Bakara Sûresi 177. Ayet

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ  ...

İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسَ değildir ل ي س
2 الْبِرَّ iyilik ب ر ر
3 أَنْ
4 تُوَلُّوا çevirmeniz و ل ي
5 وُجُوهَكُمْ yüzlerinizi و ج ه
6 قِبَلَ tarafına ق ب ل
7 الْمَشْرِقِ doğu ش ر ق
8 وَالْمَغْرِبِ ve batı غ ر ب
9 وَلَٰكِنَّ fakat
10 الْبِرَّ iyilik ب ر ر
11 مَنْ kişinin
12 امَنَ inanmasıdır ا م ن
13 بِاللَّهِ Allah’a
14 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
15 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
16 وَالْمَلَائِكَةِ ve meleklere م ل ك
17 وَالْكِتَابِ ve Kitaba ك ت ب
18 وَالنَّبِيِّينَ ve peygamberlere ن ب ا
19 وَاتَى ve vermesidir ا ت ي
20 الْمَالَ malını م و ل
21 عَلَىٰ
22 حُبِّهِ sevdiği ح ب ب
23 ذَوِي
24 الْقُرْبَىٰ yakınlara ق ر ب
25 وَالْيَتَامَىٰ ve yetimlere ي ت م
26 وَالْمَسَاكِينَ ve yoksullara س ك ن
27 وَابْنَ ve ب ن ي
28 السَّبِيلِ yolda kalmışlara س ب ل
29 وَالسَّائِلِينَ ve dilencilere س ا ل
30 وَفِي ve
31 الرِّقَابِ kölelere ر ق ب
32 وَأَقَامَ ve kılmasıdır ق و م
33 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
34 وَاتَى ve vermesidir ا ت ي
35 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
36 وَالْمُوفُونَ yerine getirmeleridir و ف ي
37 بِعَهْدِهِمْ andlaşmalarını ع ه د
38 إِذَا zaman
39 عَاهَدُوا andlaşma yaptıkları ع ه د
40 وَالصَّابِرِينَ ve sabrederler ص ب ر
41 فِي
42 الْبَأْسَاءِ sıkıntıda ب ا س
43 وَالضَّرَّاءِ ve hastalıkta ض ر ر
44 وَحِينَ ve zamanında ح ي ن
45 الْبَأْسِ savaş ب ا س
46 أُولَٰئِكَ işte onlar
47 الَّذِينَ kimselerdir
48 صَدَقُوا doğru olan ص د ق
49 وَأُولَٰئِكَ ve işte onlar
50 هُمُ onlardır
51 الْمُتَّقُونَ muttakiler و ق ي
 

İyilik o kimsenin iyiliğidir ki

Allaha

Ahiret gününe

Meleklere

Kitaba

Peygamberlere iman eder…

Ayet iyiliğin ne olduğunu anlatırken iman esaslarından başlıyor. Bir iyilik yapmak için en iyi sebep Allah’ı memnun etmek için yapmaktır. Onun için ilk sırada Allah’a iman vardır. Sonra bir başka motivasyonumuz da cenneti kazanmak ve cehennemden azad olmayı ummak olabilir. Bu motivasyonla yapıyor olmak da ahiret gününe inandığınız için kabul edilebilir bir sebeptir.

Peki bu sebeplerle iyilik yapmak istiyorum. İyiliğin ne olduğunu nerden öğreneceğim? 

Hemen peşinden cevap geliyor. Allahın melekleri vasıtasıyla peygamberlerine indirilen kitaptan.. Onun için sıralama bu şekildedir. Bakara suresinin sonunda amenerrasûlü’yü okurken kitaplar “kütübihi” şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Burada ise kitap tekil olarak gelmiştir.. Çünkü Medine’deki yahudiler de bu ayetlere muhataptır. Kitap artık tektir, o da Kur’ân’dır diyor Allah teala.

Mala meylin olmasına, onu sevmene rağmen kimlerin uğrunda harcayacağını sıraladıktan sonra (ki yakınlık sahibi akrabayı en başa koyup, isteyenleri, dilenenleri sona koyuyor. Bazen çok ihtiyacı olan bir akraban vardır ama söyleyemiyordur, gözden kaçırma kulum!) Tekrar namaz kılmayı ve zekatı sayıyor. Yani akrabaya, yetime, yolda kalmışa, dilenene, köleye zekatın dışında verdiklerinden bahsediyorum ey kul. Zekatı zaten vermek zorundasın... Namaz kılma da sadece salah değil eqamessalah şeklinde geliyor. Yani hayatını ona göre inşa et. Randevuların, işlerin, programların, her şeyin namaza uymalı, namaza göre programlanmalı.

Ve söz verdiğinde ve söz verince sözlerini tutanlar.. Bunu bir Müslüman olarak çok iyi, çok iyi düşünmeliyiz vatandaşlığımız, komşuluğumuz, öğrenciliğimiz şöförlüğümüz, hepsi bir söz verme aslında.. Yani diyorum ki polis yoksa da kırmızı ışıkta geçmemeliyiz, çünkü aldığımız o ehliyetle bütün kurallara uyacağımıza dair bir söz verdik biz..

Aslında ayet diyor ki: İyi bir Müslüman ve iyi bir insan olmak ayrı şeyler olmamalı... Namazımıza, orucumuza, tesettürümüze nasıl dikkat ediyorsak verdiğimiz sözlere de dikkat etmeliyiz.

Rabbim bizi ayette tarif ettiğin iyilerden eyle ve iyilerle beraber eyle..

 

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hiyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.”  Tirmizî, Birr 18 Riyazus Salihin, 236 Nolu Hadis

Zeyd İbni Erkam’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

 “Allâhumme innî eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve’l-buhli ve’l-heremi ve azâbi’l-kabr. Allâhumme âti nefsî takvâhâ, ve zekkihâ ente hayrü men zekkâhâ, ente veliyyühâ ve mevlâhâ. Allâhumme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa‘ ve min kalbin lâ yahşa‘ ve min nefsin lâ teşba‘ ve min da‘vetin lâ yüstecâbü lehâ:

Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”    Müslim, Zikir 73. Riyazus Salihin, 1482 Nolu Hadis

 

Yeteme يتم : الْيَتْمُ kelimesi çocuğun ergenlik çağına gelmeden önce babasını kaybetmesini ifade eder. Diğer canlılarda ise yavrunun annesini kaybetmesi anlamında kullanılır.  (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim formunda 23 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

Türkçede kullanılan şekilleri yetim ve eytamdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

İbnus sebîl kalıbının sözlük anlamı yolun oğlu demektir. Evinden uzak olan yolcu hakkında kullanılır.

 

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ

 

İsim cümlesidir. لَّیۡسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

الْبِرَّ  kelimesi  لَيْسَ ’nin mukaddem haberi olup fetha ile mansubdur. أَن  ve masdar-ı müevvel, لَّیۡسَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

تُوَلُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. وُجُوهَكُمۡ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قِبَلَ  mekân zarfı, تُوَلُّوا۟  fiiline mütealliktir. ٱلۡمَشۡرِقِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  ٱلۡمَغۡرِبِ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

لَّیۡسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. 

تُوَلُّوا۟  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ولي ‘dir. 

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  istidrak harfidir. اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.

الْبِرَّ  kelimesi  لَـٰكِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. مَنۡ  müşterek ism-i mevsûl  لَـٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, إيمان من آمن  şeklindedir.

اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِاللّٰهِ  car mecruru  اٰمَنَ  fiiline mütealliktir. الْيَوْمِ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. 

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ‘ nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَ  kelimeleri lafza-i celâle matuf olup, kesra ile mecrurdur.  النَّبِيّ۪نَ ‘nin cer alameti  یِّ ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimmalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمَنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ


 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. اٰتَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ٱلۡمَالَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلٰى حُبِّه۪  car mecruru  الْمَالَ ’ nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ذَوِی  ikinci mef‘ûlun bih olup, cemi müzekker salim olduğu için nasb alameti  ی ’dır. Sonundaki  ن  izafet nedeniyle hazfedilmiştir. الْقُرْبٰى  muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

ٱلۡیَتَـٰمَىٰ  atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. الْمَسَاك۪ينَ  atıf harfi  وَ  ile makabline matuf olup, nasb alameti  ي ‘dir. ابْنَ  atıf harfi  وَ  ile  ذَوِی ’ye matuf olup, fetha ile mansubdur. السَّب۪يلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

السَّٓائِل۪ينَ  atıf harfi  وَ  ile makabline matuf olup, nasb alameti ی ’dir.  فِي الرِّقَابِۚ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, دفع المال  şeklindedir.

فِی ٱلرِّقَابِ  car mecruru  وضع  manasını ifade etmek için tazmin olarak  ءَاتَى  fiiline mütealliktir.(Ahmet bin Muhammed el-Hırât, Müctebâ Min Müşkili’l İ’râbi’l Kur’ân)  

اٰتَى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتى ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

السَّٓائِل۪ينَ , sülâsi mücerredi  سأل  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. أَقَامَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  وَاٰتَى الزَّكٰوةَ  cümlesi, atıf harfi وَ  ile  أَقَامَ fiiline matuftur. 

اٰتَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الزَّكٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

ٱلۡمُوفُونَ  atıf harfi  وَ  ile  من ءَامَنَ ’ye matuftur veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; هم الموفون [onlar yerine getirir] şeklindedir. بِعَهۡدِهِمۡ  car mecruru  ٱلۡمُوفُونَ ’ ye mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هِمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

إِذَا  zaman zarfı, ٱلۡمُوفُونَ ’ye mütealliktir.  عَاهَدُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَاهَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَقَامَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قوم ’dir. 

اٰتَى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتى ‘dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

عَاهَدُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi  عهد ’dir. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الموفون  ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  الصَّابِر۪ينَ  mahzuf fiilin mef‘ûlun bihi olup nasb alameti  ی ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.Takdiri;  أمدح (meth ediyorum) şeklindedir. 

فِی ٱلۡبَأۡسَاۤءِ  car mecruru  ٱلصَّـٰبِرِینَ ’ deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. ٱلضَّرَّاۤءِ  atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur.  Zaman zarfı  ح۪ينَ  atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.  الْبَأْسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الصَّابِر۪ينَ , sülâsi mücerredi صبر  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  أُو۟لَـٰۤىِٕكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası صَدَقُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

صَدَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. İşaret ismi  أُو۟لَـٰۤىِٕكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ الْمُتَّقُونَ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُتَّقُونَ  haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُتَّقُونَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  لَيْسَ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  الْبِرَّ  kelimesi  لَيْسَ ’ nin mukaddem haberidir.

Müsnedin marifeliği vasıflarının kemal derecede olduğuna işarettir. Ayrıca her türlü cinse şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ  cümlesi, masdar teviliyle  لَيْسَ ’nin muahhar ismidir. 

Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْمَغْرِبِ , tezat nedeniyle  قِبَلَ ‘nin muzafun ileyhi olan  الْمَشْرِقِ ‘ye atfedilmiştir. 

الْمَشْرِقِ - الْمَغْرِبِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, muvazene ve murâât-ı nazir sanatları vardır.

Burada hitap yahudilerle hristiyanlaradır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Bu hitab, Ehl-i Kitab içindir. Zira kıble, Beytü'l Makdıs'ten Kabe'ye tahvil edilince, Yahudiler ve Hristiyanlar, kıble hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Her fırka iki cihetten birine, kendi kıblesine yönelmenin daha hayırlı olduğunu iddia ediyordu. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Hristiyanlık, zaman itibarı ile Musevîlikten sonra olmasına rağmen ayette, onların kıblesi olan doğunun önce zikredilmesi, ya aradaki sırayı gözetmek içindir; çünkü önce doğuş, sonra batış ve buna bağlı olarak da doğu, batıdan önce gelir; ya da Yahudilerin batıya yönelmeleri, batı olduğu için değil, fakat Beytü'l-Makdis, Medine-i Münevvere'nin batı tarafına düştüğü içindir, işte bundan dolayı onlara: "Hayra ermek, sizin dediğiniz gibi o iki taraftan birine yönelmek değildir." buyrulmuştur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

….لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا  sözünde muhatapların kim olduğu konusunda müfessirler, Müslümanlar ve ehli kitap olmak üzere iki görüş bildirmiştir. Hitap Müslümanlara ise mana; الْبِرَّ  namazda bu yönlere dönmek değil, ayette sayılanlardır” olur. Hitap ehl-i kitaba ise mana; “Yahudilerin batıya doğru kıldığı namaz, hrıstiyanların doğuya doğru kıldığı namaz  الْبِرَّ  değildir” olur. (Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1293)

Yahudiler kıble için batıya, Hristiyanlar da doğuya dönüyorlar. Burada da konu zaten kıblenin değişmesi ile başlamıştı.

Hakiki iyiliğin yüzünü oraya buraya dönmek değil, imanın esasları olduğuna dikkat çekilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ 

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘ la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

İstidrak manasındaki, tekid ifade eden  لٰكِنَّ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. لٰكِنَّ  olumsuz cümleye atıf olduğu için kasr ifade etmiştir. Kendisinden sonra gelen kelime daima maksûrun aleyh olur. 

Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden  الْبِرَّ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.

اٰمَنَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır. Ayetin sonunda iman edenlerin özelliğine işaret eden  الْمُتَّقُونَ  kelimesi gelmiştir.

لٰكِنَّ ‘nin haberi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘ in sılası olan  اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَ  cümlesi , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْبِرَّ مَنْ  ifadesinde istiâre sanatı vardır. Canlılara ait ism-i mevsûl,  الْبِرَّ ‘ye isnad edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. الْبِرَّ , yani iyilik kelimesi, iyilik eden kişinin kendisi olarak ifade edilmiştir.

اٰمَنَ  fiilinde cem edilmiş olan iman edilmesi gerekenler; Allah, ahiret günü, melekler, kitab ve peygamberler olarak sayılmıştır. Cem’ maa’t-taksim sanatıdır.

لٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân,c. 2 s.474)

وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ  ibaresinde muzâf hazfedilmiştir. Yani;  بِرَّ مَنۡ ءَامَنَ (İyi; … ya iman eden kimsedir.) demektir. Çünkü  مَنْ آمَنَ  ile kişi kastedilmez. Hazif olmaması da caizdir. O zaman  ٱلۡبِرَّ  ism-i fail manasında masdar olur. Veya ٱلۡبِرَّ ’ nin mübalağa için البر ’ya ıtlak edildiği de söylenmiştir. İlki daha uygundur. (https://tafsir.app/aljadwal/2/177)

Ahiret gününden kasıt, öldükten sonraki dirilme günüdür. ٱلۡكِتَـٰبِ  kelimesinden kasıt cins manasında olması nedeniyle bütün ilahi kitaplar veya sadece Kur’an olabilir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

الْكِتَابِ  ‘deki tarif, istiğrak manasında cins ifade eder. Yani, Allah’ın kitaplarına Tevrat, İncil ve Kur’an gibi iman etti. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

[Fakat iyilik] üzerinde önemle durulması gereken asıl konu, her türlü şirk şaibesinden uzak olarak yalnızca [Allah'a], işlenen amellerin karşılıklarının verileceği, gerçekleşeceğinde hiçbir şüphe bulunmayan bir diriliş günü olan [ahiret gününe] iman edenin yaptığı iyiliktir. Ahiret gününe iman Allah'a imanın bir gereği olduğu için, Allah'a imandan hemen sonra yer almıştır. Yine iyilik; Allah'ın kulları olan, erkeklik ve dişilik özellikleri bulunmayan, Allah katında seçkin bir yerleri olan ve O'nunla peygamberleri arasında elçilik görevi yapan [meleklere, kitaba] yani ilâhî kitaplara ve bunlardan olan Kur'an'a, Allah'ın kullarına gönderdiği ve emir veya yasak olarak getirdikleri her şeyde doğru ve güvenilir olan tüm [peygamberlere], aralarında hiçbir ayrım yapmaksızın [iman edenin yaptığı iyiliktir.] İşte anılan bu beş konuya bu şekilde iman etmek, dinin temellerini ve inancın kurallarını oluşturur. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

 

وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ 

 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la  مَنْ ‘in sılası olan  اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَلٰى حُبِّه۪  car mecruru  الْمَالَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

اٰتَى ’daki müstetir zamir müşterek ism-i mevsûl  مَنَ ‘e aittir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur  عَلٰى حُبِّه۪ , ihtimam için, mef’ûllere takdim edilmiştir.

فِي الرِّقَابِۚ  car mecruru takdiri ...دفع المال (malı verdi) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre müspet mazi fiil sıygasındaki cümle … اٰتَى الْمَالَ  cümlesine atfedilmiştir.

الرِّقَابِۚ  mahzuf bir kelimenin muzâfun ileyhidir. Muzafın takdiri  فكّ ‘dir. Müteallakın ve muzafın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فِي الرِّقَابِۚ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الرِّقَابِۚ , mazruf mesabesindedir. Köle azat etmenin önemini mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf kullanılmıştır. Çünkü boyun, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

الرِّقَابِۚ  [boyun] kelimesi köle anlamında kullanılmıştır. Boyun söylenmiş insanın tümü kastedilmiştir. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

Sevilen mallardan verilecek kimselerin, akraba, miskin, yolcu, dilenen ve köle şeklinde sayılması cem’ maa’t-taksim sanatıdır.

الْيَتَامٰى - الْمَسَاك۪ينَ - ابْنَ السَّب۪يلِ - السَّٓائِل۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sevmesine rağmen malı vermek vurgulanmış ve kimlere verileceği sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

عَلَىٰ حُبِّهِ  ibaresindeki  هِ  zamirinin hem Allah’a, hem mala, hem de verme fiiline ait olma ihtimali vardır. Dolayısıyla  هِ  zamirinde istihdam sanatı vardır.

ٱلۡمَالَ  fiili meyletmek , مائل  ‘’eğilen’’ demektir. Hem insanın mala düşkün olması, ona meyl etmesi nedeniyle mal denmiş, hem de onun eriyip gitmesine işaret edilmiştir.

Hem maddi hem manevi değeri ifade ettiği zaman mal için “hayır” kelimesi kullanılmıştır. Vasiyeti anlatan ayette bu manada geçmektedir. 

Köle azat etmek zikredilirken azad etmek kelimesi söylenmeyerek îcâz-ı hazif yapılmıştır. İnsan için en değerli şey hürriyettir.

Savaşıp esir alınan kişiye üstüne para verip özgürlük vermenin sevap olması, başka hiçbir dinde olmayan bir şeydir. İslamiyetin insan hürriyetine ne kadar değer verdiğinin göstergesidir. 

فِی ٱلرِّقَابِ  ibaresinde cüziyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Cüz söylenmiş kül kastedilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1201) 

ٱلرِّقَابِ  kelimesi, رقبة  kelimesinin cemiidir. Âza manasında boyun demektir. Burada kul manasında kullanılmıştır.  فِی ٱلرِّقَابِ  köleyi serbest bırakmak, belgeler vasıtasıyla onu kurtarmak, özgürlüğüne kavuşturmak konusunda mal vermek veya onu özgür kılmak için satın almaktır.  ٱلرِّقَابِ  şahıstan mecaz-ı mürseldir. (https://tafsir.app/aljadwal/2/177

Ayette yardım ve verme sıralamasında öncelik yakınlara verilmiştir. Bunun sebebi, akrabanın yardım olunmaya çok daha layık ve hak sahibi olmalarıdır. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru;1299)

Akrabalar, yetimlerden daha önce zikredilmiştir; çünkü yakınlara yapılan harcama, hem sadakadır, hem de sıla-ı rahimdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

القربي ; lafzındaki  ال , muzâfun ileyhten ivazdır. Ayrıca  القربي الفقير (Fakir akraba) şeklinde vasıflanmadan gelmiştir. Zengin olup üst düzey bir yaşantısı olsa da onlara hediyeler vererek muhabbet kazanılmalı anlamını içermektedir. Onlarla kurulan ilişkiden kastın, muhabbet oluşturmak olduğu anlaşılmaktadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

عَلٰى حُبِّه۪  car mecrurundaki  عَلٰى  harf-i cerinin kullanımı mal sevgisinin yerleşik olması manasında mecazdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

عَلَىٰ حُبِّهِ  ifadesinin [Allah’a olan sevgisine binaen…] anlamına geldiği; yine “o malı seve seve -yani gönül hoşluğu içerisinde- vererek” anlamına geldiği de söylenmiştir. Ayette “yakınlara ve yetimlere…” şeklinde genel bir ifadeye yer verilmiştir; çünkü bunların sadece fakir olanlarının kast edildiğine dair herhangi bir belirsizlik söz konusu değildir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Yetimlerden kasıt ise, hem yakın ve uzak akraba içindeki yetimler hem genel manadaki yetimlerdir. Ancak burada mutlak anlamda  ٱلۡیَتَـٰمَىٰ  [yetimler] ifadesinin geçme nedeni herhangi bir karışıklığa meydan verilmemesi sebebiyledir.  ٱلۡمَسَـٰكِینَ  yani yoksullardan kasıt, sürekli olarak insanların yardımlarına muhtaç olan demektir. Çünkü böyle kimselerin ellerinde ve avuçlarında hiçbir şeyleri yoktur. ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ  [Yol oğlu] yani yolcu; yolda kalmak suretiyle ulaşabilmesi gereken yerlerle bağı kopmuş olan kimse demektir ki, elinde avucunda bir şeyi de kalmamış olan kimse demektir. Her ne kadar lafız olarak tekil ise de cins manası taşıdığından bütün yolcular demektir. Yol oğlu yani  ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ denmesinin nedeni de yola bağlı kalması ve bu yolculuğun kendisi için gerekli olması yüzündendir. Veya doğrudan doğruya misafir demektir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

 

وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ


وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’ la, اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

Atıf harfi  وَ  ile … من ءَامَنَ  cümlesine matuf olan  وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ  cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri   هم [onlar] olan mübteda mahzuftur.  Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müsned olan  الْمُوفُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zaman zarfı  اِذَا  ve  بِعَهْدِهِمْ  car-mecruru, haber olan  الْمُوفُونَ ‘ye mütealliktir.

اِذَا  ‘nın muzâfun ileyhi konumunda olan  عَاهَدُواۚ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

الْمُوفُونَ - عَاهَدُوا  ve  الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr,  عَاهَدُوا  -  بِعَهْدِهِمْ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr, اٰتَى  fiilinin tekrarında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.

الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ  kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.

مَنْ  lafzı tekil olsa da manası çoğuldur. Çünkü cins için getirilmiştir. آمَنَ  ve  اٰتَى  fiilleri de çoğul içindir. Ayetin takdiri “İyilik sahibi olanlar, Allah’a ve diğer sayılanlara iman edenler, malı verenler, ahitlerine bağlı kalanlar.” şeklindedir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


 وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ

 

 

وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  وَٱلصَّـٰبِرِینَ , takdiri, أمدح (meth ediyorum) olan fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ٱلۡبَأۡسَاۤءِ - ٱلضَّرَّاۤءِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  الْبَأْسَٓاءِ - الْبَأْسِۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

فِی ٱلۡبَأۡسَاۤءِ وَٱلضَّرَّاۤءِ  ibaresindeki  فِی  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manasındadır. Ayette zarar ve sıkıntı, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.

ح۪ينَ الْبَأْسِ  ifadesi ‘düşmanla savaşırken’ demektir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t- Te’vîl)

Burada  الصَّابِر۪ينَ  kelimesinin  ٱلۡمُوفُونَ  gibi merfû gelmesi beklenirken mansub olarak gelmesinde, tâbinin metbûdan kat’ı (Tabi ile metbunun birbirinden ayrılması) sanatı vardır. Medih veya zem için zikredilen sıfatlar kelamda bir çeşitlilik sağlamak ve dikkat çekmek için îraba muhalif gelebilir. Böylece mevsufa veya mevsufa isnad edilen şeye dikkat çekilir. Çünkü alışılagelmişin değişmesi zikredilenleri dinleme arzusunu arttırır ve zikredilen şeyleri vurgular. Bu ayette de medih makamında tâbi olanla metbû arası açılmıştır. (https://tafsir.app/aljadwal/2/177) Bunun sebebi sabrın diğer amellerden üstün olmasındandır. 

Bu ayette nesne konumunda (mansub) olan  ٱلصَّـٰبِرِینَ [sabır gösterenler] özne konumunda (merfû) olan  ٱلۡمُوفُونَ [sözlerini yerine getirenler] ifadesine atfedilerek iltifat yapılmıştır. Bundan maksat, sabredenlerin özellikle övgüye layık olduklarını dile getirmek içindir. Arap dilinde medhe konu olan kelimelerde irabın ref ile nasb (özne-nesne) arasında farklılığı, dikkat celbetmek için bir âdettir. Önemli sayılan herhangi bir söze kulak verilmesi istendiğinde, Arapça bir yazıda bulunan bazı kelimelere veya cümlelere dikkat çekilmek istendiğinde, olduğu gibi irab düzenindeki formunu değiştirmek, sesi yükseltmek, herhangi bir şekilde vurgulamak, harflerin büyüklüğünü değiştirmek, mürekkebin rengini değiştirmek veya yazıda altını çizmek gibi o kısmı diğerlerinden daha belirgin hale getirecek bir yola başvurulur. (Bilimname VIII, 2005/2, 75-106 Belâgatta İltifat Kadir Kınar (Dr.) Erciyes Ü. İlahiyat F - Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)

Ezheri'den şöyle nakledilmiştir: بَأۡسَاۤءِ  malda olur, mesela fakirlik gibi; ضَّرَّاۤءِ ‘da canlarda olur, mesela hastalık gibi. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

ٱلۡبَأۡسِۗ  korkunun baskın olduğu hayati zorluk demektir.  ضَّرَّ  menfaat olarak kullandığımız نفع  kelimesinin karşıtı olan zarar demektir. (Ebû Hilâl el- Askeri, El-Furûg fi’l-Luğa)

 

 اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ

 İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Mübteda ve haberden oluşan, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda,  الَّذ۪ينَ  haberdir. 

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve tazim içindir.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması ise tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek ve onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını belirtmek içindir. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  صَدَقُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

İsm-i mevsûl müphem isimlerdendir. Bunun için her zaman sılaya muhtaçtır. Sıla, müphemliği açıklığa kavuşturur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

İşaret ismi; bir şeyi hissen (yani el veya göz ile) ya da aklen işaret ederek başkalarından kesin olarak ayırmak, tarif etmek için kullanılır. Kendisinden önce bir takım vasıflar varsa ve arkasından da elde edeceği şeyler zikrediliyorsa ism-i işaret gelebilir. Bu durumda zikredilecek habere layık olduğuna tenbih vardır. اُو۬لٰٓئِكَ ’ den önce muttakîler için bir çok vasıf zikredilmiştir. Burada işaret ismi; kendisinde bu sıfatların toplanmış olduğuna işaret için gelmiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

صَدَق  [Doğruluk] yalanın zıddıdır. صدِّيق  doğruluktan ayrılmayan kimse demektir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ


Ayetin son cümlesi  و ’ la önceki cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İşaret isminin müsnedün ileyh olduğu cümlede  هُمُ  tekid ifade eden fasıl zamiri,  الْمُتَّقُونَ  müsneddir.

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve tazim içindir. 

الْمُتَّقُونَ  ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve devam ifade etmiştir.

اُو۬لٰٓئِكَ  o kimselere dikkat çekip akılda yerleştirmek için tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

Fasıl zamiri ve haberin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmenin yanında kasr sebebidir. 

Bu kasır mübalağa için olup iddiâî kasırdır. (Âşûr,Et - Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

هُمُ  mevsûf/maksurun aleyh,  الْمُتَّقُونَ  sıfat/maksur olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s sıfat’tır. Sakınanlar, Takvalı olanlar sadece onlardır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Bilindiği gibi fasl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasrlarda, fasıl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nispetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasrlarda vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin haber olduğu halde marife gelmesi ve bu nedenle mübteda ile haber arasının fasıl zamiri ile ayrılması öncelikle buraya dikkati çekmektedir.

Söze sadık kalmak ve hayatın zorluklarına sabretmek takvanın belirtileridir.

Bu ayeti kerime bütün beşeri kemâl özelliklerini açıkça veya ima yollu saymıştır. Nisa/136 da bunlar bir kere daha sayılmıştır. 

الْمُتَّقُونَ - اٰمَنَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Daha önce benzerlerinde belirtildiği gibi, burada  اُو۬لٰٓئِكَ (işte onlar) uzak işaretinin kullanılması, bu sayılan üstün vasıfları taşıyan kimselerin mertebelerinin yüksekliğine dikkat çekmek içindir. Dinde, hakka bağlılıkta ve hayrı araştırmada sadakat gösterenler, ancak bu üstün vasıflara sahip olan bahtiyar insanlardır. Zira sıkıntılı haller, onları değiştirmemiş ve korkunç olaylar bile onları sarsmamıştır. Küfür ve diğer fenalıklardan sakınmış olanlar da ancak onlardır. Burada da  اُو۬لٰٓئِكَ  (işte onlar) işaret isminin tekrar edilmesi onların şânını yüceltmek içindir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Takvadan bahsederek surenin başına dönülmüştür. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا  cümlesinde sıla cümlesi mazi fiil olarak gelmiştir. Bu, tahkik ve sadakatin onlardan vaki ve mevcut olduğunu ifade etmek içindir.  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ  cümlesinde ise haber isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu da takva sıfatının müminlerde sabit olduğunu zaman zaman meydana gelen bir olay değil müminlerin karakter ve seciyeleri olduğunu göstermek ve ayrıca fasılaya riayet etmek içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

Doğruluk ve takva konusunda verdikleri ahde vefa gösterenler, sözleri, fiilleri ve inançlarıyla doğru olanlar, takvanın hakkını dikkatle gözeten onlardır. Doğruluk, yapılan işlerde; takva ise terk edilen şeylerde görülür. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

Bu ayet, açık ya da dolaylı olarak yüksek insani değer ve üstünlükleri içermektedir. Bunları kısaca şu üç grupta ele alabiliriz: İnanç düzgünlüğü, davranış güzelliği ve nefis temizliğidir. Birincisine, ayetin ” ...Allah'a, ahiret gününe.. peygamberlerine iman edenin..." bölümü; ikincisine, ayetin ”...Sevdiği mallardan akrabaya... köle azat etmeye verenin..." bölümü; üçüncüsüne de ayetin ”...Namaz kılanın,... sabredenlerin yaptıklarıdır", bölümü işaret etmektedir. Dolayısıyla kişinin iman ve itikadına bakılarak bu nitelikleri kendinde toplayana doğru ve samimi vasfı verilmiştir. Takva ile de halk ile münasebetleri ve hak ile olan muamelesi dile getirilmiştir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)