Nahl Sûresi 18. Ayet

وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...

Hâlbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 تَعُدُّوا saysanız ع د د
3 نِعْمَةَ ni’metini ن ع م
4 اللَّهِ Allah’ın
5 لَا
6 تُحْصُوهَا sayamazsınız ح ص ي
7 إِنَّ doğrusu
8 اللَّهَ Allah
9 لَغَفُورٌ çok bağışlayandır غ ف ر
10 رَحِيمٌ çok esirgeyendir ر ح م
 
Allah’ın varlığına, birliğine, yaratıcı kudretine, geniş lutuf ve merhametine işaret eden yukarıdaki âyetlerin muhatapları öncelikle Hz. Peygamber dönemindeki putperest Araplar olduğu için onların putları kastedilerek, “O halde yaratanla yaratmayan bir olur mu? Siz düşünmez misiniz?” buyurulmakta, böylece muhataplar bu bilgiler ışığında inançlarını akıl ve düşünce süzgecinden geçirmeye davet edilmektedir. Üstelik Allah’ın nimetleri burada hatırlatılanlardan ibaret de değildir; aksine O, insanlığa sayamayacakları kadar bol ve güzel nimetler vermiştir. 18. âyetin sonunda Allah’ın bağışlayıcılığının ve merhametinin özellikle hatırlatılması, hem bunların yukarıdaki maddî nimetler kadar önemli olduğu anlamını taşımakta hem de insanlar, eğer akıl ve düşüncelerini kullanarak yaratan Allah ile yaratmaktan âciz olan sözde tanrıların bir olmadığı gerçeğinin farkına varıp iman ederlerse o güne kadar sürdürdükleri yanlış inanç ve tutumları yüzünden ümitsizliğe kapılmalarına mahal bulunmadığına işaret edilmekte, Allah’ın af ve merhametine güvenmeleri istenmektedir. Bununla birlikte, eğer dıştan inanmış gibi görünmelerine rağmen içten eski yanlış inançlarını, müslümanlara karşı kötü niyetlerini, düşmanlık duygularını sürdürmeye kalkışırlarsa Allah’ın gizli açık her türlü hallerinden kesinlikle haberdar olduğunu da bilmeleri gerektiği uyarısında bulunulmaktadır.
 18 ve 19. âyetlerde muhatabın müminler olduğu düşünülerek şöyle bir farklı yorum daha yapılmıştır: Ey Müminler! Allah’ın nimetleri sayılamayacak kadar çok olduğu için bunların hepsinin şükrünü yerine getirmeniz elbette mümkün değildir; ama siz içinizde Allah’a eksiksiz şükretme arzusu ve niyetini taşırsanız, bunu fiilen gerçekleştiremeseniz de Allah, dışa vurduğunuz şükrünüz gibi içinizde taşıdığınız bu iyi niyetinizi de bilmektedir, bunun da ecrini ihsan edecektir (İbn Atıyye, III, 385).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 385-386
 

وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ  

 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَعُدُّوا  şart fiili olup,  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. نِعْمَة  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  لَا تُحْصُوهَاۜ  cümlesi şartın cevabıdır.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُحْصُو  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur.

لَ  harfi,  اِنَّ  ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

غَفُورٌ  -  رَح۪يمٌ  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan  اِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  نِعْمَةَ اللّٰهِ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  نِعْمَةَ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

نِعْمَةَ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

فَ  karinesi olmadan gelen  لَا تُحْصُوهَا  cümlesi menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecâz-ı mürsel mürekkeptir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

تَعُدُّوا - تُحْصُوهَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  تَعُدُّوا - لَا تُحْصُوهَاۜ  arasında ise tıbâk-ı selb sanatları vardır.

Cenab-ı Hak, ["Doğrusu Allah Gafûr ve Rahîm’dir"] buyurmuştur. Bil ki Allah Teâlâ, İbrahim suresinde, ["Eğer Allah'ın nimetini birer birer saymak isterseniz, siz (onlan) icmal suretiyle (toptan) bile sayamazsınız. Hakikat insan çok zulümkâr, çok nankördür"] (İbrahim, 34) buyurmuştur. Burada ise benzeri ayetin sonunu, "Doğrusu Allah Gafûr ve Rahîm’dir" diye tamamlamıştır. Allah insanın şükrü tafsilatlı bir şekilde eda edemeyeceğini bildirince, "Doğrusu Allah Gafûr ve Rahîm’dir" buyurmuştur ki bu, "Ben nimetlerime şükrü yerine getirme hususunda sizden südur eden noksanlıklarınızı bağışlar, noksanlığınız sebebi ile size olan nimetlerimi sona erdirmeyerek size rahmet ederim" demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ [Allah’ın verdiği nimetleri sayacak olsanız bitiremezsiniz.] manasında  وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ  buyurulan iki ayetten birinin fasılası  اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟  [doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür] İbrahim/34  şeklinde biterken, diğerinin fasılası  اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ  [doğrusu Allah bağışlar, merhamet eder] Nahl/18. ayette nimetleri insanlara ihsan eden Allah’ın iki vasfı (mağfiret ve merhamet) zikredilmiştir. Ortaya çıkan bu güzel uyum Allah’ın, kulun kendine yaptığı kötülüğe ve Rabbine karşı nankörlüğüne rağmen ona bağış ve rahmetiyle karşılık vereceği şeklinde yorumlanmıştır. İki ayetin birlikte düşünülmesiyle ortaya çıkan bu güzel uyum Allah’ın, kulun kendine yaptığı kötülüğe ve Rabbine karşı nankörlüğüne rağmen ona bağış ve rahmetiyle karşılık vereceği şeklinde yorumlanmıştır. Bununla ilgili Kur'an’da başka örnekler de mevcuttur. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları; Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi)


اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنّ۪ٓ  ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنّ۪ٓ  kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân c.2 s.176)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir. 

Zamir yerine zahir isim gelerek, lafza-i celâlin, hükmün illetini bildirmek, heybeti artırmak, zihne yerleştirmek, telezzüz ve teberrük için tekrarlanmasında tecrîd, iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Allah’ın  غَفُورٌ ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Allah (c.c) nimetlere nankörlük etmek, onların hukukunu eda etmeyi ihlal etmek gibi sizden sadır olan taksiratları affetmekte ve siz, çeşitli küfürleriniz ve Hâlik ile başkası arasına fark koymamak gibi yaptıklarınızla nimetlerden mahrum edilmeyi hak ettiğiniz halde yine size onları bolca bahşetmektedir. İşte bunların her biri bir nimettir; hem de nasıl nimettir. Şu halde bu cümle, nimetleri sayamamanın illetidir. Ayette, mağfiret, rahmetten önce zikredilmiş, çünkü tahliye, süslemeden önce gelmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)