اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً ٧٩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّا |
|
|
2 | السَّفِينَةُ | O gemi |
|
3 | فَكَانَتْ | idi |
|
4 | لِمَسَاكِينَ | yoksulların |
|
5 | يَعْمَلُونَ | çalışan |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْبَحْرِ | denizde |
|
8 | فَأَرَدْتُ | istedim |
|
9 | أَنْ | ki |
|
10 | أَعِيبَهَا | onu kusurlu yapmak |
|
11 | وَكَانَ | çünkü vardı |
|
12 | وَرَاءَهُمْ | onların ilerisinde |
|
13 | مَلِكٌ | bir kral |
|
14 | يَأْخُذُ | alan |
|
15 | كُلَّ | her |
|
16 | سَفِينَةٍ | gemiyi |
|
17 | غَصْبًا | zorla |
|
Ğasabe غصب : غَصَبَ fiili gasbetmek, zorla almak, gayrı meşru bir şekilde ele geçirmektir. غَصْبٌ ise gasp ve kanunsuz olarak sahip olma demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli gasbetmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Ayebe : عيب عابٌ / عَيْبٌ bir şeyin kendisinden dolayı عَيْبَةٌ olduğu, yani eksikliğin odağı olduğu bir durumdur. Sülasi formundaki kullanımı (عابَ-يَعِيبُ) ya geçtiği ayeti kerimedeki gibi fiilien ayıplı hale getirmek ya da sözle yani onu yererek ayıplı hale getirmekle olur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil olarak 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ayıptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً
اَمَّا şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
İsim cümlesidir. السَّف۪ينَةُ mübteda olup damme ile merfûdur. فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
كان nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى ’dir. تْ te’nis alametidir. لِمَسَاك۪ينَ car mecruru كَانَتْ ’in mahzuf haberine müteallik olup, müntehel cumû’ sıygasında, gayr-i munsarif olduğu için cer alameti fethadır. يَعْمَلُونَ cümlesi, مَسَاك۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْبَحْرِ car mecruru يَعْمَلُونَ fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اَرَدْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
اَع۪يبَهَا fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ cümlesi, قد takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur. Ta’lil hükmünde itiraziyye cümlesi olması da caizdir.
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
وَرَٓاءَهُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مَلِكٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur. يَأْخُذُ cümlesi, مَلِكٌ sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يَأْخُذُ damme ile merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَف۪ينَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. غَصْباً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, مبيّن لنوعه (Çeşidini, türünü açıklayan) şeklindedir.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette ilki müfred, ikincisi fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَدْتُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette, Hızır’ın (a.s) sözleri devam etmektedir.
Şart üslubundaki terkipte اَمَّا , şart, tafsil ve tekid edatıdır.
اَمَّا şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl ; Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, c. 1, s. 421)
السَّف۪ينَةُ mübteda, فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ , mübtedanın haberidir. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِمَسَاك۪ينَ car-mecruru, nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda geldiği halde haberi mana taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkeptir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ cümlesi, لِمَسَاك۪ينَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً
فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا cümlesi, atıf harfi فَ ile فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَرَدْتُ fiili, iki mef’ûl alan fiillerdendir. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اَع۪يبَهَا cümlesi, masdar teviliyle اَرَدْتُ fiilinin iki mef’ûlü konumundadır.
Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قد takdiriyle hal cümlesi olan وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ , nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. وَرَٓاءَهُمْ mekan zarfı, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَلِكٌ , muahhar ismidir.
كَانَ - كَانَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً cümlesi, مَلِكٌ için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal olan غَصْباً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
سَف۪ينَةٍ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hızır’ın فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا [Gemiyi kusurlu hale getirdim] diyerek görünüşte kötü olan bir fiili kendisine isnad etmesi, فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا “Rabbin, çocukların büyüyüp güçlenmelerini istedi.” (Kehf Suresi, 82) diyerek de hayrı Allah’a isnad etmesinde edep öğretme sanatı vardır. Bu üslup, kulların Allah’a karşı nasıl davranacaklarını öğretmektedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Üç ayette اَرَادَ fiillerinin failleri farklı gelmiştir. Bununla ilgili İmam Nesefi'nin bir açıklaması vardır: 1. فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا [Onu kusurlu kılmak istedim]; (اَرَدْتُ) (Kehf Suresi, 79) yaptığı iş zahiren ifsat olduğu için kendine nispet etmiştir.
2. Bu fiilde hem ifsat hem inam var, bu yüzden “istedik” demiştir. (اَرَدْنَٓا) (Kehf Suresi, 81)
3. Burada sırf inam var, ayrıca kulun kudretinin haricinde olduğu için اَرَادَ رَبُّكَ [Rabbin istedi] demiştir. (اَرَادَ ) (Kehf Suresi, 82) Bu üç meselede, nazar-ı dikkate alınan temel düstur; iki zarar çeliştiğinde, daha büyüğünü savuşturmak için daha küçüğünü üstlenmeyi gerektirir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
كُلَّ سَف۪ينَةٍ [Her gemi] terkibinde hazif yoluyla îcaz vardır. “Her sağlam gemiyi” takdirindedir. فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا [Onu kusurlu yapmak istedim.] ifadesinden anlaşıldığı için صالحة (sağlam) lafzı kaldırılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
İhtibâk bir belâgat terimi olarak “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
وَرَٓاءَهُمْ kelimesiyle o gemiyi gasp yoluyla alan melikin, onların önünde olması kastedilmiştir. Bu izahı, Ferrâ yapmıştır. Bunun böyle izah edilmesinin delili ise [Onların önünde de cehennem vardır. (İbrahim Suresi, 16)] ayetidir. Keza [Önlerindeki o çetin günü bırakırlar. (İnsan Suresi, 27)] ayeti de böyledir. Bu işin hakikati şudur: Senin göremediğin şey, senden gizlenmiş; sen de ondan gizlenmişsindir. O halde senin göremediğin her şey senin ötendedir. Bir şeyin önüne de o şey ondan gaib olduğunda ve görülmediğinde وَرَٓاءَ /verâ lafzı kullanılır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l -Gayb)