Kehf Sûresi 21. Ayet

وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً  ٢١

Böylece biz, (insanları) onların hâlinden haberdar ettik ki, Allah’ın va’dinin hak olduğunu ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe olmadığını bilsinler. Hani onlar (olayın mucizevî tarafını ve asıl hikmetini bırakmışlar da) aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. (Bazıları), “Onların üstüne bir bina yapın, Rableri onların hâlini daha iyi bilir” dediler. Duruma hâkim olanlar ise, “Üzerlerine mutlaka bir mescit yapacağız” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ ve böylece
2 أَعْثَرْنَا buldurduk ع ث ر
3 عَلَيْهِمْ onları
4 لِيَعْلَمُوا bilsinler diye ع ل م
5 أَنَّ şüphesiz
6 وَعْدَ va’dinin و ع د
7 اللَّهِ Allah’ın
8 حَقٌّ gerçek olduğunu ح ق ق
9 وَأَنَّ ve şüphesiz
10 السَّاعَةَ saatin(geleceğinde) س و ع
11 لَا asla olmadığını
12 رَيْبَ şüphe ر ي ب
13 فِيهَا onda
14 إِذْ o sırada
15 يَتَنَازَعُونَ tartışıyorlardı ن ز ع
16 بَيْنَهُمْ kendi aralarında ب ي ن
17 أَمْرَهُمْ onların durumlarını ا م ر
18 فَقَالُوا dediler ق و ل
19 ابْنُوا bina edin ب ن ي
20 عَلَيْهِمْ onların üstüne
21 بُنْيَانًا bir bina ب ن ي
22 رَبُّهُمْ Rableri ر ب ب
23 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
24 بِهِمْ onları
25 قَالَ dediler ki ق و ل
26 الَّذِينَ
27 غَلَبُوا gâlip gelenler غ ل ب
28 عَلَىٰ
29 أَمْرِهِمْ onların işine ا م ر
30 لَنَتَّخِذَنَّ mutlaka yapacağız ا خ ذ
31 عَلَيْهِمْ onların üstüne
32 مَسْجِدًا bir mescid س ج د
 
Yeniden dirilmenin mümkün olduğunu ispatlayan bu olağan üstü gelişmelerin ardından yüce Allah, bu gençleri ya aynı zamanda vefat ettirdi veya her biri bir süre yaşadıktan sonra ecelleri geldikçe öldüler ve aynı mağaraya defnedildiler. İnsanlar mağarayı buldukları veya bu gençlerle ilgili hikâye dillerde dolaştığı için Ashâb-ı Kehf’in mağarada kaldıkları süreyi ve oradaki durumlarını aralarında tartışıyorlardı. Bazı kimseler, bu gençlerin naaşlarının mağarada oldukları gibi kalmaları ve ziyaretçiler tarafından rahatsız edilebilecek davranışlardan korunmaları için mağaranın üzerine bir bina yapılmasını teklif ettiler. Şehrin yöneticileri ise mağaranın üstüne bir mâbed yaptıracaklarını bildirdiler.
 
 İyi kimselere saygı göstermek maksadıyla onların kabirleri üzerine mâbed yapmak örf haline gelmişti. Bu gelenek neticede insanları putperestliğe götürdüğü için Hz. Peygamber yasaklayıp bunu yapan yahudi ve hırıstiyanları da kınamıştır (Buhârî, “Salât”, 48; Müslim, “Mesâcid”, 19). Ayrıca şu uyarıda da bulunmuştur: “İyi biliniz ki sizden önceki ümmetler, peygamberlerinin ve iyi kimselerinin kabirlerini mescid edinmişlerdi. Sakın siz kabirleri mescid edinmeyiniz; size bunu yasaklıyorum!” (Müslim, “Mesâcid”, 23).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 545
 
İyi kimselere saygı göstermek maksadıyla onların kabirleri üzerine mâbed inşa etmek bir örf haline gelmişti. Bu gelenek önünde sonunda insanları putperestliğe götürdüğü için Peygamber Efendimiz tarafından yasaklanmış, kabirlerin üzerine mâbet yapan Yahudi ve hıristiyanlar da kınanmıstır. 
(Buhâri, Salât 48,54, Cenâiz 70; Menâkıbü’l-Ensar 37; Müslim, Mesâcid 19). 

Peyamberimiz ayrıca şu uyarıda bulunmuştur :” İyi biliniz ki sizden önceki ümmetler, peygamberlerinin ve iyi kimselerinin kabirlerini mescid edinmişlerdi. Sakın siz kabirleri mescid edinmeyiniz; size bunu yasaklıyorum. 
( Müslim, Mesâcid 23)
 

Ğalebe غلب :   غَلَبَة gâlip ve üstün gelmek, cebir ve kuvvetle yenmek, zorla boyun eğdirmek ya da hâkim olmaktır. أغْلَب kelimesi ise boynu kalın demektir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri gâlip,  mağlup, galebe çalmak, galiba, tegallüp ve kalabalıktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” manasındadır. Bu ibare amili  اَعْثَرْنَا  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harftir.  ك  hitap zamiridir.

اَعْثَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَعْثَرْنَا  fiiline mütealliktir.

ل  harfi,  يَعْلَمُٓوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  اَعْثَرْنَا  fiiline mütealliktir.

يَعْلَمُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  يَعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur, cümleye masdar anlamı verir.  

وَعْدَ  kelimesi  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. حَقٌّ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَعْثَرْنَا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi عثر ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ 

 

İsim cümlesidir. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, atıf harfi  وَ  ile önceki masdar-ı müevvele matuf olup mahallen mecrurdur.   

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur, cümleye masdar anlamı verir.

السَّاعَةَ  kelimesi,  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَا رَيْبَ ف۪يهَا  cümlesi, اَنَّ  haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harftir. اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

رَيْبَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebni, mahallen mansubdur. ف۪يهَا  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. 

 


اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ 

 

اِذْ  zaman zarfı  اَعْثَرْنَا  fiiline mütealliktir. يَتَنَازَعُونَ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَتَنَازَعُونَ   fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بَيْنَهُمْ  mekân zarfı  اَمْرَهُمْ ’un mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَمْرَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l- kavli,  ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناً ’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

ابْنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir.  بُنْيَاناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَتَنَازَعُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  نزع ’dir.

Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  رَبُّهُمْ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَعْلَمُ  haber olup damme ile merfûdur. بِهِمْ  car mecruru   اَعْلَمُ ’ye mütealliktir.  

اَعْلَمُ  ;ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)    

 

 

قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

غَلَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَمْرِهِمْ car mecruru  غَلَبُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli mukadder kasem cümlesidir.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  

نَتَّخِذَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. مَسْجِداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

نَتَّخِذَنَّ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

وَكَذٰلِكَ اَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ  وَاَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۚ   اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayette mükellim Allah Teâlâdır. 

كَذٰلِكَ , amili  اَعْثَرْنَا  olan mahzuf bir mastarın sıfatına mütealliktir. Cümlenin takdiri  أعثرنا عليهم إعثارا مثل ذلك (Onların durumları hakkında bilgilendirdiğimiz gibi …) şeklindedir.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Bu ifadedeki  ك  harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile  ك ‘den oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali (kullanımı), işaret edilen nimetin fazilet mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)

İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca uzağı işaret etmede kullanılan  bu işaret ismi, bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna ve mertebesinin yüksekliğine delalet ederek tazim ifade eder.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile Ashab-ı Kehf’in durumunun açıklanmasına işaret edilmiştir. Bu açıklamalar, göz önündeki maddi bir şey yerine konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

اَعْثَرْنَا  fiilinin Allah’a ait azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

عْثَار  ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen -Allahu a’lem- “Böylece insanların onlardan haberdar olmalarını sağladık.” manasıdır. Ancak عْثَار  lafzında bir ayrıntı vardır. O da عْثَار ‘ın, bir şeye, görmeden, farkında olmadan rastlamak anlamına gelmesidir. Çünkü bu, sürçmek anlamındaki  عْثَار ‘dan اِفعال  kalıbında sürçtürmek anlamında masdardır. Bu deyimin aslı, yolda giden kimsenin ayağına bir şey çarptığı veya parmağına bir şey battığında durup ona bakması ve onu incelemesidir ki böylece adeta önceden hakkında bilgisi olmaksızın o nesnenin bilgisine ermiş olmaktadır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)

Muttali kıldık manasında  اَعْثَرْنَا  fiili gelmiştir. Alimler, bunun şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Bir şeyden gafil olup sonra da tökezlerse ona bakar ve onu öğrenmiş olur. Böylece tökezlemek manasındaki عْثَار da bu bilmenin ve anlamanın sebebi olur. Bundan dolayı sebebin ismi, müsebbebe (neticeye) verilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Sebep bildiren harf-i cer  لِ  ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  يَعْلَمُٓوا اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ  cümlesi, masdar tevilinde, harf-i cerle  اَعْثَرْنَا  fiiline mütealliktir. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ  cümlesi, masdar tevilinde, يَعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyh olan  وَعْدَ اللّٰهِ , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Allah ismine muzaf olan  وَعْدَ , tazim ve şeref kazanmıştır.

Azamet zamirinden sonra zamir makamında zahir isim gelerek, lafza-i celâlin, heybeti artırmak, zihne yerleştirmek, telezzüz ve teberrük için zikredilmesi tecrîd, iltifat ve ıtnâb sanatlarıdır.

Müsned olan  حَقٌّ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ ف۪يهَا  cümlesi, masdar tevilinde olup önceki masdar cümlesine atfedilmiştir. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  لَا رَيْبَ ف۪يهَا  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف۪يهَا  car mecruru, cinsini nefyeden  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyh  رَيْبَ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

ف۪يهَا  ibaresinde Kıyamet gününe aid zamire dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  السَّاعَةَ, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü zaman, hakiki manada zarfiyeye müsait değildir. Konunun kesinliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bildirilenlerin Allah’ın vaadinin hak olduğu ve kıyametin gerçekleşmesinde hiçbir şüphe olmadığı şeklinde sayılması taksim sanatıdır. 

اِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ  cümlesine dahil olan  اِذْ  zaman zarfı,  اَعْثَرْنَا  fiiline mütealliktir. 

Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyh konumundadır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اَمْرَهُمْ ‘un mahzuf mukaddem haline müteallik zarf olan car-mecurur  بَيْنَهُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl konumundaki  اَمْرَهُمْ ‘a takdim edilmiştir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ اَمْرَهُمْ  ibaresinde meknî istiare vardır.  اَمْرَهُمْ  kelimesiyle işler, hakkında çok tartışma olan bir şeye benzetilmiş, sonra şey kelimesi hazf edilmiş ve etrafında tartışma olduğu manasını yerine getirmek için  نَازَعُ  kelimesi müstear olmuştur.

اَمْرَهُمْ ’deki zamirin Kehf ehline ait olması caizdir. Buradaki emir kelimesi durum manasındadır. 

(Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناًۜ  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَاناً  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ابْنُوا  fiiline müteallik  عَلَيْهِمْ  car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan  بُنْيَاناً ‘e takdim edilmiştir.

بُنْيَاناً ‘deki nekrelik, herhangi bir manasında muayyen olmayan nev ifade eder.

ابْنُوا - بُنْيَاناً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بَيْنَهُمْ - بُنْيَاناً  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


رَبُّهُمْ اَعْلَمُ بِهِمْۜ 

 

Ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyh olan  رَبُّهُمْ , veciz ifade için izafetle gelmiştir. Bu izafette Rab ismine muzâfun ileyh olan  هُمْ  zamiri dolayısıyla Ashab-ı Kehf, şan ve şeref kazanmıştır.

Müsned olan  اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


قَالَ الَّذ۪ينَ غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi olan  غَلَبُوا عَلٰٓى اَمْرِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sıladaki habere dikkat çekmek içindir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِداً  terkibi kasem üslubunda gelmiştir.

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. 

Cümle, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  نَّ , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın ,Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَنَتَّخِذَنَّ  fiiline müteallik  عَلَيْهِمْ  car mecruru, ihtimam ve durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  مَسْجِداً ’deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.

قَالُوا - قَالَ  ve  لِيَعْلَمُٓوا - اَعْلَمُ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَلَيْهِمْ - اَنَّ  اَمْرِهِمْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr,  حَقٌّ - رَيْبَ  ve  وَعْدَ -  السَّاعَةَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî,  اَعْثَرْنَا  - يَعْلَمُٓوا  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

اَعْثَرْنَا  fiilindeki  نَا  zamiriyle başlayan ayet,  رَبُّهُمْ  kelimesindeki gaib zamire iltifat etmiştir.

Bunu söyleyenler, hükümdar ile Müslümanlar idi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)