اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ ٩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | يَأْتِكُمْ | size gelmedi mi? |
|
3 | نَبَأُ | haberi |
|
4 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِكُمْ | sizden öncekilerin |
|
7 | قَوْمِ | kavimlerinin |
|
8 | نُوحٍ | Nuh |
|
9 | وَعَادٍ | ve Ad |
|
10 | وَثَمُودَ | ve Semud |
|
11 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | بَعْدِهِمْ | onlardan sonra gelen |
|
14 | لَا |
|
|
15 | يَعْلَمُهُمْ | onları kimse bilmez |
|
16 | إِلَّا | başka |
|
17 | اللَّهُ | Allah’tan |
|
18 | جَاءَتْهُمْ | onlara getirdi |
|
19 | رُسُلُهُمْ | elçileri |
|
20 | بِالْبَيِّنَاتِ | kanıtlar |
|
21 | فَرَدُّوا | fakat koydular |
|
22 | أَيْدِيَهُمْ | onlar ellerini |
|
23 | فِي |
|
|
24 | أَفْوَاهِهِمْ | ağızlarına |
|
25 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
26 | إِنَّا | muhakkak biz |
|
27 | كَفَرْنَا | tanımayız |
|
28 | بِمَا | şeyi |
|
29 | أُرْسِلْتُمْ | sizinle gönderilen |
|
30 | بِهِ | onunla |
|
31 | وَإِنَّا | ve biz |
|
32 | لَفِي | içindeyiz |
|
33 | شَكٍّ | bir kuşku |
|
34 | مِمَّا | şeye karşı |
|
35 | تَدْعُونَنَا | bizi çağırdığınız |
|
36 | إِلَيْهِ | ona |
|
37 | مُرِيبٍ | derin |
|
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَأْتِكُمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نَبَؤُا fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَوْمِ ism-i mevsûlden bedel olup kesra ile mecrurdur. نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَادٍ وَثَمُودَ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la قَوْمِ ‘ye matuftur. ثَمُودَ gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl atıf harfi وَ ‘la قَوْمِ ‘ye matuftur. مِنْ بَعْدِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya matuftur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَّا hasr edatıdır. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ
Fiil cümlesidir. جَٓاءَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رُسُلُهُمْ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamiri هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْبَيِّنَاتِ car mecruru رُسُلُهُمْ ‘un mahzuf haline müteallikdir.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَدُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَيْدِيَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ car mecruru رَدُّٓوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l -kavli, اِنَّا كَفَرْنَا ‘dır. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَفَرْنَا cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle كَفَرْنَا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُرْسِلْتُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُرْسِلْتُمْ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اُرْسِلْتُمْ fiiline mütealliktir. اِنَّا لَف۪ي شَكٍّ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي شَكٍّ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceri ile شَكٍّ ‘e mütealliktir. İsmi mevsûlun sılası تَدْعُونَـنَٓا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
تَدْعُونَـنَٓا fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamir نَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَيْهِ car mecruru تَدْعُونَـنَٓا fiiline mütealliktir. مُر۪يبٍ kelimesi شَكٍّ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُرْسِلْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُر۪يبٍ , sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ cümlesinde hemze, takriri istifham harfidir. Cümle menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Hz. Mûsa’nın sözleri devam etmektedir.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, soru anlamında değildir. Vaz edildiği anlamdan çıkarak kınama ve azarlama anlamına gelmesi nedeniyle mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَأْتِكُمْ نَبَؤُا cümlesinde istiare sanatı vardır. نَبَاُ kelimesi أتي fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Haberin bir şahıs gibi gelecek olması haberin önemini, azametini artırmaktadır. Ayrıca bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
اَلَمْ يَأْتِكُمْ fiilinin mef’ûlü konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِكُمْ mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَوْمِ نُوحٍ mevsûlden bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Birbirine atfedilmiş وَعَادٍ وَثَمُودَ ifadeleri, bedel olan قَوْمِ نُوحٍ ‘e atfedilmiştir. Cihet-i câmia temasüldür.
İkinci ism-i mevsûl وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ , muzâf konumundaki قَوْمِ ‘ye matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
Bahsi geçen kimselerin ism-i mevsûlle belirtilmeleri sonraki haber dikkat çekmek içindir.
Bu mevsûlün de sılası mahzuftur. مِنْ بَعْدِهِمْ car-mecruru bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
نُوحٍ - عَادٍ - ثَمُودَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَعْدِهِمْۜۛ - قَبْلِكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Haberleri gelenler, Semûd, Âd kavmi ve onlardan sonrakiler şeklinde ayrıntılanmış. Bu üslup taksim sanatı yoluyla yapılmış ıtnâbtır. Amaç daha önceki kavimlerin hallerinden ders almanın önemini vurgulamak olabilir.
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ [Sizden öncekilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin haberi size gelmedi mi?] Bu da Mûsa aleyhisselâm’ın konuşmasındandır ya da Allah'tan yeni bir söz başıdır.
وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ [Ve onlardan sonrakilerin - ki onları ancak Allah bilir -] itiraziye cümlesidir ya da makabline matuftur, لَا يَعْلَمُهُمْ de ara cümledir.
Mana da şöyledir: O kadar çokturlar ki sayılarını ancak Allah bilir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Bu kelam, ibtidai istînâftır (yeni konu başlangıcı). Hitap ألَمْ يَأْتِكم [Size gelmedi mi?] şeklindeki sorudaki muhatap olan Araplardan müşriklere yönelmiştir. Çünkü burada hitap, وَوَيْلٌ لِلْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ شَد۪يدٍۙ (İbrahim/2) sözüyle endişelenmiş olan kâfirlere yöneliktir. Onlar insanlar içinde en endişeli olanlardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasrla tekid edilmiş muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, fiil ve fail arasındadır. يَعْلَمُهُمْ maksur/sıfat, اللّٰهُ maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ [Ve onlardan sonrakilerin – ki onları ancak Allah bilir-] ya itiraziye cümlesidir ya da وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ şeklindeki makabline matuftur, لَا يَعْلَمُهُمْ de ara cümledir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ
Fasılla gelen cümle, نَبَؤُا için tefsiriyyedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Aynı üslupta gelen فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَأْتِكُمْ - جَٓاءَتْهُمْ ve اَيْدِيَهُمْ - اَفْوَاهِهِمْ gruplarındakı kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ ; cümlesinde fiil müennes olarak gelmiştir. Çünkü bir cümlede fail âkil, cem’i müzekker-i gayr-i salim veya cem’i müennes-i gayr-i salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)
Ebû Ubeyde der ki: Bu bir darbı meseldir. فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ cümlesi peygamberlerin çağrılarını kabul etmediler, anlamındadır. Araplar bir kimse cevap vermeyip susacak olursa, ”o elini ağzına götürdü” anlamındaki tabir kullanılır, Ahfeş de böyle demiştir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l- Kur’ân)
فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ ibaresi bu ayet için ileri sürülen tevillerden birine göre istiaredir. Kimilerine göre buradaki اَيْدِيَ (eller) lafzının, ‘’elçilerin huccetleri, kavimlerine getirdikleri ve kendileriyle şeriatlarını teyit ettikleri hüccetleri ve açık deliller’’ anlamında olduğudur. Çünkü Peygamberlerin onlar üzerindeki hakimiyeti (sultan) ve onları idare etmeleri (tedbir) ancak bu sayede gerçekleşmektedir. Nitekim hakimiyet (sultan) bir çok yerde يْدِيَ (el) olarak ifade edilmiştir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
اَيْدِيَ kelimesi , أيادي manasınadır ki nimetler demektir. Yani peygamberlerin nimetlerini geri çevirdiler. Onlar da ettikleri vaazlar ve onların ağızlarına konulan hüküm ve şeriatlarla ilgili vahiylerdir. Çünkü onları yalanladılar, kabul etmediler; sanki geldiği yere geri gönderdiler. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la فَرَدُّٓوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Önceki inanmayan kavimlerin sözleridir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan كَفَرْنَا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Küfredenler, düşüncelerini müsnedi fiil olan اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi ile bildirerek inanmadıklarını ve bu durumun değişmeden böyle devam edeceğini sert ve kesin bir dille belirtmişlerdir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle كَفَرْنَا fiiline mütealliktir. Sıla cümlesi olan اُرْسِلْتُمْ بِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُرْسِلْتُمْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اُرْسِلْتُمْ - رُسُلُهُمْ kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bundan maksat, Hz. Mûsa’nın, kendinden önceki kavimlerin helakini hatırlatarak kavmini korkutmasıdır. Bunun, geçmiş ümmetlerin durumlarını onlara anlatmak için Allah tarafından gelen ve ifadesini Hazret-i Musa’nın dilinde bulan bir hitap olması da mümkündür ki bundan murad da, geçmiş ümmetlerin hallerini öğrenmekle bir ibretin tahakkuk etmesidir. Her iki manaya göre de, bu maksat vardır. Fakat çoğu alimler bunun, bizzat Hz. Muhammed (s.a.v)’in ümmetine bir hitap olduğu kanaatindedir.
وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. Önceki inanmayan kavimlerin sözlerinin devamıdır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu لَف۪ي شَكٍّ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
لَف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
شَكٍّ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle شَكٍّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mevsûlün sıla cümlesi olan تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُر۪يبٍ kelimesi شَكٍّ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُر۪يبٍ - شَكٍّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَدْعُونَـنَٓا - رَدُّٓوا kelimelerinde tıbâk-ı hafîy sanatları vardır.
شَكٍّ kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
ر۪يبٍ kelimesi Arapçada her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphelerin genel ismidir. Sadece şüphe veya kuşku ile tercüme edilemez. Kaldı ki Arapçada kuşkuyu ifade eden veya kesinlik arzetmeyen bir şeyi belirten başka kelimeler de vardır. Şüphe ve şek gibi.
شبه kelimesi; benzemek anlamındadır. Benzemek ihtimali ikiden fazla olduğu zaman şüphe kelimesi kullanılır.
شَكّ kelimesi; Bir şeyin ikiye ayrılması veya iki adet olmasıdır. Dolayısıyla ihtimaller ikiye indiğinde bu kelime kullanılır.
ريب kelimesi; Kur’an’da 17 yerde geçen bu kelime, ya “Kur’an” ya da “yeniden diriliş” konusunda zikredilmiştir. Semantik alanı içerisinde “endişe, korku, tasa, ihtimal, şüphe, şek, kaygı, vesvese, zan, tahmin” vs. gibi her türlü belirsizliğin, kararsızlığın genel adıdır. Yani “yakîn (kesin gerçek)” kavramının tam anlamıyla zıttıdır. Durum böyle olunca ريب ’in olumsuz hali olan “لا ريب ” ile “yakîn” eş anlamlıdır. Şu halde ريب, yakîn (kesin gerçek) olmayan her şeyi ifade ederken لا ريب ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamındadır. Burada ihtimal bire inmiş gibi görünse de o artık ihtimal değil gerçeğin kendisidir. (İsmail yakıt, “Semantik Analizler Işığında Kur'an'da ‘Reyb’ ve ‘Yakîn’ Kavramları”, KADER Kelam Araştırmaları Dergisi, 1/2 (Ocak 2009))