Nahl Sûresi 60. Ayet

لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟  ...

Kötü sıfatlar ahirete inanmayanlara aittir. En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِلَّذِينَ içindir
2 لَا
3 يُؤْمِنُونَ inanmayanlar ا م ن
4 بِالْاخِرَةِ ahirete ا خ ر
5 مَثَلُ sıfatlar م ث ل
6 السَّوْءِ en kötü س و ا
7 وَلِلَّهِ (oysa) Allah’ındır
8 الْمَثَلُ sıfatlar م ث ل
9 الْأَعْلَىٰ en yüce ع ل و
10 وَهُوَ ve O
11 الْعَزِيزُ azizdir ع ز ز
12 الْحَكِيمُ hikmet sahibidir ح ك م
 
Müfessirler, genellikle âhirete inanmayanlara ait olduğu bildirilen “kötü sıfatlar”ı, erkek çocuklara ihtiyaç duyup kız çocukları aşağılamak ve reddetmek, ilkel bir namus anlayışı veya geçim endişesiyle onların canına kıyacak kadar merhametsizleşmek ya da cimrileşmek; Allah’a yaraştığı ifade edilen, “en yüksek nitelikler”i de O’nun evrende hiçbir şeye muhtaç bulunmayacak derecede eksiksiz-kusursuz olması, yaratılmışlara özgü vasıflardan münezzeh bulunması şeklinde sıralamışlardır (Zemahşerî, II, 333; Râzî, XX, 56). Ancak âyeti daha kapsamlı düşünmenin de mümkün olduğu kanaatindeyiz. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok yerinde olduğu gibi bu sûrenin 17. âyetinden başlayan bölümünde de putperestlerin inançları, tutum ve davranışları, uygulamaları, töreleri ve son olarak kız çocuklarıyla ilgili merhametsiz telakkileri eleştirilmektedir; 56. âyette ise Allah adına yemin edilerek bütün bunlardan dolayı sorguya çekilecekleri açıkça bildirilmektedir. Fakat onlar, nefislerinin esiri olmaları, günah işleme arzusuyla dolup taşmaları yüzünden böyle bir sorumluluğu kabule yanaşmıyor, bundan dolayı da âhirete inanmıyorlardı; çünkü böyle bir hayatın varlığına inanmak, yaptıklarının hesabını vereceklerini kabul etmek anlamına gelecekti. Bu yüzden konumuz olan âyette belirtilen kötü sıfatlara sahip olanlar “âhirete inanmayanlar” olarak anılmıştır. Zira onlar âhirete inansalardı bu sıfatlardan da kurtulmaya çalışırlardı.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 410-411
 

لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ 

 

İsim cümlesidir.  لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle mahzuf mukaddem habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُؤْمِنُونَ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir. 

مَثَلُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّوْءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ

 

İsim cümlesidir. Lafza-i celâl, atıf harfi وَ ’la  لِلَّذ۪ينَ ’ye matuftur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمَثَلُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. 

الْاَعْلٰى  kelimesi  الْمَثَلُ ’nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ  haber olup damme ile merfûdur.  الْحَك۪يمُ  ikinci haber olup damme ile merfûdur.

الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِلَّذ۪ينَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَثَلُ السَّوْءِ  izafeti, muahhar mübtedadır.

Mevsûlün sıla cümlesi olan  لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, o kimselerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında onlara tahkir ifade eder.

مَثَلُ السَّوْءِۚ  ifadesi, mevsûfun sıfatına izafesi babındandır. Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, veciz ifade ve muzâfı tahkir içindir. 

مَثَلُ السَّوْءِ  [Kötü mesel], kötü sıfattır. Onların kötü sıfatları, fakirlik ve utanç sebebiyle kız çocukları olmasından hoşlanmamalarıdır.

وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى  cümlesi  وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ve tezat ilişkisi mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلّٰهِ car- mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.   

الْاَعْلٰى , muahhar mübteda olan  الْمَثَلُ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْاَعْلٰى , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.

لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ  ibaresiyle,  وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ  ibaresi arasında mukabele sanatı vardır.

مَثَلُ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi;  müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu,Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَثَلُ السَّوْءِۚ  [En kötü mesel] , kötü sıfattır. Onların kötü sıfatları, o insanların çocuğa olan ihtiyaçları ile fakirlik ve utanç yüzünden kız çocuklarının olmasından hoşlanmamalarıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

الْمَثَلُ الْاَعْلٰى  [En yüce mesel] ise yüce ve kudsî sıfatlar manasınadır. Bu sıfat da Cenab-ı Hakk’ın, çocukları olmaktan münezzeh ve berî olmasıdır. Buna göre eğer, [Allah için darb-ı mesel yapmayın. (Nahl Suresi, 74)] ayetine rağmen nasıl, [En yüce mesel, Allah’ındır] buyurulmuştur?” denilirse biz deriz ki: Allah Teâlâ’nın getirdiği darb-ı mesel haktır, doğrudur. Başkalarının (Allah için yapacağı) darb-ı meseller (benzetmeler) ise batıldır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Kız çocuklarını hor görmek, onları diri diri toprağa gömmek ve sadece oğlan çocuklarıyla iftihar etmek gibi kötü sıfatlar, ahirete iman etmeyen müşriklere aittir. En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. Allah, müşriklerin, kendisine isnad ettikleri sıfatlardan uzaktır. Allah her şeye galiptir, yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir. (Taberi Tefsiri,Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân)

وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟

 

وَ , atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle  وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى  cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟  isimleri marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu iki vasfın Allah Teâlâ’daki mevcudiyetinin kemâline işaret eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. 

Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhte sürekli varlığına, onun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret ederek, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Ayetin bu son cümlesi, aynen veya ufak değişiklerle başka surelerde tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)

Önce gelen  الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, ,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Ankebût/26)

الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟  [Mutlak kudret, kuvvet ve hikmet sahibidir] kelimeleri mübalağa ifade eden kiplerdir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Kâmil kudrete ve özellikle onları günahlarından dolayı sorumlu tutmaya yegâne kādir olan ve bütün yaptıklarını üstün bir hikmetin gereği olarak yapan ancak Allah'tır. İşte bunlar da Allah'ın harika sıfatlarındandır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)