Bakara Sûresi 178. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...

Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا iman edenler ا م ن
4 كُتِبَ farz kılındı ك ت ب
5 عَلَيْكُمُ size
6 الْقِصَاصُ kısas ق ص ص
7 فِي
8 الْقَتْلَى öldürmelerde ق ت ل
9 الْحُرُّ hür ح ر ر
10 بِالْحُرِّ hür ile ح ر ر
11 وَالْعَبْدُ köle ع ب د
12 بِالْعَبْدِ köle ile ع ب د
13 وَالْأُنْثَىٰ kadın ا ن ث
14 بِالْأُنْثَىٰ kadın ile ا ن ث
15 فَمَنْ kimse
16 عُفِيَ affedilen ع ف و
17 لَهُ kendisi
18 مِنْ tarafından
19 أَخِيهِ kardeşi ا خ و
20 شَيْءٌ bir şey ش ي ا
21 فَاتِّبَاعٌ artık uymalıdır ت ب ع
22 بِالْمَعْرُوفِ örfe ع ر ف
23 وَأَدَاءٌ ve (diyeti) ödemelidir ا د ي
24 إِلَيْهِ ona
25 بِإِحْسَانٍ güzelce ح س ن
26 ذَٰلِكَ bu
27 تَخْفِيفٌ bir hafifletme خ ف ف
28 مِنْ tarafından
29 رَبِّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
30 وَرَحْمَةٌ ve rahmettir ر ح م
31 فَمَنِ artk kim
32 اعْتَدَىٰ haddi aşarsa ع د و
33 بَعْدَ sonra ب ع د
34 ذَٰلِكَ bundan
35 فَلَهُ onun için vardır
36 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
37 أَلِيمٌ acıklı ا ل م
 

Cahiliye döneminde hür ve şerefli bir kimse bir köleyi öldürüyorsa, ona kısas olarak birkaç köle öldürülüyormuş. İslam bu adaletsizliğe son vermiştir.

Burada kısas anlatılıyor. Kısasta intikam değil, adalet söz konusudur. (İsteyerek öldürme olaylarında bu geçerli. Aslında müslümanın müslümanı isteyerek öldürmesi olamaz. Ancak kaza olursa diyet gerekir, ailesinin bağışlaması müstesna.)

Hristiyanlıkta bu konuda af hükmü yokmuş. Bunu getiren İslamiyet. Modern hukuk cezalandırma yetkisini şahıstan alıp devlete verir ki bu şahıslara zulümdür. Devlet kendini benim yerime koyuyor çünkü. Suç kime karşı işlenmişse, cezalandırma veya affetme yetkisi ona aittir.

Modern hukukta her türlü suça hapis cezası veriliyor. Sadece süreler değişiyor. Oysa cezanın suça uygun olması lazım. Üstelik hapis insanı islah eden bir ceza değil.

Bu ayette adetlere, uygulamalara bir sınırlama getirilmiştir. Bir kişinin ölümüne karşı birkaç kişinin öldürülmesi yasaklanmıştır.

İslamda ceza hukuku hem suçluyu, hem mazlumu, hem toplumu hepsini birden ele alır.

 

قَصٌّ bir izi adım adım takip etmek, iz sürmek demektir. Fiil olarak قَصَّ onun izini adım adım takip etti, izini sürdü anlamında kullanılır. قَصَصٌ  iz ve izi takip edilen , izi sürülen haberler manasına gelir. قِصَاصٌ  kısas yoluyla kanı takip etmek/kanın ardına düşmek hakkında kullanılır.  (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 30 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

Türkçede kullanılan şekilleri kısas, kıssa, takas ve makastır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı  كُتِبَ عَلَيْكُمُ  ‘dür. 

كُتِبَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  عَلَيْكُمُ  car mecruru  كُتِبَ  fiiline mütealliktir. لْقِصَاصُ  naib-i fail olup damme ile merfûdur. فِي الْقَتْلٰى  car mecruru  كُتِبَ  fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

الْقَتْلٰى  kelimesi, maktul manasındaki  قتيل 'nin çoğuludur.  فعيل  vezninin çoğulu her zaman mef'ûl manasında kullanılır. (https://tafsir.app/aljadwal/2/178)

اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ 


اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ  cümlesi,  ٱلۡقِصَاصُ ‘ tan bedel-i iştimâl olup damme ile merfûdur.

İsim cümlesidir. اَلْحُرُّ  mübteda olup damme ile merfûdur.  بِالْحُرِّ  car mecruru, mahzuf habere mütealliktir. Takdiri, مقتول بالحرّ أو مأخوذ بالحرّ  şeklindedir. الْعَبْدُ  atıf harfi  وَ  ile  ٱلۡحُرُّ ‘ ya matuftur.

الْعَبْدُ  mübteda olup, damme ile merfûdur.  بِالْعَبْدِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. الْاُنْثٰى  atıf harfi  وَ  ile  ٱلۡحُرُّ ‘ ya matuftur. Maksur isimdir.

الْاُنْثٰى  mübteda olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. بِالْاُنْثٰى  car mecruru mahzuf habere müteallik olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. 

Bedel-i iştimal: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. 

Maksur isimlerin marife halinde sonundaki elif-i maksure kelimenin kök harflerinden biriyse (yani kelimenin üçlü kökünün üçüncü harfini oluşturuyorsa) de veya kök harflerinden biri değilse de bütün irab halleri takdiren olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ٱلۡأُنثَىٰ - ٱلۡعَبۡدُ - ٱلۡحُرُّ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 

فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ 

 

ف  istînâfiyyedir.  مَنۡ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

عُفِیَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. لَهُ  car mecruru  عُفِیَ  fiiline mütealliktir.  مِنۡ أَخِیهِ  car mecruru  شَيْءٌ ‘ ün mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَيْءٌ  naib-i fail olup damme ile merfûdur. 

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

ٱتِّبَاعُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Cümlenin başına takdir edilen  فعليه mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru, masdar olan  ٱتِّبَاعُ ’ ya mütealliktir. 

أَدَاۤءٌ  atıf harfi  وَ ’ la  ٱتِّبَاعُ ’ ya matuftur. إِلَیۡهِ  car mecruru  أَدَاۤءٌ  ’ya mütealliktir. بِإِحۡسَـٰ  car mecruru  أَدَاۤءٌ ’ya mütealliktir. 

مَعْرُوفِ  kelimesi, sülâsi mücerredi  عرف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  تَخْف۪يفٌ  haber olup damme ile merfûdur. 

مِّن رَّبِّكُمۡ  car mecruru  تَخْف۪يفٌ  ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَحْمَةٌ  atıf harfi  وَ  ile  تَخْف۪يفٌ ‘ e matuftur.


فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنِ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

ٱعۡتَدَىٰ  şart fiili olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَعۡدَ  zaman zarfı  ٱعۡتَدَىٰ  fiiline mütealliktir. İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِك  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

فَ  cevap cümlesinin başına gelen rabıta harfidir.

لَهُ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ٱعۡتَدَىٰ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi عدو ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَل۪يمٌ ; sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın gayesi; nida edilene önemli bir şeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifham, şer‘î bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder.

يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir. 

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

Nidanın cevap cümlesi olan  كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, haber ibtidaî kelamdır.

كُتِبَ , farz kılındı manasında kinayedir.

كُتِبَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْكُمُ , konunun önemini vurgulamak için naib-i faile takdim edilmiştir.

الْقِصَاصُ  masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

فِي الْقَتْلٰى  ifadesindeki  فِی  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manasındadır. Ayette  قَتۡلَ , içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Cami’ her ikisindeki mutlak irtibattır.

Bazı salihler Allah Teâlâ'nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyle Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır.(Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)  

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey iman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese) 

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. 

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada, bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Buradaki  في  sebebiyye içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru; 1303)

Ayet-i kerimedeki  الْقَتْلٰى  kelimesi (مقتول anlamına gelen) قاتل  kelimesinin çoğuludur. Bu kabilden çoğullar, müennes bir çoğul olup insanların karşı karşıya kalıp hoşuna gitmeyen durumlar hakkında kullanılır. O bakımdan bu kipte gelmiştir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

الْقَتْلٰى  ’daki marifelik cins içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

ٱلۡقِصَاصُ  kelimesi sözlükte aynıyla karşılık vermek, herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek demektir. ٱلۡقَتۡلَىۖ  kelimesi  ٱلۡقَٱتل ’in çoğuludur. ٱلۡقَٱتل  kelimesi de maktûl, öldürülmüş kimse demektir. فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ [Öldürülenler hakkında] ifadesindeki فِی  harfi, sebebiye içindir. Ey iman edenler! zulmedilerek öldürülenler hakkında, yani bunların öldürülmesinden dolayı karşılık olarak katillerine kısas uygulanması üzerinize yazıldı, yazılmış bir kanun oldu, farz kılındı demektir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Bu hitap mümin idarecilere yapılmaktadır. Allah, devlet başkanına ve onun adına iş gören ve onun makamında olan herkese, kısas cezasını uygulamayı farz kılmıştır. mana şöyle oluyor: Ey imamlar, yani yöneticiler! Size kısası uygulamanız farz kılındı. Eğer ölü sahibi kısası uygulamayı istiyorsa, bunu yerine getirmeniz size farzdir. ٱلۡقِصَاصُ ; insanın başkasına karşı işlediği şeyin aynısının kendisine uygulanması demektir. Bu ise cana kıymak, organlardaki tahribatlar ve yaralanmalarda, aynı eşitlik ve benzerlik olmak şartıyla gerekenin yapılmasıdır. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

Burada  فِی ٱلۡقَتۡلَ  değil de  فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ  ifadesinin kullanılması sadece maktulu öldüren kişinin öldürüleceğine işaret etmek için gelmiştir.? (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1305)


اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ


اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ  cümlesi  ٱلۡقِصَاصُ ‘ tan bedel-i iştimâldir. Cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.

Bedel, atıf harfi getirilmeksizin tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَلْحُرُّ  mübtedadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  بِالْحُرِّ  , mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ  cümlesinin atıf sebebi tezattır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ  cümlesi, اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ  cümlesine atfedilmiştir.

اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ  cümlesiyle  الْعَبْدُ بِالْعَبْدِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

ٱلۡحُرُّ - ٱلۡعَبۡدُ - ٱلۡأُنثَىٰ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır. Hepsi de sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

ٱلۡحُرُّ - ٱلۡعَبۡدُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Özgür biri bir hürü, bir köle bir köleyi, bir dişi bir dişiyi öldürdüğü zaman, öldürülen hür karşılığında o katil hür, öldürülen köle karşılığında o katil köle, öldürülen dişi karşılığında o katil dişi, kısaca her öldürülen kimsenin karşılığında kendi katili aynı şekilde öldürülür. Bu öldürme yeterli bir kısas olur. Cahiliye devri âdeti gibi şeref ve kıymet davasıyla katilden başkasının öldürülmesine kalkışılmaz. Bu kayıtlar, ayetin nüzul sebebi olan olayda olduğu gibi katilden başkasının öldürülmesinden kaçınılması içindir. Bundan başka bir mefhûm-u muhalifi kastedilmiş olmadığında ittifak vardır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)  

 

فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ

 

فَ , istînâfiye, şart harfi olan  مَنِ  mübtedadır. Şart cümlesi olan  مَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

مَنْ  ‘in haberi konumundaki  عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

لَهُ  car-mecruru  عُفِيَ  fiiline,  مِنْ اَخ۪يهِ  car-mecruru ise  شَيْءٌ ‘un mahzuf haline mütealliktir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrurlar, ihtimam için, naib-i fail olan  شَيْءٌ ‘a takdim edilmiştir. 

Müsnedün ileyh  شَيْءٌ ‘un nekreliği, muayyen olmayan nev ve kıllet ifade eder.

عُفِيَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

فَ  karinesiyle gelen  فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍ  şeklindeki cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. اتِّبَاعٌ , takdiri  الحكم  olan mahzuf mübteda için haberdir. 

Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

بِالْمَعْرُوفِ  ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. Bakara/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet)  من معروف  şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır. 

اَدَٓاءٌ , haber olan  اتِّبَاعٌ ‘a atfedilmiştir.  اِلَيْهِ  ve  بِاِحْسَانٍ  car-mecrurları  اَدَٓاءٌ ‘a mütealliktir.

اتِّبَاعٌ  ve  اَدَٓاءٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اِحْسَانٍ  ’deki nekrelik nev ve tazim içindir.

مَنۡ  ve  مِنۡ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. 

[Öldüren, ölenin velisi olan din kardeşi tarafından affedilirse..].Kanın bir kısmından vazgeçerse veya varislerden bazısı vazgeçerse, artık af olayı gerçekleşmiş olur, kısas da böylece düşer. Bundan böyle yalnızca diyet ödenmesi gerekir. Çünkü ayette geçen شَيْءٌ  kelimesi, bir kısmından vazgeçilir veya bir kısmı bağışlanır anlamındadır. Sanki burada şöyle deniliyor: Katil kimse işlediği cinayet sebebiyle, öldürülenin kardeşi yani velisi tarafından kısmen bağışlanması halinde, bu af ister tümünü kapsasın yani tam bir af olsun (mesela: maktulün velilerinin tümüyle katil arasında, bir mal üzerinde bir anlaşma yapılmış olsun); ya da barışın katille velilerden bazıları arasında gerçekleşmesi gibi, kısmi olsun, her iki durumda da kısas düşer ve sadece inal(diyet) ödeme zorunluluğu ortaya çıkar. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

Bu cümlede  عُفِیَ  fiilinin meçhul gelmesi, hükmün herhangi bir konuda af hakkı olan kişinin affına bağlı olduğuna işaret eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru;1306)

شَيْءٌ ‘daki nekrelik, kısım manasında kıllet ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru;1307) Âşûr ise nev ifade ettiğini söylemiştir.

Şayet “Eğer ayet  عُفِیَ  fiili  ل  ile değil de  عن  ile geçişli oluyorsa, bu durumda فَمَنۡ عُفِیَ لَهُۥ ifadesinin münasebeti nedir?” dersen, şöyle derim: عُفِیَ  fiilinin geçişli olması suçlu ve suç cihetiyle olur; Allah Teâlâ  عَفَا ٱللَّهُ عَنكَ [“Allah seni affetsin!” (Tevbe 9/43)] ve عَفَا ٱللَّهُ عَنۡهَاۗ [“Allah o hususları affetmiştir.] (Mâide 5/101) buyurmuştur. Fakat bu fiil suçu ve suçluyu birlikte kapsayacak şekilde geçişli olduğu vakit; عفوت لفلان عما جنا “Falanın işlediği suçu affettim” denir. Binaenaleyh, ayette sanki; “Her kimin suçu bağışlanırsa” denmiş olup, suçun özellikle zikredilmesine gerek duyulmamıştır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Ayette geçen, أَخِیهِ [kardeşten] maksat, maktulün yani öldürülenin velisi demektir. Burada özellikle “kardeş” lafzının kullanılmış olması, şefkat duygularını harekete geçirmek içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er- Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1309) Aralarındaki soy ve İslam bağı için böyle zikredilmiştir. 

Yine ayetteki  مَنۡ  kelimesinden kasıt, kendisi için af ve bağışlanma istenen ve suçu işlemiş olan katili ifade etmektedir. Diğer mef‘ûlün terk edilmiş olması ona gerek duyulmaması sebebiyledir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Ayeti kerime cezayı emretmez, cezalandırmada zulmü ve taşkınlığı yasaklar. 

Af ve diyetle ilgili bu zikredilen hüküm [Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir.] Çünkü Tevrat ehline kati surette kısas farz kılınıp, af ve diyet yasaklanmışken, İncil ehline ise af farz kılınıp, kısas ve diyet yasaklanmıştı. Bu ümmet ise kendilerine imkân bahşetme ve kolaylaştırma adına üç şey; kısas, diyet ve af arasında muhayyer bırakılmıştır.(Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Af ve diyetin bir hafifletme, bir rahmet olabilmesi, kısasın aslî bir vacib olarak meşru bir şekilde devamına bağlıdır. Buna göre "Madem ki af bir rahmet ve fazilettir, o halde kısasın büsbütün neshi ve kaldırılması ile yalnız affın vacib kılınması, daha fazla bir rahmet olurdu." gibi bir soru mümkün değildir. Böyle bir düşünce ile İncil'in hükmünün, Kur'an'ın hükmünden daha ahlaki olduğu zannedilmemelidir. Çünkü affın ahlaki oluşu, kısasın aslî bir hak olarak meşruluğunun devamına bağlıdır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)  


ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ


Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)  

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكَ  mübteda,  تَخْف۪يفٌ  haberdir.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir. 

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

رَّبِّكُمۡ  izafetinde  كُمۡ  zamirinin ait olduğu kişiler Rab ismine muzâfun ileyh olduğu için şeref kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde, رَّبّ  isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

رَحْمَةٌۜ , tezayüf nedeniyle  تَخْف۪يفٌ ‘a atfedilmiştir.

بِاِحْسَانٍۜ  ve  رَحْمَةٌۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile müşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190) 


فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ.

 

Şart üslubunda gelen bu cümle, فَمَنۡ عُفِیَ لَهُ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Şart harfi olan  مَنِ  mübtedadır. Şart cümlesi olan  مَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

Haber konumundaki  اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

بَعْدَ ‘nin muzâfun ileyhi olan işaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. İşaret edilen hüküm, maddi bir şey yerine konulmuştur.

فَ  karinesiyle gelen  فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  şeklindeki cevap cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُ  , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. 

Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder. Ayrıca, mübalağa vezninde maddi bir varlık sıfatı olan  اَل۪يمٌ ’le sıfatlarak kişileştirilmiştir. Azabın korkunçluğunu artıran bu mübalağalı ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır.

اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olduğunda mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “azabun muhin”, “azabun azim”, “azabun elim”, “azabun şedid” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “El cezâu min cins'il amel / Ceza amelin cinsindendir”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır.  Azim azab; kişinin ölmesine müsaade etmeksizin tattırılabilecek en büyük azabı ifade eder. Bunu ancak Allah yapabilir. Azim azab ifadesi 14 kere geçerken elim azap ifadesi 46 kere geçmiştir.

ذَ ٰ⁠لِك , konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır.  ذٰلِكَ  ve  مَنِ ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır. 

عَذَابٌ - اَل۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[Artık bu hükümden sonra kim haddi aşarsa, onun için can yakıcı bir azap vardır.] Kim meşru olan sınırı tecavüz ederse, mesela gidip katilden başkasını ya da affettiği veya diyeti aldığı halde katilin kendisini öldürürse haddi aşmış olur. Çünkü cahiliye döneminde veli, diyeti kabul ederek katile bir bakıma güvence verir, sonra da eline fırsat geçince hemen onu öldürür, onun malını da katilin velilerine bırakırdı. İşte bu manada haddi tecavüz edenler için can yakıcı bir azap vardır. Bu azap dünyada, haksız yere öldürdüğü kimsenin yerine kısas olma cezasıdır. Ahirette ise cehennem ateşidir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)