وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالْمُطَلَّقَاتُ | boşanmış kadınlar |
|
2 | يَتَرَبَّصْنَ | gözetlerler |
|
3 | بِأَنْفُسِهِنَّ | kendilerini |
|
4 | ثَلَاثَةَ | üç |
|
5 | قُرُوءٍ | kur’ (üç adet veya üç temizlik süresi) |
|
6 | وَلَا |
|
|
7 | يَحِلُّ | helal olmaz |
|
8 | لَهُنَّ | kendilerine |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | يَكْتُمْنَ | gizlemeleri |
|
11 | مَا |
|
|
12 | خَلَقَ | yarattığını |
|
13 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
14 | فِي | -nde |
|
15 | أَرْحَامِهِنَّ | kendi rahimleri- |
|
16 | إِنْ | eğer |
|
17 | كُنَّ | idiyseler |
|
18 | يُؤْمِنَّ | inanıyor |
|
19 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
20 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
21 | الْاخِرِ | ahiret |
|
22 | وَبُعُولَتُهُنَّ | kocaları |
|
23 | أَحَقُّ | hak sahibidirler |
|
24 | بِرَدِّهِنَّ | onları geri almağa |
|
25 | فِي |
|
|
26 | ذَٰلِكَ | bu arada |
|
27 | إِنْ | eğer |
|
28 | أَرَادُوا | isterlerse |
|
29 | إِصْلَاحًا | barışmak |
|
30 | وَلَهُنَّ | (kadınların) vardır |
|
31 | مِثْلُ | gibi |
|
32 | الَّذِي |
|
|
33 | عَلَيْهِنَّ | (erkeklerin) kendileri üzerindeki |
|
34 | بِالْمَعْرُوفِ | (örfe uygun) hakları |
|
35 | وَلِلرِّجَالِ | erkeklerin (hakları) |
|
36 | عَلَيْهِنَّ | onlar (kadınlar) üzerinde |
|
37 | دَرَجَةٌ | bir derece fazladır |
|
38 | وَاللَّهُ | Allah |
|
39 | عَزِيزٌ | azizdir |
|
40 | حَكِيمٌ | hakimdir |
|
Bu cümle emir manası taşıyan bir haber cümlesidir. Haber siğasıyla emretmek emri vurgular ve hemen yapılması gerektiğini anlatır.
Bu cümlede boşanan kadınlar sanki hemen bekleme emrine uymuşlar da Allah teala onların bu durumunu haber veriyormuş gibi bir mana vardır. Cümlenin isim cümlesi olması da manayı kuvvetlendirir. (Sabuni)
Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde, Allah’ın emrettiği (iyi geçim, zarar vermeme ve benzeri davranışlara dayalı) hakları vardır. Ancak erkeklerin kadınlar üzerine bir üstünlüğü vardır. Bu üstünlük, Allah’ın emrettiği gibi çoluk çocuğunun işlerini görüp nafakalarını temin etmek, aile reisliğini yapmak ve verdiği emirlere uyulmak gibi üstünlüklerdir. Dikkat edilirse bunlar, sorumluluk yükleyen üstünlükler olup, şereflendirme üstünlü değildir. Zira ‘Muhakkak ki allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.’ (Hucurat/13) (üstelik bu ayette üstünlük için ‘ekreme’ kelimesi kullanılmıştır) mealindeki ayet gereğince üstünlük takvaya bağlıdır.
Be'ale بعل :
Esasen efendi, sahip demektir. Koca karısının işlerini yerine getirdiği için böyle isimlendirilmiştir. Kelimenin aslı bir işi icra etme manasındadır. Bu anlamdan hareketle büyüyüp, kendi kökleriyle suyunu alabilen ağaca da bu isim verilmiştir.
Eşlerin erkek olanıdır. Çoğulu بعولة dir. Erkeğin kadına karşı üstünlüğü düşünüldüğünden, kadının yöneticisi ve başında görevli kılınmıştır. Bu açıdan, başkasına herhangi bir açıdan üstün olan her şeye de bu isim verilmiştir. Yine bu nedenle Araplar, Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ettikleri mabudlarının böyle bir üstünlüğe sahip olduklarına inandıkları için onları بعل diye adlandırmışlardır. Etrafındakilere göre daha yüksek olan yere de ba'l adı verilir.
Kuran ı Kerim de 1 kez put anlamında geçmiştir. Diğer geçişlerde eş anlamında kullanılmıştır.
'Bu kökün hayret ve sıkıntı anlamına gelince; bu, mefhumun asıl anlamının kişi üzerindeki tesirlerindendir Çünkü efendi çoğunlukla üzerindeki mesuliyet ve kendine yönelinmesinden oluşan ve sadece ona ait vazifeler vardır. Bu yüzden bu vazifeleri ve mesuliyetle karşılaştığında hayrete düşer, sıkılır ve üzülür.
Kuran ı Kerimde ba'l kelimesinin geçtiği yerleri incelediğimizde eşler arası cinsel ilişkinin kastedildiği anlaşılmaktadır. Ancak zevc her iki durumda da kullanılır. Çünkü بِعال nikah ve oynaşma anlamına gelir. Hz. Peygamberin أيام أكل و شرب و بعال sözü bu anlamdadır. Kelimenin aslı bir işi icra etme manasındadır. İbnul Cevzi, ba'l kelimesinin asıl anlamının yükseklik (العلوّ) olduğunu ifade edip dolayısıyla kocaya ba'l denilmesi kadın üzerinde idareci olmasındandır demiştir. (Müfredat - Bursevi - Furuq - Tahkik - Sabri Türkmen)
El-qur’ kelimesinin iki manası vardır. Hayız müddeti veya iki hayız arasındaki süre demektir. Çoğulu quru' şeklindedir. Toplamak manasındaki qarae fiilinden türemiştir. Bu dönemde kadının vücudunda kan toplanır.
Qara’et (قرأت) kadının kan görmesi, özel günlerine girmesi için kullanılan bir fiildir. قرأتِ المرأةُ şeklinde fail olarak geldiğinde ‘kadın kan gördü, kur' sahibi oldu’ manası olur. قرأتُ المرأةَ şeklinde meful olarak gelirse ‘kadının hamile olmadığını anladım’ manasını taşır. Dilciler kur kelimesinin topladı manasını taşıdığını söylerler.
Kıraat da okurken harf ve kelimeleri bir arada toplamaktır. Tek bir harfin telaffuz edilmesi kıraat değildir. Kur’ân kelimesi de قرأ den gelmektedir. Eklemek, toplamak, okumak gibi manaları vardır.
Arapça’da doğuran deveye de قرأ (“karae”) denmektedir. İlk emir olan إقرأ (“iqra”) oku olarak ifade edilse de asıl manasında rahatlama anlamı vardır. Doğurunca içindeki sıkıntıdan kurtulduğu için “şimdiye kadar düşündüklerini tebliğ et ve rahatla” manası vardır. إقرأ (“ikra”) daki okuma bizim bildiğimiz manadaki okuma değildir. Peygamber Efendimiz (sav) ilk vahyin indiği dönemde çok sıkılıyor, daralıyor ama ne yapacağını bilemiyor. O sıkıntılardan kurtulması için ona “oku” emri geliyor. Bazı alimlere göre bu kitap Allah’ın kitaplarının semeresini kendinde topladığı için, hatta bütün ilimlerin semeresini kendinde topladığı için bu şekilde adlandırılmıştır.
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ
İsim cümlesidir. Ayet atıf harfi وَ ile önceki ayete matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُطَلَّقَاتُ mübteda olup damme ile merfûdur. يَتَرَبَّصْنَ cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
يَتَرَبَّصْنَ fiili نَ ‘ un nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. بِاَنْفُسِهِنَّ car mecruru يَتَرَبَّصْنَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Zaman zarfı ثَلٰثَةَ , fetha ile mansub olup يَتَرَبَّصْنَ fiiline mütealliktir. قُرُٓوءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَتَرَبَّصْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ربص ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
الْمُطَلَّقَاتُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mefûlüdür.
وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
Cümle atıf harfi و ile الْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَحِلُّ damme ile merfû muzari fiildir. لَهُنَّ car mecruru يَحِلُّ fiiline mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يَكْتُمْنَ fiili نَ ‘ un nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n - nisve olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ اللّٰهُ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. ف۪ٓي اَرْحَامِ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كُنَّ fiili نَ ‘ un nisvenin bitişmesiyle nakıs, mebni mazi fiildir. كُنَّ ’ nin ismi نَ ‘ un nisve olup, mahallen merfûdur. يُؤْمِنَّ cümlesi كُنَّ ’ nin haberi olarak mahallen mansubdur. Cevabı mahzuftur.
يُؤْمِنَّ fiili نَ ‘ un nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n - nisve olup, mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنَّ fiiline mütealliktir.
الْيَوْمِ الْاٰخِرِ atıf harfi وَ ’ la lafza-i celâle matuftur. الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ ’ nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri إن كن يؤمن فلا يفعلن (Eğer müminlerse yapmasınlar) şeklindedir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’ dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ
Cümle atıf harfi وَ ile الْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ cümlesine matuftur.
İsim cümlesidir. بُعُولَتُ mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَحَقُّ haber olup damme ile merfûdur.
بِرَدِّ car mecruru اَحَقُّ ’ ya mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اَحَقُّ ‘ ya müteallik olup, mahallen mecrurdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادُٓوا şart fiili olup, damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olup mahallen merfûdur. اِصْلَاحًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.Takdiri; إن أراد بعولتهنّ إصلاحا فهم أحقّ بردّهنّ (Eğer kocaları ıslah isterse geri dönülmeye daha çok hak sahibidir.) şeklindedir.
اَرَادُٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَحَقُّ ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ
Cümle atıf harfi وَ ile الْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ cümlesine matuftur.
İsim cümlesidir. لَهُنَّ car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِثْلُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْهِنَّ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir.Takdiri; الذي يوجد عليهن (O ki onların üzerinde...) şeklindedir. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru مِثْلُ ’ nun mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَ atıf harfidir. لِلرِّجَالِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَلَيْهِنَّ car mecruru دَرَجَةٌ ‘nün mahzuf haline müteallıktır. دَرَجَةٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
مِثْلُ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. عَز۪يزٌ haber olup damme ile merfûdur. حَك۪يمٌ۟ ikinci haber olup damme ile merfûdur.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘ la 226. ayetteki … لِلَّذ۪ينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ism-i mef’ûl vezninde gelen الْمُطَلَّقَاتُ , mübtedadır.
Müsned olan يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ cümlesinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt , istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla, sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Haberi formda gelen cümle emir manasında olduğu için muktezayi zahirin hilafına durum oluşmuştur. Bu nedenle cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
قُرُٓوءٍ kelimesinin الحيض ve الطهر anlamlarına gelmesi müfessirler tarafından istihdam olarak değerlendirilmiştir. İstihdam iki anlamı olan bir kelimeyi söz içinde iki anlama da gelecek şekilde kullanmaktır. (Hasan Uçar,Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ [Boşanmış kadınlar] derken, cinsel ilişkide bulunulmuş adet gören kadınları kastediyor. Şayet lafız geneli gerektiriyorken boşanmış kadınlarla özelin kastedilmesi nasıl caiz olmuştur? dersen, şöyle derim: Aksine, söz konusu lafız “cins” anlamını içermede mutlak / kayıtsız olup, bu cinsin bütününü de bir kısmını da ifade etmeye uygundur. Dolayısıyla bu lafız -müşterek isimlerde olduğu gibi- kendisi için elverişli olanlardan sadece biri hakkında gelmiş olmaktadır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
Burada boşanmış kadınlar hakkındaki hüküm emir şeklinde değil, muzâri fiille haber cümlesi şeklinde gelmiştir.
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ [Boşanan kadınlar beklerler] Bu, emir manası ifade eden bir haber cümlesidir. Aslı; (boşanan hanımlar beklesin) ليتربصن المطلقات takdirindedir. Zemahşerî şöyle der: "Haber sıygasıyle emretmek, emri vurgular ve emredilen şeyin hemen yapılması gerektiğini anlatır. Bu cümlede, boşanan kadınlar, sanki hemen bekleme emrine uymuşlarda Yüce Allah onların bu durumunu haber veriyormuş gibi bir mânâ vardır. Cümlenin isim cümlesi olması da mânâyı daha fazla kuvvetlendirmektedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ [Üç ay hâli ( hayız veya temizlik müddeti)…] ifadesinde قُرُٓوءٍۜ kelimesi قُرء kelimesinin çoğuludur. Bize göre hayız, Şâfiî’ye göre temizlik yani hayızlı olmama hâlidir. Dilciler bu lafzın her ikisi için de kullanıldığında icma etmişlerdir. Dinde her iki kullanım da bulunmaktadır. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Şayet: “Neden temyiz اقرء ْşeklinde azlık bildiren çoğul değil de, çokluk bildiren çoğul sıygası üzere geldi?” dersen, şöyle derim: Araplar bu konuda geniş davranıp, bu iki çoğul çeşidinden her birini, çoğullukta ortak olmaları sebebiyle diğerinin yerine kullanmaktadır. بِاَنْفُسِهِنَّ kelimesine dikkat edersen, o pek çok nefislerden başka bir şey değildir. Muhtemelen قُرُٓوءٍۜ sıygası اقرء ’ sıygasından daha çok kullanılmakta olup, kullanımı az olanı mühmel [terkedilmiş] konumuna indirmek için ona tercih edilmiştir.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ
Cümle وَ ‘ la وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ cümlesi, masdar teviliyle لَا يَحِلُّ fiilinin fail konumundadır.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَرْحَامِ kelimesi رحَمِ kelimesinin çoğuludur. Müfessirler bunun hayız ve hamilelik olduğunu söylemişlerdir.
اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
كَان ’nin dahil olduğu اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ cümlesi şarttır. sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi olan يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette lafza-i celâlin ikinci kez zikri kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Zamir makamında ism-i celâlin, hükmün illetini bildirmek, kalplerde haşyet uyandırmak için zahir olarak tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mezkur şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Allah’a imandan sonra ahirete imanın zikri hususun umuma atfı kabilinden ıtnâbtır.
اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ [Allah'a inanıyorlarsa] sözünden maksat, konunun sadece Allah'a imanla mukayyed olduğunu ifade etmek değildir. Nefislerine korku, heyecan ve dehşet salmak içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Allah’a ve kıyamete inanmak insanı Allah’ın emirlerine uymaya sevk eder. Allah onlara bu işi gizlemelerini haram kılmıştır. Bu durumda açıklamak farz hâline gelmiştir. Açıklamaları farz olunca da kocaların onların sözlerini kabul etmeleri vacip olur. Kadına bu konuda güvenilir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
[Allah’a ve ‘Son Gün’e iman ediyorlarsa.] Bu ifade kadınların bu ‘rahimdekini gizleme’ fiilinin büyük bir vebal addedilmesi ve Allah’a ve O’nun cezalandırmasına iman eden kimsenin bu tür büyük günahlara cüret edemeyeceği anlamına gelmektedir.
(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحاًۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘ la وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i tafdil vezninde gelen müsned اَحَقُّ , mübalağa ifade etmiştir.
بِرَدِّهِنَّ ve ف۪ي ذٰلِكَ car-mecrurları, اَحَقُّ ‘ye mütealliktir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ nikahlanmaya işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحًا cümlesi, itiraziyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı önceki şart cümlesinin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri; إن أراد بعولتهنّ إصلاحا فهم أحقّ بردّهنّ (Eğer kocaları ıslah isterse geri dönülmeye daha çok hak sahibidir.) şeklindedir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِرَدِّهِنَّ - اَرَادُٓوا kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
Şayet: “Kadınların da bir dönüş hakları varmış gibi kocalar dönmeye ‘daha’ layık kılınmışlardır?” dersen, şöyle derim: Adam kadının dönmesini istediği halde kadın bundan kaçınırsa, adamın sözünün kadının sözüne tercih edilmesi gerekir. Böylece adam [bu konuda] kadından daha çok hak sahibi olmuştur; yoksa bu kadının dönme hakkı bulunduğu anlamına gelmez. Dönme sayesinde kendileriyle o kadınların arasını “bulup, barışmak” ve o kadınlara iyilik etmek “ister” ve onlara zarar vermek istemez- lerse…” (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘ la وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُنَّ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِثْلُ , muahhar mübtedadır.
مِثْلُ için muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası mahzuftur. عَلَيْهِنَّ car mecruru bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedin, izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade etmesi îcaz yollarından biridir.
بِالْمَعْرُوفِۖ car-mecruru, مِثْلُ ’nun mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِالْمَعْرُوفِ ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. BAKARA/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet) من معروف şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır.
Aynı üslupta gelen وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ’la mâkabline atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. لِلرِّجَالِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan دَرَجَةٌ ‘ ün tenvinli gelişi nev ifade eder.
عَلَيْهِنَّ car-mecruru, دَرَجَةٌ ’un mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَهُنَّ - عَلَيْهِنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ Bu cümlede, beyan ilmini bilenlere kapalı kalmayacak derecede eşsiz bir i'caz sanatı vardır. Zira مِثْلُ lafzından sonra gelen karine ile öncekinden, önce gelen karineyle de sonrakinden hazifler yapılmıştır. Takdiri şöyledir: (Erkeklerin onlar üzerindeki hakları gibi, onların da erkekler üzerinde hakları vardır.) (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
[Erkeklerin kadınlar üzerinde] gözetilmesi gereken [hakları olduğu gibi, kadınların da onlar üzerinde] gözetilmesi gereken [meşru] yani şer ‘an ve insanların genel adetleri itibariyle [yani örfen] yadırganmayacak [hakları vardır.] Dolayısıyla, sakın kadınlar kendi hakları olmayan şeyi kocalarına; kocalar da kendi hakları olmayan şeyi o kadınlara yüklemesinler ve eşlerden hiçbiri hayat arkadaşına sert davranmasın! Buradaki karşılıklı denklikten maksat, yapılacak işin cinsi itibariyle değil, işin güzel olmasını gerektirecek türden bir denkliğin gerekliliğidir. Şu halde kadın adamın elbisesini yıkadığı veya ona ekmek pişirdiği vakit, adamın da bunun gibi yapması gerekmez; ama örneğin, odun hazırlamak gibi erkeklere yaraşır şekilde o fiile mukabil bir şeyler yapar. [Ancak erkeklerin onların üzerinde] hak ve fazilet noktasında [bir dereceleri] yani fazlalıkları [vardır.] Denilmiştir ki, erkeğin nail olduğu ne tür lezzet varsa kadın da o lezzete nail olur. Erkeğin üstünlüğü kadını görüp gözetmesi ve onun görülecek iş ve ihtiyaçları için harcama yapmasıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması hükmün illetini bildirmek, ikazı artırmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Zamir makamında zahir isim zikredilerek tekrarlanmış, hükmün illeti konunun önemi vurgulanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın arasında و olmaması Allah Teâlâda ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın عَز۪يزٌ ve حَك۪يمٌ۟ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
عَز۪يزٌ ve حَك۪يمٌ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
عَز۪يزٌ [Aziz] çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yok demektir. (İmam Gazali).
Önce gelen عَز۪يزُ ismini حَك۪يمُ isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Ankebût/26)