İsrâ Sûresi 74. Ayet

وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ  ...

Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْلَا eğer olmasaydık
2 أَنْ
3 ثَبَّتْنَاكَ biz seni sağlamlaştırmış ث ب ت
4 لَقَدْ gerçekten
5 كِدْتَ neredeyse ك و د
6 تَرْكَنُ yanaşacaktın ر ك ن
7 إِلَيْهِمْ onlara
8 شَيْئًا ش ي ا
9 قَلِيلًا bir parça ق ل ل
 
Tefsirlerde bu iki âyet genellikle şöyle açıklanmaktadır: Eğer aklını ve düşünceni sağlamlaştırıp kararlı yapmasaydık, düşünce ve ictihadında hata yapmaktan seni korumasaydık, onların aslında bir “fitne” olan (doğru imandan saptırma riski taşıyan) tekliflerine meyledebilir, bazı haksız isteklerine olumlu cevap vermeyi düşünebilirdin; o zaman da hem hayatta hem de ölümde acılar çekerdin; hayattayken inkârcılar karşısında yenik düşmekten doğan sıkıntılarla ve daha başka belâlarla karşılaştığın gibi önünde yenilgiye uğrayıp gidecekken senin tâvizkâr tutumun sayesinde başarı kazanan inkârcılar karşısında aşağılık bir ölümle ölürdün (İbn Âşûr, XV, 176-177); âhirette de bunun cezasını görürdün.
 
 Kuşkusuz Hz. Peygamber’in putperestlere kanarak lüzumundan fazla tâviz verdiği, fiilen böyle bir olayın gerçekleştiği düşünülemezse de âyet-i kerîme, onun şahsında genel olarak müslümanları, putperestlik gibi asla üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan sapkın inanç sahibi gruplar karşısında kendi inançlarını, vazgeçilmez değerlerini ve kişiliklerini korumaya; haksızlık ve adaletsizliğe sapmadan akıllı ve onurlu bir duruş sergilemeye çağırmaktadır. Gerçekten farklı inanç grupları arasında yaşarken adalet ve dürüstlük ilkeleri çerçevesinde mâkul bir hoşgörü ortamı oluşturmaya çalışmak gerektiğinde kuşku yoktur; bununla birlikte bu sınırın ötesine geçerek tâvizkâr ve ilkesiz bir tutum sergileyenlerin, –âyette işaret buyurulduğu üzere– “Bizim gibi olursanız sizi dost kabul ederiz” diyen çeşitli zümreler nezdinde inançlarını, düşüncelerini ve kendilerini kabul ettirmek şöyle dursun, saygınlıklarını dahi koruyamayacakları açıktır.
 
 75. âyetin son kısmında müminlerin akıllarından çıkarmamaları gereken anlamlı bir uyarı daha vardır: İlkelerine, buyruklarına uyduğunuz, öğüdünü dinleyip yolundan gittiğiniz sürece daima yardımıyla sizi destekleyecek olan Allah, eğer inkârcıların uydusu olursanız arkanızdan yardımını çektiği gibi artık O’nun size vereceği cezayı önleyecek başka bir yardımcı da bulamazsınız. Bunlar Kur’an’ın, değeri ve önemi hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereken evrensel uyarılarıdır. İnsanlar, iyinin ve doğrunun ne olduğu konusunda dürüstlükle, inanarak bir noktada buluşabilirler; bu sakıncalı olmadığı gibi istenen bir sonuçtur. Bu sonucu elde etmek için duruma göre bazı feragat ve fedakârlıklardan da çekinmemek gerekir. Buna rağmen hoşgörü ve tâviz adına iyi, doğru ve gerekli olduğuna inanmadığı şeylere inanıyormuş gibi görünmek, ona göre hareket etmek İslâm ahlâkıyla bağdaşmadığı gibi insan haysiyetiyle de çelişen küçültücü bir durumdur. Kur’ân-ı Kerîm’de münafıkların (inançta iki yüzlülük sergileyenler) cehennemin en dibinde gösterilmesinin (Nisâ4/145) sebebi de budur. İlginçtir ki konumuz olan 75. âyet gibi Nisâ sûresindeki âyetin sonunda da “Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın” buyurulmuştur.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 507-509
 

Keyede  كيد : Tuzak, düzen, kurnazlık ve hile anlamına gelen كَيْد sözcüğü bir çeşit kandırma demektir. Bu kendi içinde mezmum/yerilmiş ve memduh/övülmüş olarak iki kısma ayrılmakla beraber daha çok yerilen şeyler için kullanılır. Kuran-ı Kerim'de her iki şekilde de zikredilmiştir. (Müfredat)                 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 35 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne

Rakene رُكْن : ركن bir nesnenin kendine dayandığı en güçlü yanıdır. İstiare yoluyla güç ve kuvvet manasında da kullanılır. (Müfredat)                 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rükûn ve erkândır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber hazf edilmiştir. Takdiri,  موجود  (gerekir.) şeklindedir. 

ثَبَّتْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

كِدْتَ  mukarebe fiilllerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تَ  muttasıl zamiri  كِدْتَ nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ  cümlesi  كِدْتَ nin haberi olarak mahallen mansubdur. تَرْكَنُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  تَرْكَنُ  fiiline müteallıktır.

شَيْـٔاً  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir.Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَل۪يلاً  kelimesi  شَيْـٔاً ’nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ

 

Önceki ayetteki …اِنْ كَادُوا  cümlesine atfedilen bu ayette de mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

Ayet, şart üslubunda gelmiştir. Şart cümlesi olan  وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ, menfi isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ifade etmiştir. Masdar harfi  اَنْ  ve müteakip müspet mazi fiil sıygasındaki  ثَبَّتْنَاكَ  cümlesi, masdar teviliyle şart cümlesinin mübtedasıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur.

لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاً  cümlesi, لَوْ ’in cevabıdır. Cümlenin başındaki  لَ, cevap harfidir.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, nakıs fiil  كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. 

كَاد ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber, talebî kelamdır.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لَوْلَٓا  meli/malı değil mi harfi, muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendîm (pişmanlık) ifade eden bir edattır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

Bu ayet-i kerime açıkça bildiriyor ki kuvvetli sebepler olduğu halde Peygamberimiz (s.a.) onlara icabete kalkışmamıştır. Yine bu ayet delildir ki masumiyet, Allah'ın inayetiyledir, O'nun muvaffak kılmasıyladır. (Ebüssuûd)

شَيْـٔاً  mahzuf mef’ûlu mutlaktan naib olarak nasb edilmiştir. قَل۪يلاًۗ  sıfattır.

Ayetteki  شَيْـٔاً lafzı, mef'ûlu mutlak manasında olup ركونا قليلا (az bir meyil) demektir. İbni Abbas, Cenab-ı Hakk'ın bu ifade ile Hz. Muhammed’in (s.a.) onlara cevap vermeyip susmasını murad ettiğini söylemiştir. Katâde şöyle der: “Bu ayet nazil olunca Hz. Peygamber (s.a.), ‘Allah'ım! Sen Beni, göz açıp kapama süresi kadar dahi kendi nefsime bırakma!’ demiştir.” (Fahreddin er-Râzî)