يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُوسُفُ | Yusuf |
|
2 | أَيُّهَا | ey |
|
3 | الصِّدِّيقُ | çok doğru söyleyen |
|
4 | أَفْتِنَا | bize bilgi ver |
|
5 | فِي | hakkında |
|
6 | سَبْعِ | yedi |
|
7 | بَقَرَاتٍ | ineği |
|
8 | سِمَانٍ | semiz |
|
9 | يَأْكُلُهُنَّ | yiyorlar |
|
10 | سَبْعٌ | yedi |
|
11 | عِجَافٌ | zayıf (inek) |
|
12 | وَسَبْعِ | ve yedi |
|
13 | سُنْبُلَاتٍ | başak |
|
14 | خُضْرٍ | yeşil |
|
15 | وَأُخَرَ | diğeri de |
|
16 | يَابِسَاتٍ | kuru |
|
17 | لَعَلِّي | umarım ki |
|
18 | أَرْجِعُ | dönerim |
|
19 | إِلَى |
|
|
20 | النَّاسِ | insanlara |
|
21 | لَعَلَّهُمْ | onlar da |
|
22 | يَعْلَمُونَ | bilirler |
|
يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan يُوسُفُ müfred alem olup damme üzere mebni, mahallen mansubdur. اَيُّ , münada olan يُوسُفُ 'dan bedel olarak mahallen mansubdur. هَا tenbih harfidir. الصِّدّ۪يقُ münadadan sıfat veya atf-ı beyan olup damme ile merfûdur. Nidanın cevabı اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ ‘dir.
اَفْتِنَا illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي سَبْعِ car mecruru اَفْتِنَا fiiline mütealliktir. بَقَرَاتٍ muzâfun ileyh olup cer alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri , في رؤيا سبع şeklindedir. سِمَانٍ kelimesi بَقَرَاتٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. يَأْكُلُهُنَّ cümlesi, بَقَرَاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يَأْكُلُهُنَّ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سَبْعٌ fail olup damme ile merfûdur. عِجَافٌ kelimesi سَبْعٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur. سَبْع سُنْبُلَاتٍ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
خُضْرٍ kelimesi سُنْبُلَاتٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. اُخَرَ atıf harfi و ‘la سَبْعَ سُنْبُلَاتٍ ‘ye matuftur. يَابِسَاتٍ kelimesi وَاُخَرَ ‘ın sıfatı olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzafsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur.
Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred ve fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الصِّدّ۪يقُ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خُضْرٍ - سُنْبُلَاتٍ - سِمَانٍ sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. لَعَلّ۪ٓي terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
ي mütekellim zamiri لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَرْجِعُ cümlesi, لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَرْجِعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘dir.اِلَى النَّاسِ car mecruru اَرْجِعُ fiiline mütealliktir.
لَعَلَّ terecci harfidir. هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَعْلَمُونَ cümlesi, لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetle önceki ayet arasında meskutun anh mevcuttur.
Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. اَيُّهَا , münada olan يُوسُفُ ‘dan bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَيُّهَا için sıfat olan الصِّدّ۪يقُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Nidanın cevabı olan اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
سِمَانٍ kelimesi بَقَرَاتٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ cümlesi de بَقَرَاتٍ için ikinci sıfatttır.
Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ ve وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ izafetleri ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ ‘e matuftur.
خُضْرٍ kelimesi سُنْبُلَاتٍ için, يَابِسَاتٍۜ ise اُخَرَ için sıfattır.
Ayette ihtibak sanatı vardır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سِمَانٍ [semizler] ile عِجَافٌ [zayıflar] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
سَبْعِ - سَبْعٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ tabirindeki yeşil renk başakların taze olmasından kinayedir.
Bu ayetteki سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍ cümlesi, 43. ayetteki ibarenin aynısıdır. Bu ayetler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr ve tekrir sanatları vardır.
Konuyu açmadan ve suali sormadan önce ona yaptığı “Ey doğru sözlü kişi” şeklindeki övgü ve arkadaşını vasıflandırma onun doğruluğu konusunda mübalağa ve berâat-i istihlâldir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir - Zuhaylî, C. VI, s. 611; Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Âlûsî de aynı şeyleri söyler ve ayrıca burada fetva soran kimsenin/müsteftînin fetva verene/müftüye tazimde bulunması gerektiğine işaret olduğunu belirtir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
45 ve 46. Ayetleri tefsîr eden Beyzâvî buradaki îcâz-ı hazfi şöyle açıklar: فَاَرْسِلُونِ ile فَاَرْسِلْ اِلَى يُوسُفَ فَجَائِهِ فَقَالَ يَا يُوسُفَ ; yani o kişi Hz. Yusuf’a gönderildi, ona geldi ve يَا يُوسُفَ dedi, demektir. Zindandan kurtulan kişinin ayetin devamında يُوسُفَ diye söze başlayarak ondan fetva sorması, daha önce Yusuf’a gönderilip onunla konuşmaya başladığına delalet ettiğinden sözü uzatmamak için bu kısım hazf edilerek asıl önemli olan şey ilk etapta zikredilmiş ve muhatabın dikkati bu yöne çekilmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. إنّ gibi isim cümlesine dahil olup, ismini nasb haberini ref eder. لَعَلَّ ’nin haberi olan اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler,Doktora Tezi)
Burada asıl temenni harfi yerine terecci harfinin gelmesi bu isteğin ne kadar şiddetli olduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ
Cümle, ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan يَعْلَمُونَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin fiil cümlesi olması hükmü takviye etmiştir.
Muzari fiiller, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Asıl üzere gelseydi لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ فَيَعْلَمُونَ şeklinde gelmesi gerekirdi. (Zerkeşi, el-Burhan, I, 62)
لَعَلّ۪ٓ kelimesinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.