وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | ve işte |
|
2 | أَنْزَلْنَاهُ | biz onu indirdik |
|
3 | حُكْمًا | bir hüküm olarak |
|
4 | عَرَبِيًّا | arapça |
|
5 | وَلَئِنِ | ve eğer |
|
6 | اتَّبَعْتَ | uyarsan |
|
7 | أَهْوَاءَهُمْ | onların keyiflerine |
|
8 | بَعْدَمَا | sonra |
|
9 | جَاءَكَ | sana gelen |
|
10 | مِنَ | -den |
|
11 | الْعِلْمِ | ilim- |
|
12 | مَا | artık yoktur |
|
13 | لَكَ | senin için |
|
14 | مِنَ |
|
|
15 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
16 | مِنْ | hiçbir |
|
17 | وَلِيٍّ | dost |
|
18 | وَلَا | ne de |
|
19 | وَاقٍ | bir koruyucu |
|
Hz. Peygamber ve yakın çevresinin Arap olması Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesinin başlıca sebeplerindendir (bilgi için bk. Yûsuf12/2); Allah her peygambere kendi kavminin diliyle hitap etmiş, vahyini onların diliyle göndermiştir ki peygamber Allah’ın emir ve yasaklarını kavmine rahatça anlatsın (İbrâhim 14/4). Kur’an’ın Arap dili ile indirilmiş olması onun sadece Araplar’a indirilmiş olduğunu ifade etmez. Nitekim bazı âyetler onun, bütün insanlığa hitap eden evrensel bir mesaj olduğunu göstermektedir (meselâ bk. Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/138; A‘râf 7/158; Sebe’ 34/28).
Bu âyette “dili Arapça olarak” değil, “hükmü Arapça olarak” denilmiştir. Hükmü dil olarak yorumlamak mümkün olmakla beraber, hakiki mânasına daha yakın olarak şöyle anlamak da mümkündür: Kur’an’da beşerî tasavvur, ihtiyaç ve kültür olarak Araplar’a hitap edilmiş, evrensel mesaja vasıta kılınan bu kültüre uygun bir kurgu yapılmıştır. Bu şekilde Araplar’ın kolayca anladıkları, içinde kendilerini buldukları, ihtiyaçlarını karşıladıkları Kur’an’ın evrensel mesajı da onlar aracılığı ile insanlığa ulaşmıştır.
Allah Teâlâ hikmetinin gereği olarak Kur’an’ı gönderip önceki kitapların bazı hükümlerini kaldırmış, bazılarını tekrarlamış, bu arada gerektiği kadar da yeni hükümler ve bilgiler göndermiştir. Bu sebeple Kur’an’dan önceki ilâhî kitapların hükümlerinden Kur’an’ın özüne ters düşen herhangi bir hükümle amel etmek câiz değildir (Bu konuda bk. Mâide 5/45).
Kur’an tercümelerinden hüküm çıkarmak isteyenlerin de metindeki mâna ve nüansların tercümede olabildiğince iyi bir şekilde aktarıldığından emin olmaları gerekir. Bunun için en azından tefsirlere bakmak ve uzmanlara danışmak kaçınılmazdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 294-295
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili اَنْزَلْنَا olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَنْزَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
حُكْماً kelimesi, اَنْزَلْنَاهُ fiilindeki gaib zamirden hal olup fetha ile mansubdur. عَرَبِياًّ kelimesi حُكْماً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. Veya ikinci hal olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعْتَ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. اَهْوَٓاءَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعْدَ zaman zarfı اتَّبَعْتَ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ ‘dir. Aid zamir هو ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْعِلْمِ car mecruru جَٓاءَكَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir: 1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar. 2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar. 3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur. 4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar. Ayette بَعْدَ başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعْتَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟
İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru وَلِيٍّ ‘e mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. وَلِيٍّ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. وَاقٍ۟ atıf harfi وَ ile makabline matuftur. Mankus isimdir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
مِنْ nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir:
a) Merfu halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) irab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاقٍ ; sülâsî mücerredi وقي fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
كَذٰلِكَ , amili اَنْزَلْنَاهُ olan mahzuf bir mef’ûlun mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَنْزَلْنَاهُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
حُكْماً kelimesi اَنْزَلْنَاهُ fiilindeki gaib zamirden hal olarak mansubdur. Takdiri; حكماً بين الناس عربياً (İnsanlar arasında Arapça bir hüküm olarak) şeklindedir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
عَرَبِياًّ kelimesi ikinci hal veya حُكْماً ’nin sıfatıdır.
Ayetin başındaki كذلك sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
Bu ayet Rad suresi 36. ayetteki والَّذِينَ آتَيْناهُمُ الكِتابَ يَفْرَحُونَ بِما أُنْزِلَ إلَيْكَ cümlesine matuftur ve itiraziyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ [Bunun gibi, onu gönderdik] cümlesinde teşbih vardır. Bu; mürsel, mücmel teşbihdir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)
حُكْماً عَرَبِياًّ (Arapça bir hüküm) tabiri ile Kur’an’ın tümünün kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü Kur’an-ı Kerim hak ile batılı birbirinden ayırt eder ve hüküm de koyar. (Kurtubî, El-Câmi’ li- Ahkâmi’l-Kur’ân)
Kur’an, hükmetmenin vasıtası olduğu için bunu iyice anlatmak için “hüküm” olarak isimlendirilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Kur’an'ın tamamı hükümlerden ibaret olmadığı halde bu vasıfla zikredilmesi, onun hükümlerine riayet etmenin ve bu hükümlerin kesin olarak muhafazasının zorunluluğunu kuvvetle ifade etmek içindir. Kur’an'ın Arapça olduğu vasfının belirtilmesi, onun eski semavi kitaplardan farklı olduğu bir yönünün de bu olduğuna işaret etmek içindir. Üstelik hikmetin gereği budur; çünkü ancak Arapça olmasıyla anlaşılması ve îcâzının idraki kolay olur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟ terkibi, kasem üslubunda gelmiştir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Kasem fiili mahzuftur. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasemle tekid edilen terkipte اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Şartın cevabı, kendisinden sonra gelen kasemin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ ibaresinde istiare sanatı vardır. اتَّبَعْتَ fiili اَهْوَٓاءَهُمْ ‘a nisbet edilerek hevaları kişileştirilmiş, arkasından gidilen, takip edilen bir lidere benzetilmiştir. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ [Sana ilim geldikten sonra] ibaresindeki ilim, vahiyden kinayedir.
جَٓاءَ fiilinin الْعِلْمِ ‘ye nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan gelme fiili ilme nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır.
Kasemin cevabı olan مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟ cümlesinde مَا , nafiyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكَ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu مِنْ وَلِيٍّ muahhar mübtedadır. مِنَ اللّٰهِ car mecruru, وَلِيٍّ ‘nin mahzuf mukaddem haline mütealliktir. Halin hzafi îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَلِيٍّ ’e tezâyüf sebebiyle atfedilmiş olan وَلَا وَاقٍ۟ ’daki nefy harfi لَا , zaiddir. Olumsuzluğu tekid için gelmiştir.
Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek, mehabeti artırarak tehditte mübalağa içindir. Bu tekrarda tecrîd, ıtnâb, iltifat ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنْزَلْنَاهُ ile مِنَ اللّٰهِ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger)/Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
وَلِيٍّ kelimesi, yardımcı, dost, koruyucu manalarını kapsayan bir kelime olduğu halde bir de وَاقٍ۟ (koruyucu) buyurulması umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.
وَلِيٍّ - وَاقٍ۟ ve الْعِلْمِۙ - حُكْماً gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَا ayette bir kez ismi mevsûl bir kez de nefy edatı olarak gelmiştir. Aralarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ cümlesi itiraziyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ Burada zamir makamında Allah kelimesinin zikredilmesi, ilâhî mehabeti arttırmak içindir. Ezherî diyor ki: "Ulûhiyet vasfı, mâbud, hâlik, râzık ve müdebbir olmak vasıflarından üstündür." (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلِيٍّ kelimesine مِنْ harfinin dahil olması umumi olarak olumsuzluğu tekid içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
الوَلِيِّ [dost] ve النَّصِيرِ (yardımcı) kelimelerinin olumsuzluğu, şartın cevabı olup cevaptan yani azap ve cezadan kinayedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
Bu gibi uyarılar, kâfirlerin umutlarını kesmek ve müminleri dinde sebata teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
لَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ [Sen onların arzularına uysa] cümlesi, hakta sebatı sağlamak için yapılan teşvik ve tahrik kabilindendir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Bakara /145)
Zuhaylî’nin açıklamasına göre burada Allah Teâlâ varsayım yoluyla “şayet onların hevalarına uyarsan” buyurdu. Yani eğer kıble Kâbe’ye döndürüldükten sonra -Beyt-i Makdis’deki kıblelerine yönelmek gibi- onların görüşlerine uyarsan ve onlara güzel görünmeye çalışırsan, Allah’a karşı sana yardım edecek, seni Allah’ın cezalandırmasından koruyup, ona engel olacak ve seni o azaptan kurtaracak kimse olmaz. Bu ayet, aslında إياك أعني واسمعي يا جارة (kızım sana söylüyorum gelinim sen anla) kabilinden Müslümanlara bir ta‘rîzdir. Aynı şekilde hak dini tanıyıp bildikten sonra dalalet ehlinin yoluna uyan ilim sahiplerine şiddetli bir tehdit vardır. Yine bu ayet, kâfirlerin ümitlerini kesip boşa çıkarmakta ve müminleri dinlerinde sebat etmeye teşvik etmektedir. Resulullah’a (sav) hitap edilmiş, ümmeti kast edilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.
3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)