Nahl Sûresi 52. Ayet

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ  ...

Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İtaat de daima O’na olmalıdır. Öyle iken siz Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا ne varsa
2 فِي
3 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
5 وَلَهُ ve O’nundur
6 الدِّينُ din (kulluk) د ي ن
7 وَاصِبًا daima و ص ب
8 أَفَغَيْرَ başkasından mı? غ ي ر
9 اللَّهِ Allah’tan
10 تَتَّقُونَ korkuyorsunuz و ق ي
 
Tefsirlerde 52. âyet metnindeki din kelimesi “itaat” olarak açıklanmıştır; aynı âyette geçen vâsıben kelimesi ise bizim tercih ettiğimiz “daima ve yalnız” anlamı yanında “zorunlu olarak” gibi başka anlamlarda da açıklanmıştır.
 “İki tanrı edinmeyin” ifadesiyle çok tanrıcılığın asgarisi bile reddedildiğine göre ikiden fazla varlığa tanrısallık yüklemenin de yasaklandığı açıktır. Nitekim devamındaki “Tanrı bir tektir” ifadesi de bunu vurgulamaktadır. Birden fazla tanrı tanımanın mantığı, evrende birden fazla yaratıcı-yönetici güç olduğu kabulüne dayandığı için, 52. âyette göklerde ve yerde ne varsa hepsinin Allah’a ait olduğu, yani O’nun tarafından yaratıldığı, O’nun hüküm ve tasarrufunda bulunduğu belirtilmiş, buradan da kulluk ve itaatin zorunlu olarak sadece O’na yapılması gerektiği sonucu çıkarılmıştır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 406
 

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. الْاَرْضِ  atıf harfiyle makabline matuftur.

وَ  atıf harfidir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الدّ۪ينُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  وَاصِباً  mahzuf haberdeki zamirin mahzuf hali olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  الدين ثابت له حال كونه واصبا (Din onun için sabittir, bu hal devamlıdır.) şeklindedir.

وَاصِباً  ; sülâsî mücerredi  وصب  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ

 

Fiil cümlesdir. Hemze istifham harfidir. فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَيْرَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَتَّقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

تَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي  olmuş, sonra و  harfi  ت 'ye dönüşmüş إتّقي  olmuştur. 

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

 

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Cümle önceki ayetteki  اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَا , muahhar mübtedadır.

Kasr, (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ , maksurun aleyh/sıfat,  مَا فِي السَّمٰوَاتِ  maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın, îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınmasındaki maksat, kelamın amacını muhatabın zihnine iyice yerleştirmektir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb ve murâât-i nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  ibarelerindeki  فِي  harflerinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.  

وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباً  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الدّ۪ينُ  muahhar mübtedadır. Haberin takdimi kasr ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Kasr mübteda ve haber arasındadır.  لَهُ , maksurun aleyh/sıfat,  الدّ۪ينُ  maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

وَاصِباً  haberdeki gizli zamirden haldir. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

Cenab-ı Hakk, [Taat da daima O’na mahsustur.] buyurmuştur. Buradaki  الدّ۪ينُ  kelimesiyle taat,  وَاصِباً  kelimesiyle de devamlı oluş kastedilmiştir. Ayetteki  وَاصِباً  kelimesi, haldir. Bunun âmili ise zarftaki (yani  لَهُ  kelimesindeki) fiil anlamıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ

 

İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  أتجهلون (Siz cahil misiniz?) şeklindedir. 

Hemze inkarî istifham harfidir. İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve taaccüb anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Muzari fiil sıygasında gelerek hudus, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Mef’ûl olan  غَيْرَ اللّٰهِ  izafeti önemine binaen amili olan  تَتَّقُونَ  fiiline takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Zamir yerine lafza-i celâlin, heybeti artırmak, zihne yerleştirmek, mehabeti artırarak tehditte mübalağa için zikri iltifat sanatıdır.

غَيْرَ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ [Böyle iken hâlâ Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz!] ayeti, âlemin ilâhının, Rabbinin tek olduğunu ve O'nun dışında kalan her şeyin hem meydana gelirken hem de meydana geldikten sonra hayatiyetini devam ettirirken O'na muhtaç olduğunu bildikten ve bu temel düsturu kavradıktan sonra artık insanın nasıl Allah'tan başkasını arzulaması ve Allah'tan başkasından korkması düşünülebilir? demektir. İşte bu incelikten dolayı Cenab-ı Hakk “taaccüp üslubuyla” “Böyle iken hâlâ Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz!” buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)