İbrahim Sûresi 18. Ayet

مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ  ...

Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (ahirette) yararını görmezler. İşte bu, derin sapıklıktır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَثَلُ durumu م ث ل
2 الَّذِينَ kimselerin
3 كَفَرُوا inkar eden(lerin) ك ف ر
4 بِرَبِّهِمْ Rablerini ر ب ب
5 أَعْمَالُهُمْ işleri ع م ل
6 كَرَمَادٍ küle benzer ر م د
7 اشْتَدَّتْ savurduğu ش د د
8 بِهِ onu
9 الرِّيحُ rüzgarın ر و ح
10 فِي
11 يَوْمٍ bir günde ي و م
12 عَاصِفٍ fırtınalı ع ص ف
13 لَا
14 يَقْدِرُونَ ele geçiremezler ق د ر
15 مِمَّا şeylerden
16 كَسَبُوا kazandıkları ك س ب
17 عَلَىٰ
18 شَيْءٍ hiçbir şeyi ش ي ا
19 ذَٰلِكَ işte
20 هُوَ o
21 الضَّلَالُ sapıklıktır ض ل ل
22 الْبَعِيدُ derin ب ع د
 
Önceki âyetlerde Allah’ın birliğini inkâr edenlerin âhirette cezalandırılacağı bildirilmişti. Böyle olunca “bunların dünyada yaptıkları fakirlere yardım, misafir ağırlama ve benzeri dünya hayatında faydalı ve iyi işlerden yararlanıp yararlanamayacakları” sorusu akla gelmektedir. Yüce Allah, bu soruya cevap olmak üzere onların dünyada yaptıkları ve kazandıkları –ne kadar çok ve iyi olursa olsun– fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu kül yığınına benzeterek âhirette hiçbir değer ifade etmeyeceğini, bunun da telâfisi mümkün olmayan bir ziyan ve bir yanılgı olduğunu vurgulamıştır. Çünkü Allah insanları önce kendisine ve gönderdiği peygamberlere iman etmekle yükümlü kılmıştır. İnanmayanların dünya hayatında ortaya koydukları güzel eserler, insanlar için fayda sağlayan hizmetler değerli olmakla beraber Allah’a ve âhirete inanmadan yapıldığı takdirde karşılıkları da dünyada alınacak, âhirette sahiplerine bir fayda sağlamayacaktır. Zaten bunları yapanların da amacı dünya hayatıyla sınırlıdır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 310-311
 

مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ

 

İsim cümlesidir.  مَثَلُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِرَبِّهِمْ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri;  فيما يتلى عليكم (Size okunan şeydedir.) şeklindedir.

اَعْمَالُهُمْ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Veya  مَثَلُ ‘den bedel olup damme ile merfûdur.  كَرَمَادٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. اشْتَدَّتْ  cümlesi,  رَمَادٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  

اشْتَدَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. الرّ۪يحُ  fail olup damme ile merfûdur.  ف۪ي يَوْمٍ  car mecruru  اشْتَدَّتْ  fiiline mütealliktir.  عَاصِفٍ  kelimesi  يَوْمٍ  sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette ilki fiil cümlesi ikincisi müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اشْتَدَّتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شدد ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

عَاصِفٍۜ ; sülâsi mücerredi عصف  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ 

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَقْدِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceri ile  شَيْءٍ ‘in mahzuf haline mütealliktir. İsmi mevsûlun sılası  كَسَبُوا  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى شَيْءٍ  car mecruru  يَقْدِرُونَ  fiiline mütealliktir.  

ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

هُوَ  fasıl zamiridir. الضَّلَالُ  kelimesi,  ذٰلِكَ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  الْبَع۪يدُ  kelimesi, الضَّلَالُ ‘in sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَع۪يدُ ; sıfat-ı müşebbehedir.“Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri; ... فيما يتلى عليكم  [Size okunan şeydedir.] şeklindedir.

Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mübteda konumunda olan  مَثَلُ , müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘ye muzâf olmuştur. Muzâfun ileyh konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Misali verilen kimselerin ism-i mevsulle ifade edilmeleri tahkir amacına matuftur.

Veciz ifade kastına matuf  بِرَبِّهِمْ  izafetinde Rab isminin kafirlere aid zamire muzaf olmasında Allah’ın onlar üzerindeki nimetlerini hatırlatmak ve küfürlerinin kötülüğüne, derinliğine dikkat çekme vardır.

اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede  كَرَمَادٍ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

رَمَادٍۨ ‘deki nekrelik nev ve kesret ifade eder.

اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ  cümlesi,  رَمَادٍ  için sıfattır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اشْتَدَّتْ  fiiline müteallik  بِهِ  car mecruru, durumun onunla ilgili olduğunu bildirmek için faile takdim edilmiştir.

ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍ  [fırtınalı bir günde] ibaresinde geçen  عصف  rüzgârın şiddetle esmesidir. Zamanın onunla nitelenmesi mübalağa içindir. Tıpkı  نهاره سائم (gündüzü oruçlu) ve  ليله قائم (gecesi namazlı) sözleri gibi.  عَاصِفٍۜ  kelimesi rüzgâra değil güne isnad edilmiştir. Mecazî isnad vardır.

ف۪ي يَوْمٍ  ifadesinde istiare sanatı vardır. Zarfiye olan  ف۪ٓي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gün hakiki manada içine girilmeye müsait değildir. Gün, burada zarfa benzetilmiştir. Gün ile o günde yaşananlar arasındaki ilişki, zarfla mazruf arasındaki irtibata benzetilmiştir. Câmi, her iki durumdaki mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

Ayet-i kerimedeki  اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ  ifadesi vech-i şebeh birçok unsurdan elde edildiği için teşbih-i temsîlîdir. 

الرّ۪يحُ  deki marifelik cins içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Sibeveyhî şöyle demiştir: “Ayetin takdiri, “ve size okunanlar arasında, o kâfirlerin misâli de vardır” Ayetteki  كَرَمَادٍ  kelimesi de, mukadder bir suâlden dolayı, müstenef bir cümledir. Buna göre o soruyu soran sanki, “Onların misalleri nasıldır?” demiş de, “onların amelleri…. kül gibidir” denilmiştir. Bu ifadede, esme işi, güne nispet edilmiştir. Bu, o günün ihtiva ettiği şey, yani rüzgâr veya rüzgârlar sebebiyledir. Bu ayet aslında az önce geçen: “İnat eden her zorba ise zarara uğradı” (İbrahim, 14/15) ayeti ile ilişkilidir. Onların amelleri boşa çıkmış olacak ve kabul edilmeyecektir, demektir. Kül ise bir şeyin yanmasından sonra geriye kalandır. Şanı Yüce Allah bu ayet-i kerime ile inkâr eden kâfirlerin amellerinin misalini vermektedir. Fırtınalı bir günde şiddetli rüzgarın külü savurduğu gibi Yüce Allah ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍ  (fırtınalı bir amellerini yok edecektir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Bu mesel ile bu ameller arasındaki "vech-i şebeh" (benzeşme yönü) şudur: Şiddetli bir rüzgârın, külü her tarafa uçurup o külden herhangi bir eser ve iz kalmayacak bir biçimde, onu darmadağın etmesidir. Burada da böyledir, zira onların küfürleri, amellerini boşa çıkarmış, o amellerden onların yanında herhangi bir iz, herhangi bir eser kalmayacak bir biçimde, onların amellerini yakıp kül etmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

“Kâfirler, cehennem ateşinde karşılaşacakları azap bir yana, bir de dünyada işledikleri iyi işlerinin zayi olup boşa gitmesine ve ahirette kendilerine bir fayda vermemesine üzüleceklerdir. Allah, onların amelleri için şöyle misal vermiştir: Kâfirlerin; sadaka vermek, sıla-i rahim, ana babaya iyilik etmek gibi yaptığı iyi amellerin kıyamet gününde Allah’tan bunların sevaplarını talep ettikleri vakitte durumu, fırtınalı bir günde kuvvetli ve şiddetli rüzgârın/kasırganın savurduğu külün durumu gibidir. Dünyada yaptıkları bu amellerden hiçbir şey elde etmeye güç yetiremezler. Ancak sadece o fırtınalı günde o küllerden ne kadar toplayabilirlerse o kadarını elde edebilirler. Onların çalışmaları ve amelleri, herhangi bir temel ve bir istikamete mebni değildir. Bilakis haktan son derece uzaktır. Öyle ki bu amellerin kabul şartı olan imanı yitirdikleri için sevabını da kaybetmişlerdir.

İbn Âşûr da benzer açıklamalarla birlikte bu temsilin şöyle bir inceliği olduğunu zikreder. O da, temsil için kül birikintisine benzetmenin seçilmesidir. Çünkü kül, ilk muhatap konumundaki kâfirlerin en faziletli kabul ettikleri ve aralarında en yaygın olan misafir ağırlama amellerinin eseri idi. Öyle ki “külü çok” ifadesi onların dilinde cömertlikten kinaye olarak kullanılırdı. Dolayısıyla kâfirlere en çok güvendikleri amellerinin bile boşa çıkacağı temsil yoluyla en güzel şekilde anlatılmış olmaktadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ  ve  يَوْمٍ عَاصِفٍۜ  ifadelerinin ikisi de istiaredir. اشتداد ‘ın Arap kelamındaki asıl anlamı ‘’hızla koşmaktır.’’ Nitekim Araplar  اشْتَدَّ اَلْقَوْمُ (kavim hızla koştu) derler. Yüce Allah burada rüzgârın külü savurmadaki süratini uzun koşu yapan koşucunun süratine benzetmiştir. Diğer istiare de Allah Teâlâ’nın  ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ  [Şiddetle esen bir günde] sözüdür. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Bu kelâm, mukadder bir sualin cevabı mahiyetindedir. Sanki, peki onların sıla-ı rahim, köleleri azat etmek, fidye verip esirleri azat etmek, tehlikede olanları kurtarmak, konukları ağırlamak gibi iyi amelleri ne oldu da, sonuçları böyle kötü oldu? diye sorulmuş da buna cevap olarak denilmiş ki işte Rablerini inkâr edenlerin garip halleri şöyledir... işte onların sayılan iyi işleri, Allah'ı tanımak, O'na iman etmek ve O'na yönelmek temeli üzerine bina edilmediği için fırtına rüzgârlarının savurduğu bir kül yığınına benzetilmiştir. Yani onlar kıyamet gününde kazandıkları amellerin, mükâfat veya azabın hafifletilmesi gibi bir faydalı sonuç göremezler. Tıpkı, mezkûr kül yığını gibi yaptıkları havaya gider. Kâfirlerin, putlar adına yaptıkları amellerin korkunç cezaları da olduğu halde burada yalnız, faydalı sonuçlarını görmeyeceklerinin beyan edilmesiyle iktifa edilmesi, onların putlara karşı olan inançlarının ve Allah (c.c) katında kendilerine şefaatçi olacakları iddialarının bâtıl olduğunu sarahaten belirtmek ve bir de onlarla istihza etmek ve gazap beyan etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâli ittisâldir. 

Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)   

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا  başındaki harf-i cerle, شَيْءٍ ‘in mahzuf mukaddem haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mevsûlün sılası olan  كَسَبُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَلٰى شَيْءٍۜ  car-mecruru, لَا يَقْدِرُونَ  fiiline mütealliktir.

شَيْءٍۜ , nefy siyakında ve nekre olarak geldiği için hiçbir etkisi olmayacağı anlamına gelmiştir. Nefiy siyakında nekra selbin umumuna delalet eder. 

Bu cümle, kulun kendi fiillerini kesbedeceğine delâlet etmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)

عَاصِفٍ - الرّ۪يحُ  ve  كَفَرُوا - الضَّلَالُ  ve  كَسَبُوا - يَقْدِرُونَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.


ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafât, s. 119)

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismiyle marife olması, işaret edileni tahkir ve tevbih ifade eder. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir.  ile akıbet, elle tutulur gözle görülür maddi bir şey yerine konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ  bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. 

هُوَ , fasıl zamiridir. Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

الضَّلَالُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.  ‘Öyle bir dalalettir ki asıl sapkınlık odur’ manası vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْبَع۪يدُ  kelimesi  الضَّلَالُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

الضَّلالِ  kelimesinin البَعِيدِ  ile vasıflanması aklî mecaz olabilir. Uzak olanlar dalalette olanlardır. Yani  ضَلالًا بَعُدُوا بِهِ عَنِ الحَقِّ (Dalaletle haktan uzaklaşılır). Dolayısıyla uzaklık sebebe isnad edilmiştir.(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Bu cümle önceki cümleyi pekiştirmek, daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla ona benzer manada gelmiş, tezyîl yoluyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

الضَّلَالُ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ  şeklindeki ayetin sonu, başına uygundur. Çünkü Allah’tan başkasına ibadet etmek en büyük dalalettir. Bu üslup teşâbüh-i etrâf sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)