Yusuf Sûresi 111. Ayet

لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ١١١

Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ elbette
2 كَانَ ك و ن
3 فِي vardır
4 قَصَصِهِمْ onların hikayelerinde ق ص ص
5 عِبْرَةٌ ibret ع ب ر
6 لِأُولِي sahipleri için ا و ل
7 الْأَلْبَابِ akıl ل ب ب
8 مَا
9 كَانَ (bu) değildir ك و ن
10 حَدِيثًا bir söz ح د ث
11 يُفْتَرَىٰ uydurulacak ف ر ي
12 وَلَٰكِنْ ancak
13 تَصْدِيقَ doğrulanmasıdır ص د ق
14 الَّذِي kimsenin
15 بَيْنَ ب ي ن
16 يَدَيْهِ kendinden öncekinin ي د ي
17 وَتَفْصِيلَ ve açıklamasıdır ف ص ل
18 كُلِّ her ك ل ل
19 شَيْءٍ şeyin ش ي ا
20 وَهُدًى ve bir hidayettir ه د ي
21 وَرَحْمَةً ve rahmettir ر ح م
22 لِقَوْمٍ toplumlar için ق و م
23 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن
 
Peygamberlerin kıssaları gönül eğlendirici hikâyeler değil, bilâkis ibret alınacak olaylardır. Buradaki “onların kıssaları”ndan maksat, ya genel olarak peygamberlerin kıssalarıdır veya bu sûrede anlatılan Hz. Yûsuf ile babası ve kardeşlerinin kıssasıdır. Gerçekten de Hz. Yûsuf’un yaşadığı sıkıntılardan kurtulup Mısır’da yüksek bir makama gelmesinde akıl sahipleri için büyük bir ibret vardır. Ancak birinci mâna daha kapsamlıdır.
 Kur’ân-ı Kerîm insanlar tarafından uydurulabilecek bir söz değil, kendisinden önce peygamberlere indirilmiş olan Tevrat, Zebur ve İncil gibi kitapları tasdik eden ilâhî bir kitaptır (Şevkânî, III, 70). Kur’an’ın her şeyi açıklamasından maksat, dünyada var olan her şeyi açıklaması değil, insanlığın muhtaç olduğu ve ilâhî bir aydınlatma olmadan ulaşamayacağı helâl-haram, sevap-günah gibi dinî ve ahlâkî konulara dair gereken ayrıntıları vermesidir. O, hükümleriyle amel edenler için hem bir hidayet hem de rahmettir. 
 Yûsuf kıssası, iyilerle kötülerin mücadelesine, sonuçta iyilerin başarısına somut bir örnektir. Bu sebeple kıssada ders almak isteyenler için güzel ibretler vardır. Nitekim Allah Teâlâ kıssanın başlarında Yûsuf ve kardeşlerinin kıssasında, almak isteyenler için ibretler olduğunu ifade buyurmuştu (âyet 7). Burada da bütün peygamberlerin kıssalarında akıl sahipleri için alınacak ibret olduğunu bildirmektedir. Hz. Yûsuf’un kıssasından alınacak dersler şöyle özetlenebilir: 
 Sûrede Hz. Ya‘kub’un Allah’a imanı ve bu iman sayesinde musibetlere karşı gösterdiği sabır ve tevekkülü anlatılmıştır. Sevgili oğlu Yûsuf’u kurtların parçaladığı yalan haberi kendisine söylendiği zaman dahi metanetini yitirmemiş, sabretmiş ve Allah’ın yardımına sığınmıştır (âyet 18). Diğer oğlu Bünyâmin’i kardeşleriyle birlikte Mısır’a gönderdiği zaman da en hayırlı koruyucunun Allah olduğunu vurgulamıştır (âyet64). Yûsuf hakkındaki aşırı derecede üzüntüsünden dolayı oğullarının, “büsbütün helâk olacaksın” şeklindeki uyarıları karşısında o, gam ve kederini sadece Allah’a arzettiğini ifade etmiş ve oğullarına, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini, gidip Yûsuf’u ve kardeşi Bünyâmin’i aramalarını emretmiştir (âyet 86-87).
 Yine Hz. Ya‘kub, oğullarına “Mısır’a ayrı ayrı kapılardan giriniz” diye nasihat edip gelebilecek tehlikelerden korunmaları için tedbir almalarını tavsiye ettikten sonra, “Ama, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam; hüküm sadece Allah’ındır” diyerek Allah’a olan tevekkülünü göstermiştir (âyet 67).
 Hz. Yûsuf, zindandaki arkadaşlarını tevhid dinine çağırmış ve Allah’ın birliğine dair onlara çeşitli aklî deliller getirmiştir. Onun bu üslûbu güzel bir davet örneğidir. 
 Bu kıssa, bir kadının yabancı bir erkeği özel hizmetinde kullanması ve onunla baş başa kalmasının ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçlar için de bir örnek oluşturmaktadır. Nitekim Aziz’in karısının sık sık Hz. Yûsuf’la baş başa kalması kadının ona âşık olmasına yol açmıştır. İslâm, bu gibi sakıncalı durumları önlemek için kadının, halvet sayılabilecek şekilde yabancı erkeklerle bir arada bulunmasını yasaklamıştır. Fıkıhta halvet, aralarında devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının başkalarına kapalı olan bir yerde baş başa kalmalarını ifade eden bir terimdir (geniş bilgi için bk. Orhan Çeker, “Halvet”, DİA, XV, 384).
 Hz. Yûsuf, kendisiyle beraber olmak isteyen kadının çekiciliğine ve her türlü imkânı hazırlamış olmasına rağmen, velinimetine ihanet etmekten Allah’a sığınarak iffet ve sadakat örneği sergilemiştir. Daha sonraki tehditler karşısında da “Rabbim! Zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir” diyerek günah işlemektense zindana atılmayı yeğlemiştir (âyet 33).
 Hz. Yûsuf, karşılaştığı sıkıntı, zulüm ve haksızlığa rağmen sarsılmamış, Allah’a olan inanç ve güvenini yitirmemiş, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmemiştir (âyet 90). Allah Teâlâ da sabrının karşılığında ona ilim, hikmet vermiş ve Mısır’da istediği gibi tasarruf edebilecek bir makama getirmek suretiyle onu ödüllendirmiştir (âyet 56).
 Bu kıssa, Allah’ın takdirini hiç kimsenin önleyemeyeceğini göstermesi bakımından da ibret vericidir. Nitekim, kardeşlerinin Hz. Yûsuf’u kıskanmaları ve ona bunca kötülük etmeleri, onun yükselmesine engel olamamış, tam tersine buna zemin hazırlamıştır.
 Hz. Yûsuf, kendisini öldürmek isteyen ve kuyuya atan kardeşlerinden istediği gibi intikam alma imkânına sahip olduğu halde bunu yapmamış, kötülüğü iyilikle karşılamıştır. Kardeşleri onun huzurunda suçlarını itiraf ettikleri zaman, “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir” diyerek peygambere yakışır bir yücelik göstermiştir. Özü itibariyle kıssa, insanlığın serüvenine hâkim olan, insanın öz benliğinde ve sosyal hayatta sürüp giden iyi ile kötünün mücadelesinden ilginç ve etkileyici bir kesit vermektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 265-267
 

عبر Abera : عَبْرٌ lafzının asıl manası bir halden başka bir hale geçmektir. عُبُورٌ ise ya yüzerek ya geminin içinde ya devenin üzerine veyahutta köprünün üzerinde suda geçmek demektir. Ayrıca yoldan geçen yolcu anlamında عابِرُ سَبِيلٍ denmiştir. عِبارَةٌ kelimesi özellikle konuşanın dilinden dinleyenin kulağına doğru havadan uçan söz anlamında kullanılır. إعْتِبارٌ ve عِبْرَةٌ sözcükleri görünenin bilgisinden görünmeyene ulaşmaktır. تَعْبِيرٌ ise rüyaları yorumlamak anlamındadır. Zira rüya tabircisi rüyanın zahirinden batınına doğru geçer. Son olarak ta’bir kelimesi te’vilden daha dar anlamlıdır. Çünkü te’vil hem rüya hem de başka şeylerin yorumu için kullanılan bir ifadedir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ibret, ibâre, ibâret, tâbir, itibar ve mûteberdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

لبّ Lebbe : لُبٌّ kirlerden, lekelerden ve şaîbelerden arınmış hâlis akıldır. Bir görüşe göre ise günah kirinden arınmış akıldır. Dolayısıyla her lübb bir akıldır ama her akıl bir lübb değildir. Çoğulu ألْباب dır. Kuran-ı Kerim arınmış akıl sahipleri anlamında اُولُوا الأَلْبابِ tabirini kullanmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte lop sözcüğü işari olarak bu kelimeyi hatırlatmaktadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ 

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

ف۪ي قَصَصِ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عِبْرَةٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur. 

لِاُو۬لِي  car mecruru  عِبْرَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallik olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için  cer alameti  ي ’dir.  الْاَلْبَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى 

 

İsim cümlesidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.  حَد۪يثاً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. يُفْتَرٰى  cümlesi,  حَد۪يثاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

يُفْتَرٰى  elif üzere damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

يُفْتَرٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري ’dır.

İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.  

  وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ 

 

لٰكِنْ  istidrak harfidir. تَصْد۪يقَ , atıf harfi  وَ  ile  حَد۪يثاً ‘e matuftur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَيْنَ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti  يْ ‘dir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَفْص۪يلَ  atıf harfi  وَ ’la  تَصْد۪يقَ ’e matuftur. كُلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 

 

 وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

هُدًى  ve  رَحْمَةً  atıf harfi وَ  ile makabline matuftur.  لِقَوْمٍ  car mecruru  رَحْمَةً’e mütealliktir. يُؤْمِنُونَ  cümlesi,  قَوْمٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.   

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ 

 

Kasem üslubundaki terkip istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir.
Ayette kasem fiilinin mahzuf olması icaz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasem ve  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ  cümlesi, kasemin cevabıdır. كَانَ  ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪ي قَصَصِهِمْ  car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  عِبْرَةٌ , nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir. 

ف۪ي قَصَصِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen  قَصَصِ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Çünkü kıssalar zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Kıssaların konusunu teşkil eden olaylar, bir şeyin, bir kap içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

Bu ifadede tecessüm sanatı da vardır. 

لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ  car-mecruru,  عِبْرَةٌ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

اُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ  [aklı selim sahipleri] özü bozulmamış, fıtratı bozulmamış demektir. Bu kelimenin tekili tenâfürul huruf nedeniyle Kur’an’da hiç geçmemiş, onun yerine kalb, fuad veya sadr kelimelerinin çoğulu gelmiştir.

Kur’an’daki kelimeler, tenâfüru’l-hurûftan uzaktır. Bunun için Kur’an’da bazı kelimelerin çoğulu, bazılarının ise müfredi kullanılmıştır. Eğer bir kelimenin çoğulunun kullanılması gerekiyorsa ve bu çoğul kelime de fasih değilse müradifi tercih edilir. Ya da tam tersi müfredinin kullanılması gerekiyorsa ve bu müfred kelime de fasih değilse müradifi tercih edilir. Mesela  اللُبّ  kelimesi Kur’an’da sadece çoğul olarak geçer. Tekilinin gerekli olduğu yerde  القلب  kelimesi tercih edilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Akıl sahibi olmayanların bu kıssaları anlamayacağı meskutun anh olarak anlaşılır.

Bu cümlede lâzım söylenmiş, melzûm olan “ona göre hareket ederler” manası kastedilmiştir.

Bu cümlede akıl sahiplerine yapılan vurgu, akıllarını kullanmayanları tariż etmekte ve yergi amacı taşımaktadır. 

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

عِبْرَةٌ  bilinen bir taraftan, bilinmeyen bir tarafa “ubûr” etmek, geçmektir. Bundan kastedilen mana, düşünmek ve tefekkür etmektir. Ayette bahsedilen “akıl sahipleri”nden maksat, o kıssalardan ibret alıp, tefekkür edip, onları iyice düşünerek onları öğrenerek istifade eden kimselerdir. Çünkü  اُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ  tabiri, methe ve övgüye delalet eden bir ifadedir. Binaenaleyh bu övgü, ancak bahsetmiş olduğumuz manaya uygun düşer. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

Cümle istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Menfî nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)  

يُفْتَرٰى  cümlesi كَان ’nin haberi olan  حَد۪يثاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُفْتَرٰى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Amel etmeyen, muhaffefe istidrak harfi  وَلٰكِنْ ‘nin dahil olduğu  تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ  izafeti, atıf harfi  وَ ‘la haber konumundaki  حَد۪يثاً يُفْتَرٰى ‘e atfedilmiştir. Cihet-i camiâ tezattır. 

تَصْد۪يقَ  için muzâfun ileyhi olan müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası mahzuftur. Mekân zarfı  بَيْنَ يَدَيْهِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

بَيْنَ يَدَيْهِ  ifadesi, Kur'an-ı Kerim'den önce gelen semâvi kitaplardan kinayedir. Önce gelen kitaplar çok açık ve meşhur oldukları için, bunlar, Kur'an'ın önünde manasına gelen  بَيْنَ يَدَيْهِ  sözüyle ifade edilmişlerdir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Al-i İmran/3) ) 

وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ve  تَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ  terkipleri ile هُدًى  kelimesi, تَصْد۪يقَ ’ya atfedimiştir. Bu atıflarda cihet-i câmia tezayüftür.

لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  car-mecruru, رَحْمَةً ‘e mütealliktir.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُؤْمِنُونَ  cümlesi de  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Ayetteki muzari fiiller, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَصْد۪يقَ  ile  تَفْص۪يلَ  ve  رَحْمَةً  kelimeleri, bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Kur’an’ın tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve rahmet  özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

هُدًى  ile  رَحْمَةً  ve  شَيْءٍ  kelimelerindeki nekrelik, kesret, nev ve tazim ifade eder.

يُفْتَرٰى - تَصْد۪يقَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  كَانَ - مَا كَانَ  arasında ise tıbâk-ı selb vardır.

قَصَصِهِمْ - حَد۪يثاً  ile  هُدًى - رَحْمَةً  ve  اُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ - يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Yusuf Suresi, Kur’ân’la ilgili ayetlerle başlamış, yine Kur’ân’la ilgili ayetlerle sona ermiştir. Surenin başı ile sonu arasındaki bu anlam bütünlüğü teşâbüh-i etraf sanatıdır.

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, surenin genelinde olduğu gibi duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Kur’an-ı Kerim’in bütün surelerinde olduğu gibi Yusuf Suresinin de son ayetleri hüsn-i intihâ sanatının mükemmel örneğidir.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi)