اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراً فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَيَّامًا | günlerdir |
|
2 | مَعْدُودَاتٍ | sayılı |
|
3 | فَمَنْ | kim |
|
4 | كَانَ | olursa |
|
5 | مِنْكُمْ | sizden |
|
6 | مَرِيضًا | hasta |
|
7 | أَوْ | veya |
|
8 | عَلَىٰ |
|
|
9 | سَفَرٍ | seferde |
|
10 | فَعِدَّةٌ | sayısınca tutar |
|
11 | مِنْ | -de |
|
12 | أَيَّامٍ | günler- |
|
13 | أُخَرَ | başka |
|
14 | وَعَلَى | ve (lazımdır) |
|
15 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
16 | يُطِيقُونَهُ | ona (güç) dayanan(lar) |
|
17 | فِدْيَةٌ | fidye vermesi |
|
18 | طَعَامُ | doyuracak |
|
19 | مِسْكِينٍ | bir yoksulu |
|
20 | فَمَنْ | artık kim |
|
21 | تَطَوَّعَ | gönülden |
|
22 | خَيْرًا | bir iyilik yaparsa |
|
23 | فَهُوَ | o |
|
24 | خَيْرٌ | hayırlıdır |
|
25 | لَهُ | kendisi için |
|
26 | وَأَنْ | ve |
|
27 | تَصُومُوا | oruç tutmanız |
|
28 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
29 | لَكُمْ | sizin için |
|
30 | إِنْ | eğer |
|
31 | كُنْتُمْ | siz |
|
32 | تَعْلَمُونَ | bilirseniz |
|
Bir görüşe göre eğer siz ilim ve tefekkür ehlinden iseniz oruç tutmanın ruhsat kullanmaktan daha hayırlı olduğunu anlarsınız demektir. (Ebussuûd Tefsiri)
Arapçada oruç manasına gelen başka kelimeler olmakla birlikte burda صوم kelimesinin kullanımı dikkat çekicidir. Biliyorsunuz develer sıcak çöl ortamında çok uzun günler susuzluğa dayanabilir. Ancak yavaş hayvanlar olduklarından savaş meydanları için tercih edilemezler yerine sıcağa ve susuzluğa daha az dayanıklı olmalarına rağmen hızları sebebiyle atlar kullanılır. İşte Araplar atlarını sıcak ve susuzluğa karşı hayatta kalabilmeleri için eğitiyorlardı ve bu eğitimin adına da “Savm” diyorlardı. Ayette geçen bu kelimeyi o dönemde duyan arabın aklına gelecek ilk şey savaş için hazır olmaktı. Ben nasıl atlarımı savaş için eğitiyorsam benim de sahibim beni ahireti kazanacağım savaş için eğitiyor.
Bu ayetlerin Bedir Savaşı ndan hemen önce gelen ayetler olması da ayrıca dikkat çekicidir.
Daha önce Yahudilerle aynı günlerde oruç tutuyorduk ve bu “eyyamen madudatin” den anlaşıldığı üzere 10 günden az bir oruçtu. Bu oruç zamanında hastalık ya da yolculuk sebebiyle kaçırılan oruçlar için ayette anlatıldığı gibi yerine oruç tutarak tamamlanırdı veya bir ihtiyaç sahibine fidye/yiyecek verilirdi.. Ama bilinki oruç tutmak sizin için daha hayırlıdır diyor.Yani iki seçenek vardı.
Hatırlayın önceki ayetlerde Yahudilerin de, bizim de kullandığımız kıble artık bize (müslümanlara) has olmak üzere Mescidi aksa’dan mescidi harama değiştirilmişti. Yahudiler bundan çok rahatsız olmuş ve kendilerini aşağılanmış hissetmişlerdi. Allah şimdi de onlarla aynı günlerde tuttuğumuz oruc ibadetinin günlerini değiştiriyor. Çünkü yeni bir vahyi Kur’ân-ı Kerim’i kutluyoruz biz Ramazan-ı şerifte.
Taveqa طوق : طَوْقٌ kelimesinin asıl anlamı -ister güvercin halkası gibi yaratılıştan olsun, ister de altın ve gümüş halkası gibi yapma olsun- boyna geçirilen şeydir. Anlamı genişletilerek fiil olarak boyna geçirip dolandırmak hakkında kullanılmıştır. طاقَةٌ tâkat insanın güçlükle yapabileceği miktarın en fazlasıdır. Burada bir şeyi kuşatan halkaya benzetilimştir. Kimi zaman takatın olmaması kudretin olmaması anlamında kullanılmıştır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki fiil ve bir isim formunda 4 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli tâkattir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Türkçe’de de kullandığımız sefer kelimesinin asıl manası açmak, örtüyü kaldırmaktır. Yolculuk, insanların durumunu ve huylarını açıp ortaya çıkarır.
اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۜ
Fiil cümlesidir. اَيَّاماً zaman zarfı, önceki ayetin delaletiyle صوموا (oruç tutun) şeklinde takdir edilen mahzuf fiilin mef‘ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
مَعْدُودَاتٍ kelimesi اَيَّاماً ’ in sıfatı olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
مَعْدُودَاتٍ [sayılı] kelimesi أَیَّاما kelimesinin sıfatı olduğu için mansubdur. Kesrelenmesinin sebebi تٍۜ ‘nın aslî harf olmamasıdır. Günleri sayılı diye nitelenmesi azlığına işaret içindir ki bu da kullar için bir kolaylaştırmadır.(Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعْدُودَاتٍ , sülâsi mücerredi عدد olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَن iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ şart fiili olup, nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنكُم car mecruru كَانَ ’nin isminin mahzuf haline mütealliktir. مَّرِیضًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. عَلَىٰ سَفَر car mecruru atıf harfi اَوْ ile مَّرِیضًا ’e matuf olup, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
عِدَّةٌ mübteda olup damme ile merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, عليه عدّة şeklindedir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, عليه صيام عدّة şeklindedir. مِّنۡ أَیَّامٍ car mecruru عِدَّة ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. أُخَرَ kelimesi أَیَّامٍ ’ın sıfatı olup, gayrı munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِّنۡ أَیَّامٍ أُخَرَ hastalık veya yolculuk günleri dışındaki günler, demektir. أُخَرَ kelimesi vasıf olması ve bir de elif ve lam harflerinin bulunmaması bakımlarından gayrı munsarif bir kelimedir. Çünkü فَعْلَى vezninde sıfat olan kelimelerde asıl olan cemi yani çoğul olmaları halinde elif ve lam ile kullanılmalarıdır. Örneğin: اَلصُّغْرَى - اَلصِّغَر - اَلْكُبْرَى - اَلْكِبَر (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَر۪يضاً ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûl عَلَى harf-i ceriyle mahzuf mukaddem habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası یُطِیقُونَهُۥ ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُط۪يقُونَهُ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يطيقون صيامه şeklindedir.
فِدۡیَة muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. طَعَامُ kelimesi فِدۡیَة ’den bedel-i mutabık olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. مِسۡكِین muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
طَعَامُ مِسۡكِین [Bir yoksulun yemeği] فِدۡیَة kelimesinden bedeldir ve verilecek şeyin miktarını bildirir. manası: “Ona bir yoksulun yemeği fidye gerekir.” şeklindedir.
فِدۡیَة , hem sözlükte hem dinde bir şeyin yerine geçen bedel anlamına gelir. مِسۡكِین kelimesi tekil olursa her bir gün bir yoksula yemek verileceği anlaşılır. Çoğul olarak yani اَلْمَسَاكِينَ şeklinde okunursa, tüm günler için miskin kişilere yemek verileceği anlamına gelir.(Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal.
Bedel-i kül: Bedel-i kül’deki amaç, öncesindeki kelimenin manasını açıklamak ve onu pekiştirmektir. Buna bedel denmesinin sebebi, öncesindeki kelimenin yerini tam olarak doldurabileceğinden dolayıdır. Bir cümlede öncesindeki kelimeyi kaldırarak onun yerine bedelini koyduğumuzda manada herhangi bir noksanlık meydana gelmez. Bedelli bir ifadede asıl maksat bedel olan kelime olup, öncesindeki kelime ise ona bir hazırlık olarak zikredilmektedir. Bedel-i küle “bedel-i mutabık” da denilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُط۪يقُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوق ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراً فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ
فَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَطَوَّعَ şart fiili olup, üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. خَيْرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ haber olup damme ile merfûdur. لَهُ car mecruru خَيْرٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
خَيْرٌ ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ismi tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَطَوَّعَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi طوع ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Takdiri, صيامكم (oruçlarınız) şeklindedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَصُومُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
خَيْرٌ haber olup damme ile merfûdur. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
تُمْ muttasıl zamiri كُنتُم ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ cümlesi, كُنتُم ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncekinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, ان كنتم تعلمون أنّه خير فافعلوه . (Onun daha hayırlı olduğunu bilirseniz hemen yapın) şeklindedir.
اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اَيَّاماً zaman zarfı, önceki ayetin delaletiyle takdiri صوموا (oruç tutun) olan mahzuf fiilin mef‘ûlüdür. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَعْدُودَاتٍ kelimesi اَيَّامًا için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
أَیَّاما ’ deki tenvin, kıllet ve nev içindir.
Burada, أَیَّاما kelimesinin mansub oluşu mahzuf الصيام kelimesiyledir. Yani: ‘’Size sayılı günler oruç tutmanız farz kılındı’’ demektir. مَّعۡدُودَ ٰت ; zamanla vakitleri belirlenmiş sayılı günlerde demektir. Yani az sayıda günler, demektir. Bu esasen şuna dayanmaktadır; az sayıdaki bir mal sayı ile değerlendirilir. Oysa çok olması halinde durum değişir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Günlerin sayılı diye nitelenmesi azlığına işaret içindir ki bu da kullar için bir kolaylaştırmadır. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ
Ayetin ikinci cümlesi atıf harfi فَ ile كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Atfedilen cümlenin haberî manada olması, inşâ cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Şart üslubunda, haberî isnaddır. مَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ şart cümlesinde şart ismi مَنْ , mübteda كان ’nin dahil olduğu كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً şeklindeki isim cümlesi haberdir. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. كَانَ ’ nin isminin mahzuf haline müteallik car-mecrur مِنكُم ihtimam için habere takdim edilmiştir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَلٰى سَفَرٍ car-mecruru كان ’nin haberine matuf bir mahzufa mütealliktir.
فَ karinesiyle gelen فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ şeklindeki cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. عِدَّةٌ , takdiri عَلَيْهِ olan mahzuf haber için mübtedadır.
مِنْ اَيَّامٍ car-mecruru عِدَّةٌ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. اُخَرَ ise اَيَّامٍ için sıfattır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مِنْ ; ba’diyet veya temyiz ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اَيَّامٍ ‘ın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, عِدَّةٌ - مَعْدُودَاتٍۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَفَر ; esasen keşif, açmak manası taşımaktadır. Bunun için "isfâr", yüzünü açmak ve parçalamak manasınadır. Uzak bir yere gitmek de yolcunun her türlü hal ve ahlâkını meydana çıkardığı için, ona da sefer denmiştir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Yani bu günlerde tutulacak oruç farziyeti sadece mukim olan sağlıklı kimseler içindir. Yoksa hasta ve yolcu olanların orucu başka günlere erteleme hakları vardır. Burada hazfedilmiş şöyle bir ifade vardır: “İçinizden hasta veya yolcu olup da oruç tutamayan varsa başka günlerde onun yerine oruç tutar.”
(Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr) - Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ
Ayetin bu cümlesi, şart cümlesi olan...من كان منكم ‘e atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl, عَلَى harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Sılası olan يُط۪يقُونَهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فِدْيَةٌ muahhar mübteda, طَعَامُ kelimesi فِدۡیَة ’den bedel-i mutabıktır. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.
Müsnedün ileyhin nekreliği kıllet ve nev içindir.
[Oruca güç yetirebilenler] şayet hiçbir özürleri olmadığı halde tutmazlarsa [bir düşkünü doyuracak kadar fidye verecektir.] Bu İslam’ın ilk yıllarındaydı. Oruç Müslümanlara farz kılınınca buna alışamamışlar ve oruç kendilerine çok çetin gelmişti. Bu yüzden, orucun bozulması ve fidye verilmesi hususunda kendilerine ruhsat tanınmıştı. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
طاَقاَت kökünden gelen یُطِیقُونَ fiilinde bir şeyi güçlükle yapma manası vardır. Bu itibarla bu kelime ‘’orucu ancak çok zorlukla tutabilenler’’ anlamına da gelmektedir. Bu manaya göre onlar, çok yaşlılar ve iyileşemeyen hastalardır. Onların hükmü, oruç tutmayıp fidye vermektir. Bu manaya göre ayet mensûh (neshedilmiş) değildir. Yani oruç tutmakta çok zorlananların veya çok zorlukla tutabilenlerin, tutmadıkları her gün için bir yoksulu doyuracak fidye vermeleri gerekir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Nâfi‘ rivayetine göre طَعَامُ kelimesi fidye kelimesine izafetle فِدۡیَة ٱلَّطَعَام şeklinde gelmiştir ve bir sonraki kelime مساكين şeklinde çoğuldur. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراً فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ
Cümle, atıf harfi فَ ile وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Bu terkibin haber manalı olması isim cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Şart üslubunda gelen terkipte مَنْ تَطَوَّعَ خَيْراً cümlesi, şarttır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet mazi fiil sıygasındaki تَطَوَّعَ خَيْراًۙ cümlesi, mübtedanın haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Mef’ûl olan خَيْراً ‘ın nekreliği muayyen olmayan cins ifade eder.
فَ karinesiyle gelen فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ şeklindeki cevap cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
خَيْرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu ayet oruç tutmaya teşvik ifade eder. Yani ‘bunu bilin ve oruç tutun’, demektir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
Ayetin son cümlesi … فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً cümlesine و ’ la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَصُومُوا cümlesi, masdar teviliyle mübteda, خَيْرٌ , haberdir.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَيْرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’a mütealliktir.
خَيْرٌ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.
كَانَ ’nin haberi olan تَعْلَمُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde كَان Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)
Öncesinin delaletiyle takdiri فافعلوه (hemen yapın) olan cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَانَ - كُنتُمۡ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin bu son cümlesinde mesel tarikinde tezyil ve ıtnâb sanatı vardır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ tezyil cümlesidir. Şart, bu konudaki bilgileri kesin olmadığı ve gizli faydalar sebebiyle إِن harfiyle gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
تَعْلَمُونَ fiilinin mef’ûlu, kendisinden önceki kelimenin delaletiyle mahzuftur. Fiilin lâzım fiilerden sayılması da mümkündür. Yani, “eğer siz ilim ve tefekkür ehli iseniz.’’ manasındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Ankebut/16)
Şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Kur'an-ı Kerim’de birçok yerde muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakînlığı arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 117)
إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ [Bilirseniz] ifadesi, orucun sizin için fidye vermekten daha hayırlı olduğunu bilirseniz; onun size daha zor geldiğini veya zor gelmesine rağmen yolculukta orucun sizin için daha hayırlı olduğunu bildiğiniz halde, demektir. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Orucun sevabını bildiğiniz halde; bir görüşe göre de doğruyu yanlıştan ayıran ilim sahibi kişiler olduğunuz ve oruçtaki takvanın ne anlama geldiğini, dünya ve ahiretteki değerini gördüğünüz halde demektir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Kudsî bir hadiste, ”Oruç benim içindir" buyurularak oruç, Allah'a izafe olunmuştur. Çünkü bunda bir riya yoktur. Bu, bir sırdır ki Allah'tan başkası bunu bilemez. Eğer kişi tuttuğu orucuyla kalbini, sırrını ve ruhunu Allah'tan başkasına kapalı tutarsa, onun ecrini Allah verir ve işte bu havassa ait olan gerçek bir oruç olmuş olur. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)