْرَحُوهُ أَرْضاً  [yahut onu uzak bir yere atın] önerisi takip etmektedir. Bu teklif de bir çeşit ölüm anlamına gelmektedir, bunu cümlede yer alan herhangi bir yer anlamındaki nekre  اَرْضاً  kelimesinden anlamaktayız. Muayyen bir yere delalet etmeyip, her türlü mekânı içine alabilecek bilinmeyen bir yerdir. Yani açlıktan susuzluktan, belki de yırtıcı hayvanların saldırılarına maruz kalarak ölebileceği bilinmeyen bir yer. Bütün bu anlamları  اَرْضاً  kelimesinin nekre gelmesinden çıkarmaktayız. Ancak bu ölüm ilkine göre daha farklıdır. İlkinde, doğrudan öldürme önerisi varken burada dolaylı yoldan öldürme kastı vardır. https://kuran-ikerim.org/kuran-i-kerimin-essiz-belagati

Yusuf Sûresi 10. Ayet

قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ  ...


Onlardan bir sözcü, “Yûsuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın ki geçen kervanlardan biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 قَائِلٌ bir sözcü ق و ل
3 مِنْهُمْ içlerinden
4 لَا
5 تَقْتُلُوا öldürmeyin ق ت ل
6 يُوسُفَ Yusuf’u
7 وَأَلْقُوهُ onu atın ل ق ي
8 فِي
9 غَيَابَتِ dibine غ ي ب
10 الْجُبِّ kuyunun ج ب ب
11 يَلْتَقِطْهُ onu (görüp) alsın ل ق ط
12 بَعْضُ biri ب ع ض
13 السَّيَّارَةِ kervanlardan س ي ر
14 إِنْ eğer
15 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
16 فَاعِلِينَ yapacak ف ع ل

قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ 

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. قَٓائِلٌ  fail olup damme ile merfûdur. مِنْهُمْ  car mecruru  قَٓائِلٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. Mekulü’l-kavli,  لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ ‘dur. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْتُلُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يُوسُفَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Gayri munsariftir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْقُوهُ  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ف۪ي غَيَابَتِ  car mecruru  اَلْقُوهُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْجُبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْقُوهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قَٓائِلٌ  ; sülâsî mücerredi  قول  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 

يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ

 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ  cümlesi, mukadder şartın cevabıdır. Takdiri; إنّ تلقوه يلتقطه بعض السيّارة (Onu alırsa bir kafile alır) şeklindedir.

يَلْتَقِطْهُ  sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَعْضُ  fail olup damme ile merfûdur.  السَّيَّارَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  

تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. فَاعِل۪ينَ  kelimesi,  كُنْتُمْ ’ün haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar. 

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri; إن كنتم فاعلين فافعلوا هذا القدر من التفريق (Eğer yapacaksanız böyle bir farkla yapın) şeklindedir.

يَلْتَقِطْهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  لقط ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) فَاعِل۪ينَ  ; sülâsî mücerredi  فعل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mekulü’l-kavl cümlesine matuf olan  اَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.

قَالَ - قَٓائِلٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Lafız mana uyumu bakımından  الْجُبِّ  kelimesinde mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْجُبِّ  kelimesi “iç duvarları taşla örülü olmayan kuyu” anlamına gelmektedir. Hz. Yusuf’un atıldığı kuyunun derinliğini ve karanlığını  غَيَابَة kelimesinin telaffuzundan, böyle bir kuyunun içine düşen bir şeyin çıkardığı ses ise  الْجُبِّ  kelimesinin söylenişinden âdeta duyulur ve görülür gibi anlatılmaktadır. (İsmail Durmuş, İskender Pala, “İtilâf”, DİA, XXIII, 459)

Bu merhalede  وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَةِ الْـجُبِّ ([o] kuyunun dibine bırakın) cümlesinde yer alan kuyu kelimesi  الْـجُبِّ  şeklinde marife gelmiştir. Kelimedeki tek bir  الْـ  harfi kardeşlerinin, Yusuf’u öldürmek istememelerine delalet etmektedir. Bu merhalede artık, Yusuf’un, kardeşleri tarafından bilinen o kuyuya sadece bırakılması teklif edilmektedir. Öldürülmesi istense idi bilinmeyen bir kuyuya bırakılması teklif edilirdi. Yani, bir araya gelme nedeni olan Yusuf’un öldürülmesi planlarından merhale merhale vazgeçilerek, onun sadece o diyardan uzaklaştırılması önerilmektedir. يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ [Yolcu kafilelerinden biri oradan geçerken onu alıp götürsün] sözü de bu hükmü desteklemektedir. Bunu da  إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ  [Eğer yapacaksanız böyle yapın!] sözü kısmen hafifletmektedir. (https://kuran-ikerim.org/kuran-i-kerimin-essiz-belagati)

اَلْغَيَابَةُ  lafzı ayeti kerimede ifade edildiği üzere kuyunun dibi manasına geldiği gibi, bir şeyi örten, insanların bakışlarından saklayan her yer manasında da kullanılır. Kabir de bunlardandır. Çünkü kabir ölen kimseyi insanların nazarlarından gizler. (Ferhat Dursun, Yûsuf Sûresi’nin Belâgat Açısından İncelenmesi)


يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ 

 

فَ  karinesi olmadan gelen  يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ  cümlesi, takdiri, …إنّ تلقوه  (Eğer rastlarlarsa…) olan mahzuf şart cümlesinin, cevabıdır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Emir, nehy, soru, temenni gibi talep bildiren durumlardan sonra başında ف harfi bulunmayan, karşılık ve sonuç (ceza) ifade eden bir muzari fiil geldiğinde söz konusu muzari fiil de meczûm olur. Çünkü o cümlede şart ve cezâ anlamı bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle talep bildiren cümleden sonraki muzari fiil, öncesindeki talebin karşılığı veya sonucudur. (Yunus İnanç Dr. Öğr. Üyesi, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı, Karaman) 

Şart edatı ile fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. «- bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..» (Âl-i İmrân, 31.) ayeti buna misaldir. Bu ayette hazif eğer bana uyarsanız, şeklindedir.  ان زرتنا فانكر مك  Bizi ziyaret edersen sana ikramda bulunuruz, cümlesi buna misaldir. Bu ifadeden, ziyaret edenlere ikramın lüzumunu tekid anlaşılmaktadır. İbnu Abdisselam şunu ilave eder: Çünkü emir, icab ifade eder. Haber cümlesi icabda, talep cümlesi gibidir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân c.2 s.105-172)

Şam ve Mısır arasında kafilelerin ticaret ve erzak için terk ettiği bir yol olduğunu bildikleri için  السَّيَّارَةِ  kelimesindeki marifelik, ahd-i zihnîdir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

 

اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubundaki terkipte, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu  اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ  cümlesi, şart cümlesidir. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

كَان ’nin haberi olan  فَاعِل۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

كَانَ  ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Şartın, takdiri  فافعلوا هذا القدر من التفريق (... böyle bir farkla yapın) olan cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terkedilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Yusuf Sûresi 11. Ayet

قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ  ...


Babalarına şöyle dediler: “Ey babamız! Yûsuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Hâlbuki biz onun iyiliğini isteyen kişileriz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 يَا أَبَانَا babamız ا ب و
3 مَا neden
4 لَكَ sen
5 لَا
6 تَأْمَنَّا bize güvenmiyorsun ا م ن
7 عَلَىٰ hakkında
8 يُوسُفَ Yusuf
9 وَإِنَّا oysa biz
10 لَهُ ona
11 لَنَاصِحُونَ öğüt verenleriz ن ص ح
Niçin Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun?” şeklindeki sorularından anlaşılıyor ki kardeşleri daha önce de Yûsuf’un kendileriyle beraber kıra çıkmasını istemişler fakat, babaları bu konuda onlara güvenmediği için buna izin vermemişti. Ya‘kub aleyhisselâm aslında oğullarına güvenmediği halde, bunu hissettirmeme nezaketini göstermiş, gerekçe olarak, onlar farkında olmadan Yûsuf’u kurtların kapıp yiyebileceğinden korktuğunu ifade etmiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 220

قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  يَٓا اَبَانَا ’dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir. Münada olan  اَبَانَا  muzâf olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan nasb alameti eliftir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا ‘dır. 

مَا  istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَكَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktır. لَا تَأْمَنَّۭۖا  cümlesi, hitap zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَأْمَنَّۭۖا  damme ile merfû muzari fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. تَأْمَنَّۭۖا  fiilinin aslı  تَأْمَنونَا  şeklindedir.  ن  idgam edilmiştir.

عَلٰى يُوسُفَ  car mecruru  تَأْمَنَّۭۖا  fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ

 

İsim cümlesidir. Cümle  يُوسُفَ ‘nin veya  تَأْمَنَّۭۖا ‘deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَهُ  car mecruru  نَاصِحُونَ ‘e mütealliktir.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. نَاصِحُونَ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘ nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

نَاصِحُونَ  ; sülâsî mücerredi  نصح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İki ayet arasında meskutun anh mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَبَانَا  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

Istifham ismi  مَا ‘nın mübteda olduğu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَكَ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb ve kınama manasında olduğu için, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ  cümlesi muhatab zamirinden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Onların  يَٓا اَبَانَا  diye hitap etmeleri, kendileri ile babaları arasındaki nesep bağını (duygusunu) harekete geçirerek, Yusuf (a.s) ile aralarındaki kardeşlik rabıtasını hatırlatıp, babalarını, kendilerinde haset ve zulüm emareleri sezdiğinden dolayı “Yusuf’u onlardan koruma” fikrinden vazgeçirmek içindi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ

 

Hal  وَ ’yla gelmiş olan cümle  يُوسُفَ ‘nin veya  تَأْمَنَّۭۖا ‘deki mef’ûlun halidir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. لَهُ  car mecruru, durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan  لَنَاصِحُونَ ‘ye takdim edilmiştir. Bu takdimde kardeşlerin, babalarını ikna çabaları vardır.

Müsned olan  نَاصِحُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Kardeşlerinin iyiliğini istediklerini babalarını ikna etmek maksadıyla sözlerini üç tekidle söylemişlerdir; isim cümlesi, car mecrurun takdimi ve lam-ı muzahlaka.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ  ve  لَهُ لَحافِظُونَ  cümlelerindeki car mecrurların takdiminin, fasılaya uyum ve Yusuf  (a.s)’ın şanı dolayısıyla olması caizdir. İddiaî kasr olması da caizdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Yusuf Sûresi 12. Ayet

اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَداً يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ  ...


“Yarın onu bizimle beraber gönder de gezip oynasın. Şüphesiz biz onu koruruz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَرْسِلْهُ onu gönder ر س ل
2 مَعَنَا bizimle beraber
3 غَدًا yarın غ د و
4 يَرْتَعْ gezsin ر ت ع
5 وَيَلْعَبْ ve oynasın ل ع ب
6 وَإِنَّا ve biz elbette
7 لَهُ onu
8 لَحَافِظُونَ koruruz ح ف ظ
رعي Ra’aye : رَعْي sözcüğü temelde hayvanı ya besleme yoluyla ya da düşmandan koruyarak hayatını muhafaza etmektir. İfal babındaki formu otlayacağı şeyi hazırlamak manasına gelir. Türkçede de kullandığımız mera ألْمَرْعَى otlama yeridir. رَعْيٌ ve رِعاءٌ kelimeleri koruma, muhafaza etme, ve yönetme, idare etme, gütme manalarında kullanılmıştır. Kendisini ya da bir başkasını yöneten, idare eden her kimse رَاعٍ olarak adlandırılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri riayet, mera, reâya ve mer’i dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَداً يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ 

 

Fiil cümlesidir.  اَرْسِلْهُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Duaiyyedir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَعَ  mekân zarfı  اَرْسِلْهُ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. غَداً  zaman zarfı  اَرْسِلْهُ  fiiline mütealliktir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَرْتَعْ  cümlesi şartın cevabıdır.

يَرْتَعْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. يَلْعَبْ  fiili atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  

يَلْعَبْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

 

 

 

 

  وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

 

İsim cümlesidir. Cümle  مَعَنَا ‘deki mütekellim zamiri veya  اَرْسِلْهُ ‘deki gaib zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَهُ  car mecruru  حَافِظُونَ ‘ye mütealliktir.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. حَافِظُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حَافِظُونَ  ; sülâsî mücerredi  حفظ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَداً يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ

 

Mekulü’l-kavle dahil olan cümle istînâfiye olarak fasılla gelmiştir.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Talebin cevabı veya mukadder şartın cevabı olarak gelen  يَرْتَعْ  cümlesi, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart edatı ile fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. «- bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..» (Âl-i İmrân, 31.) ayeti buna misaldir. Bu ayette hazif eğer bana uyarsanız, şeklindedir.  ان زرتنا فانكر مك  Bizi ziyaret edersen sana ikramda bulunuruz, cümlesi buna misaldir. Bu ifadeden, ziyaret edenlere ikramın lüzumunu tekid anlaşılmaktadır. İbnu Abdisselam şunu ilave eder: Çünkü emir, icab ifade eder. Haber cümlesi icabda, talep cümlesi gibidir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân c.2 s.105-172)

Aynı üslupta gelen  يَلْعَبْ  cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle atıf harfi  وَ ‘la  يَرْتَعْ  cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

يَرْتَعْ  ve  وَيَلْعَبْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

 

Hal  وَ ’ıyla gelen cümle  مَعَنَا ‘deki mütekellim zamirinin veya  اَرْسِلْهُ ‘deki gaib zamirin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  لَهُ  car mecruru, durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan  لَحَافِظُونَ ‘ye takdim edilmiştir. Bu takdimde kardeşlerin, babalarını ikna çabaları vardır. Müsned olan  حَافِظُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Yine babalarını ikna etmek maksadıyla kardeşlerini koruyacaklarını isim cümlesi, اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekidli cümleyle ifade etmişlerdir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

Yusuf Sûresi 13. Ayet

قَالَ اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪ وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَاَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ  ...


Babaları, “Doğrusu onu götürmeniz beni üzer, siz ondan habersiz iken onu kurt yer, diye korkuyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 إِنِّي şüphesiz
3 لَيَحْزُنُنِي beni üzer ح ز ن
4 أَنْ
5 تَذْهَبُوا götürmeniz ذ ه ب
6 بِهِ onu
7 وَأَخَافُ ve korkarım خ و ف
8 أَنْ diye
9 يَأْكُلَهُ onu yer ا ك ل
10 الذِّئْبُ bir kurt ذ ا ب
11 وَأَنْتُمْ sizin
12 عَنْهُ ondan
13 غَافِلُونَ haberiniz yokken غ ف ل

قَالَ اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪ وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli,  اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي ’dur. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ى  mütekellim zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. يَحْزُنُن۪ٓي  fiili  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَحْزُنُن۪ٓي  damme ile merfû muzari fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  يَحْزُنُن۪ٓي  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

تَذْهَبُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪  car mecruru  تَذْهَبُوا  fiiline mütealliktir. اَخَافُ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile mekulü’l-kavle matuftur.

اَخَافُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يَأْكُلَهُ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الذِّئْبُ  fail olup damme ile merfûdur.  

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘ nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 

 

  وَاَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ

 

İsim cümlesidir. Hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَنْهُ  car mecruru  غَافِلُونَ ‘ye mütealliktir. غَافِلُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

غَافِلُونَ  kelimesi sülâsî mücerredi غفل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪ وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪  cümlesi, اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ifade eder. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَذْهَبُوا بِه۪  cümlesi, masdar teviliyle  لَيَحْزُنُن۪ٓي  fiilinin faili konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Gitti manasındaki  ذْهَبُ  fiili, بِ  harf-i ceri ile kullanıldığında götürdü manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , lam-ı muzahlaka ve isnadın tekrarı ile tekid edilmiş isim cümleleri, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la,  اِنّ۪ ‘nin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ  cümlesi, masdar teviliyle  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette  الذِّئْبُ  kelimesi lâm ile marife gelmesine rağmen belli bir kurta işaret etmemekte; kurt cinsinin yırtıcı olduğunu ifade etmektedir. (Celaleyn Tefsiri)

Burada da  الذِّئْبُ  kelimesiyle muayyen bir kurt ya da kurtların tamamı kastedilmemiş, sadece herhangi bir kurt kastedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)


  وَاَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ

 

Hal  وَ ’ıyla gelen  اَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. عَنْهُ  car mecruru, konudaki önemine binaen, amili olan  غَافِلُونَ ‘ye takdim edilmiştir. Bu takdimde Hz.Yakub’un endişesinin işareti vardır.

Müsned olan  غَافِلُونَ, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhte istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yusuf Sûresi 14. Ayet

قَالُوا لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ  ...


Onlar da, “Andolsun biz kuvvetli bir topluluk iken onu kurt yerse (o takdirde) biz gerçekten hüsrana uğramış oluruz” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 لَئِنْ andolsun
3 أَكَلَهُ onu yerse ا ك ل
4 الذِّئْبُ kurt ذ ا ب
5 وَنَحْنُ biz (olduğumuz halde)
6 عُصْبَةٌ bir topluluk ع ص ب
7 إِنَّا elbette biz
8 إِذًا o zaman
9 لَخَاسِرُونَ tamamen kaybedenlerdeniz خ س ر

قَالُوا لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَكَلَهُ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الذِّئْبُ  fail olup damme ile merfûdur. وَنَحْنُ عُصْبَةٌ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen mansubdur. عُصْبَةٌ  haber olup damme ile merfûdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اِذًا  cevap harfidir.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. خَاسِرُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘ nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

خَاسِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خسر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالُوا۟  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ  terkibi, kasem üslubunda gelmiştir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Kasem fiili mahzuftur. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Kasemle tekid edilen terkipte  لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ  cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Şartın cevabı, kendisinden sonra gelen kasemin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَنَحْنُ عُصْبَةٌ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Kasemin cevabı olan اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ  cümlesi, اِنَّٓ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede amel etmeyen cevap harfi  اِذًا , kasemi tekid için gelmiştir.

اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ  ifadesinde istiare sanatı vardır. خَاسِرُ , örfen satılık eşyanın fiyatındaki düşüklüktür. İnsana değil mala özgüdür. Bu kişiler, sahip oldukları eşyalar konumuna konulmuş, böylece bizzat kendileri telef olmuş eşya hükmünde olmuştur. Bu mübalağalı üslup, acizlik zayıflık anlamında, sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

Müsned olan  لَخَاسِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhte istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّٓ , isim cümlesi, lam-ı muzahlaka ve kasem olmak üzere birden çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الذِّئْبُ  kelimesindeki marifelik, cins içindir. Yani hakikati ve yapısı bilinen cinsi ifade eder. 

Keşşâf sahibi şöyle demiştir: Bu  لَ , takdiri, “Vallahi eğer onu bir kurt yerse…” şeklinde mahzuf bir kasemin olduğunu gösterir.

وَنَحْنُ  kelimesinin başındaki  وَ ’ın manası: Onlar, bütün işlerin üstesinden gelebilen ve tehlikeleri altedebilen on kişi oldukları halde babalarının, kurdun onların arasından kardeşlerini çekip alması, yemesi hususundaki endişesi tahakkuk ederse, o zaman kendilerinin ziyana uğramış bir topluluk olacaklarına dair yemin etmişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

خَاسِرُونَ  aciz ve zayıf olmaktan sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (https://tafsir.app/iraab-aldarweesh/12/14)

Yakup (a.s) onlara iki mazeret sunmuş olduğu halde onlar bunlardan sadece birine cevap vermişlerdir. Çünkü bu mazeretlerden biri (yani Yusuf’tan ayrı kalmanın kendisini çok üzecek olması) onları öfkelendiren, ağırlarına giden bir mazeret olduğu için adeta o mazereti duymazlıktan gelmişler; onun karşısında sağır kesilmişler ve dikkate almamışlardır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

 
Günün Mesajı
Kıskançlık çok yıkıcı etkileri olan psikolojik ve sosyal bir hastalıktır. Bu sebeple kendi içinde bu hastalıktan bir şeyler hisseden bir kimsenin “mâşaallah lâ kuvvete illâ billah: Allah ne dilerse o olur, Allah'ın yardımı olmadan hiçbir şeye kimsenin gücü yetmez” sözünü çokça söylemelidir.
Anne babanın, güçlerinin yettiği kadar bütün çocukları arasında eşit muamele yapması ve çocuklarından birini diğerine üstün tutmaması gerekir. Böylelikle diğerlerinin ruhlarında nefret edilecek türden bir kıskançlığın doğması önlenir ve aralarında sevgi ve muhabbetin yerini nefret ve tiksintinin almasının önüne geçilir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan nefsi, bir çeşit özgüvene sahip olur. Bu çarpık özgüvenden dolayı, bazı yanlış kalıplar edinir. Bunlardan bazıları: Ben her zaman haklıyım – Parmağımı şaklattığım anda değişebilirim – Yarın yaparım – Kendimi mutlu etmeliyim – Mutlu olmak için her şeyi yapabilirim çünkü buna değerim vb.

Bu mantıksız kalıplar şuna sebep olur: İnsan yanlış bir yolda yürümektedir ve Allah’ın rahmetiyle, karşısına onu doğru yola götürecek Çıkış’lar çıkar. İşte bu kalıplarla, insan yanlış yolda yürümeye ısrarla devam eder. Aslında, kalbinde bastırdığı ama bildiği bir gerçek vardır: doğru yola dönmeli. Ne yazık ki nefsinin kölesi olmuş kul, bu dönüşünü, ulaşacağının garantisi olmayan yarınlarına erteledikçe erteler.

Nefsinin mantıksız kalıplarına kanan insanın, adeta aklından bir parça eksilir. Gerçekten yakalanmayacağına ve yaptıklarının bedelini ödemekten kurtulacağına inanır. Hz. Yusuf’u kıskanan kardeşlerin hali de burada konuşulanlara örnektir. Kardeşlerin, Hz. Yusuf’a ne yapacaklarını kararlaştırırken söyledikleri oldukça ilginçtir. Babalarının sevgisinin kendilerine kalacağını ve yapmaya niyetlendikleri kötülüğün ardından tövbe edip salihlerden olacaklarını sanmışlardı. Bir nevi, salih amellerini yaşlılığına erteleyenler gibi.

Aslında çoğu insan, yaptığı kötülükleri kötülük yaptığı düşüncesiyle, kendisini kötü görerek yapmaz. Kendince haklı olduğu taraflar vardır veya karşı taraf hakkedecek bir şey yapmıştır. Bu yüzden, Allah kulları için sınırlarını net çizmiştir. Ne hissedersen hisset, bazı şeyleri yapma izni asla ve asla verilmemiştir. Özellikle de başka bir kulun hakkına girmek.

Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Beni; bilerek veya bilmeyerek kul hakkına girmekten muhafaza buyur. Dünya hayatının her alanında (sosyal medyada yazılan yorumlar ve paylaşılanlardan aile ilişkilerine ve sokaktan eve kadar), buna dikkat etmemde yardımcım ol. Nefsim ne kadar hırslanırsa hırslansın, kalbim ne kadar incinirse incinsin; hiçbir kötülüğe yaklaşmak ve başkası için dilemek aklımın köşesinden bile geçmesin. Dilim gıybetten, kalbim kinden ve hasetten, nefsim bencillikten uzak dursun. Ey merhametlilerin merhametlisi olan Allahım! Kalbimi, yarattıklarına karşı merhametle doldur. Rızana ve rahmetine layık olmayanları ve şerlerini hayatımın her zerresinden ve sevdiklerimden uzak tut. Dilimi zikrinle, kalbimi muhabbetinle, nefsimi de edebinle güzelleştir ve nurlandır.

Amin.

***

Bir sesi işitmekle, o sesin ortaya çıkardığı sözleri yakalamak aynı şey değildir. Anlatılanlara sadece hayret etmekle veya önemsiz detaylara takılmakla, dinlediklerinin üzerinde düşünerek kendisine katmak istediklerini saklamak birbirinden farklıdır. 

Denir ki; bir müslüman karşısına çıkan her şeyde kendisini Allah’a götürecek bir fayda arar.

Yeryüzünde yürünen her yolda, kul bir öğrenci gibidir. Eğer daha fazla öğrenecek bir şeyi olmadığını düşünüyorsa, karanlıktadır. Eğer boş bilgileri kendisine yük ediniyorsa, ziyandadır. Eğer öğrendikleriyle Allah’a kulluk etmiyorsa, kayıplardadır.

Zira isterse dünyanın bütün ilimlerini cebine attığını iddia etsin, Allah’a iman ve itaat etmeyen cahildir. 

Ey hz. Yakub’u ve hz. Yusuf’u bize bildiren Allahım! Bizi hz. Yusuf’un ve kardeşlerinin hayatından ibret alanlardan eyle. Nefsani heveslerimizin ve şeytanın vesveselerinin peşinden gitmekten; cehaletin karanlığından muhafaza buyur. Bizi dünyalıklara bağlayan aşırı duygu ve düşüncelerden arındır. Kendimize ve etrafımızdakilere; bilerek ya da bilmeyerek zarar verecek hallerin hepsinden sakınanlardan eyle. Kendisinin iyiliğini istediği gibi başkalarının iyiliğini isteyenlerden ve bununla sevinenlerden eyle. Bulunduğu her mekan ve zamanda; bizi Sana yaklaştıracak ve rızana kavuşturacak hayırları bulup iki cihanda da faydalananlardan eyle. Zihnimizi salih ilimlerle, kalbimizi salih duygularla, nefsimizi salih isteklerle ve ömrümüzü salih amellerle doldur. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji