شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | شَهْرُ | ayı |
|
2 | رَمَضَانَ | ramazan |
|
3 | الَّذِي | ki |
|
4 | أُنْزِلَ | indirilmiştir |
|
5 | فِيهِ | onda |
|
6 | الْقُرْانُ | Kur’an |
|
7 | هُدًى | hidayet olarak |
|
8 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
9 | وَبَيِّنَاتٍ | ve açıklayıcı |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الْهُدَىٰ | hidayeti |
|
12 | وَالْفُرْقَانِ | doğruyu ve yanlışı ayırdetmeyi |
|
13 | فَمَنْ | kim |
|
14 | شَهِدَ | şahit olursa |
|
15 | مِنْكُمُ | içinizden |
|
16 | الشَّهْرَ | o aya |
|
17 | فَلْيَصُمْهُ | oruç tutsun |
|
18 | وَمَنْ | kim |
|
19 | كَانَ | olur |
|
20 | مَرِيضًا | hasta |
|
21 | أَوْ | yahut |
|
22 | عَلَىٰ | üzere olursa |
|
23 | سَفَرٍ | sefer |
|
24 | فَعِدَّةٌ | sayısınca tutsun |
|
25 | مِنْ |
|
|
26 | أَيَّامٍ | günlerde |
|
27 | أُخَرَ | başka |
|
28 | يُرِيدُ | ister |
|
29 | اللَّهُ | Allah |
|
30 | بِكُمُ | sizin için |
|
31 | الْيُسْرَ | kolaylık |
|
32 | وَلَا |
|
|
33 | يُرِيدُ | istemez |
|
34 | بِكُمُ | sizin için |
|
35 | الْعُسْرَ | güçlük |
|
36 | وَلِتُكْمِلُوا | ve tamamlamanızı (ister) |
|
37 | الْعِدَّةَ | sayıyı |
|
38 | وَلِتُكَبِّرُوا | ve yüceltmenizi (ister) |
|
39 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
40 | عَلَىٰ | dolayı |
|
41 | مَا |
|
|
42 | هَدَاكُمْ | size doğru yolu gösterdiğinden |
|
43 | وَلَعَلَّكُمْ | ve umulur ki siz |
|
44 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz |
|
“Hüden linnasi”
Kendini seçilmiş sanan Yahudi toplumuna ceza üstüne ceza demek bu aslında. Hidayeti sadece kendinize has sanıyordunuz. Hayır Kur’ân-ı Kerim tüm insanlık için bir hidayet rehberidir. Ramazan ayı da Müslüman kimliğinin kutlanmasıdır. Allah bizim ramazan ayını orucun tutulduğu, ama en önemlisi Kur’ân’ın indiği ay olarak kutlamamızı istiyor. Oruç tutmanın amacı takva sahibi olmaktır. Ramazan ayının amacı bize Allah tarafından hediye edilen Kur’ân-ı Kerim in inişini kutlamaktır.
Eskiden on günden az olan oruç şimdi bütün bir ay ve eskiden hatırlayın orucu kaçırınca iki seçeneğiniz vardı artık bir seçeneğiniz var, o da kaçırdığınız orucun yerine oruç tutmak. Takip eden ayette Allah sizin için kolaylık, ister zorluk istemez buyuruluyor. O yüzden şimdi oruç 30 gün ve kaçırdığınız oruçlar için sadece tek seçeneğiniz var. Kolaylık bunun neresinde diye düşünebilir insan. Oruç takva sahibi olmamız içindi. Takva zor kazanılır. Daha fazla takva için daha fazla oruç gerekir. Gündüz oruç tutar, akşam Kur’ân dinlersiniz böylece takvayı kalbinize indirirsiniz.
Allahım bizi dünyada ve ahirette kolaylık verdiklerinden eyle.
Youtube’a ‘Ramazan ayeti nouman ali Han’
Yazarsanız 11 bölümlük Bakara 185. Ayetin cok guzel bir tefsiri var…
Rameda رمض :
رَمَضان kelimesi رَمْضٌ kökünden gelir. Anlamı güneşin fazla kızışmasıdır.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli Ramazan'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Kemele كمل :
Birşeyin kemâli, onun istenen tüm vasıflarının tamam olması, bir arada bulunmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir if'al fiil ve bir isim formunda olmak üzere 5 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ikmâl, kemâl, Kâmil, mükemmel, mütekâmil, tekmil ve tekâmüldür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ
İsim cümlesidir. شَهۡرُ رَمَضَانَ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, تلك الأيام (Şu günler) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. رَمَضَانَ muzâfun ileyh olup, elif ve نَ harfinin ziyadesiyle gayri munsarif olduğundan fetha ile mecrurdur.
الَّذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl شَهْرُ ‘ nun sıfatı olarak mahallen merfû veya رَمَضَانَ ‘nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. ف۪يهِ car mecruru أُنزِلَ fiiline mütealliktir. الْقُرْاٰنُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. هُدًى hal olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Yani, هاديا manasındadır. لِّلنَّاسِ car mecruru هُدى ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
بَيِّنَاتٍ atıf harfi وَ ’la هُدى ‘e matuf olup,nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. مِّنَ ٱلۡهُدَىٰ car mecruru بَیِّنَـٰت ’e müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. ٱلۡفُرۡقَانِ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَهۡرُ رَمَضَانَ kavli de, اَلصِّيَامُ kelimesinden bedeldir ya da mahzuf bir mübtedanın haberidir. Yani, هُوَ اَلشَّهْرُ demektir. رَمَضَانَ kelimesi de, رَمِضَ kelimesinin masdarı olup, yakmak ve yanmak manasındadır. رَمْضَاءٍ kökünden alınmadır. شَهۡرُ kelimesi buna izafe olunmuştur. Böylece bir alem (yani özel bir isim) olmuştur. Bu şekilde isimlendirilmiş olması, insanların ramazanda tuttukları oruç nedeniyle çektikleri açlık ve susuzluk sıkıntısı, zorluğu ve şiddetidir. Çünkü genelde Araplar ayları içlerindeki durum ve olaylara göre zaman açısından değerlendirmektedirler. Ramazan ayının ise yakıcı sıcak günlere denk düşmesi sebebiyle buna bu isim verilmiştir.Günahları yaktığı için bu ismi aldığı da söylenmiştir. (Nesefî-Medâriku’t-Tenzî Ve Hakâîku’t-Te’vîl - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm - Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَن iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
شَهِدَ şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mahallen meczumdur. مِنكُمُ car mecruru شَهِدَ ‘ deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. ٱلشَّهۡرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri,دخول الشهر şeklindedir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لْ emir lam’ıdır. يَصُمْهُ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. هُ muttasıl zamir mukadder zaman zarfıyla mef’ûlun fih olarak mahallen mansubdur. Takdiri, ليصم أيّامه (o günde oruç tutsun.) şeklindedir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ
وَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ 'nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَّرِیضًا kelimesi, كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. عَلَىٰ سَفَر car mecruru atıf harfi اَوْ ile مَّرِیضًا ’e matuf olup, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
عِدَّةٌ mübteda olup damme ile merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, عليه عدّة şeklindedir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, عليه صيام عدّة şeklindedir. مِّنۡ أَیَّامٍ car mecruru عِدَّة ’ un mahzuf sıfatına mütealliktir. أُخَرَ kelimesi أَیَّامٍ ’ ın sıfatı olup, gayrı munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
مِّنۡ أَیَّامٍ أُخَرَ hastalık veya yolculuk günleri dışındaki günler, demektir. أُخَرَ kelimesi vasıf olması ve bir de elif ve lam harflerinin bulunmaması bakımlarından gayrı munsarif bir kelimedir. Çünkü فَعْلَى vezninde sıfat olan kelimelerde asıl olan cemi yani çoğul olmaları halinde elif ve lam ile kullanılmalarıdır. Örneğin: اَلصُّغْرَى - اَلصِّغَر - اَلْكُبْرَى - اَلْكِبَر (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklndedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَر۪يضاً ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ
Fiil cümlesidir. یُرِیدُ damme ile merfû muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. بِكُمُ car mecruru یُرِیدُ fiiline mütealliktir. ٱلۡیُسۡرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا یُرِیدُ بِكُمُ ٱلۡعُسۡرَ cümlesi, atıf harfi وَ ’ la makabline matuftur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُرِیدُ damme ile merfû muzari fiildir. بِكُمُ car mecruru یُرِیدُ fiiline mütealliktir. ٱلۡعُسۡرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لِ harfi, تُكۡمِلُوا۟ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, شرع (Kanun olarak koydu.) şeklindedir.
تُكْمِلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ٱلۡعِدَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِتُكَبِّرُوا۟ fiili atıf harfi وَ ’la لِتُكۡمِلُوا۟ fiiline matuftur.
تُكْمِلُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. للَّهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَا ve masdar-ı müevvel, عَلَىٰ harf-i ceriyle تُكَبِّرُوا۟ fiiline mütealliktir.
هَدٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِتُكَبِّرُوا۟ fiilinin عَلَىٰ ile geçişli kılınması hamd manası içermesi sebebiyledir. Böylece sanki; “Size bu çareyi göstermesine karşılık hamdederek Allah’ı yüceltesiniz diye” denmiş olmaktadır.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
تُكَبِّرُوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كبر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تُكْمِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi كمل ’dir. یُرِیدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود 'dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَعَلَّكُمۡ تَشۡكُرُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَشْكُرُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَشْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri تلك الأيام (Şu günler) olan mübteda mahzuftur. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَهْرُ رَمَضَانَ için sıfat konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ٓي ‘nin sılası olan اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur ف۪يهِ , ihtimam için, naib-i fail olan الْقُرْاٰنُ ‘e takdim edilmiştir
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اُنْزِلَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
هُدًى kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
لِلنَّاسِ car-mecruru هُدًى ‘nın, مِنَ الْهُدٰى ise لِلنَّاسِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatların hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْفُرْقَانِۚ kelimesi مِنَ الْهُدٰى car-mecruruna atfedilmiştir. Cihet-i camia tezayüftür.
ف۪يهِ ibaresinde ramazan ayına aid هِ zamirine dahil olan ف۪ي harfinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ramazan ayı, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında değil, ramazan ayının önemli olduğunu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere عَلَيْ yerine kullanılmıştır.
هُدى لِّلنَّاسِ [İnsanlar için bir hidayet rehberi] sözünden sonra بَیِّنَـٰت مِّنَ ٱلۡهُدَىٰ [doğru yolun apaçık delilleri] sözünün zikri hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
أُنزِلَ فِیهِ ٱلۡقُرۡءَانُ ifadesinden sonra Kur’an’ın irşad edici, açıklayıcı ve ayırıcı özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
ٱلۡقُرۡءَانُ ve ٱلۡفُرۡقَانِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şayet “[Kur’an hakkında] ‘insanlar için bir hidayet rehberi’ dedikten sonra ‘doğru yolun apaçık delilleri’ demenin anlamı nedir?” dersen, şöyle derim: Önce Kur’an’ın bir hidayet rehberi olduğunu, daha sonra da onun Allah’ın, kendi vahyi ve yol gösterip, hidayetle sapkınlığı birbirinden ayıran tüm semavî kitapları adına kendisiyle hidayete erdirdiği şeylerin tümünün apaçık delilleri olduğu zikredilmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Burada شَهۡرُ kelimesiyle “hilal” kastedilmiştir. Arkadan gelen هِ zamiri ona aittir ve hilal değil, bildiğimiz 30 günlük zaman kastedilmiştir. Böylece شَهۡرُ kelimesinin iki manasının biri kendisiyle, diğeri de ona ait bir zamirle ifade edilmiş olur. Buna istihdam sanatı denir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedii İlmi,S.68)
شَهۡر ; esasen şöhret kökünden masdar olup bir şeyi açığa çıkarmak manasındadır. Bu manadan alınarak: Gökte görülen aya, Bu ayın görünüp, ışık verir bir hale gelmesi ve nihayet kaybolup, tekrar doğması suretiyle bir devrinden ibaret olan zaman süresine, Hilal nazar-ı itibara alınmayarak sırf gün hesabıyla otuz günlük süreye de âdet olarak şehr denir. Güneş yılının bölümlerinden her birine ay, şehr, mâh denmesi de bu manadan alınmıştır.(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
ٱلَّذِیۤ أُنزِلَ فِیهِ ٱلۡقُرۡءَانُ [Kur’an o ayda indirilmiştir] ifadesi, Kur’an’ın o ayda indirilmeye başladığı anlamına gelmektedir ki, bu da Kadir gecesinde olmuştur. Kur’an’ın önce topyekün dünya semasına, sonra da fragmanlar halinde yeryüzüne indirildiği de söylenmiştir. Yine bu ifadenin [O Ramazan ayı ki hakkında Kur’an inmiştir] anlamına da geldiği söylenmiştir ki, bu da [oruç size farz kılınmıştır] ilahî sözüdür. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ
فَ , istînâfiyedir.
Şart üslubunda gelen ayette şart cümlesi مَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنْ mübteda, شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ cümlesi haberdir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْكُمُ car mecruru durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَلْيَصُمْهُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
Farklı manadaki ٱلشَّهۡرَ kelimelerinde tam cinas, ٱلشَّهۡرَ ve شَهِدَ kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve bu kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَهۡر açığa çıkma manasındadır, gökteki ay için kullanılır. Onu görmek manasında شَهِدَ fiili kullanılmıştır. شَهۡر takvim ayı değil, gökteki ay demektir.
شَهۡرُ ve الْهُدٰى kelimelerinin tekrarlanmasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Oruç için gökteki ay gözlenir ama günümüzde modern metotlarla da ayı hesaplamanın caiz olduğu kesindir.
وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ
Aynı üslupta gelen cümle istînâfa وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelmiştir. Şart cümlesinde şart ismi مَنْ mübteda, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ , haberdir.
عَلٰى سَفَرٍ car-mecruru كان ’nin haberine matuf bir mahzufa mütealliktir.
فَ karinesiyle gelen فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ şeklindeki cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. عِدَّةٌ , takdiri عَلَيْهِ olan mahzuf haber için mübtedadır.
مِنْ اَيَّامٍ car-mecruru عِدَّةٌ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. اُخَرَ kelimesi اَيَّامٍ için sıfattır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
سَفَر ; esasen keşif, açmak manası taşımaktadır. Bunun için "isfâr", yüzünü açmak ve parçalamak manasınadır. Uzak bir yere gitmek de yolcunun her türlü hal ve ahlakını meydana çıkardığı için, ona da sefer denmiştir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
أُخَرَ kelimesi vasıf olduğu ve elif ve lam harflerini almadığı için gayrı munsarif bir kelimedir. Çünkü, bu vezinde sıfat olan kelimelerde asıl olan cemi yani çoğul olmaları halinde elif ve lam ile kullanılmasıdır.
184. ayetteki cümlenin tekrarıdır. İki cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِكُمُ , ihtimam için, mef’ûl olan الْيُسْرَ ‘ya takdim edilmiştir
وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ cümlesi atıf harfi وَ ‘la ta’lil cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur بِكُمُ , ihtimam için, mef’ûl olan الْعُسْرَۘ ‘ya takdim edilmiştir
ٱلۡیُسۡرَ ve ٱلۡعُسۡرَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, cinas-ı nakıs, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُر۪يدُ - لَا يُر۪يدُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve ıtnâb sanatları vardır.
Ayetteki, یُرِیدُ ٱللَّهُ بِكُمُ ٱلۡیُسۡرَ - لَا یُرِیدُ بِكُمُ ٱلۡعُسۡرَ cümleleri arasında ikili mukabele sanatı vardır.
وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ cümlesi, mecrur mahalde takdiri, شرع (Kanun olarak koydu.) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İkinci sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ile birinciye atfedilmiştir.
Lafza-i celâlin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Masdar harfi مَا ve akabindeki هَدٰيكُمْ cümlesi, masdar tevilinde, عَلَىٰ harf-i ceriyle تُكَبِّرُوا۟ fiiline mütealliktir.
Sılası olan هَدٰيكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ [Sayıyı tamamlayasınız] ifadesi, sayıya riayet emrinin gerekçesi iken, [ve Allah’ı yüceltesiniz] ifadesi kazânın nasıl yapılacağını ve oruç bozma mesuliyetinden nasıl kurtulunacağını öğretmesi ile ilgilidir; [ve şükretmeniz içindir] ifadesi de ruhsat verme ve kolaylaştırmanın illetidir. Bu (sıralanış) leff ü neşr-i müretteb, yani ikinci sırada gelen ifadelerin ilk sıradaki ifadeleri yer alış sırasına riayet ederek açıklaması türünden öyle ince bir metoddur ki, bunun açıklamasını beyan alimlerinin en araştırmacı ve uzman olanları bile zor yapar. لِتُكَبِّرُوا۟ fiilinin عَلَىٰ ile geçişli kılınması, hamd manası içermesi sebebiyledir. Böylece sanki; “Size bu çareyi göstermesine karşılık hamdederek Allah’ı yüceltesiniz diye” denmiş olmaktadır.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl - Ebüssuûd,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Allah’ı tekbir (Allah'ı Ululama): Esasen Allah'ı tazîm ve saygı demektir ki, üç mana ile olur: a) Akd-i Kalb (kalbin bağlanması): Allah'ın birliğine, adaletine itikatla marifetin sağlamlığı ve şüphelerin yok oluşudur.
b) Söz: Allah'ın yüce sıfatlarını ve güzel isimlerini ikrardır.
c) Amel: Namaz, oruç, diğer farzlar ve şer'an caiz görülmüş şeyler gibi kulluk amelleriyle ibadet etmektir.(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ Müslümanlara; Kur’an’ın indirildiği ay olan Ramazan ayında oruç tutmalarının farz olduğunu, hasta veya seferde olanın oruç tutmama ruhsatının olduğunu bildirmekte ve bu kimselerin diğer günlerde oruç tutmasını istemektedir. Bu haberden maksat; müminlere daha önce bilmedikleri yeni bir haber vermektir. İşte bu şekildeki isnadlara fâide-i haber denir. Çeşitli ilimler konusunda yazılmış kitaplardaki isnadlar hep bu gruba girer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette leff bölümünde hasta veya yolculukta olan kişilerin oruçlarını tutamadıkları günlerin sayısınca diğer günlerde tutabilecekleri zikredilmiş, bu kolaylığın sağlanmasının illeti ise neşr bölümünde müminlerin tutamadıkları oruçların sayısını tamamlamak olarak açıklanmıştır. Leff bölümünün ikinci öğesi olan Allah’ın (cc) kulları için bu kolaylığı isteyip, zorluğu murad etmemesinin sebebi ise hidayete erdirdiği için zatının yüceltilmesi olarak açıklanmıştır. Hemen akabinde leff bölümünde belirtilen nimetin neşr bölümündeki sebebinin sebebi “umulur ki şükredersiniz” ifadesindeki icmâlî neşr ile tekrar açıklanmıştır. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları / Hasan Uçar - Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin ta’liliye hükmündeki son cümlesi, makablindeki masdar-ı müevvele matuftur.
Terecci harfi لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Cümle, haber manalı olduğu için haber cümlesine atfedilebilmiştir.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَشْكُرُونَ ’ nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ kavli şükretmenizin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusundaki ihtimale îmadır. Lam-ı ta’lil yerine reca harfi لَعَلَّ nin zikredilmesi belagâtın eşsiz güzelliğindendir. لَعَلَّ kavli şükretmenizin sizden ümit edilmesini ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Bakara/52)
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ [Umulur ki şükredersiniz.] Yani size verdiği dinî ve dünyevî nimetler için Allah’a dil, kalp, beden ve mal ile şükredin. Bir görüşe göre bu ayetin anlamı şöyledir: ‘’Allah Teâlâ’nın size emrettiğini yapın. Bu; O’na şükretmek demektir.’’ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْرًاۜ [Ey Davud ailesi! Şükretmek için amel edin.] (Sebe’ 34/13) ayeti de bu anlama gelir. Yüce Allah bu ayette amel etmeyi, kendisi için şükretmekle bir saymıştır. Öyleyse bütün ibadetler şükür için vaz edilmişlerdir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)