وَكُلاًّ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكُلًّا | her şeyi |
|
2 | نَقُصُّ | anlatıyoruz |
|
3 | عَلَيْكَ | sana |
|
4 | مِنْ | -nden |
|
5 | أَنْبَاءِ | haberleri- |
|
6 | الرُّسُلِ | Peygamberlerin |
|
7 | مَا | olan |
|
8 | نُثَبِّتُ | sağlamlaştıracak |
|
9 | بِهِ | onunla |
|
10 | فُؤَادَكَ | kalbini |
|
11 | وَجَاءَكَ | ve sana gelmiştir |
|
12 | فِي |
|
|
13 | هَٰذِهِ | bunda |
|
14 | الْحَقُّ | bir hak |
|
15 | وَمَوْعِظَةٌ | ve bir öğüt |
|
16 | وَذِكْرَىٰ | ve bir uyarı |
|
17 | لِلْمُؤْمِنِينَ | mü’minler için |
|
وَكُلاًّ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلاًّ kelimesi نَقُصُّ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Tenvini mahzuf olan muzâfun ileyhinden ıvaz içindir.
نَقُصُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. عَلَيْكَ car mecruru نَقُصُّ fiiline mütealliktir. مِنْ اَنْبَٓاءِ car mecruru كُلاًّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الرُّسُلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ماَ müşterek ism-i mevsûl كُلاًّ ’den bedel olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası نُثَبِّتُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
نُثَبِّتُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. بِه car mecruru نُثَبِّتُ fiiline mütealliktir. فُؤٰادَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُثَبِّتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ثبت ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. اَنْبَٓاءِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. جَٓاءَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي هٰذِهِ car mecruru الْحَقُّ ’nun mahzuf haline mütealliktir. الْحَقُّ muahhar fail olup damme ile merfûdur.
مَوْعِظَةٌ atıf harfi وَ ’la الْحَقُّ ’ya matuftur. ذِكْرٰى atıf harfi وَ ’la الْحَقُّ ’ya matuf olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdir. لِلْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru ذِكْرٰى ’ya müteallik olup, cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلْمُؤْمِن۪ينَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكُلاًّ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘ la önceki ayetteki خَلَقَهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mazi sıygadan muzari sıygaya, müfret mütekellim zamirden azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Mef’ûl konumundaki كُلاًّ , siyaktaki önemine binaen, amili olan نَقُصُّ ‘ya takdim edilmiştir.
كُلاًّ deki nekrelik, takdiri قصص (Kıssalar) olan muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Bu tenvine ivaz tenvini denir. Hazfedilmiş muzâfun ileyh yerine gelmiştir. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
نَقُصُّ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûl olan كُلاًّ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
İsm-i mevsûl مَا ’nın sılası olan نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِه۪ car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl konumundaki فُؤٰادَكَ izafetinde فُؤٰادَ , Hz. Peygambere ait zamire muzâf olması sebebiyle şeref kazanmıştır.
نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَ [Yüreğini sağlamlaştırıyoruz.] cümlesi; endişelerini gideriyoruz, sana cesaret veriyoruz, anlamında istiaredir.
نَقُصُّ - اَنْبَٓاءِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الفُؤادُ kelimesi Arap kelamında yaygın olarak idrak için kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayette haber kelimesi yerine نَبَاَ tercih edilmiştir. Çünkü, نَبَاَ büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere نَبَاَ denmez. (Ragıb el İsfahânî, Müfredat)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, اَنْبَٓاءِ ’nin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
ف۪ي هٰذِهِ car-mecruru, جَٓاءَكَ fiiline müteallik, الْحَقُّ ise جَٓاءَكَ fiilinin failidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ف۪ي هٰذِهِ car mecruru, ihtimam için faile takdim edilmiştir.
İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada tazim ifade eder.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Maddi olmayan bir şeye işaret eden هٰذِهِ ‘deki ف۪ي harfinde zarfiyet manası dolayısıyla istiare vardır. İçi olan bir şeye benzetilen هٰذِهِ , mazruf mesabesindedir. Burada işaret edilen, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Camî, heriki durumdaki mutlak irtibattır.
جَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ cümlesinde istiare sanatı vardır. الْحَقُّ kelimesi جَٓاءَ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Hakkın bir şahıs gibi gelecek olması onun azametini, önemini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır. Aklî mecazdır.
Veya جَٓاءَ fiilinde tebei istiare vardır. Gelmek masdarı; “olmak, vuku bulmak” anlamında müstear olmuştur. Sonra bu masdardan mazi fiil türetilerek tebei istiare kurulmuştur.
مَوْعِظَةٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Tezayüf nedeniyle birbirine atfedilen وَمَوْعِظَةٌ ve وَذِكْرٰى kelimeleri, faile matuftur. Bu kelimelerdeki nekrelik tazim içindir.
مَوْعِظَةٌ - وَذِكْرٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayetle surenin sonuna gelindiğine işaret vardır. Berâat-i istihlâl sanatıdır. Belâgatın zirvesinde olan Kur’an-ı Kerim surelerinin başlangıç ve bitişleri hiçbir kelama benzemeyecek şekilde beliğdir.
حَقُّ ; tevhide, adalete ve nübüvvete delil olan aklî delillere, ذِكْرٰى ; geriye kalan diğer salih amellere, مَوْعِظَةٌ ise dünyadan nefret edip ahirete bakarak dünya hallerini çirkin görmeye bir işarettir. Yine مَوْعِظَةٌ , bu surede bahsedilen saîdlik ve şakîliğe de bir işarettir. Çünkü insanın ruhu o âlemden gelmiştir. Fakat dünyada, bedenini alabildiğine sevip bağlandığı için o âlemin hallerini unutmuştur. Binaenaleyh bu ilâhi kelam ruha, o âlemin hallerini hatırlatmaktadır. Bu sebepten ötürü, “zikr” kelimesinin, bu manaya hamledilmesi de doğrudur. Sonra burada çok enteresan şöyle bir başka incelik daha vardır: İlâhi bilgilerin (marifetullahın) mutlaka bir kabul edeni ve bir mucibi olması gerekir. Bunları kabul eden yer kalptir. Kalp, o ilâhî bilgileri ve kudsî yücelikleri kabul etmeye tam manasıyla istidadı ve kabiliyeti olmadığı sürece o delilleri dinlemeyle bir fayda elde edemez. İşte bu sebepten ötürü Hakk Teâlâ ayette, önce kalbin ıslahından bahsetmiştir ki bu, kalbin Allah yolundaki eza ve cefalara katlanması için tespiti (sağlamlaştırılması)dır. İlâhî bilgileri kabul eden kalbin halinin ıslahından sonra, peşinden, bunun mucibini (bunu icap ettiren hususu) zikretmiştir. Bu da bu surenin hakkı, mevizayı ve zikri ihtiva etmiş olmasıdır. İşte ayetteki bu tertip ve düzen, son derece güzel bir tertiptir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)