وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاضْرِبْ | ve anlat |
|
2 | لَهُمْ | onlara |
|
3 | مَثَلًا | misal olarak |
|
4 | رَجُلَيْنِ | şu iki adamı (ki) |
|
5 | جَعَلْنَا | vermiştik |
|
6 | لِأَحَدِهِمَا | ikisinden birine |
|
7 | جَنَّتَيْنِ | iki bağ |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | أَعْنَابٍ | üzüm |
|
10 | وَحَفَفْنَاهُمَا | ve onların etrafını çevirmiştik |
|
11 | بِنَخْلٍ | hurmalarla |
|
12 | وَجَعَلْنَا | ve bitirmiştik |
|
13 | بَيْنَهُمَا | ortalarında da |
|
14 | زَرْعًا | ekin |
|
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اضْرِبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَهُمْ car mecruru اضْرِبْ fiiline mütealliktir. مَثَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَجُلَيْنِ kelimesi مَثَلَ ’den bedel olup, müsenna olduğu için nasb alameti يْ ‘dir. جَعَلْنَا cümlesi, رَجُلَيْنِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. لِاَحَدِهِمَا car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَنَّتَيْنِ mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti ي ‘dir. مِنْ اَعْنَابٍ car mecruru جَنَّتَيْنِ ‘ nin mahazuf sıfatına mütealliktir. حَفَفْنَاهُمَا cümlesi قد takdiriyle جَنَّتَيْنِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. حَفَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِنَخْلٍ car mecruru حَفَفْنَا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بَيْنَهُمَا zaman zarfı جَعَلْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. زَرْعاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir: 1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek. 2. Bir halden başka bir hale geçmek 3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Hz. Peygambere emirle başlayan ayet, emir üslubunda talebi inşâi isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اضْرِبْ fiiline müteallik لَهُمْ car mecruru, ihtimam ve durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
رَجُلَيْنِ , mef’ûl olan مَثَلاً ’den bedeldir. Bedel ıtnâb sanatıdır.
مَثَلاً ’deki tenvin nev ifade eder.
جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ cümlesi, رَجُلَيْنِ için sıfattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
لِاَحَدِهِمَا ’nın müteallakı olan ikinci mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
جَنَّتَيْنِ ’nin mahzuf sıfatına müteallık olan مِنْ اَعْنَابٍ car mecrurundaki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder. Bu ibaredeki مِنْ , sıfatı açıklayan beyaniyyedir.
“Cennet” lafzının kullanılması, bağ ve bahçede bulunan ağaçların, gölgeleriyle içindekileri gizleyip örttüğü içindir. Bu kelimenin aslı, “örtmek ve bürümek” manasındadır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
قد takdiriyle hal konumundaki وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ cümlesi de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
Aynı üslupta gelen وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاً cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle hal cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı بَيْنَهُمَا , konudaki önemine binaen mef’ûl olan زَرْعاً ’a takdim edilmiştir.
زَرْعاًۜ - بِنَخْلٍ kelimelerinin tenkiri nev, kesret ve tazim ifade eder.
هِمَا - جَعَلْنَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
جَنَّتَيْنِ - اَعْنَابٍ - نَخْلٍ - زَرْعاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki اضْرِبْ hariç diğer bütün fiiller azamet zamirine isnad edilmiş, mazi fiildir. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Fiillerin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
حَفَفْ kelimesi, bir şeyin tarafı, yanı anlamına gelip kelimenin çoğulu الأحِفَّةُ 'dir ve o şeyin tarafları demektir. Keşşâf sahibi ise şöyle der: “Onlar bir şeyi kuşatıp onu tavaf ettiklerinde, etrafını dolaştıklarında, bunu ifade etmek için حفَفْتُ ; Onları onun etrafında dolaştırdım anlamında da حففتُه بهم denir. O halde bu fiil, (aslında) bir mef'ûl alır. بِ harf-i ceri ona ikinci bir mefûl kazandırır. Bu, mesela bir kimsenin, “Onu bürüdüm, örttüm; onu, onunla bürüdüm.” demesi gibidir o, sözüne devamla şöyle der: “Bu özellik, zengin ve varlıklı kimselerin, bağları ve bahçeleri hakkında tercih ettikleri bir vasıf olup bu da onların o (üzüm) bağlarını, meyve veren ağaçlarla çepeçevre kuşatmalarıdır. Bunun aynı zamanda manzarası da çok güzeldir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayetteki “Ortalarında da bir ekinlik yapmıştık.” cümlesinden şunlar kastedilmiştir: O arazinin, her türlü besin ve meyveyi ihtiva etmesi, sınırlarının geniş ve sahasının da fazla olması aynı zamanda o arazinin içinde onu birbirinden bölüp ayıracak (tepeler ve vadiler vb.) de bulunmamasıdır. Bu arazi, her zaman başka menfaatler de temin eder ki bu da başka mahsül ve başka meyveler demektir. Böylece menfaat ve faydası kesintisiz olup hepsi ardarda gelir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu ayetlerin maksadı şudur: kâfirler, mallarıyla, taraftar ve yardımcılarıyla Müslüman fakirlere karşı övünüyorlardı. Böylece Allah Teâlâ, fakirin zengin, zenginin de fakir olması ihtimalinden dolayı, bunun iftiharı gerektiren şeyler nevinden olmadığını beyan buyurmuştur. Kendisiyle fahretmenin gerekli olduğu şeye gelince bu, Allah'a itaat ve O'na ibadettir ki bu da fakir müminlerde bulunmaktadır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu ayet, kâfir ve müminin hali hakkında gelmiş bir mesel ayetidir. Mümin, Rabbine şükreden bir bahçe sahibine benzetilmiştir. Bu mümin Rabbinin nimetlerine şükreden, hikmet sahibi, güzel davranışları olan, Allah’ın kendi üzerindeki faziletini itiraf eden bir mümindir. Kâfir ise Allah’ın üzerindeki faziletini inkar eden bir başka bahçe sahibine benzetilmiştir. Bu kişi nimetleri inkâr eder, kibirlidir. Sure bu kâfiri, iki bahçe sahibi olarak tasvir etmiştir. Mürekkeb, mürekkebe benzetilmiştir, müşebbeh hazf edilmiştir. İstiâre-i temsîliyye olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Misal olarak verilen iki adam, İsrailoğullarından iki kardeş veya iki ortak idi. Kâfir olanın adı Katrûs, mümin olanın adı da Yehûzâ idi. Bunlar sekiz bin dirhemi aralarında bölüştüler. Kâfir olan, kendi payı ile arazı ve bağ bahçe satın aldı. Mümin olan ise kendi payını hayır işlerine harcadı. Sonra ayette anlatılanlar oldu. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)