Hûd Sûresi 116. Ayet

فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ  ...

Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَوْلَا değil miydi?
2 كَانَ bulunmalı ك و ن
3 مِنَ -den
4 الْقُرُونِ nesiller- ق ر ن
5 مِنْ
6 قَبْلِكُمْ sizden önceki ق ب ل
7 أُولُو sahipleri ا و ل
8 بَقِيَّةٍ fazilet ب ق ي
9 يَنْهَوْنَ alıkoyan ن ه ي
10 عَنِ -tan
11 الْفَسَادِ fesat- ف س د
12 فِي
13 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
14 إِلَّا dışında
15 قَلِيلًا çok azı ق ل ل
16 مِمَّنْ kendilerini
17 أَنْجَيْنَا kurtardığımız ن ج و
18 مِنْهُمْ onlardan
19 وَاتَّبَعَ peşine takıldılar ت ب ع
20 الَّذِينَ kimseler
21 ظَلَمُوا zulmedenler ظ ل م
22 مَا
23 أُتْرِفُوا bulundukları refahın ت ر ف
24 فِيهِ içinde
25 وَكَانُوا ve oldular ك و ن
26 مُجْرِمِينَ suçlu kimseler ج ر م
 
Bu âyetlerde sûrenin bir özeti yapılmakta, sûrede helâk olduğu bildirilen kavimlerin helâk oluş sebepleri genel olarak ifade edilmekte ve kötülüklerin yok olması için toplumda fazilet sahibi kimselerin çoğalması ve bunların kötülükleri önlemeye çalışmasının gereğine işaret edilmektedir. 116. âyet Hz. Peygamber’den önceki nesiller içerisinde yeryüzünde kötülükleri önleyecek erdemli ve birikimli kimselerin az olduğunu haber vermektedir. Kötülüğün yaygınlaştığı toplumlarda ahlâkî endişelere yer vermeyen çoğunluk, refahın getirdiği şımarıklıkla zevklerinin peşine düşerek günaha gömülmüşlerdi. Sonuçta sûrenin başından beri görüldüğü üzere Allah’ın gazabını hak eden birçok kavim çeşitli felâketlerle yok olup gitti. Onların bu duruma düşmeleri Allah’ın zulmü değil kendi davranışlarının bir sonucudur. Çünkü Allah kötülüklerden vazgeçip durumlarını düzeltmeye çalışanları helâk etmez. Onlar inançlarını ıslah etmek, durumlarını düzeltmek maksadıyla gönderilen peygamberleri tanımadılar, kendilerine verilen fırsatı değerlendirmediler; haksızlık ve yolsuzluklar son derece arttı, artık ilâhî cezanın şartları oluşmuştu, sonunda cezalarını buldular. Bir toplumda iyiliği tavsiye edip kötülüğü önleyecek, hak ve adaleti tesis edecek kimseler bulunduğu sürece o toplum yok olmaz: Bunlar bulunmadığı takdirde o toplumun yok olması mukadderdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 206-207
 

فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ

 

فَ  istînâfiyyedir. لَوْلَٓا  cezm etmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. Tam fiil olarak amel etmiştir.  مِنَ الْقُرُونِ  car mecruru  كَانَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ قَبْلِكُمْ  car mecruru  الْقُرُونِ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اُو۬لُوا  kelimesi  كَانَ ’nin faili olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti  و ’dır. Aynı zamanda muzâftır. بَقِيَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَنْهَوْنَ  cümlesi,  اُو۬لُوا ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يَنْهَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَنِ الْفَسَادِ  car mecruru  يَنْهَوْنَ  fiiline mütealliktir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  الْفَسَادِ ’ye mütealliktir.

اِلَّا  istisna harfidir.  قَل۪يلاً  munkatı’ veya muttasıl müstesna olarak mahallen mansubdur. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  قَل۪يلاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası  اَنْجَيْنَا مِنْهُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اَنْجَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mef’ûlün haline mütealliktir. Takdiri,  أنجيناه منهم  şeklindedir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْجَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  ظَلَمُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اُتْرِفُوا ف۪يهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اُتْرِفُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ  car mecruru  اُتْرِفُوا  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. مُجْرِم۪ينَ۟  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. 

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُتْرِفُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  ترف ‘dir. 

اتَّبَعَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

مُجْرِم۪ينَ۟  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ

 

فَ , istînâfiyedir. Şart harfi  لَوْلَٓا , tahdid (تحضيض ) ifade eder. هلّا  manasındadır. Tevbih manasına gelmiştir. Şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen mütekellimin tevbih amacına işaret eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Bu; tahdid (bir şeyin yapılmasını sertçe istemek) manasındadır. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir. 

لَوْلَا , tahdîd (teşvik), pişmanlık, teessüf ve hasret ifade eder, “keşke bunu yapsalardı da başlarına gelen gelmeseydi” manası taşır. “Kulların başına gelen bu musibetin onları üzmesi, perişan etmesi” manasındadır. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 358)

لَوْلاَ  ‘meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya’  manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak ‘teşvik’ anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.’ Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

Bu harf hep maziye dahil olur ve pişmanlığa delalet eder. Sanki muhatabın yaptığı işe pişman olmasını ister. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin tam fiil olduğu cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنَ الْقُرُونِ  ve  مِنْ قَبْلِكُمْ  car-mecrurları konudaki önemlerine binaen fail olan  اُو۬لُوا ’ya takdim edilmişlerdir. 

Müsnedün ileyh olan  اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ , az sözle çok anlam ifade yollarından olan izafetle gelmiştir.

اُو۬لُوا ‘un muzafun ileyhi olan  بَقِيَّةٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.

يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ  cümlesi, اُو۬لُوا  için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اِلَّا  istisna harfi, قَل۪يلاً  müstesnadır. قَل۪يلاً ‘deki nekrelik kıllet ifade eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , harfi cerle  قَل۪يلاً  ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَنْ ’in sılası olan  اَنْجَيْنَا مِنْهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْجَيْنَا  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ - مُجْرِم۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Ayetteki  اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ  deyimi, “fazilet ve hayır sahipleri” manasınadır. Fazilet ve cömertlik,  بَقِيَّةٍ  diye isimlendirilmiştir. Çünkü insan, elde ettiği şeylerin en kıymetlisini ve en üstününü geride bırakmak ister. Dolayısıyla bu lafız, cömertliği ifade eden, bir darb-ı mesel haline gelmiştir. 

Falan kişi  بَقِيَّةٌ  sahibidir demek; o kişi yüksek fazilet, din ve şer’i ilim sahibidir demektir. Yani burada kasıt peygamberler değildir. Fakat yine peygamberlere tabi olunarak ve onların getirdikleri yasaların uygulanmasıyla kavimlerinin yeryüzünde fesat çıkarmalarının önlenmesi istenmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

 بَقِيَّةٍ  kelimesi; fazilet ve hayır anlamına geldiği gibi akıl ve içtihat anlamına da gelmektedir. Burada bakıyye sahipleri, kendi nefislerini Allah'ın gazabından ve azabından koruyanlar, O'nun azabından korkup dinmesini bekleyenler olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s- Selîm)  

Ayetteki  مِمَّنْ أنْجَيْنا مِنهُمْ  ifadesi cümlede îcâz-ı hazif olduğuna delalet eder. Takdiri ise  فَكانُوا يَتُوبُونَ ويُقْلِعُونَ عَنِ الفَسادِ في الأرْضِ فَيَنْجُونَ مِن مَسِّ النّارِ الَّذِي لا دافِعَ لَهُ عَنْهم  (Böylece tövbe edip yeryüzünde bozgunculuk yapmayı bırakırlarsa, kendisine karşı hiçbir koruyucuları olmayan ateşin azabından kurtulurlardı) şeklindedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Ayetteki istisna, istisna-i munkatı’dır. Kelamın manası, “Fakat önceki nesiller arasında kurtardığımız pek az bir kısım fesattan vazgeçirmeye çalıştılar; onların dışındakiler ise bu nehyi terk ettiler.” şeklinde olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 


وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ

 

Ayet, takdiri  فما نهوا عن الفساد  (Onların fesadına engel olan nedir?) olan mukadder istinafa  وَ ‘la atfedilmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اتَّبَعَ  fiilinin faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  ظَلَمُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması sözü geçenleri tahkir amacına matuftur.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اُتْرِفُوا ف۪يهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Burada sülasi bir fiil olan  تبع  değil, mübalağa ifade eden  اتبع  fiili zikredilmiştir.

وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ  ifadesinde istiare sanatı vardır. İçinde bulundukları refah, şımarıklık, tabi olmak fiiline isnad edilerek bir şahsa benzetilmiştir. Şımarıklık, kendilerini her taraftan kuşatmış, bütünüyle akıllarına galebe çalmış olması sebebiyle emri dinlenen davetçi, izinden gidilen komutan konumuna konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

ف۪يهِ  car-mecrurundaki refaha aid zamire dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen rahatlık, mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Insanın refah içinde yaşaması, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır. 

اُتْرِفُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اتبع الناس  (insanlar tâbi oldular) veya  اتبع أولئك  (onlar tâbi oldular) değil de  وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا  (zulmeden o kimseler ittibâ ettiler) buyurularak bu kişilerin bu fiilleri, zulümlerine ilaveten yaptıklarına işaret edilmiştir. 

Kur’an-ı Kerim'de  اتْرِف  kelimesi, sadece hem dünyada hem de ahirette cezayı gerektirecek kötülükle vasıflanan durumlarda kullanılmıştır. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 359) 

وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘ la  وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. 

Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberi olan  مُجْرِم۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin devamlı olduğuna işaret etmiştir. كَان  ile gelen cümlede ism-i faile isnad, onların mücrimlik vasfını vurgulamıştır.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

كَانَ  ve  كَانُوا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

مُجْرِم۪ينَ - اُتْرِفُوا - ظَلَمُوا - الْفَسَادِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ  [Zaten onlar günahkâr idiler.] cümlesi, helak edilen eski ümmetlerin, yok edilmelerinin sebebini beyan etmektedir ki o da küfrün yanı sıra zulmün, nefsin arzularına uymanın ve kötülüklerden alıkoymamanın yaygınlık kazanmasıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s- Selîm)

Ayette aynı zamanda Müslüman olup isyana bulaşan kimseler için de bir ibret ve öğüt vardır, çünkü onlar da kendi nefislerine bu yolla zulmetmekten beri (uzak) değillerdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Yine bu cümlede başka bir îcâz-ı hazif sanatı daha vardır. Takdiri ise  فَحَقَّ عَلَيْهِمْ هَلاكُ المُجْرِمِينَ  (mücrimler için helak, hak olmuştur.) şeklindedir. İşte bu şekilde kendisinden sonra gelen وما كانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ القُرى بِظُلْمٍ ayet-i kerimesi için uygun zemin oluşturulmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)