وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً ٢٣
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَضَىٰ | ve emretti |
|
2 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
3 | أَلَّا |
|
|
4 | تَعْبُدُوا | tapmamanızı |
|
5 | إِلَّا | başkasına |
|
6 | إِيَّاهُ | kendisinden |
|
7 | وَبِالْوَالِدَيْنِ | ve anaya babaya |
|
8 | إِحْسَانًا | iyilik etmenizi |
|
9 | إِمَّا |
|
|
10 | يَبْلُغَنَّ | ulaşırsa |
|
11 | عِنْدَكَ | senin yanında |
|
12 | الْكِبَرَ | ihtiyarlık çağına |
|
13 | أَحَدُهُمَا | ikisinden birisi |
|
14 | أَوْ | yahut |
|
15 | كِلَاهُمَا | her ikisi |
|
16 | فَلَا | sakın |
|
17 | تَقُلْ | deme |
|
18 | لَهُمَا | onlara |
|
19 | أُفٍّ | Öf! |
|
20 | وَلَا | ve |
|
21 | تَنْهَرْهُمَا | onları azarlama |
|
22 | وَقُلْ | söyle |
|
23 | لَهُمَا | onlara |
|
24 | قَوْلًا | bir söz |
|
25 | كَرِيمًا | güzel |
|
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَضٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. رَبُّكَ fail olup damme ile merfudur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
لَّا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْبُدُٓوا fiili ن ’nun hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf ب harf-i cer ile قَضٰى fiiline mütealliktir.
اِلَّٓا hasr edatıdır. Munfasıl zamir اِيَّاهُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Yada اِلَّٓا istisnâ edatıdır. اِيَّاهُ müstesna olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْوَالِدَيْنِ car mecruru mahzuf أحسنوا fiiline müteallik olup müsenna olduğu için cer alameti ى ‘dir. اِحْسَاناً mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olup fetha ile mansubdur.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا
اِمَّا ‘daki إنْ şart harfi, مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaid olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki نَّ da fiili tekid etmektedir.
يَبْلُغَنَّ şart fiili olup, fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Fiilin sonundaki ن , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. عِنْدَكَ mekân zarfı يَبْلُغَنَّ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْكِبَرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَحَدُهُمَٓا fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كِلَاهُمَا atıf harfi اَوْ ile اَحَدُهُمَٓا ’ya matuf olup, müsennaya mülhak olduğu için ref alameti eliftir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقُلْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَهُمَٓا car mecruru تَقُلْ fiiline mütealliktir. Mekulü’l kavli, اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا ‘dir. تَقُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اُفٍّ muzari fiil olup اَتَضجَّرُ (canı sıkılmak) manasında isim fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنْهَرْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَهُمَا car mecruru قُلْ fiiline mütealliktir. Mekulü’l kavli, لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. قَوْلاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. كَر۪يماً kelimesi قَوْلاً ’nin sıfatı olup mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُفٍّ kelimesi hoşlanmama ve sıkılma ifade eden bir isim fiildir. Lisanu'l Arap'ta; “insanın hoşlanmadığı bir şey olduğunda veya bir şeyden sıkıldığında çıkardığı sestir” deniyor. Nahivcilere göre تَضَجَّرْتُ - اَتَضجَّرُ manasında isim-fiildir. İbn-i Hacib’de اُفٍّ isim fiil اُفًّا şeklinde tenvinlenince masdar olur, aksi durumda ne masdar olur ne de isim fiil olur" diyor. İbn-i Malik, اُفٍّ ’nin on kullanım şekli olduğunu, İbn-i Hacib on bir kullanım şekli olduğunu ve Kamusu'l Muhit ise kırk kullanım şekli olduğunu belirtmiştir. (Dr. Ali Yılmaz, Arapçada İsim Fiiller)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبُّكَ izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca müsnedün ileyh konumundaki bu izafet, Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Fakat mana olarak hitap bütün mükellefleri kapsamaktadır.
Masdar harfi أَنْ ve akabindeki menfi muzari fiil cümlesi لا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ , masdar tevilinde, takdir edilen بِ harf-i ceriyle قَضٰى fiiline mütealliktir.
Kasr üslubuyla tekid edilen masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَّٓا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, fiille mef’ûl arasındadır. تَعْبُدُٓوا maksur/sıfat, اِيَّاهُ maksurun aleyh/mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu durumda fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. Bu ifadenin manası, O’ndan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmektir.
Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar-ı müevvel cümlesine matuf olan وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. Car mecrur بِالْوَالِدَيْنِ ‘nin müteallakı, takdiri أحسنوا [Güzel davranın] olan fiil mahzuftur. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِالْوَالِدَيْنِ car-mecruru ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûlu mutlak olan اِحْسَاناً ’in amili de bu mahzuf fiildir.
وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ cümlesi, önceki cümleye atfedilmiştir. Bu hükümler ve emirlere ihtimam için cümleye قَضٰى fiili ile başlanmıştır. اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ cümlesinde topluma hitap edilmiştir. Çünkü bu yasaklama insanların hepsini kapsar. Bu müşriklere tarizdir. بِالوالِدَيْنِ terkibi إحْسانًا sözüne müteallıktır. بِ harf-i ceri tadiye içindir. وبِالوالِدَيْنِ terkibinin müteallıkına takdimi ihtimam içindir. الوالِدَيْنِ ’deki tarif, istiğrak için olup Allah’tan başkasına ibadet etmeyen her mükellefin anne babasını ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
قَضٰى fiilinin burada mecazî manası emretti demektir. Bu emir, emr-i cazim yani kat’i emir, vasiyet etti manasına gelir. Ayetin irşat boyutuna baktığımızda insanın yaratılışında ve birçok nimetlerle ayakta duruşunda bu nimeti kendisine bahşeden nimet sahibi Allah’a minnettar olması gerektiği emredilir. Onun varlığında sebeb-i hakiki Allah’tır ve sebeb-i zahir ise anne babasıdır. Bu sebeple Allah’a itaatten sonra anne ve babaya iyilikte bulunulması emredilmektedir. Ayette اِحْسَاناً kelimesi nekre gelmiştir, tazim ifade eder. (Dr. Hamza Yıldırım, Belâgat Yönünden İsrâ Suresindeki Ahlâk Muhtevalı Âyetlerin Kur’ân İrşadindaki Etkisi)
Ayetin metnindeki قَضٰى [hüküm] fiili yerine, diğer bir kıraatte tavsiye fiili zikredilmektedir. Yani Rabbin kesin olarak emretti ki kendisinden başkasına ibadet etmeyin. Zira ibadet tazimin son derecesidir. Bu itibarla ibadet, ancak son derece azamet ve ihsan sahibi olan Allah'a yaraşır. Bu ifade, mezkûr ahiret için çalışmanın izahı gibidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اَنْ ’in müfessire ve لَا ’nın nahiye olması da caizdir. اِمَّا ’daki إنْ şartıyedir, مَّا ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden nûn'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Bil ki Allah Teâlâ, önce kendisine ibadet etmeyi emretmiş, peşinden de ana babaya itaati emretmiştir. Kendisine ibadet etmeyi emretmesiyle ana babaya itaati emretmesi arasındaki münasebeti birkaç yönden izah edebiliriz:
Birinci Vecih: İnsanın var olmasının gerçek sebebi, Allah Teâlâ'nın onu yaratıp var etmesidir. Var oluşunun zahirî sebebi ise onun anne babasıdır. Böylece Cenab-ı Hak, ilk önce pek çok sebebe tazim edilip saygı duyulmasını, bunun peşinden de zahirî sebebe tazim edilmesini emretmiştir.
İkinci Vecih: Hz. Peygamberin (s.a.v) “Allah'ın emrine saygı duymak, mahlûkata karşı da şefkat göstermek” şeklindeki hadisinden kastedilen de budur. Kendilerine en fazla şefkat duyulması gereken mahluk ise ana babadır. Çünkü onların, o insana karşı inâm ve lütufları son derece fazladır. O halde “Rabbin, ‘kendinden başkasına kulluk etmeyin…’ diye hükmetti.” buyruğu, Allah'ın emrine itaat edip tazîm göstermeye; “Ana ve babaya iyi muamele edin.” buyruğu da Allah'ın mahlûkatına şefkatli davranmaya bir işarettir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Cenab-ı Hak, اِحْسَانًا şeklinde nekre buyurmuştur. Bir şeyi nekre, belirsiz getirmek, o şeyin yüceliğine (tefhîm ve tazîm) delalet eder. Buna göre ayetin manası “Rabbin, ana babanıza, büyük ve mükemmel bir şekilde iyilikte bulunmanızı emretti.” şeklinde olur. Bu böyledir; zira, onların sana karşı olan lütuf ve iyilikleri, hadsiz bir dereceye varınca, senin de onlara yapacak olduğun lütuf ve ihsanının bu şekilde olması gerekir. Sonra her ne olursa olsun, bu iyilikte bir denklik de bulunamaz. Çünkü onların sana olan iyilik ve lütufları, herhangi bir maksat ve gaye gözetilmeksizin yapılmıştır. Meşhur olan bir darb-ı meselde şöyle denilmektedir: “İyiliği ilk başlatanın iyiliğine denk olan bir iyilik yapılamaz.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَاتَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً
Beyânî istinaf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Şart üslubunda gelen terkipte vuku bulması nadir durumlarda kullanılan إِنْ şart harfi, مَا tekid ifade eden zaid harftir.
Şart cümlesi olan اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَٓا اَوْ كِلَاهُمَا , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَبْلُغَنَّ fiiline müteallik عِنْدَكَ mekan zarfı, ihtimam için mef’ûle ve faile, mef’ûl de faile takdim edilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا تَقُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اُفٍّ cümlesi, muzari fiil olup اَتَضجَّرُ (canı sıkılmak) manasında isim fiildir.
Aynı üslupta gelen وَلَا تَنْهَرْهُمَا cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına, atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur.
Yine makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. قُلْ fiiline müteallik لَهُمَا car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
قَوْلاً ‘deki nekrelik muayyen olmayan cins ifade eder.
كَر۪يماً , mef’ûl olan قَوْلاً için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً cümlesinde istiare sanatı vardır. قَوْلاً kelimesi, insanlara mahsus bir özellik olan كَر۪يماً olmakla sıfatlanarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ cümlesi ile وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Ayetteki لَا تَقُلْ ve قُلْ sözcükleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
كَر۪يماً - اِحْسَاناً ile اَحَدُهُمَٓا - كِلَاهُمَا ve اُفٍّ - تَنْهَرْهُمَا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr, قُلْ - قَوْل - قَوْلاً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah Teâlâ, اِحْسَانًاۜ بِالْوَالِدَيْنِ değil, tam aksine بِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا buyurmuştur. Binaenaleyh “ana baba” ifadesinin önce zikredilmesi, onlara alabildiğince itina göstermek gerektiğine delalet eder. “Öf” demekten men etmek, kovmaktan ve azarlamaktan men etmeye haydi haydi delalet eder. Öyle ise Cenab-ı Hak, öf demekten menetmeyi zikredince bunun peşi sıra “azarlamaktan” men etmeyi zikretmesi abes olur. Ama biz, Cenab-ı Hakk'ın önce azarlamaktan men etmeyi, sonra da öf demekten men etmeyi zikretmiş olduğunu farz etsek bu daha uygun ve manidar olmuş olurdu. Çünkü azarlamaktan men etmek, öf demekten men etmeyi de gerektirir. Öyleyse “Allah'ın ayetteki bu sırayı gözetmiş olmasının sebebi nedir?” denilirse biz deriz ki: Hak Teâlâ'nın, فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ [Onlara ‘öf!’ (bile) deme] hitabı ile insanın az veya çok canının sıkıldığını göstermesinden men edilmesi kastedilmiştir. Ama “Onları azarlama” hitabı ile ise reddetmek ve yalanlamak suretiyle onların sözlerine ve görüşlerine karşı muhalefet etmekten men etme manası kastedilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)