Yunus Sûresi 27. Ayet

وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...

Kötü işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplayacaktır. Onları Allah’(ın azabın)dan koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimselere gelince
2 كَسَبُوا kazanan(lara) ك س ب
3 السَّيِّئَاتِ kötülükler س و ا
4 جَزَاءُ ceza verilir ج ز ي
5 سَيِّئَةٍ bir kötülüğe س و ا
6 بِمِثْلِهَا aynıyla م ث ل
7 وَتَرْهَقُهُمْ ve bürür ر ه ق
8 ذِلَّةٌ bir aşağılık ذ ل ل
9 مَا yoktur
10 لَهُمْ onlar için
11 مِنَ -tan
12 اللَّهِ Allah-
13 مِنْ
14 عَاصِمٍ kurtaracak ع ص م
15 كَأَنَّمَا gibidir
16 أُغْشِيَتْ kaplanmış غ ش و
17 وُجُوهُهُمْ yüzleri و ج ه
18 قِطَعًا parçalarıyla ق ط ع
19 مِنَ
20 اللَّيْلِ bir gecenin ل ي ل
21 مُظْلِمًا kapkaranlık ظ ل م
22 أُولَٰئِكَ bunlar
23 أَصْحَابُ ehlidirler ص ح ب
24 النَّارِ cehennem ن و ر
25 هُمْ onlar
26 فِيهَا orada
27 خَالِدُونَ sürekli kalıcıdırlar خ ل د
 

Allah kullarını “esenlik yurdu”na, âyetteki ifade ile “dârüsselâm”a çağırmaktadır, dinin amacı insanlara ebedî mutluluğu sağlamaktır. Dünya hayatında peygamberleri dinleyenlere, akıl ve iradelerini doğru kullananlara Allah doğru yolu göstermektedir. Bu yolun sonu cennettir, cemaldir, insanlara eşsiz saadet bahşeden Allah rızâsıdır (rıdvandır). Böylesine bir mutluluktan mahrum olanlar, olmadık hayallerin peşine düşerek, hurafelere kapılarak kendi sonlarını hazırlamış olmaktadırlar. Hz. Peygamber’in vazifesi onları uyarmaktır, o da vahyi tebliğ ederek, gerekli açıklamaları yaparak vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir, kimsenin “Bizi uyaran olmadı, biraz yardım görseydik böyle olmazdık” demeye hakkı yoktur. 28. âyetin meâlinde yer alan “Siz bize tapmıyordunuz” cümlesi, Allah’tan başkasına tapanların amaç ve ruh hallerini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Allah’tan başka bir varlık insanlar için din koyamaz, din öğretemez. Bunlara tapanlar aynı zamanda gerçek bir dinin insan için yararlı olan tâlimat ve sınırlamalarından da uzak kalmakta, dünya hayatını nefislerinin arzu ettiği gibi yaşamakta, kendi arzularını meşrulaştırmak üzere tanrı adına kurallar koymaktadırlar. Putperestlerin peygamberleri dinlememelerinin, inkârcılıkta ısrar etmelerinin arkasında yatan sebeplerden biri de hak dinin disiplininden kaçmak,dünya hayatını kendi arzularına göre yaşamaktır; yani onlar görünüşte putlara, fakat gerçekte kendi menfaat ve arzularına tapmaktadırlar. 

 

Kaynak :Diyanet Tefsiri

 

وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذٖينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَسَبُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  السَّيِّـَٔاتِ  mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا  cümlesi,  الَّذٖينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

جَزَٓاءُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  سَيِّئَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِمِثْلِهَا  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, مستقرّ،  أو مقدّر  şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  تَرْهَقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ذِلَّةٌ  fail olup damme ile merfûdur.

مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ 

 

İsim cümlesidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  عَاصِمٍ ’e mütealliktir. مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  عَاصِمٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir.Ayette zaid şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَاصِمٍ  kelimesi sülâsî mücerredi  عصم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ 

 

Fiil cümlesidir. كَاَنَّـمَٓا, kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir.  اَنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اَنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir. 

اُغْشِيَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. وُجُوهُهُمْ  naib-i fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قِطَعاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الَّيْلِ  car mecruru  قِطَعاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

مُظْلِماً  kelimesi  مِنَ الَّيْلِ ’in hali olup fetha ile mansubdur. 

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman,  Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُغْشِيَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi غشي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

مُظْلِماً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ cümlesi , اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.  

İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  فٖيهَا  car mecruru  خَالِدُونَ ‘ye mütealliktir. خَالِدُونَ  haber olup, ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالَّذ۪ينَ كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ 

 

Ayetin ilk cümlesi atıf harfi  وَ ’la  26. ayetteki  لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. 

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda konumundadır.  جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ  cümlesi mübtedanın haberidir.

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûl ile marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onlar için tahkir ifade eder.

Mevsulü her zaman takibeden sılası olan  كَسَبُوا السَّيِّـَٔاتِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsned olan  جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsnedün ileyh olan  جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ ‘un haberi mahzuftur. بِمِثْلِهَاۙ  car-mecruru bu mahzuf habere mütealliktir.

جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ ‘in izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir.

Mübteda ve haber arasında müşakele sanatı vardır.  سَيِّئَ  kelimesi, müşakil lafızdır. İkinci cümledeki  سَيِّئَةٍ (kötülük) müşakil lafzından maksat, Allah’ın onların davranışlarına vereceği azaptır. Daha önce bu fiil geçtiği için kötülük lafzıyla ifade edilmiştir.

السَّيِّـَٔاتِ - سَيِّئَةٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Bir kötülüğün cezası, bir misliyledir.] buyruğunun maksadı, hasenat ve seyyiat (günahlar) arasındaki farka dikkat çekmektir. Zira Allah Teâlâ iyi ameller hakkında onlarla meşgul olanlara fazlasıyla beraber mükafat vereceğini belirtmiş, kötü ameller hususunda ise günah işleyenlere sadece günahlarının misliyle karşılık vereceğini zikretmiştir. Buradaki fark şudur: Mükâfata ilavede bulunmak, bir lütuf olur ki bu güzeldir. Ve bu, taata teşvik etmeyi de tekid etmedir. Ama kötü amellerde hak edilen miktardan fazlasını vermeye gelince bu bir zulümdür. Şayet Cenab-ı Hakk bunu yapmış olsaydı, o zaman vaat ve vaîd, terhib ve tahzir (korkutma ve sakındırma) batıl olur, boşa çıkardı. Çünkü bütün bunlara güvenmek, Cenab-ı Hakk'ın bunlardaki hikmetinin sabit olduğu zaman tahakkuk eder. Halbuki Allah zulmetmiş olsaydı, O'nun hikmeti batıl olurdu ki Allah bundan münezzehtir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


  وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ

 

وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ  cümlesi,  وَ atıf harfiyle  جَزَٓاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَاۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine, iltifat sanatı vardır.

Müspet muzari sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

ذِلَّةٌ ’daki nekrelik kesret ve tahkir ifade eder.

Burada zilletin onların yüzlerini kaplayacağı zikredilmemiştir. Çünkü zillet bütün vücutlarını kaplayacaktır. 

وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ  cümlesinde istiare sanatı vardır. ذِلَّةٌۜ  kelimesi, yakalamak manasındaki  تَرْهَقُهُمْ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Zilletin bir şahıs gibi onları yakalaması, zilletin şiddetini, azametini artırmıştır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

سَيِّئَةٍ - ذِلَّةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ [Kendilerini bir horluktur kaplayacak] vasfı, aşağılanmaktan ve hakarete uğramaktan bir kinayedir. Bil ki kemâl zatı gereği sevilir; noksanlık da yine zatı gereği yadırganır. Binaenaleyh nakıs, kemâle ermemiş insan öldüğü zaman mükemmelliklerden hâlî ve uzak kalmış olur. O zaman onun, kendisinin noksanlığını hissetmesi de zillet, horluk, hakirlik ve cezanın meydana gelmesine bir sebep olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ 

 

Fasılla gelen cümlede  مَا  nafiyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  مِنْ عَاصِمٍ  muahhar mübtedadır.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru, عَاصِمٍ ’e mütealliktir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İsm-i fail vezninde gelerek fiil gibi amel eden  عَاصِمٍ ‘deki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid  مِنْ  harfi de kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s.80)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ  [Onları Allah'tan (yakalamasından koruyacak) hiçbir kurtarıcı da yoktur.] tavsifinin ifade ettiği husus şudur: Bil ki ne dünyada ne de ahirette kişileri Allah'ın azabından koruyacak hiç kimse yoktur. Zira Allah'ın hükmü, kazası bütün kâinatı kuşatmış olup kaderi de bütün varlıklarda geçerlidir. Ancak ne var ki asi karakterlerde baskın olan vasıf, onların bu dünyada kendi amel ve muratlarıyla meşgul olmalarıdır. Ama öldükten sonra herkes kendisine Allah'tan gelecek şeylere karşı bir koruyucu olmadığını kabul ve ikrar eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi  fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.   Teşbih harfinin dahil olduğu  كَاَنَّمَا , kâffe ve mekfûfedir.  مَا  kelimesi  اَنَّ ’yi amelden düşürmüştür.  

اُغْشِيَتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Mef’ûl olan  قِطَعاً ’deki nekrelik, kesret ve nev ifade eder.

مِنَ الَّيْلِ  car mecruru  قِطَعاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

مُظْلِماً  kelimesi  مِنَ الَّيْلِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ  cümlesinde mürsel ve mücmel teşbih vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماً  ibaresindeki  قِطَعاً  kelimesindeki  طَ  harfini, hareketli (fetha) okuyanların kıraatine göre bu da istiaredir. Çünkü gerçekte gece, ayrı ayrı parçaları ve bölünmüş cüzleri bulunmakla nitelenemez. Allahu a’lem, bununla “Şayet gece, parçalara bölünen, bölüklere ayrılan türden bir şey olsaydı, onların yüzlerinin siyahlığı gece bölüklerine ve gece parçalarına benzerdi.” şeklinde bir anlam kastedilmiştir. Burada Yüce Allah, (gece anlamındaki)  الَّيْلِ ’den hal olmak üzere, karanlık anlamındaki  مُظْلِماً  kelimesini mansub kılmıştır. Bunda da ziyade mana vardır. Çünkü mehtaplı da olsa geceye gece adı verilir. Yüce Allah  مُظْلِماًۜ  [karanlık haldeki gece] demekle örtüsü alabildiğince kara, giysileri olabildiğince siyah olan geceye benzetme yapmış oluyor. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

اُغْشِيَتْ - تَرْهَقُهُمْ  ve الَّيْلِ - مُظْلِماًۜ  ve  سَيِّئَةٍ - ذِلَّةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَاَنَّـمَٓا اُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِنَ الَّيْلِ مُظْلِماًۜ  [Sanki yüzleri, karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür onların…] buyruğunun maksadı, Cenab-ı Hakk'ın, saîd (mutlu) kimselerden nefyettiği şeyi, bu kimseler için ispat etmektir. Çünkü O, müminler hakkında, “Onların yüzlerine ne bir toz bulaşır, ne de bir horluk kaplar.” buyurmuştur. İlmin karakteri, nurun tabiatı; cehlin karakteri de zulmetin, karanlığın tabiatıdır. O halde Cenab-ı Hakk'ın, “O gün bazı yüzler vardır parıl parıl parlayacak, gülecek, sevinecektir.” (Abese Suresi, 38-39) ayetinden murad edilen, ilmin nuru, onun rahatlığı, onun beşareti ve temin ettiği güleçlik ve parlaklıktır. Cenab-ı Hakk'ın, “O gün bazı yüzler de vardır, üzerlerini toz toprak (bürümüştür). Onu bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır.” (Abese Suresi, 40-41) tavsifinden murad ise cehaletin zulmeti ile dalaletin bulanıklığıdır. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması veciz ifade yanında tahkir ve kınama ifade eder. 

Müsnedin, izafetle marife olması az sözle çok şey anlatmak amacına matuftur. Ayrıca muzafı ve müsnedün ileyhi de tahkir ifade eder. Çünkü müsnedin tahkir anlamlı bir kelimeye muzâf olması müsnedün ileyhin de tahkirine sebeptir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَصْحَابُ النَّارِ  [Ateş ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَصْحَابُ النَّارِ  [Ateş ashabı] ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  اصحاب النار (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ  için ikinci haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  ف۪يهَا , amili olan  خَالِدُونَ ‘ye takdim edilmiştir. 

Ateşe aid zamirin dahil olduğu  ف۪يهَا ’daki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  ateş, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  ateş, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir ama daha çok, çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. 

Onların cennet halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

Bu ayet-i kerime, insanları güzel işler yapmaya teşvik etmek için gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haberî isnad formunda gelen ayet, tenşîd (harekete geçirme) kastı taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz etmiştir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Bu cümle, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 501)

أُولَئِكَ أصْحابُ النّارِ  ifadesindeki kasr üslubu dolayısıyla onların nâr içinde devamlı kalacakları ifade edilmiştir. Çünkü  أصْحابُ  kelimesi mülâzeme (yakınlık, yapışma, ayrılmama) manalarını ifade eder.  هم فيها خالدون  ifadesinin isim cümlesi olması da devamlılık ve sübuta delalet eder. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr, A’raf/36)

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟  cümlesi aynen, اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ  cümlesi ufak değişikliklerle Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Bu ayetin son cümlesiyle, bir önceki ayetin son cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.