Yunus Sûresi 47. Ayet

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  ...

Her ümmetin bir peygamberi vardır. Onların peygamberi geldiği (tebliğini yaptığı) zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِكُلِّ ve hepsi için vardır ك ل ل
2 أُمَّةٍ ümmetin ا م م
3 رَسُولٌ bir peygamberi ر س ل
4 فَإِذَا ne zaman ki
5 جَاءَ geldiğinde ج ي ا
6 رَسُولُهُمْ Peygamberleri ر س ل
7 قُضِيَ hükmedilir ق ض ي
8 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
9 بِالْقِسْطِ adaletle ق س ط
10 وَهُمْ ve onlar
11 لَا
12 يُظْلَمُونَ haksızlığa uğratılmazlar ظ ل م
 
İnkârcılar, bu dünyevî cezaları tatmakla kalmayacak, inkâr ve isyanlarının hesabını vermek üzere âhirette Allah’ın huzuruna çıkarılıp 45. âyette belirtilen âkıbetle de yüz yüze gelecekler; sonunda ilmiyle her şeyi kuşatan ve bütün olup bitenlerin şahidi olan yüce Allah, herkese hak ettiğinin karşılığını âhirette verecektir. Ancak bu cezalandırmalar keyfî değildir, Allah Teâlâ âdildir; bu sıfatının bir sonucu olarak doğru inanç ve erdemli yaşayış konusunda insanları irşad eden elçiler göndermiştir. Aslında “her ümmetin bir peygamberi olmuş”; yüce Allah, peygamber ile hayattayken onu reddedenler arasında adaletle hükmetmiş, yani peygamberini himaye ederken ona karşı mücadele verenleri dünyada cezalandırmıştır, âhirette de cezalandıracaktır (Zemahşerî, II, 192-193). Fakat bazı peygamberlerden bir süre sonra tebliğ ettikleri din unutulmuş veya değiştirilmiş, bu suretle “fetret dönemi” denilen cehalet dönemleri yaşanmıştır. Böyle dönemlerde yaşayanlarla bulundukları yer ve durum itibariyle peygamberlerin tebliğlerini alamamış olan insan topluluklarına fetret ehli denir (bunların dinî ve ahlâkî sorumlulukları ile ilgili bilgi için bk. Nisâ 4/165; Mâide 5/19).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 109
 
قسط Qaseta: قِسْطٌ qıst kişinin kendi verdiklerine karşılık olarak eşit şekilde faydalar elde etmesine yani alışverişteki adalete benzeyen ve adil olarak paylaştırılan pay/hissedir. أقْسَطَ fiili başkasının adil olarak paylaştırılan payını, hissesini vermektir. Bu ise alışverişte adalettir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 25 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri taksit ve kıstastır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِكُلِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اُمَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. رَسُولٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.

 

فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. رَسُولُهُمْ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı  قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ ’dir.

قُضِيَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili mahzuftur. Takdiri,  القضاء  şeklindedir. بَيْنَهُمْ mekân zarfı,  قُضِيَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْقِسْطِ  car mecruru naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يُظْلَمُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُظْلَمُونَ  fiili ن 'un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.  إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (müfacee = sürpriz) harfi olur.

b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ’nin gelip gelmeme durumu iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman,  Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌۚ 

Ayet, atıf harfi  وَ ’la  önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. 

Öncesindeki cümlenin mazmununun sebebi menzilindedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لِكُلِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  رَسُولٌ , muahhar mübtedadır. 

اُمَّةٍ ’deki nekrelik, kesret ve nev , رَسُولٌ ‘deki nekrelik ise tazim ve özel bir nev ifade eder. 

 

 

  فَاِذَا جَٓاءَ رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

 

Şart üslubunda gelen terkip, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan  جَٓاءَ رَسُولُهُمْ  , müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Cümlede zamir makamında  رَسُولُ ‘nün, zahir olarak tekrarlanması, resullere tazim için yapılmış iltifat ve itnâb sanatıdır.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Burada  إنْ  değil, اِذَا  buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

فَ  tefrî’,  إِذَا  gelecekten soyutlanmış zarf içindir. Mana şöyle olur: Resul geldiği zaman aralarında adaletle hüküm olur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Ayetin son cümlesi olan  وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ‘ye dahil olan  وَ , haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için gelen ifadelerdir. 

Munfasıl zamir  هُمْ  müsnedün ileyh, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا يُظْلَمُونَ۟  cümlesi, müsneddir. Müsnedin menfî muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.

يُظْلَمُونَ  ve  قُضِيَ  fiilleri, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُظْلَمُونَ  -  الْقِسْطِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ  {Aralarında adaletle hüküm verlir.]  sözünden sonra  وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  “Onlara zulmedilmez.” buyurulması hükmetmedeki hassasiyeti vurgulamak kastıyla gelmiş ıtnâb sanatıdır.

رَسُولُ  ve  هُمْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الْقِسْطِ  ile  عدل  arasında anlam yakınlığı vardır.

عدل : iki müsavi şey arasındaki eşitliktir.  قسط  ise “paylaştırma ve cüzlere ayırmak”tır.

عدل  iki taraf arasında olur, yani iki taraf arasındaki eşitliktir. İki taraf arasındaki denklik ve eşitliğe delalet etmek için mekân zarfı olan  بَيْنَ  ile müteaddi olur.

قِسْطِ ’a gelince güzel bir şekilde paylaştırmak demektir.  أَقسطَ في تعامله مع الناس  (İnsanlarla ilişkilerde hakkı gözetir) denir. Yani “Her hak sahibine hakkını ve payını, tam ve eksiksiz olarak verir.” demektir. Paylaştırmak ve hakkın, hissenin çıkarılması manasındadır.

يُقْسِطُ  fiili payın tam verildiğine delalet etmek için,  وَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تُقْسِطُواْ فِي الْيَتَامَى  (Eğer yetimler hakkında  قِسْطِ  yapamamaktan korkarsanız…) şeklinde olduğu gibi kendisinden sonra gelen  فِي  harfi ile müteaddi olur. Güzel muamele ve hakkın yerine getirildiğine delalet için  اِلَى  harfiyle de gelebilir. (Hâlidî, Vakafât, s. 40)

Bu ayet, Cenab-ı Hakk'ın daha önce geçmiş ümmetlerin her birine bir peygamber gönderdiğine ve hiçbir ümmeti asla ihmal etmediğine delalet eder. Bu husus, [Hiçbir ümmet yoktur ki onların içinde mutlaka bir uyarıcı bulunmamış olsun! (Fatır Suresi, 24)] ayeti ile de teyit edilmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu ayetteki tekrar ( لَا يُظْلَمُونَ  ifadesi), Cenab-ı Hakk'ın, kendisinden zulmü nefyetme hususundaki tekid ve teyitten ötürüdür. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  cümlesi, Kur’ân’da 11 kez tekrarlanmıştır. 

Tekrarlanan cümleler arasında tekrir ve reddü'l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)