سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ ١٠
| Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
|---|---|---|---|
| 1 | سَوَاءٌ | birdir |
|
| 2 | مِنْكُمْ | aranızdan |
|
| 3 | مَنْ | kimse |
|
| 4 | أَسَرَّ | gizleyen |
|
| 5 | الْقَوْلَ | sözü |
|
| 6 | وَمَنْ | ve kimse |
|
| 7 | جَهَرَ | açık (söyleyen) |
|
| 8 | بِهِ | onu |
|
| 9 | وَمَنْ | ve kimse |
|
| 10 | هُوَ | o |
|
| 11 | مُسْتَخْفٍ | gizlenendir |
|
| 12 | بِاللَّيْلِ | geceleyin |
|
| 13 | وَسَارِبٌ | ve görünendir |
|
| 14 | بِالنَّهَارِ | gündüzün |
|
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
İsim cümlesidir. سَوَٓاءٌ mukaddem haber olup damme ile merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru مستو manasında سَوَٓاءٌ ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَسَرَّ الْقَوْلَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَسَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْقَوْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ atıf harfi وَ ile önceki ism-i mevsûle matuf olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَهَرَ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir هو ‘dir.
جَهَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِه۪ car mecruru جَهَرَ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ مُسْتَخْفٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُسْتَخْفٍ haber olup, mahzuf ى üzerine mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.
بِالَّيْلِ car mecruru مُسْتَخْفٍ ’ye mütealliktir. سَارِبٌ atıf harfi وَ ’la مُسْتَخْفٍ ’e matuftur. بِالنَّهَارِ car mecruru مُسْتَخْفٍ ’e mütealliktir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسَرَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi سرر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُسْتَخْفٍ ; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
سَارِبٌ ; sülâsî mücerredi سرب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
سَوَٓاءٌ mukaddem haber, مَنْ muahhar mübtedadır.
مِنْكُمْ car-mecruru, eşittir, aynıdır manasında gelmiş olan سَوَٓاءٌ ‘daki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sıla cümlesi olan اَسَرَّ الْقَوْلَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Birinciye tezat nedeniyle atfedilen ikinci ism-i mevsûlün sılası olan جَهَرَ بِه۪ de aynı üslupta gelmiştir.
Yine birinciye matuf olan üçüncü ism-i mevsûlün sılası olan هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَارِبٌ , tezat nedeniyle haber olan مُسْتَخْفٍ ’e atfedilmiştir.
Müsned olan سَارِبٌ ve مُسْتَخْفٍ kelimeleri, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اَسَرَّ الْقَوْلَ cümlesiyle جَهَرَ بِه۪ cümlesi ve هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ cümlesiyle وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
سَارِبٌ - جَهَرَ ve مُسْتَخْفٍ - اَسَرَّ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَسَرَّ - جَهَرَ ve بِالَّيْلِ - بِالنَّهَارِ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab, مُسْتَخْفٍ - سَارِبٌ kelimeleri arasında tıbak-ı hafiy sanatı vardır.
مَنْ ‘in tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
İnsanlar önce eşitlikte birleştirilmiş, sonra sözü açıkça söyleyenler, gizleyenler ve geceyle gizlenenler ve gündüzle ortaya çıkanlar şeklinde sınıflandırılmıştır. Bu cem' ma’at-taksim sanatıdır.
Ayette ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Sizden sözü gizleyen ile açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüz ortaya çıkan eşittir.] ifadesine, Allah Teâlânın ilminin herşeyi kuşattığı manası dercedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.
Burada muḳabele sanatına idmâc edilmiş bir mübalağa söz konusudur. Zira kullar için gizli sözle gizli olmayanın, gece gizlenenle gündüz ortaya çıkanın aynı olması mümkün değildir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Ayetteki سَوَٓاءٌ kelimesi, iki kişiyi gerektirir. سَوَٓاءٌ masdardır; ذُو سَوَاءٍ “eşit olan, eşitlik sahibi” manasındadır. Bunun, ism-i fail olarak müstevî anlamında olması da muhtemeldir. Bu duruma göre burada bir takdir yapmaya gerek yoktur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
“İnsan, ister karanlıklar içinde gizlenmiş olsun isterse açıkça yollara düşmüş olsun; Allah Teâlâ bütün bu durumların hepsini ihata etmiş olarak bilir.” şeklindedir. İbni Abbas: “Bu, Allah kalplerin gizlediğini ve lisanların açıkça söylediğini bilir.” manasındadır derken, Mücahid: “Allah, gecenin karanlıkları içinde kötülüklere yönelen kimseyi de bilir, yine gündüzün ortasında bunları işleyen kimseyi de bilir.” demektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Allah, bundan önce bütün yaratılış aşamalarında insanın bütün hallerini bildiğini ve ilminin, gizli âlemi de açık âlemi de kuşattığını beyan buyurduktan sonra burada da insanların yaptıkları bütün fiilleri ve sözleri de bildiğini ve Kendi ilmine göre açık ile gizli arasında fark bulunmadığını beyan etmektedir.
Ayette gizli ve saklının önce zikredilmesi, O'nun sonsuz ilmini izhar etmek içindir. Yani sanki Allah, gizli ve saklı olan şeyleri açık olanlardan önce bilmektedir. Yoksa yukarıda belirtildiği gibi hakikatte O'nun ilmine göre hepsi eşittir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)