Hicr Sûresi 3. Ayet

ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ  ...

Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَرْهُمْ bırak onları و ذ ر
2 يَأْكُلُوا yesinler ا ك ل
3 وَيَتَمَتَّعُوا ve eğlensinler م ت ع
4 وَيُلْهِهِمُ ve onları oyalasın ل ه و
5 الْأَمَلُ arzu ا م ل
6 فَسَوْفَ yakında
7 يَعْلَمُونَ bileceklerdir ع ل م
 
“Bırak onları…” buyruğu, Hz. Peygamber’in artık inkârcıları uyarmaktan vazgeçmesini, tebliğ görevini terketmesini öngören bir emir olarak anlaşılmamalıdır. Bu ifade, nefsanî tutkularının kölesi olmak yüzünden büsbütün dalâlette bulunan inkârcıların, bu durumlarıyla muhatap almaya değer sayılmayacak kadar kendilerini değersiz hale getirdiklerini ima etmekte, bu yönüyle onlara karşı ağır bir kınama ve uyarı maksadı taşımaktadır. 
“Boş ümit” diye çevirdiğimiz emel kelimesi, sözlükte “istemek, ummak” anlamına gelir. Özellikle ahlâk kitaplarında, gerçekleşmesi uzun zamana bağlı olan ve çok defa elde edilemeyen ümit ve arzular için kullanılır. Bazı dilciler uzun vadeli ümit ve beklentilere emel, orta vadeli olanlara recâ, kısa vadeli olanlara da tama‘ (tamah) denildiğini belirtirler (Feyyûmî, “eml” md.). Kehf sûresinin 46. âyetinde emel kelimesi mutlak anlamda “arzu edip ümit bağlama” mânasına gelecek şekilde geçmektedir. Ahlâk kitaplarında, emel kelimesinin hadislerdeki kullanımından yararlanılarak, insanın uzun vadeli dünyevî arzular taşımasına, zihnini yoğun bir şekilde bunlarla meşgul edip çabalarını bu yönde harcamasına tûl-i emel, istek ve arzularına sınır koyarak özellikle âhiret hayatı için yararlı olacak işlere önem vermesine de kasr-ı emel denilmiştir. “Yaşlı kişinin bütün güçleri zayıflasa da dünya sevgisi ve uzun emeller konusunda gönlü hep genç kalır” (Buhârî, “Rikak”, 5) anlamındaki hadis, bir yandan uzun emellere kapılmama yönünde bir uyarı anlamı taşırken, bir yandan da insanın içindeki emel eğiliminin bütünüyle yok edilemeyeceğini göstermektedir. Bu hadisi de dikkate alan bazı ahlâk âlimleri, hırs derecesindeki emeli yanlış ve zararlı bulmakla beraber, insana yaşama arzusu ve gelecek ümidi veren emel duygusunu yararlı, hatta dünya hayatının düzeni, birey ve toplumun refahı için gerekli görmüşlerdir (meselâ bk. İbn Hibbân el-Büstî, s. 129-132; Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 146-147). Ancak konumuz olan âyette emel kelimesi bu olumlu anlamıyla değil “insanı oyalayan, âhireti unutturan dünyevî arzular”ı ifade etmek üzere kullanılmıştır.
 Bu âyetten anlaşıldığına göre inkârcıları müslüman olmaktan alıkoyan ve ileride pişmanlık duyup müslümanlara imrenecekleri bir duruma düşmelerine sebep olan şey, onların akıllarını kullandıktan, düşünüp taşındıktan sonra bu dinin hak olmadığı kanaatine varmaları değildir; aksine, onların sağlıklı düşünmelerini, hakikati görmelerini ve hidayete ermelerini engelleyen şey, bedensel hazlara, arzu ve ihtiraslara kendilerini kaptırmaları; geçici, boş ve değersiz amaç, emel ve kuruntularla oyalanmalarıdır. Âyet, insanların kendi tercihleri istikametinde yaşamakta serbest olduklarını ve sonuçta eylemlerinin kendileri için ne getirip ne götüreceğini ileride görüp anlayacaklarını bildirerek hem insanın özgürlüğüne işaret etmekte hem de özgürlüğün aynı zamanda bir sorumluluk getirdiği, dolayısıyla doğru kullanılması gerektiği hususunda uyarıda bulunmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 331-332
 
“ Boş ümitler” diye tercüme edilen “emel” konusunda Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:” İnsan yaşlansa da, iki duygusu hep genç kalır: Biri çok kazanma hırsı , öteki çok yaşama arzusu”
(Buhâri, Rikâk5; Müslim, Zekât 113-115).
 

ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  ذَرْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri,  أنت ‘ dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  يَأْكُلُوا  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri;  إن تتركهم يأكلوا (Eğer yemelerine izin versen.) şeklindedir.

يَأْكُلُوا  fiili talebin cevabı olduğu için  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  يَتَمَتَّعُوا  fiili talebin cevabına matuf olduğu için  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  يُلْهِهِمُ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الْاَمَلُ  fail olup lafzen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن يشغلهم أمر الدنيا فسوف يعلمون (Eğer dünya meseleleri onları meşgul ediyorsa, bilecekler.) şeklindedir.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

يَعْلَمُونَ  fiili  نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَمَتَّعُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi  ذَرْهُمْ  şeklinde emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine tehdit ve vaîd anlamı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

İkinci cümle  يَأْكُلُوا , takdiri …  إن تتركهم يأكلوا   [Eğer yemelerine izin versen.] olan, mahzuf şartın cevap cümlesidir.  ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.

Aynı üslupta gelen müteakip  وَيَتَمَتَّعُوا  cümlesi ile  وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ  cümlesi, şartın cevabına matuftur. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Ayet-i Kerime, dünyadan lezzet alıp ondan yararlanmayı ve bunlara götürecek şeyleri tercih etmenin, tûl-i emel olduğuna ve müminlerin ahlâkından olmadığına delalet etmektedir. Mutezile, “Bu bir izin ve müsaade etmek değildir. Aksine, bir tehdit ve vaîd ifade etmektedir” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

الْاَمَلُ ’nun gerçek mahiyeti dünya tutkunluğu ve dünyaya dört elle sarılmak, dünyayı sevmek, ahiretten yüz çevirmektir. Resulullah (as) ’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bu ümmetin ilkleri yakîn ve zühd ile kurtulmuştur. Sonrakileri ise cimrilik ve emel ile helak olacaktır.” (Kurtubi [Taberanî. Mu’cemu’l-Evsat, VII. 316: Beyhakî, Şuabu’l îman, VII. 345])


 فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Tesvif harfi  سَوْفَ ’den murad tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ  harfinin mazi fiili tekidi gibi- müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf/123)

سَوْفَ , ahirette bileceklerine işarettir. İlimden maksat ise başlarına gelecek azabı tadacakları gerçeğidir.

فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ [Yakında bilecekler.] haber cümlesi muktezâ-i zâhirin hilafına olarak tehdit içeren manaya sahip olduğu için lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ [Yakında bilecekler] cümlesi, kâfirlerin akıbetini belirten bir haber cümlesidir. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Yani ‘yaptıklarının sonucunu anlayacaklar’ demektir.

يَأْكُلُوا - يَتَمَتَّعُوا - يُلْهِهِمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayet, hüccetle ilzamdır ve ziyadesiyle uyarıdır. Zira vazgeçme emri, ancak uyarının tekerrüründen ve inatla inkârın gerçekleşmesinden sonra tahakkuk etmektedir. (Ebüssuûd)