Kehf Sûresi 47. Ayet

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ  ...

Dağları yürüteceğimiz ve senin yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir hatırla. Biz onları mahşerde toplarız da içlerinden hiçbirini bırakmayız.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ O gün ي و م
2 نُسَيِّرُ yürütürüz س ي ر
3 الْجِبَالَ dağları ج ب ل
4 وَتَرَى ve görürsün ر ا ي
5 الْأَرْضَ yeri ا ر ض
6 بَارِزَةً çırılçıplak ب ر ز
7 وَحَشَرْنَاهُمْ onları toplamışız ح ش ر
8 فَلَمْ ve
9 نُغَادِرْ bırakmamışızdır غ د ر
10 مِنْهُمْ onlardan
11 أَحَدًا hiçbirini ا ح د
 
Dağların yürütülmesinden maksat, kıyamet gününde şiddetli bir deprem ve infilâkin meydana getirilmesi, dağların atılmış yün gibi savrulması olabilir. Kur’an’ın değişik yerlerdeki anlatımına göre o gün yer kütlesi sarsılacak ve dağlar darmadağın edilecek (Hâkka 69/14), savrulan kum yığınları haline gelecek (Müzemmil 73/14), atılmış renkli yün gibi olacak (Kåria 101/5), toz duman haline gelecek (Vâkıa 56/5-6), bulutlar gibi hareket edecek, nihayet bir serap olacaktır (Nebe’ 78/20). Nitekim başka bir âyette şöyle buyurmaktadır: “Sana dağları soruyorlar. De ki: Rabbim onları un ufak edip savuracak; yerlerini dümdüz, bomboş bırakacak. Orada artık ne bir kıvrım ne de bir tümsek görürsün” (Tâhâ20/105-107). Bu konuda Elmalılı Muhammed Hamdi şöyle der: “Dağların atılmış renkli yünler gibi olmaları hali, bizim idrakimize göre bütün yer küresinin volkan gibi infilâk edip patlaması halini düşündürdüğü gibi, son zaman savaşlarının o hali almaya doğru giden yakıcı manzaralarını da göz önüne getirmektedir” (IX, 6029). Allah dağları yerinden giderir, yok eder, her taraf dümdüz ve çıplak hale gelir. Böylece yeryüzünde ne bir bitki ne bir ağaç ne bir canlı ne de bir bina kalır.
 
 Bundan sonra Allah Teâlâ, bütün insanları huzurunda saf halinde toplayacak ve inkârcılara şöyle hitap edecek: “Siz ilk yarattığımız gibi bize geldiniz!” Yani siz öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyordunuz, işte gördünüz. Sizi hiç yokken nasıl yarattıysak öldükten sonra da öylece dirilttik. Şimdi huzurumuza aynen yarattığımız zamanki gibi çıplak, malsız, mülksüz, çocuksuz ve yardımcısız olarak geldiniz. Nitekim başka bazı âyetlerde şöyle buyurulmuştur: “Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız” (En‘âm 6/94). “Onun sözünü ettiği şeyler sonunda bize kalacak, kendisi de tek başına bize gelecek” (Meryem 19/80). Hz. Peygamber de kıyamet gününde Allah’ın insanları, ilk yaratıldıkları doğal halleri ve görünüşleriyle, yanlarında dünyalık hiçbir şeyleri olmaksızın toplayacağını haber vermiştir (Müsned, III, 495).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 557-558
 

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  يَوْمَ  zaman zarfı, takdiri  أُذْكُرْ  olan mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. نُسَيِّرُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُسَيِّرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. 

الْجِبَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  

الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بَارِزَةً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نُسَيِّرُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سير ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  haliyyedir.  حَشَرْنَاهُمْ  hal cümlesi  قد  takdiri ile mahallen mansubdur.

حَشَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.   نُغَادِرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

مِنْهُمْ  car mecruru  اَحَداً ’in mahzuf haline müteallıktır.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

نُغَادِرْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  غدر ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette îcâz-ı hazif vardır. Zaman zarfı olan  يَوْمَ  cümle başındaki mahzuf bir fiile müteallıktır. Takdiri; أُذْكُرْ ’dur.

Zaman zarfı  يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olan  نُسَيِّرُ الْجِبَالَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim, muzari fiil sıygasında gelmesi teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bu ifadenin takdiri 45. ayetteki “Onlara dünya hayatının misalini irad et.” ifadesi üzerine atfedilmek üzere ve “Onlara dağları yürüteceğimiz o günü anlat.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

O günün hatırlatılmasından murad, müşrikleri, o gün olacak korkunç hadiselerle uyarmaktır. (Ebüssuûd)

وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ  cümlesi muzâfun ileyh cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü açıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

“Ve o gün yeryüzünün her tarafını da dümdüz göreceksin.” Yeryüzünün, dağlar altında kalan kısımlarının meydana çıkması keyfiyeti açıktır. Başka yerlerin meydana çıkması ise önceleri dağların görmeye engel olduğu yerlerin, dağların ortadan kalkmasıyla ortaya çıkması ve görünür hale gelmesi demektir. İşte o zaman her yer, engebesiz dümdüz bir saha haline gelecektir. (Ebüssuûd)

İsm-i fail veznindeki  بَارِزَةًۙ , mef’ûlün halidir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Ayette önceki iki fiil muzari iken  حَشَرْنَاهُمْ  fiilinde maziye iltifat edilmiştir.

وَحَشَرْنَاهُمْ  cümlesi hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Müstakbel, vukûunun kesinliğini ifade için mazi fiille gelebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

Bu ayet-i kerimede, Allah'ın kullarını mahşerde toplayacağını ifade eden  حَشَرْنَاهُمْ  fiili, henüz yaşanmamış olan ahiretten bahsettiği halde mazi (geçmiş zaman) sıygayla gelmiştir. Durumun zahiren gereğine uygun olmayan bu kullanımın sebebi, mahşerin kesin olarak gerçekleşeceğini ifade etmektir; dolayısıyla fiil zahiren gerektiği gibi muzari sıygayla değil, gerçekleşeceğinin kesinliğini ifade etmek üzere gerçekleşmiş gibi mazi sıygayla gelmiştir. (Kazvînî, el-İzâh fî Ulûmi’l-Belâga)

Ayetin  فَ  harfiyle  وَحَشَرْنَاهُمْ ’a atfedilen son cümlesi  فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ , menfi muzari fiil sıygasında faidei haber ibtidai kelamdır. Cümlenin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

Ayetteki fiillerin hepsinin azamet zamirine isnad edilerek tazim edilmesi, bu fiillerin Allah katında önemine işaret etmiştir.

Muzariye dahil olan  لَمْ  edatı, fiili cezm eder ve manasını olumsuz maziye çevirir.

نُغَادِرْ  fiili mufâale babındadır. Mufaale babı fiile müşareket ve teksir anlamları katar.

Ayetteki  لَمْ نُغَادِرْ  ifadesi, “Hiçbirini bırakmayız.” demektir. Arapçada “Onu terk etti.” manasında  أغْدَرَهُ  ve  غَادَرَهُ denir. Ahdi bozmaya “gadr” denilmesi de bu köktendir. Sellerin geride bıraktığı şeylere de “gadîr” denilir. Yine kadının saç örüğüne de arkaya atıldığı (adeta terk edildiği) için “gadîrâ” denilmesi de bundan dolayıdır. (Fahreddin er-Râzî)

اَحَداًۚ  ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umuma işarettir

الْجِبَالَ  -  الْاَرْضَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.