Yunus Sûresi 6. Ayet

اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ  ٦

Şüphesiz gece ve gündüzün ard arda değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı şeylerde, Allah’a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok deliller vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 فِي
3 اخْتِلَافِ ardarda gelmesinde خ ل ف
4 اللَّيْلِ gece ل ي ل
5 وَالنَّهَارِ ve gündüzün ن ه ر
6 وَمَا
7 خَلَقَ yarattıklarında خ ل ق
8 اللَّهُ Allah’ın
9 فِي
10 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
11 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
12 لَايَاتٍ ayetler vardır ا ي ي
13 لِقَوْمٍ bir topluluk için ق و م
14 يَتَّقُونَ sakınan و ق ي
 

Meâldeki “aydınlatıcı” kelimesinin metindeki karşılığı zıyâ, “aydınlık”ın karşılığı ise nurdur. Sözlük mânası bakımından zıyâ “güçlü ışık”, nur ise “güçlü olsun olmasın ışık” demektir. Bilimsel araştırmalar güneşin ışığının kendinden olduğunu, ayın –güneşe nisbetle zayıf olan, gece gerektiği kadar aydınlık veren, ama istirahati de engellemeyen– ışık ve aydınlığının ise güneşten geldiğini ve aydan yansıdığını ortaya koymuştur.

 Dünya kendi etrafında günde bir, güneş etrafında ise yılda bir defa dönmektedir. Günlük dönüş gece ile gündüzü, yıllık dönüş ve eğim ise mevsimleri oluşturmaktadır. Ay, yörünge düzlemine oranla 83 derece 30 dakikalık eğime sahip bir eksen etrafında döner. Dönüş süresi, ayın yer etrafındaki dolanım süresine eşittir. Yerin, ay üzerindeki çekim etkisinin sebep olduğu gelgit olayı bu eşitliği sağlamıştır. Bu sebeple ayın yeryüzünden daima aynı yüzü gözlenir. Ayın yer etrafındaki dönüşü 27 gün7 saat 43 dakika 25 saniyedir; fakat yerin, güneşin çevresinde dönmesi sebebiyle bu hareketini 29 gün 12 saat 44 dakika 3 saniyede tamamlar. Ay, güneş ve dünyanın birbirine nisbetle açısal durumu, konumu ve ışık etkisi sebebiyle biz ayı, o değişmediği halde her gece ayrı bir yerden doğarken ve farklı şekillerde görürüz. Ayın gökyüzündeki hareketi için, her biri bir günlük yola tekabül etmek üzere 13’er derecelik yaylardan oluşan 28 menzil tesbit edilmiş ve bu kavram, ayın safhalarını tanımlamak için kullanılmıştır. Menzilin sözlük mânası “inilecek yer ve durak”tır (ay ve güneş hakkında bilgi için bk. Mahmut Kaya-Muammer Dizer, “Ay”, DİA, IV, 182-186; Celal Yeniçeri-Yavuz Unat, “Güneş”, DİA, XIV, 288-294; ayrıca bk. Yâsîn 36/38-40). Güneş ve ayın doğup batması, ayın menzil ve şekil değiştirerek görünmesi insanların takvim yapmalarını, gün, ay ve yıl hesapları yapabilmelerini, işlerini plan ve programa bağlayabilmelerini mümkün kılmıştır. Sahip oldukları zihnî melekelerini doğru kullanabilenler, varlığın ve hayatın anlamını derinden kavramaya çalışanlar; gerçek, kararlı ve iyi niyetli arayış içinde olanlar için Allah’a imana götüren deliller, işaretler ve imanı güçlendiren kanıtlar vardır. Bilimin her keşfi, her buluşu âlemdeki ilâhî sanatı, incelikleri, güzellikleri gittikçe daha açık ve detaylı olarak, gören gözlerin önüne sermektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 84-85

 

اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

فِي اخْتِلَافِ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.

الَّيْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. النَّهَارِ  atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ’ la  اخْتِلَافِ ’ye matuf olup, mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru  خَلَقَ  fiiline mütealliktir. الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ  kelimesi  إِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. يَتَّقُونَ  cümlesi, قَوْمٍ  ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

يَتَّقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı  fail olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي  olmuş, sonra و  harfi  ت 'ye dönüşmüş إتّقي  olmuştur. 

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

 

اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. فِي اخْتِلَافِ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

وَالنَّهَارِ , tezat nedeniyle muzâfun ileyh olan  الَّيْلِ ‘ye atfedilmiştir.

Atıf harfi  وَ ’la  اخْتِلَافِ ’ye matuf olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın  sılası olan  خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafat, S.107)

الْاَرْضِ , tezat nedeniyle  السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra  الْاَرْضِ ‘ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır. 

فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare sanatı vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen  السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ , mazruf mesabesindedir. Semavat ve dünya zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Gökyüzü ve yeryüzü yaratılmış varlıkları, içinde muhafaza eden bir kaba benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  ve الَّيْلِ - النَّهَارِ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu  لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ , tekit harfi  اِنَّ ’nin muahhar ismidir.  لَاٰيَاتٍ ’deki nekrelik, tazim ve nev ifade eder.

لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ  car-mecruru, لَاٰيَاتٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَّقُونَ  cümlesi,  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. لِقَوْمٍ ‘in nekreliği nev ve tazim içindir.

Rabbin, 3. ayetten itibaren, gökleri ve yeri altı gün içinde yarattığı, güneşi ziya, ayı nur kılması, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katması, göklerde ve yeryüzündekileri yarattığı şeklinde sayılması taksim, bu sayılanların ayet olmada birleştirilmesi, cem sanatıdır.

Ayetlerde bütün bu yaratılanların sıralanmasında asıl amaç Allah Teâlâ’nın yüce kudretini muhataba göstermektir. Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmac sanatıdır.

Bu çıkarımın  اِنَّ  harfiyle tekid edilmesi; bu delillerle tevhide girmeyen muhataplar, ilmin gereğine aykırı olarak bu ayetlerin vahdaniyet delili olduğunu inkâr edenler menziline konduğu içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bu ayet önceki ayetle irtibatlıdır. Orada güneş ve ay vardı, burada ise onların neticesi olan gece ve gündüz vardır. Manevi tekid vardır, o cümle burada başka bir şekilde tekrar edilmiştir.

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)