اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | الَّذِي | odur ki |
|
3 | رَفَعَ | yükseltti |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
5 | بِغَيْرِ | olmadan |
|
6 | عَمَدٍ | bir direk |
|
7 | تَرَوْنَهَا | görebileceğiniz |
|
8 | ثُمَّ | sonra |
|
9 | اسْتَوَىٰ | istiva etti |
|
10 | عَلَى | üzerine |
|
11 | الْعَرْشِ | Arş |
|
12 | وَسَخَّرَ | ve boyun eğdirdi |
|
13 | الشَّمْسَ | güneşi |
|
14 | وَالْقَمَرَ | ve ay’ı |
|
15 | كُلٌّ | her biri |
|
16 | يَجْرِي | akıp gitmektedir |
|
17 | لِأَجَلٍ | bir süre için |
|
18 | مُسَمًّى | belirli |
|
19 | يُدَبِّرُ | düzenliyor |
|
20 | الْأَمْرَ | işi(ni) |
|
21 | يُفَصِّلُ | açıklıyor |
|
22 | الْايَاتِ | ayerleri |
|
23 | لَعَلَّكُمْ | böylece |
|
24 | بِلِقَاءِ | karşılaşacağınıza |
|
25 | رَبِّكُمْ | Rabbinizle |
|
26 | تُوقِنُونَ | kesin olarak inanırsınız |
|
“Gökler” anlamına gelen semâvât kelimesi yıldızların, güneş sistemlerinin ve galaksilerin kendi yörüngelerinde seyrettikleri uzayı ifade eder. Yüce Allah burada bir tabiat kanununa işaret etmekte, gökyüzündeki bu cisimleri bizim görebileceğimiz bir direk olmaksızın kudretiyle yükseltip yönettiğini haber vermektedir. O, bu büyük kütleleri uzay boşluğunda hareket eden bir sisteme bağlamış, bunları birbirinden uzak tutmak ve birbirine çarpmamalarını sağlamak için bu kütlelere merkezkaç kuvveti ve kütlesel çekim gücü yerleştirmiş, böylece bir denge sağlamak suretiyle bunların sonsuz olarak birbirlerinden uzaklaşmalarını veya birbiri üzerine düşmelerini önlemiştir. Nitekim Hac sûresinin (22) 65. âyetinde Allah Teâlâ “Kendi izni olmadıkça yer kürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan da O’dur” buyurarak bu cisimler arasındaki ilâhî nizama işaret etmiştir (bu konuda bk. Bakara 2/22, 29, 164; Allah’ın arşa istivâ etmesi konusunda bilgi için bk. A‘râf 7/54).
Âyette Allah’ın güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdiği, bunları kullarının hizmeti için yarattığı, her birinin belirlenmiş bir vakte yani kıyamete kadar akıp gideceği bildirilmektedir (güneş ve ayın hareketleri hakkında bilgi için bk. Yâsîn 36/38-40). Yukarıda da belirtildiği üzere bu cisimler durağan değil hareket halinde bir sisteme bağlı bulunmaktadır. Ay dünya çevresinde, dünya güneş çevresinde, güneş ise uydularıyla birlikte bir sistem olarak kendi yörüngesinde belirli bir süreye kadar akıp gidecektir. Bu ifade dünyanın hatta yaratılmış âlemin sonlu olduğuna işaret eder. Ayrıca âyet bütün olarak evrendeki oluşum ve değişimlerin, bunlarla ilgili “tabiat kanunları” denilen yasaların tabiatın özünden kaynaklanmayıp Allah’ın sonsuz ilim, irade, kudret ve hikmetinin eserleri olduğunu da gösterir. “İşleri Allah düzenliyor” meâlindeki cümle bunu açıkça ifade etmektedir. Bütün bunlar Allah’ın kudretini gösteren alâmetlerdir. Allah bunları açıklıyor ki insanlar onun kudretini tanısın ve evreni yaratıp yöneten Allah’ın insanları öldükten sonra diriltip huzurunda toplayabileceğine ve dünyada yaptıklarından hesaba çekebileceğine kesin olarak iman etsinler.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 271
اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası رَفَعَ السَّمٰوَاتِ ’dır.Îrabdan mahalli yoktur.
رَفَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
السَّمٰوَاتِ mef’ûlün bih olarak kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.
بِغَيْرِ car mecruru السَّمٰوَاتِ ’ın mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, خالية عن عمد (kasıtlı olarak onsuz) şeklindedir.
غَيْرَ nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre اِلَّا gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ ’nın اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır.
اِلَّا edatından sonra gelen müstesna için zikredilen kuralların tamamı غَيْرُ için de geçerlidir. Yalnız اِلَّا ’dan sonra gelen müstesnanın alması gereken îrabı غَيْرُ edatının kendisi alır. Yani اِلَّا ’dan sonraki müstesna mansub ise غَيْرُ kelimesi mansub, merfû ise غَيْرُ merfû, mecrur ise غَيْرُ mecrur olur.
Bu edat isim olduğundan dolayı muzâftır. Bundan sonra gelen kelime muzâfun ileyhtir ve daima mecrurdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَمَدٍ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
تَرَوْنَهَا fiili السَّمٰوَاتِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.
تَرَوْنَ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
İşte Allah, onlara böyle direksiz ve dayanaksız olarak kendi yörüngelerinde ve o kadar yükseklerde hareket kabiliyeti verip, size de gösteren kadir-i mutlaktır. Bu manadaki تَرَوْنَهَا zamir “direksiz göklere” racidir. Ve cümle bir yan cümleciktir. Onun için üzerinde vakıf evladır. Burada bir cim secavendi vardır. Göklerin yükseltilmesi görünmez direklerle değil, gerçekte ve gözlemde görüldüğü gibi direksiz olarak doğrudan doğruya Allah'ın kudretine dayalı bulunmaktadır ve kudretin sonsuzluğunu ispat etmektedir. (Elmalılı)
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَوٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. عَلَى الْعَرْشِ car mecruru اسْتَوٰى fiiline müteallıktır.
اسْتَوٰى fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الشَّمْسَ mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.
الْقَمَرَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
سَخَّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ
Cümle سَخَّرَ ’deki mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâfun ileyh hazf edilmiştir. Takdiri, كلّ كوكب şeklindedir.
يَجْر۪ي cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَجْر۪ي elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لِاَجَلٍ car mecruru يَجْر۪ي fiiline müteallıktır.
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ
يُدَبِّرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْاَمْرَ mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.
يُفَصِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْاٰيَاتِ mef’ûlün bih olarak kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.
يُدَبِّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi دبر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. بِلِقَٓاءِ car mecruru تُوقِنُونَ fiiline müteallıktır.
رَبّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُوقِنُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
تُوقِنُونَ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُوقِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi يقن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca isnadın Allah’a olması karinesiyle haberin mevsûlle marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat babında hakiki kasrdır.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası رَفَعَ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
“Semavatın direksiz olarak yükseltilmesi” ifadesi, Allah’ın kudretinden istiaredir.
عَمَدٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
تَرَوْنَهَا kelimesi السَّمٰوَاتِ ’nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Ne kadar dikkat çekicidir ki ayette göklerin direksiz yükseltildiği mekanik olgudan ilâhi kudrete bir delil gösterildikten sonra, bir de تَرَوْنَهَا (görüyorsunuz, gördüğünüz gibi) buyurulmuştur. Gerek halkın sıradan temaşa ve gözlemlerindne gerek fen ehlinin ve uzmanların rasathanelerden ve dev aletlerle yaptıkları gözlemlerin hepsini içine alan bu “rüyet” fiilinin, bu “görüyorsunuz veya görüp duruyorsunuz” cümlesinin burada belâgatlı bir tenbihi ifade ettiği açıkça ortadadır. Bununla uzayı gözleyip, araştırmak için vahiy gözetmeyerek rasat ve rüyetin esas alınması hususuna da ayrıca tenbih olunmuştur. Kâinatın mekanik özelliği karşılığında bir de ruh ve şuur olayları bulunduğuna dikkat çekilerek âfak (insanın dışındaki alem) ile enfüs (insanın kendi alemi) arasındaki ilişkiler hatırlatılmış ve dolayısıyla Hakk'ın varlığına şahitlik eden delillerin yalnızca mekanik ilişkilerdeki sırlarla değil, asıl bu ruhsal ilişkiler ile tecelli edeceği anlatılmış ve “sonra arş üzerine hakim oldu” kavramına bir giriş olmak üzere, kudret-i ilâhiyyenin âfak (dışta) ve enfüsteki (içteki) etki alanı üzerinde düşündürmek için bir hazırlık yapılmıştır. (Elmalılı)
ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile öncesine atfedilen ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ ibaresinde istiare vardır. Çünkü gerçek anlamda istiva ile sadece yükselen-alçalan, doğrulan-eğrilen cisimler nitelenir.
Buradaki istiva ile bir mahal ve mekânı işgal etmek değil de “kudret ve saltanat bakımından hakim olmak” anlamı kastedilmiştir. Bu ifade, “falanca kral krallığının tahtına kuruldu; buyruk-yasak kürsüsüne malik oldu” anlamında “falanca kral, kraliyet tahtına oturdu/kuruldu” denmesi gibidir. (“Arş üzerine istiva etti.” sözü, “Tahta oturdu, tahta geçti, tahta kuruldu.” anlamında temsilî istiaredir. Allah Teâlâ’nın varlıkların bizzat yönetimini ve murakabesini elinde bulundurması hali, kralın tebaasını yönetmek üzere tahta geçip oturması durumu ile temsil edilmiştir.) (Allah Teâlâ’nın) -gerçekte üzerine oturacağı tahtı ve el ile işaret edilecek (şekilde maddi yapıda) yüksek bir yeri bulunmasa da -bu şekilde (arşı olmakla) nitelenmesi güzel olmuştur. (Şerîf er-Radî)
“O Rahman arşa istiva etmiştir.” Burada اسْتَوٰى (istiva etti) sözcüğünün akla gelen ilk anlamı oturmaktır. Ancak bu, İslam inancına zıttır. Çünkü oturma, Allah’ın cisim olmasını ve bir mekân edinmesini gerektirir. Bundan dolayı burada sözcüğün uzak anlamı kuşatmak, istila etmek kastedilmiştir. Ayette istiva sözcüğünden önce veya sonra yakın ya da uzak anlamına delalet eden bir karine (ipucu) zikredilmediği için burada tevriye-i mücerrede vardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ ibaresinde yer alan عَرْشِ, hakimiyetle/mülkle eş anlamlı olan Melik’in tahtıdır. عَرْشِ kelimesini, مُلك kelimesinin yerine kinaye olarak kullanmışlar ve şöyle demişler: “Falanca arşa istiva etti” derken mülkü/hakimiyeti ele geçirdi demek istiyorlar, her ne kadar söz konusu kişi (şeklen/ gerçekten) tahta oturmamış da olsa… Gerçi tahta oturması, hakimiyeti sembolize etmesi açısından daha bariz, daha basit ve durumu daha açıklayıcıdır. Ama tahta oturma olgusu, eyleme dönüşmese de اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ tabiri hakimiyeti sembolize eder.
Zemahşerî meseleyi daha açık hale getirmek için özetle şunları söyler:
Nasıl eli açık ibaresi cömertlik; eli bağlı/kapalı ifadesi cimrilik için kullanılıyorsa burada da buna benzer bir durum geçerlidir. Nitekim bu ifadeler kimin için kullanılırsa kullanılsın akla cömertlik ve cimrilik gelir. Hatta hiç eli olmayan biri için bile eli açık ya da eli bağlı / kapalı deriz ve söylediğimizden cömertlik ve cimrilik net bir şekilde anlaşılır. (Keşşâf III. 54 ve Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşerî’nin Keşşâf’ı)
“Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istiva eden…” Görmekte olduğunuz gökleri yüksek olarak yaratan demektir. Bu da “Fili büyük yapan, sivrisineği de küçük yapan Rabbimi tenzih ederim!” kabilindendir. Yoksa gökleri önce yarattı, sonra onları yükseltti, anlamında değildir.
Allah'ın, Arş'a istiva etmesi, korumak ve tedbir ile ona hâkim olması demektir. Yahut O’nun emri Arş'a hâkim olmuştur.
Arş'a istiva, hangi manaya göre olursa olsun, ondan murat, Arş'ı icat etmeye ve yaratmaya yönelmesi demek değildir. (Ebüssuûd)
رَفَعَ السَّمٰوَاتِ cümlesine matuf olan وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Allah'ın, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirmesi, onlardan istediği hareketlerde Kendisine zeki ve itaatli kılması demektir. (Ebüssuûd)
Burada güneşle aydan söz edilmesi, tahsis için değil, yeryüzünden bakanlar için görünüşte ilk göze çarpan önemli iki gök cismi olmalarından dolayıdır. En çok göze batan ve en büyük gibi görünen bu ikisini emri altına alınca öbürlerinin de ilâhi emre boyun eğmiş oldukları kendiliğinden anlaşılır. Nitekim hepsini içine alacak şekilde buyuruluyor ki her biri, yani o göklerin her bir bölümü, gerek güneşle ay, gerek yıldızlardan her biri ve sonuç olarak hepsi belli bir ecel için akıp gitmektedir. (Elmalılı)
الشَّمْسَ - الْقَمَرَ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ
Cümle سَخَّرَ ’deki mef’ûlün halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhteki tenkir umuma işarettir. Takdiri, كوكب (gezegen) olan muzâfun ileyh mahzuftur. (Mahmud Safî)
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.
Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
اَجَلٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette güneşin ve ayın Allah’ın buyruğu altında olması ve belli bir zamana kadar akıp gitmesi ifade edilmektedir. Ayın ve güneşin akıp gideceği zamanın belirli olduğunu ifade eden kelime مُسَمًّى ism-i mef’ûldür. Akıp gidecekleri zamanı Allah’ın belirlemesi geçmiş zamanda olmuştur. Öyle ise burada ism-i mef’ûl geçmiş zamana delalet etmektedir. (Hasan Duran, Kur’an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manası İçin Yapılan ‘Udûl Çeşitleri)
عَلَى - رَفَعَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كُلٌّ ’deki tenvin muzâfun ileyhten ivazdır. Muzâfun ileyhin mahzuf olduğuna işarettir.
İbni Abbas der ki: Yüce Allah burada “belirli bir süre” ile bunların ulaştıkları ve aşmaları söz konusu olmayan derece ve menzillerini kastetmektedir. “Belirli bir süre”nin ayın yörüngesini bir ayda, güneşin de yörüngesini bir senede dolaşması anlamında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
İbni Abbas şöyle demektedir: Güneşin, her gün bir menzili bulunmak kaydıyla yüz seksen menzili bulunmaktadır ki bu, altı ayda tamamlanır. O güneş, daha sonra yeniden, bir başka altı ay zarfında onlardan birine döner. Ayın da yirmi sekiz menzili vardır. Dolayısıyla, Cenab-ı Hakk'ın, “Her biri muayyen vakte kadar cereyan eder.” buyruğu ile bu kastedilmiş olup sözün özü şudur: Allah Teâlâ, bu yıldızların her biri için hususi bir yöne doğru hızlı veya yavaş olmak açısından hususi bir miktar ve hareket etme gücü takdir etmiştir. Durum her ne zaman böyle olursa bunlar için her an ve her dakika, daha önce bulunmayan başka bir haletin bulunması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ
Müstenefe olarak fasılla gelen, birbirini takip eden iki muzari fiil cümlesi de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cenab-ı Hakk, bu delilleri ele alınca “Her işi yerli yerinde o yönetir.” buyurmuştur. Müfessirlerden her biri bu ifadeyi, alemin hallerinden bir başka çeşidini yönetmek manasına hamletmişlerdir. Ama evlâ olan, bunu, alemin hallerinin tamamını idare etmek manasına almaktır. (Fahreddin er-Râzî)
لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Burada sanki “Bu fiilleri niçin yapıyor?” şeklinde bir soru sorulmuş da, ona cevap verilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Car mecrur بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ, amili olan تُوقِنُونَ kelimesine önemine binaen takdim edilmiştir.
لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
تُوقِنُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَبِّكُمْ izafeti onları tazim içindir.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)