ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. ذَرْهُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri, أنت ‘ dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَأْكُلُوا cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri; إن تتركهم يأكلوا (Eğer yemelerine izin versen.) şeklindedir.
يَأْكُلُوا fiili talebin cevabı olduğu için نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. يَتَمَتَّعُوا fiili talebin cevabına matuf olduğu için نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. يُلْهِهِمُ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْاَمَلُ fail olup lafzen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن يشغلهم أمر الدنيا فسوف يعلمون (Eğer dünya meseleleri onları meşgul ediyorsa, bilecekler.) şeklindedir.
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
يَعْلَمُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَمَتَّعُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi متع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi ذَرْهُمْ şeklinde emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine tehdit ve vaîd anlamı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.
İkinci cümle يَأْكُلُوا , takdiri … إن تتركهم يأكلوا [Eğer yemelerine izin versen.] olan, mahzuf şartın cevap cümlesidir. ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.
Aynı üslupta gelen müteakip وَيَتَمَتَّعُوا cümlesi ile وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ cümlesi, şartın cevabına matuftur. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Ayet-i Kerime, dünyadan lezzet alıp ondan yararlanmayı ve bunlara götürecek şeyleri tercih etmenin, tûl-i emel olduğuna ve müminlerin ahlâkından olmadığına delalet etmektedir. Mutezile, “Bu bir izin ve müsaade etmek değildir. Aksine, bir tehdit ve vaîd ifade etmektedir” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
الْاَمَلُ ’nun gerçek mahiyeti dünya tutkunluğu ve dünyaya dört elle sarılmak, dünyayı sevmek, ahiretten yüz çevirmektir. Resulullah (as) ’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Bu ümmetin ilkleri yakîn ve zühd ile kurtulmuştur. Sonrakileri ise cimrilik ve emel ile helak olacaktır.” (Kurtubi [Taberanî. Mu’cemu’l-Evsat, VII. 316: Beyhakî, Şuabu’l îman, VII. 345])
فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Tesvif harfi سَوْفَ ’den murad tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ harfinin mazi fiili tekidi gibi- müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf/123)
سَوْفَ , ahirette bileceklerine işarettir. İlimden maksat ise başlarına gelecek azabı tadacakları gerçeğidir.
فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ [Yakında bilecekler.] haber cümlesi muktezâ-i zâhirin hilafına olarak tehdit içeren manaya sahip olduğu için lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ [Yakında bilecekler] cümlesi, kâfirlerin akıbetini belirten bir haber cümlesidir. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Yani ‘yaptıklarının sonucunu anlayacaklar’ demektir.
يَأْكُلُوا - يَتَمَتَّعُوا - يُلْهِهِمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet, hüccetle ilzamdır ve ziyadesiyle uyarıdır. Zira vazgeçme emri, ancak uyarının tekerrüründen ve inatla inkârın gerçekleşmesinden sonra tahakkuk etmektedir. (Ebüssuûd)