Nahl Sûresi 51. Ayet

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  ...

Allah, şöyle dedi: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek ilâhtır. O hâlde, yalnız benden korkun.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ق و ل
2 اللَّهُ Allah
3 لَا
4 تَتَّخِذُوا edinmeyin ا خ ذ
5 إِلَٰهَيْنِ (iki) ilah ا ل ه
6 اثْنَيْنِ iki ث ن ي
7 إِنَّمَا şüphesiz
8 هُوَ O
9 إِلَٰهٌ ilahtır ا ل ه
10 وَاحِدٌ tek و ح د
11 فَإِيَّايَ yalnız benden
12 فَارْهَبُونِ korkun ر ه ب
 
Tefsirlerde 52. âyet metnindeki din kelimesi “itaat” olarak açıklanmıştır; aynı âyette geçen vâsıben kelimesi ise bizim tercih ettiğimiz “daima ve yalnız” anlamı yanında “zorunlu olarak” gibi başka anlamlarda da açıklanmıştır.
 “İki tanrı edinmeyin” ifadesiyle çok tanrıcılığın asgarisi bile reddedildiğine göre ikiden fazla varlığa tanrısallık yüklemenin de yasaklandığı açıktır. Nitekim devamındaki “Tanrı bir tektir” ifadesi de bunu vurgulamaktadır. Birden fazla tanrı tanımanın mantığı, evrende birden fazla yaratıcı-yönetici güç olduğu kabulüne dayandığı için, 52. âyette göklerde ve yerde ne varsa hepsinin Allah’a ait olduğu, yani O’nun tarafından yaratıldığı, O’nun hüküm ve tasarrufunda bulunduğu belirtilmiş, buradan da kulluk ve itaatin zorunlu olarak sadece O’na yapılması gerektiği sonucu çıkarılmıştır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 406
 

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. Mekulü’l-kavli,  لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِ ’dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّخِذُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰهَيْنِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  يْ ‘dir. اثْنَيْنِ  kelimesi  اِلٰهَيْنِ ’nin sıfatı olup müsennaya mülhak olduğu için nasb alameti ي ‘dir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَتَّخِذُٓوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile  mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّمَا  kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلٰهٌ  haber olup damme ile merfûdur. وَاحِدٌ kelimesi  اِلٰهٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. (https://islamansiklopedisi.org )


 فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

 

Fiil cümlesidir. فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن نالكم الخوف فارهبوني أنا دون سواي. (Size korku eriştiğinde benden korkun. Başka kimseden değil) şeklindedir.

Munfasıl zamir  اِيَّايَ  mukadder bir fiilin mukaddem mef‘ûlü bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, ارهبوا  şeklindedir. Gelecek olan fiil onu tefsir eder.

فَ  tezyin için zaid harfdir.  ارْهَبُونِ  fiili  نَ ’nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نَ  vikayedir. Hazf edilen  يَ  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

 

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması haşyet duyguları uyandırmak içindir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اثْنَيْنِ  kelimesi,  اِلٰهَيْنِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ [Allah dedi: İki ilâh edinmeyin] ibaresinde sayılan onu gösterdiği halde sayının da zikredilmesi, söz konusunun o olduğunu bildirmek içindir. Ya da ikiliğin ilâhlığa aykırı olduğuna ima içindir, nitekim [o sadece bir tek ilâhtır] kavlinde de  وَاحِدٌ ’i zikretmiştir, bu da ilâhlığı değil birliği ispat etmek içindir ya da birliğin ilâhlığın gereklerinden olduğu içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

اثْنَيْنِ  tabirinin tekrar edilmesinin gayesi, bu fikirden tamamıyla uzaklaştırmak ve aklın bundaki çirkinliğe vukûfiyetini mükemmelleştirmektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


  اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiştir. 

İki tekit hükmündeki kasr mübteda ve haber arasındadır. هُوَ  mevsuf/maksûr, اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ  sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf, ale’s sıfattır. 

وَاحِدٌ  kelimesi,  اِلٰهٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap, konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Ancak bunun aksi durumlarda da  اِنَّمَا  ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani, muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi Fatma Serap Karamollaoğlu)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِلٰهٌ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اثْنَيْنِۚ - وَاحِدٌۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

 

İstînâfiye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. 

فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  cümlesi, takdiri  إن رهبتم شيئًا (Bir şeyden korkacaksanız) olan mukadder şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِيَّايَ , mezkur fiili açıklayan takdiri  ارهبوا  olan fiilin mukaddem mef’ûlüdür. Cümlenin takdiri  إيّاي ارهبوا  [Sadece benden korkun] şeklindedir. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Başka korkuların göz ardı edildiği ve tamamiyle kendisiyle sınırladığı ayrıca şer ilahından korkanlara cevap olan kasr, izafî, kasr-ı kalbdir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)

Kasr, mef’ûl ve fiil arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. اِيَّايَ , maksurun aleyh/mevsûf, فَارْهَبُونِ  maksûr/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Yani fiilin, takdîm edilen bu mef’ûle has olduğu ifade edilmiştir. Sadece ve sadece benden korkun anlamındadır.

فَارْهَبُونِ  fiilinin sonundaki mef’ûl zamirin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelimenin sonundaki esre mütekellim zamirinden ivazdır. نِ  ise nun-u vikayedir.

Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede korkuyu ve ikazı artırmak için mütekellim zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.

فَارْهَبُونِ  cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Cümleye dahil olan  فَ , tekid ifade eden zaid harftir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette  ارْهَبُونِ  fiilinin mef‘ûlü olan  اِيَّايَ  mansub munfasıl zamiri fiilden önce zikredilmiştir. Ayrıca fiilin sonunda yer alan meksur nun-u vikaye ( ن ) burada mahzuf bir mütekellim zamirin  ى  bulunduğuna delalet etmektedir. Yani mef‘ûl hem fiile takdim edilmiş hem de tekid gayesiyle fiilden sonra tekrar zikredilmiştir. Bu durum da ifadede güçlü bir tahsis oluşmuştur. Buna göre cümlenin anlamı sadece ve sadece benden korkun, başkasından değil şeklindedir. Beyzâvî’nin ayetteki tahsisle ilgili beyanı şöyledir: “Bu kalıp  وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  tahsis ifade etmede  اِيَّاكَ نَعْبُدُ (Fatiha, 1/5) ifadesinden daha kuvvetlidir. Çünkü bunda mef‘ûlün tekrarıyla  اِيَّايَ فَارْهَبُونِ  beraber, sözün şart manasını içerdiğini gösteren ceza (cevap) فَ ‘ si de vardır. Sanki şöyle denilmiştir: إن كنتم راهبين شيء فَارْهَبُونِ (Eğer bir şeyden korkacaksanız benden korkun.) (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı, Bakara/40) 

Zuhaylî’ye göre ayet-i kerimenin sonundaki  فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  ifadesinde gaib kipinden mütekellim sıygasına geçiş yapılmak suretiyle iltifat vardır. Bu, korkutma ve mehabette mübalağa ve maksadı açıkça ifade etmek için yapılmıştır. Sanki şöyle buyrulmuştur: “İşte o tek olan ilâh benim, öyleyse başkasından değil yalnızca benden korkun.”

Zemahşerî de: “Bu ifade kelamın gaibden mütekellim sıygasına nakledilmesidir. Burada galip olan mütekellim olduğu için bu geçiş caiz olmuştur. Bu üslup iltifat yollarından biri olup korkutma hususunda  وَاِيَّاهُ فَارْهَبُوهُ  ifadesinden ve öncesinin mütekellim sıygasıyla gelmesinden daha beliğdir.” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)