حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | حَتَّىٰ | hatta |
|
2 | إِذَا | ne zaman ki |
|
3 | اسْتَيْأَسَ | umutlarını kestiler |
|
4 | الرُّسُلُ | elçiler |
|
5 | وَظَنُّوا | ve sandılar |
|
6 | أَنَّهُمْ | kendilerinin |
|
7 | قَدْ | gerçekten |
|
8 | كُذِبُوا | yalanlandıklarını |
|
9 | جَاءَهُمْ | onlara geldi |
|
10 | نَصْرُنَا | yardımımız |
|
11 | فَنُجِّيَ | ve kurtarıldı |
|
12 | مَنْ | kimseler |
|
13 | نَشَاءُ | dilediğimiz |
|
14 | وَلَا | asla |
|
15 | يُرَدُّ | geri çevrilmez |
|
16 | بَأْسُنَا | azabımız |
|
17 | عَنِ | -ndan |
|
18 | الْقَوْمِ | topluluğu- |
|
19 | الْمُجْرِمِينَ | suçlular |
|
Hz. Âişe, âyeti şöyle yorumlamıştır: “Sıkıntılar uzayıp da yardım gecikince peygamberler kavimlerinden kendilerini yalancılıkla itham edenlerin iman edeceklerinden ümitlerini kesmişler, inanmış olanlarında kendilerini yalanlayacaklarını sanmışlardır. İşte o zaman Allah’ın yardımı gelmiştir” (Buhârî, “Tefsîr”, 12/6).
Peygamberler de insan oldukları için birtakım olaylar karşısında bazı duygulara kapılabilirler. Nitekim Bakara sûresinin 214. âyetinde de müminlerin çektikleri sıkıntı ve geçirdikleri sarsıntılar karşısında peygamberlerin buradakine benzer davranışlar sergiledikleri ifade buyurulmuştur. Ancak peygamberlerin, Allah’ın vaadinden dönmesini, söz verdiği yardımı yapmayarak onları yalancı çıkarmasını düşünmeleri mümkün değildir. Bu, onların peygamberlik vasıflarına aykırıdır. Nitekim onlar, en şiddetli sıkıntılar karşısında bile insan gücünün dayanabileceği en son merhaleye kadar dayanmışlardır. Sıkıntı ve ıstıraplar dayanılmaz bir hale geldiği, Allah’tan başka hiçbir ümit kalmadığı anda Allah’ın yardım ve zaferi yetişmiş; peygamberler ve onlara inanan müminler kurtuluşa ermiş, suçlular ise cezalandırılmışlardır.
Meâlinde “yalancı sayıldıklarını” diye çevirdiğimiz küzibû fiilindeki kıraat farklarına göre, âyetin ilk bölümünden şu mânalar anlaşılabilir:
a) “Küzibû” şeklinde şeddesiz okunduğu takdirde: 1. Nihayet peygamberler insanların, kendilerine inanacağından umudu kestikleri, halkın da peygamberlerin kendilerine yalan söylediklerini sandıkları an, onlara yardımımız gelir. 2. Nihayet peygamberler, Allah tarafından kendilerine vaad edilen yardımın geleceğinden ümitlerini kesip, insanlar karşısında yalancı durumuna düşeceklerini sandıkları sırada onlara yardımımız gelir. İnsan olmaları sebebiyle, peygamberlerin de bu tür davranışlarının olabileceğine dair İbn Abbas’tan bir rivayet aktarılmakla birlikte, bazı müfessirler, Allah’ın sözünden dönebileceğini, değil peygamberler, herhangi bir müminin bile düşünmesi mümkün değildir. Böyle bir düşünce kişiyi imandan çıkarır derler (Râzî, XVIII, 226).
b) “Küzzibû” şeklinde şeddeli okunduğu takdirde: 1. Nihayet peygamberler insanların inanacaklarından umut kestikleri ve kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını kesin olarak anladıkları zaman onlara yardımımız gelir. 2. Nihayet peygamberler, kavimlerinin iman edeceğinden umut kestikleri, inanmış olanların da inkârcılar tarafından yalanla itham edildikleri sonucuna vardıkları an onlara yardımımız gelir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 263-264
حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اسْتَيْـَٔسَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَيْـَٔسَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الرُّسُلُ fail olup damme ile merfûdur. ظَنُّٓوا fiili atıf harfi وَ ’la اسْتَيْـَٔسَ ’ye matuftur.
ظَنُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sanmak anlamında kalp fiilidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. قَدْ كُذِبُوا cümlesi, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كُذِبُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَا ’dır.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur. نَصْرُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Ayette başlangıç edatı şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b. إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118) c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَيْـَٔسَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi يأس ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُجِّيَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası نَشَٓاءُ ’dür. Îrabtan mahalli yoktur.
نَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri نحن ’dur.
نُجِّيَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُرَدُّ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. بَأْسُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنِ الْقَوْمِ car mecruru يُرَدُّ fiiline mütealliktir. الْمُجْرِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ ’nin sıfatı olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُجْرِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. حَتّٰٓى ibtidâ harfi, اِذَا şart manalı zaman zarfıdır.
Şart üslubunda gelen terkipte, müspet mazi fiil sıygasında gelerek istikrar ve temekkün ifade eden şart cümlesi اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ , aynı zamanda اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا cümlesi, şart cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olan اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا , masdar teviliyle ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned olan قَدْ كُذِبُوا cümlesi, tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
قَدْ sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa قَدْ harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كُذِبُوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
ظَنُّٓ , hem zannetti hem bildi manalarını taşıyan iki zıt anlama sahip fiillerdendir.
ظَنُّٓ kelimesi, şükür ve sevap ifade eden cümlelerde yakîn, zem ve vaîd ifade eden cümlelerde şek manası taşır. (Suyuti İtkan c.1, s.448)
Buradaki “zan”, “yakîn” yani “kesin bilme” manasınadır. Buna göre ayet, “O peygamberler, ümmetlerinin kendilerini yalanladıklarını artık bundan sonra onlardan imanın sâdır olamayacağını iyice anladılar. İşte o zaman onlara beddua ettiler. Bu durumda da Allah Teâlâ o kavimlerin üzerine köklerini kazıyan bir azap gönderdi.” demektir. Zan kelimesinin, “bilmek, iyice anlamak” manasına gelmesinin Kur'an'da örnekleri çoktur. Ya da buradaki zan, “zannetme” manasına olabilir. Ayetin tefsiri olarak zikredilen manaların en güzeli budur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَا cümlesinde istiare sanatı vardır. نَصْرُنَا kelimesi جَٓاءَ fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Yardımın bir şahıs gibi gelecek olması onun önemini, azametini artırmaktadır. Ayrıca azamet zamirine izafesi, işin büyüklüğünü tekit etmektedir. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
Veciz ifade kastına matuf نَصْرُنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olan نَصْرُ , tazim ve şeref kazanmıştır.
فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُ cümlesi, فَ ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَنُجِّيَ ve كُذِبُوا fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Mechul binada gelmiş olan نُجِّيَ fiilinin mef’ûlü olup naibiu fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan نَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Genel olarak شَٓاءَ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Sıla cümlesinin mef’ûlü mahzuftur. Mübalağa ve umum ifâde eder. Müteaddî fiilin mef’ûlünün zikredilmemesi yalnız failden sudûrunu gösterir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
وَ , istînâfiyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Naibu fail olan بَأْسُنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan بَأْسُ , tazim kazanmıştır.
الْمُجْرِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كُذِبُوا - مُجْرِم۪ينَ ve نُجِّيَ - نَصْرُنَاۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَأْسُنَا - نَصْرُنَاۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
يُرَدُّ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)