اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُوداً اَوْ نَصَارٰىۜ قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | تَقُولُونَ | söylüyor(mu)sunuz |
|
3 | إِنَّ | şüphesiz |
|
4 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim |
|
5 | وَإِسْمَاعِيلَ | ve İsma’il |
|
6 | وَإِسْحَاقَ | ve İshak |
|
7 | وَيَعْقُوبَ | ve Ya’kub |
|
8 | وَالْأَسْبَاطَ | ve torunlarının |
|
9 | كَانُوا | olduklarını |
|
10 | هُودًا | yahudi |
|
11 | أَوْ | yahut |
|
12 | نَصَارَىٰ | hıristiyan |
|
13 | قُلْ | de ki |
|
14 | أَأَنْتُمْ | siz mi |
|
15 | أَعْلَمُ | daha iyi bilirsiniz |
|
16 | أَمِ | yoksa |
|
17 | اللَّهُ | Allah (mı) |
|
18 | وَمَنْ | ve kimdir |
|
19 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
20 | مِمَّنْ | kimseden |
|
21 | كَتَمَ | gizleyen |
|
22 | شَهَادَةً | şahitliği |
|
23 | عِنْدَهُ | yanında bulunan |
|
24 | مِنَ | tarafından |
|
25 | اللَّهِ | Allah |
|
26 | وَمَا | ve değildir |
|
27 | اللَّهُ | Allah |
|
28 | بِغَافِلٍ | gafil |
|
29 | عَمَّا | -dan |
|
30 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız- |
|
Bu soru, bu büyük peygamberlerin yahudi ve hıristiyan olduklarını iddia eden kendileri saptığı gibi bu peygamberleri de kendi sapıklıklarına alet etmeye çalışanlara yöneltiliyor. Bu yahudi ve hıristiyanlar Allah’ın kitabında müslüman olarak haber verdiği bu peygamberlerin yahudi ve hıristiyan olduklarını söylüyorlar. Halbuki bundan önceki âyetlerde son derece açık bir şekilde bu peygamberlerin, hepsinin birer müslüman olduklarını anlattı Rabbimiz. Bunlar, bu peygamberlerin müslüman olduklarını resmen söyleyemiyorlar. Neden? Çünkü o zaman otomatikman kendi kendilerini reddetmiş olacaklar da ondan.
"De ki."
Bakın yine hücum var. Kur’ân hiçbir zaman savunmada değildir.
"Söyleyin bakalım, siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allah mı?"
Allah biliyor ve şahitlik ediyor ki; o peygamberler ne yahudiydi ne de hıristiyandı. Bunu bize Allah bildiriyor. İnsanların bilgisi Allah’tandır. Bunu bize bildiren Allah’tır. Eğer bunu bize Allah bildirmeseydi biz de bilemezdik. Yani bu kitaba dayalı olmayan, peygambere dayalı olmayan hiçbir bilgi, gerçek bilgi değildir. Öyleyse gaybi konularda, gaybi meseleler konusunda Allah’ın bildirdiklerinin dışında söz söylenmemelidir. Yani bu konularda söz söyleme hakkı sadece Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimsenin söz söyleme hakkı yoktur. (Besairul Kur’ân Ali Küçük tefsiri)
Burada gizlendiği ifade edilen “şahitlik”, Hz.Muhammed’in geleceğine dair Tevrat ve İncil de yer alan bilgilerdir.Ebû Bekre Nüfey İbni Hâris radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?” diye üç defa sordu.
Biz de:
- Evet, yâ Rasûlallah, dedik.
Rasûl-i Ekrem:
- “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve “İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak” buyurdu. Bu sözü durmadan tekrarladı. Daha fazla üzülmesini istemediğimiz için keşke sussa, diye arzu ettik.
Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143. Ayrıca bk. Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru sûre (4) 5 (Riazus Salihin 338 no lu hadis)
اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır.
Fiil cümlesidir. تَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ ‘ dir. تَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اِبْرٰه۪يمَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ kelimeleri makabline matuftur.
كَانَ ‘ nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’ nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. هُودًا kelimesi كَانُوا ’ nun haberi olup fetha ile mansubdur. نَصَارٰى atıf harfi اَوْ ile هُوداً ‘ e matuf olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
اَمْ ; Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ ; Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ تَقُولُونَ fiilini تَ ile okuyanlara göre اَمْ edatı, 139. ayetteki اَتُحَٓاجُّونَنَا fiilinin başındaki hemzeye muadildir. تَ ile olan kıraate göre; اَمْ edatının بَلْ اَتَقُولُونَ [Hayır, yoksa şöyle mi diyorsunuz] anlamında munkatı’a olması da mümkündür. اَمْ تَقُولُونَ fiilini [“Yoksa … mı diyorlar?!” şeklinde] يَ ile okuyanlara göre ise, اَمْ sadece munkatı’a olabilir. (Zemahşeri , Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l kavli, ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. Hemze istifham harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْلَمُ haber olup damme ile merfûdur.
اَمِ atıf harfi ve muttasıldır. اللّٰهُ lafza-i celâl, atıf harfi اَمِ ile munfasıl zamir اَنْتُمْ ’ e matuftur. Veya mübtedadır ve haberi mahzuftur. Takdiri, اَعْلَمُ (daha iyi bilir) şeklindedir.
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haber olup damme ile merfûdur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harfi ceriyle اَظْلَمُ ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَتَمَ شَهَادَةً ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَتَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ‘dir. شَهَادَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عِنْدَ mekân zarfı شَهَادَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru شَهَادَةً ’in mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir.
اَظْلَمُ ve اَعْلَمُ kelimeleri ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir. İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâl مَا ’ nın ismi olup damme ile merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. غَافِلٍ lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl, عَنْ harfi ceriyle تَعْمَلُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zaidlik)
غَافِلٍ kelimesi, sülâsi mücerredi غفل olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ
İstinafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَمْ ; munkatı’ istifham harfi, burada hemze ve بَلْ manasındadır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve tenkit amacı taşıyan cümle vaz edildiği anlamın dışında bir mana ifade ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
İstifham inkârîdir; yani mana “İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunları Yahudi yahut Hristiyanlardır demeyin” şeklindedir. Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُوداً اَوْ نَصَارٰىۜ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ‘nin haberi olan كَانُوا هُوداً اَوْ نَصَارٰى , nakıs fiil كَانُ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَصَارٰى muhayyerlik ifade eden اَوْ atıf harfiyle هُوداً ‘e atfedilmiştir. Ciheti camia tezayüftür.
اِبْرٰه۪يمَ - اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ - يَعْقُوبَ ve هُودًا - نَصَارٰىۜ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Peygamberlerin isimleri doğum tarihi sırasına göre 136. ayetteki gibi sayılmıştır. Isimlerin bu üslupta sayılmasında ıttırad ve taksim sanatları vardır. 136. ayetle bu ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَمْ تَقُولُونَ fiilini تَ ile okuyanlara göre اَمْ edatı, 139. ayetteki اَتُحَٓاجُّونَنَا fiilinin başındaki hemzeye muadildir. Mana şöyledir: “Siz şu iki işten hangisini yapıyorsunuz? Allah’ın hikmeti hakkında tartışmak mı, yoksa peygamberler hakkında yahudilik / hristiyanlık iddiasında bulunmak mı?” Her iki fiilin başındaki istifhamdan maksat, bu iki hususu birlikte inkâr etmektir. Yine تَ ile olan kıraate göre; اَمْ edatının بل أتقولون [Hayır, yoksa şöyle mi diyorsunuz] anlamında munkatı olması da mümkündür. Bu ihtimale göre de hemze yine yadırgama belirtir. اَمْ تَقُولُونَ fiilini [“Yoksa … mı diyorlar?!” şeklinde] يَ ile okuyanlara göre ise, اَمْ ancak munkatı olabilir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takrirî istifham harfidir. Takrîr; soru soran kimsenin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.
Takrîr(itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Mekulü’l-kavl cümlesi istifham üslubunda olmasına rağmen cümle vaz edildiği soru anlamından çıkarak ikrar ve tevbih anlamı kazandığı için mecazı mürsel mürekkebdir.
اَنْتُمْ mübteda, اَعْلَمُ haberdir.
Lafza-ı celal, اَمِ atıf harfiyle munfasıl zamir اَنْتُمْ ’e atfedilmiştir. Cihet-i camia, şibh-i tezayüftür.
Cümlede ihtibak sanatı vardır. ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ dedikten sonra sadece اللّٰهُۜ lafzıyla yetinilmiş اَعْلَمُ hazfedilmiştir. Bu ihtibak sanatıdır.
İhtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
مَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olup, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundadır. İstifham ismi مَنْ mübteda, اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِ , cümlesi haber konumundadır.
Ayet, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, taaccüb ve inkar manası taşıması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Yani, “Allah'ın bildirdiği o yanındaki gerçeği gizleyenden daha zalim kimse yoktur” demektir. İstifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müsned olan اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte اَظْلَمُ ‘ya mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Mekân zarfı عِنْدَ ve مِنَ اللّٰهِ car-mecruru, شَهَادَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması sebebiyle عِنْدَ , şeref kazanmıştır.
كَتَمَ - شَهَادَةً kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
شَهَادَةً - اَعْلَمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ifade iki farklı anlama gelebilir. Birincisi; Ehl-i Kitaptan daha zalim hiç kimse yoktur. Çünkü onlar, bildikleri halde bu şahitliği gizlemişlerdir. İkincisi; eğer biz bu şahitliği gizlersek, bizden daha zalim hiç kimse olamaz. Dolayısıyla biz onu asla gizlemeyiz. Burada; Peygamber (s.a.v.)’in peygamberliği hususunda Ehl-i Kitabın, Allah’ın kendi kitaplarındaki şahitliğini ve başka hususlardaki şahitliklerini gizlediklerine dair üstü kapalı bir gönderme yapılmaktadır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
وَ , istînâfiyyedir.
Nefy harfi مَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا harfi ليس gibi amel etmiştir. مَا ‘nın haberi olan بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ’deki بِ harfi tekid ifade eden zaid harftir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عن harf-i ceriyle بِغَافِلٍ ‘ye müteallik olan masdar harfi مَا ‘nın sılası olan تَعْمَلُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için zaid olarak gelmiştir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا ’nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, c.2, II, 142)
Haber olan غَافِلٍ, ism-i fail sıygasında gelerek isim cümlesindeki sübut ve istimrar anlamını kuvvetlendirmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Allah gafil değildir.] sözü “Allah onların yaptıklarını bilir.” ifadesinden daha güçlüdür. Olumsuz cümlelerde daha fazla vurgu vardır.
[Allah yapmakta olduğunuz şeylerden gafil değildir] ifadesi amellerin karşılığının verilmesi konusunda bir vaîd, yani tehdittir. Bu ifadenin altında “Her davranışınız değerlendirilmektedir” anlamı yatmaktadır. Bir anlamın içine başka bir anlamın gizlenmesi idmâc sanatıdır.
Ya da lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
غَافِلٍ - تَعْمَلُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
تَعْمَلُونَ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, اَعْلَمُ - اَظْلَمُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kur’an-ı Kerim’de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmla Yönüyle Arapçada Zaidlik)
Bu cümle, Bakara Suresinde 5 kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Burada maksat Allah Muhammed (s.a.v)’ın doğruluğunu ve beşaretini (yani peygamber olacağının önceden müjdelendiğini) gizlemenizden gafil değildir manasıdır. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bu cümlede lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. ‘’Allah yaptıklarınızdan gafil değildir’’ cümlesiyle onlara gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir. Yani tehdit ifade eder. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)