وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً
وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً
وَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
كَان isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ şart fiili olup fetha üzere mebni, nakıs mazi fiildir. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
ف۪ي هٰذِه۪ٓ car mecruru اَعْمٰى ’ya müteallıktır. اَعْمٰى kelimesi كَانَ ’nin haberi olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen mansubdur.
فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru اَعْمٰى ’ya müteallıktır. اَعْمٰى mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
اَضَلُّ atıf harfi وَ ’la اَعْمٰى ’ya matuftur. سَب۪يلاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْمٰى - اَضَلُّ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً
Atıfla gelen ayet, …مَنْ اُو۫تِيَ cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap ise insanlardır.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ mübteda, كانِ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, şart cümlesidir. Sübut ifade eden isim cümlesindeki ف۪ي هٰذِه۪ٓ, haber olan اَعْمٰى ’ya müteallıktır. Car mecrurun amiline takdimi, ihtimam içindir.
فَ karinesiyle gelen cevap فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
İşte bu bedbaht insanlar, körden bile daha çok yolunu şaşıranlardır. Zira onlar, kendilerine bahşedilmiş olan yeteneği kullanmamışlar ve hakkı bulma vasıtalarını kullanılmaz duruma getirmişlerdir. İşte bu kör, amel defteri solundan verilenin ta kendisidir. Zira ondan önce zikredilen mukabil fırkanın hali buna delalet etmektedir. (Ebüssuûd, Âşûr)
ف۪ي هٰذِه۪ٓ ve فِي الْاٰخِرَةِ ibarelerindeki فِي harflerinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ahiret ve işaret edilen dünya, içine girilebilen maddi şeylere benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Dünya ve ahiret, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
اَعْمٰى kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. اَضَلُّ, haber olan اَعْمٰى ’ya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. سَب۪يلاً temyiz olarak mansubdur.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzâvece sanatı vardır.
“Şart ve ceza cümlelerinde iki mananın eşleşmesi”dir. Müzâvece sadece cezada vuku bulur. Buna tezâvüc de denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Cenab-ı Hakk'ın, “Kim bu dünyada kör olursa o ahirette de kördür.” buyruğu ile gözün kör olması kastedilmemiş; aksine bununla kalbin körlüğü kastedilmiştir.
İbni Abbas, “Kim, bu görüp müşahede ettiği nimetleri görmez de nankör olursa o görmediği, müşahede etmediği ahiret hususunda kördür; yolca da daha şaşkındır.” der. Bu izaha göre ayetteki ف۪ي هٰذِه۪ٓ şeklindeki işaret zamiri, önceki ayetlerde bahsedilen o nimetlere bir işaret olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette اَعْمٰى kelimesinde bedî’ bir istiare vardır. اَعْمٰى ile kastedilen gözün körlüğü değil, basiretsizliktir. Gerçeği görmeyen, hakkı tanımayan kimse önünü görmeyen, yolu bulamayan kör bir insana benzetilmiştir. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyân ve Âşûr)