Yunus Sûresi 24. Ayet

اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  ٢٤

Dünya hayatının hâli, ancak gökten indirdiğimiz bir yağmurun hâli gibidir ki, insanların ve hayvanların yedikleri yeryüzü bitkileri onunla yetişip birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) bütün zinet ve güzelliklerini alıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kadir olduklarını sandıkları bir sırada, geceleyin veya güpegündüz ansızın ona emrimiz (afetimiz) geliverir de, bunları, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir hâle getiririz. İşte düşünen bir toplum için, âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak
2 مَثَلُ örneği م ث ل
3 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
4 الدُّنْيَا dünya د ن و
5 كَمَاءٍ suya benzer م و ه
6 أَنْزَلْنَاهُ indirdiğimiz ن ز ل
7 مِنَ
8 السَّمَاءِ gökten س م و
9 فَاخْتَلَطَ birbirine karıştığı خ ل ط
10 بِهِ onunla
11 نَبَاتُ bitkilerinin ن ب ت
12 الْأَرْضِ yeryüzü ا ر ض
13 مِمَّا öyle ki
14 يَأْكُلُ yer ا ك ل
15 النَّاسُ insanlar ن و س
16 وَالْأَنْعَامُ ve hayvanlar ن ع م
17 حَتَّىٰ sonuçta
18 إِذَا sırada
19 أَخَذَتِ alıp ا خ ذ
20 الْأَرْضُ yeryüzü ا ر ض
21 زُخْرُفَهَا güzelliğini ز خ ر ف
22 وَازَّيَّنَتْ ve süslendiği ز ي ن
23 وَظَنَّ ve sandıkları ظ ن ن
24 أَهْلُهَا sahiplerinin ا ه ل
25 أَنَّهُمْ gerçekten
26 قَادِرُونَ kadir olduklarını ق د ر
27 عَلَيْهَا bunlara
28 أَتَاهَا gelir ا ت ي
29 أَمْرُنَا emrimiz ا م ر
30 لَيْلًا gece ل ي ل
31 أَوْ veya
32 نَهَارًا gündüz ن ه ر
33 فَجَعَلْنَاهَا böylece onları çeviririz ج ع ل
34 حَصِيدًا biçilmiş hale ح ص د
35 كَأَنْ gibi
36 لَمْ
37 تَغْنَ hiç yokmuş غ ن ي
38 بِالْأَمْسِ bir gün önce
39 كَذَٰلِكَ işte böyle
40 نُفَصِّلُ ayrıntılı olarak açıklıyoruz ف ص ل
41 الْايَاتِ ayetlerimizi ا ي ي
42 لِقَوْمٍ topluluk için ق و م
43 يَتَفَكَّرُونَ düşünen ف ك ر
 

Metindeki ihteleta fiili “karışma” anlamına gelir. Bitkinin su ile karışması, –bu bağlamda– bitkinin suyu emmesiyle sonuçlanacağından meâlde bu sonuç dikkate alınmıştır. Dünya hayatındaki güzelliklerin gelip geçici olduğu, onları veren Allah’ın bir gün geri alacağı, dünyada yapıp ettiklerimizin hesabını da öbür dünyada bizden soracağı, âyette, anlatımın gücünü arttırmak için edebî bir benzetmeyle ifade edilmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 96

 

اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ

İsim cümlesidir. اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir.  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

مَثَلُ mübteda olup damme ile merfûdur.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا kelimesi  الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.  كَ  harf-i cerdir.  كَمَٓاءٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallliktir. اَنْزَلْنَاهُ  cümlesi,  مَٓاءٍ ’ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

اَنْزَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline mütealliktir. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اخْتَلَطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. بِه۪  car mecruru  اخْتَلَطَ  fiiline mütealliktir.  نَبَاتُ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاَرْضِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  نَبَاتُ الْاَرْضِ ’nın mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَأْكُلُ  damme ile merfû muzari fiildir. النَّاسُ  fail olup damme ile merfûdur. الْاَنْعَامُ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette ilki müfred, ikincisi fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اخْتَلَطَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلط ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.    

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

الدُّنْيَا  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 

 

حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ 

 

حَتّٰٓى  ibtida harfidir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اَخَذَتِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخَذَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir. الْاَرْضُ  fail olup damme ile merfûdur. زُخْرُفَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf  harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ازَّيَّـنَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir. ظَنَّ  fiili atıf harfi  وَ  ile  ازَّيَّـنَتْ  fiiline  matuftur.

ظَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اَهْلُهَٓا  fail olup damme ile merfûdur. Sanma anlamında kalp fiilidir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  ظَنَّ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. قَادِرُونَ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. عَلَيْهَٓا  car mecruru  قَادِرُونَ ’ye mütealliktir.

حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. 

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ازَّيَّـنَتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  زين ’dir. Aslı تزيّنت  ‘dir. ت  harfi idgam için  ز  harfine dönüşmüş, başına vasıl hemzesi gelmiştir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. 

قَادِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerredi قدر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ 

 

Fiil cümlesidir. اَتٰيهَٓا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَٓا  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَمْرُنَا  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَيْلاً  zaman zarfı  اَتٰيهَٓا  fiiline mütealliktir. Şartın cevabıdır.  

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder.  نَهَاراً  atıf harfi  اَوْ  ile  لَيْلاً ’e matuftur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَعَلْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. حَص۪يداً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ  cümlesi,  جَعَلْنَاهَا ‘daki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.

كَاَنَّ  harfi  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder. كَاَنْ  harfi  كَاَنَّ ‘den muhaffefedir. İsmi mahzûftur. Takdiri,  كأنّه  şeklindedir.  لَمْ تَغْنَ  cümlesi  كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

تَغْنَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. بِالْاَمْسِ  car mecruru  تَغْنَ  fiiline mütealliktir.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حَص۪يداً  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

كَ  harf-i cerdir. مثل  (gibi) manasındadır. Bu ibare amili  نُفَصِّلُ  ‘nun mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir. ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نُفَصِّلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. الْاٰيَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.  لِقَوْمٍ  car mecruru  نُفَصِّلُ  fiiline mütealliktir. يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi,  قَوْمٍ  ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

نُفَصِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فصل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.

 

اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyh olan  مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ‘nın izafet şeklinde gelmesi, faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur 

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَمَٓاءٍ , mahzuf habere mütealliktir.

İki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır.  مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  mevsuf/maksûr,  كَمَٓاءٍ ‘in müteallakı haber, sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Dünya hayatının hali, vasıflanan nebatın haline benzetilmiştir. Mürekkeb bir heyet, mürekkeb bir heyete benzetilmiştir. Kasr, kasr-ı kalbdir. Muhatap, aksine inanan menziline konmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir.  اِنَّمَا  edatı siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ  cümlesi  مَٓاءٍ  için sıfattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اَنْزَلْنَاهُ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  مِنْ  harfiyle  نَبَاتُ الْاَرْضِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Sılası olan  يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiiller tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümleler, dünya hayatının halini, faydasının geçici, kısa süreli ve dönüş zamanının yakın olduğunu beyan eder.

Burada dünyanın garip ve harika halleri, misal olmaya layık özellikleri, insanlar için ikbal ve aldanma vesilesi olması, çarçabuk geçmesi ve nimetlerinin kesilmesi, yeryüzünün çeşitli bitkilerine benzetilmiştir.

يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ  cümlesinde taksim sanatı vardır. Yenilenler insanların ve hayvanların yedikleri olarak ayrılmıştır.

السَّمَٓاءِ - الْاَرْضُ  ve  النَّاسُ - الْاَنْعَامُ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Müşebbehün bih hakkında on cümle birden zikredilmiştir. Her cümle diğerlerinin ifade etmediği bir anlam taşır. Bu manaların hepsi taraflar arasındaki vech-i şebenin tamamlanması için önemlidir. Öyle ki sanki hepsi tek bir cümle haline gelmiştir. Eğer bunlardan biri hazf edilse teşbih bozulur. Bu ayeti kerimede vech-i şebehi oluşturan cümleler teşbih edatından sonraki nekre bir isim olan su lafzından sonra gelmiştir. Temsîli teşbihtir. Her ne kadar su lafzının başında teşbih edatı  كَ  olsa da, bu lafız müşebbehün bih değildir. Çünkü bu mürekkeb (girift) teşbihlerdendir.  Müşebbehün bih mürekkeb yani bu edatın devamında yer alan ifadenin tamamının oluşturduğu bir tasavvur, ayrılmaz bir yapı ve karma bir mana tablosundan müteşekkildir. (Beyzâvî, Envârü’t- Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

فَاخْتَلَطَ بِه۪  yani su sayesinde dal budak verir ve sonunda bunlar birbirine karışır. “Böylece, yeryüzü ziynetini takınıp süslenir.” Bu çok edebî bir ifadedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Bu bitkiler, genç ve taze iken o kadar gelişir ve güçlenirler ki dalları ve yaprakları birbirlerine karışır. Renkleri yeryüzünü süsler. İnsanların rağbet gösterdikleri ve artık her türlü tehlikeden selamette olduklarını sandıkları bir günde, birdenbire bir felaket onları mahveder. Onlardan hiçbir eser kalmaz, hepsi kuru ot kırıntıları haline gelir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte  حَتّٰٓى  ibtidâ harfi, اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır. Cevap cümlesine müteallik  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan  اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا  cümlesi şarttır. Mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَازَّيَّـنَتْ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la … اَخَذَتِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اَخَذَتِ الْاَرْضُ  ifadesi de son derece güzel istiarelerdendir. Bitki ve çiçeklerle süslendiği zamanki yeryüzü, elbise ve ziynetleriyle süslenen geline benzetilmiştir. Bu güzellik ve parlaklık için  زُخْرُفَهَا  lafzı müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) Temsîli istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ziynetlerin hasıl olması manasında gelen yeryüzünün süslerini takınması ifadesi meknî istiaredir. Yeryüzü, süslenmek isteyen bir kadına benzetilmiştir. Böylece renkli ve süslü elbiseler içindeki güzel görünümü zihinlerde canlandırılmıştır. Süsleri takındı ifadesinden sonra gelen ziynetlendi fiili de istiare-i muraşşaha içindir. Çünkü bu fiil kadınların kullandığı bir fiildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

اَخَذَتِ  ve وَازَّيَّـنَتْ  fiillerinin  الْاَرْضُ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan almak ve süslenmek manasındaki fiiller, arza isnad edilmiş, böylece dünya, iradesi olan bir canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. 

زُخْرُفَهَا  izafetiyle  الْاَرْضُ  kişileştirilmiştir. Dünya, bir şahıs özelliği olan süs anlamındaki زُخْرُفَ ‘ye izafe edilerek bir kişiye benzetilmiştir. Bu ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır. 

زُخْرُفَهَا “Dünyanın süsü” ifadesi ile dünyadaki bitkiler kastedilmektedir. Bitkiler ve süs arasında tenasübe dayalı özellik bulunmaktadır. Çünkü bitkiler de süs gibi insanın hoşuna gider. Sebep müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır. 

زُخْرُفَهَا - ازَّيَّـنَتْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Aynı üslupta gelen  وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓا  cümlesi atıf harfi وَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓا , masdar teviliyle  ظَنَّ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

ظَنُّٓ , hem zannetti hem bildi manalarını taşıyan iki zıt anlama sahip fiillerdendir. Burada zannetti manasındadır.

ظَنُّٓ  kelimesi, şükür ve sevap ifade eden cümlelerde yakîn, zem ve vaîd ifade eden cümlelerde şek manası taşır. Kendisinden sonra  اَن ’ i muhaffefe gelen her zan kelimesi, şek manasındadır. (Suyuti İtkan c.1, s.448)

اَنَّ ‘nin haberi olan  قَادِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Veciz ifade kastına matuf  اَمْرُنَا  izafetinde, azamet zamirine muzâf olan اَمْرُ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

اَتٰي  fiilinin  اَمْرُ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan geldi manasındaki  اَتٰي  fiili, emre isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. emrin gelmesi ifadesi sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Birbirine tezat nedeniyle atfedilen  لَيْلاً  ve  نَهَاراً  zaman zarfları, اَتٰيهَٓا  fiiline mütealliktir. Bu kelimelerdeki nekrelik cins ve tazim ifade eder. Aralarında murââtı nazîr ve tıbâk-ı icab sanatları vardır.

لَيْلاً اَوْ نَهَاراً , herhangi bir zamandan kinayedir.

اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا  ibaresinde geçen emir, azap ve helaktan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ  cümlesi, cevap cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

فَجَعَلْنَاهَا  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

İkinci mef’ûl olan  حَص۪يداً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder. 

كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ  cümlesi,  فَجَعَلْنَاهَ  ‘daki mef’ûl zamirden haldir 

Muhaffefe  كأنْ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كأنْ ’nin takdiri  هُمْ  olan ismi hazfedilmiştir.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ  cümlesi, كأنْ ’nin haberidir. 

Haberin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً , başka bir istiaredir. Çünkü,  حَص۪يد  [biçilmiş ekin[ yerin değil bitkilerin sıfatlarındandır. Onun için anlam, “Yerin bitkilerini öyle (biçilmiş ekin) yaptık.” demek olup bitkiler yerine arz zikri ile yetinilmiştir. Çünkü bitkiler yerde bulunur ve orada yetişir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) Açıklamadan da anlaşılacağı gibi yerin zikredilip onun bitirdiklerinin kastedilmesi, bütününün kullanılıp parçanın kastedilmesi (külliyet) ilgisiyle mürsel mecaz olur.

كانَّ , çoğunlukla müşâbehet için kullanılır. Bu ayette olduğu gibi bu harfi müşebbeh ve müşebbehün bih takip eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Beyzâvî burada iki yerde muzâfın hazf edildiğini ifade ederek bu haziflerin mübalağa kastıyla yapıldığını söyler. كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِ  ifadesi,  كَاَنْ لَمْ تَغْنَ زرعها  anlamındadır. Bu gibi yerlerde mutlaka mahzuf bir muzâf takdir edilir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l -Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

بِالْاَمْسِ , az önce demektir. Bu da yakın zamana misaldir. Müşebbehün bih de hikâyenin manasıdır o da yeşilliğin aniden bitip kırıntı halinde gitmesidir. Halbuki az önce yeşil taze idi, birbirine sarmaş dolaş idi. Öyle ki sahiplerinin tamahı kabarmış, afetten kurtulduğunu zannetmişlerdi. Müşebbehün bih  الماء  lafzı değildir, ister ki başında teşbih edatı olsun. Çünkü bu, mürekkeb (girift) teşbihlerdendir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

 

كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ


 

Ayetin bu son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

Bu ifadedeki  ك  harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile  ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhân/54, c. 5, s. 177, 205)

كَذٰلِكَ  [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

كَذٰلِكَ , amili  نُفَصِّلُ  olan mahzuf bir mef’ûlun mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

İsm-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle önemini belirtir. 

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile açıklamalara işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

نُفَصِّلُ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

نُفَصِّلُ  fiiline müteallik olan  لِقَوْمٍ ‘in nekreliği tazim içindir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi,  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Açıklama, tefekkür edenlere tahsis edilmiştir. Çünkü ayetlerden istifade edenler onlardır. Burada ayetlerden maksat, temsil içinde zikredilen kâinat ve onun bir takım değişikliklere uğraması, onun, îcâd ve idam (yok etme) olarak anlatılan düzen içinde idare edilmesi de olabilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

Allah Teâlâ  كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  [İşte biz iyice düşünecek kimseler için ayetleri böyle açıklarız.]  buyurmuştur. Bu, “Ard arda gelmesi ve çokça vuku bulması, yakînî imanın kuvvetlenmesine sebep olsun ve şek ile şüphenin zail olmasını mucib olsun diye ayetlerimizi ard arda, peş peşe ve tek tek getiririz, ortaya koyarız.” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-  Gayb)