وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَاراً لِتَعْتَدُواۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواًۘ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | طَلَّقْتُمُ | boşadığınız |
|
3 | النِّسَاءَ | kadınları |
|
4 | فَبَلَغْنَ | ulaştıklarında |
|
5 | أَجَلَهُنَّ | (iddetlerinin) sonuna |
|
6 | فَأَمْسِكُوهُنَّ | ya onları tutun |
|
7 | بِمَعْرُوفٍ | iyilikle |
|
8 | أَوْ | ya da |
|
9 | سَرِّحُوهُنَّ | bırakın |
|
10 | بِمَعْرُوفٍ | iyilikle |
|
11 | وَلَا |
|
|
12 | تُمْسِكُوهُنَّ | onları (yanınızda) tutmayın |
|
13 | ضِرَارًا | zarar vermek için |
|
14 | لِتَعْتَدُوا | haklarına tecavüz edip |
|
15 | وَمَنْ | kim |
|
16 | يَفْعَلْ | yaparsa |
|
17 | ذَٰلِكَ | bunu |
|
18 | فَقَدْ | muhakkak |
|
19 | ظَلَمَ | zulmetmiştir |
|
20 | نَفْسَهُ | kendine |
|
21 | وَلَا |
|
|
22 | تَتَّخِذُوا | edinmeyin |
|
23 | ايَاتِ | ayetlerini |
|
24 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
25 | هُزُوًا | eğlence |
|
26 | وَاذْكُرُوا | düşünün |
|
27 | نِعْمَتَ | ni’metini |
|
28 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
29 | عَلَيْكُمْ | size olan |
|
30 | وَمَا |
|
|
31 | أَنْزَلَ | indirdiklerini |
|
32 | عَلَيْكُمْ | size |
|
33 | مِنَ | -tan |
|
34 | الْكِتَابِ | Kitap- |
|
35 | وَالْحِكْمَةِ | ve Hikmet(ten) |
|
36 | يَعِظُكُمْ | size öğüt vermek için |
|
37 | بِهِ | onunla |
|
38 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
39 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
40 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
41 | أَنَّ | şüphesiz |
|
42 | اللَّهَ | Allah |
|
43 | بِكُلِّ | her |
|
44 | شَيْءٍ | şeyi |
|
45 | عَلِيمٌ | bilir |
|
Kur’ân’da bir tek emir sonrasında bu kadar uyarı gelen başka bir ayet daha yoktur.
Emredilen şey: ”....Sırf zulmetmek ve zarar vermek üzere onları tutmayın” dır.
Uyarı:
1-Kim böyle yaparsa şüphesiz kendisine zulmetmiş olur.
2-Allah’ın âyetlerini alaya almayın.
3-Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın.
4-Size nasihat vermek üzere indirilen kitabı ve hikmeti hatırlayın.
5-Allah’tan sakının.
6-Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
Günümüzde boşanmalar sonrası erkekler tarafından gerçekleştirilen kadın cinayetleri bu ayetlerin anlaşılmaması ve kalbimize inmemiş olmasından mıdır ne dersiniz...Ebû Hüreyre (ra) rivayet ediyor. Rasûlullah (sav) buyurdular ki:
Üç şey vardır ki, ciddisi de ciddî, şakası da ciddidir: Nikâh, boşama ve kişinin ric'i talakla boşadığı hanımına geri dönmesi.
Camiussağir - 3451
مسك Meseke :
إمْساكٌ bir şeye yapışmak ve onu korumaktır. İstif'al babındaki إسْتَمْسَكَ formu bir şeye yapışmaya ve korumaya çalışmak demektir. Cimrilik kinaye yoluyla إمْساكٌ olarak adlandırılmıştır. Yiyecek ve içecekle ilgili kullanılan مُسْكَة sözcüğü ise kalan yaşamı tutacak/sürdürmeyi sağlayacak yiyecek ve içecektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri misk, mis, imsak, misket ve Müge'dir.
(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup cevaba mütealliktir. Vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. طَلَّقْتُمُ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
طَلَّقْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلَغْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olarak mahallen merfûdur. اَجَلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ harfi اِذَٓا ‘ nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اَمْسِكُو fiili ن ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِمَعْرُوفٍ car mecruru اَمْسِكُو ‘ deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; متلبسين بمعروف (bilgiyle kuşanmış halde) şeklindedir.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. سَرِّحُو fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِمَعْرُوفٍ car mecruru, سَرِّحُو ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طَلَّقْتُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi طلق ’ dır.
سَرِّحُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سرح ‘dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَمْسِكُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسك ’ dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مَعْرُوفٍ , sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَاراً لِتَعْتَدُواۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehy harfi olup, olumsuz emir manasındadır. تُمْسِكُو fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ضِرَارًا sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olup fetha ile mansubdur. Yani; لأجل الضرار demektir.
لِ harfi, تَعْتَدُواۚ fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ceriyle ضِرَارًا ’ e mütealliktir.
تَعْتَدُوا fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir. 2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı
1) Harfi cersiz kullanımı: Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır. b) Nekre (belirsiz) olmalıdır. c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir. d) Fiilin faili ile mef’ulün faili aynı olmalıdır. e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ulün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır. Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُمْسِكُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسك ’ dir.
تَعْتَدُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi عدو ’ dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَفْعَلْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. İşaret ismi ذٰلِكَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
ظَلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. نَفْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواًۘ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup, olumsuz emir manasındadır. تَتَّخِذُٓوا fiili نَ ’ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. اٰيَاتِ mef‘ûlun bih olup nasb alameti kesradır.Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. هُزُوًاۘ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اذْكُرُوا fiili نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. نِعْمَتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. اللّٰهِ lafza-i celâl, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَيْكُمْ car mecruru نِعْمَتَ اللّٰهِ ’ nin mahzuf haline mütealliktir.
Müşterek ismi mevsûl مَٓا atıf harfi وَ ile نِعْمَتَ 'ye matuf olup, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. عَلَيْكُمْ car mecruru اَنْزَلَ fiiline mütealliktir. مِنَ الْكِتَابِ car mecruru اَنْزَلَ fiilinin mukadder mef’ûlunun mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; ما أنزله عليكم من الكتاب (Size kitap olarak indirdiği şey) şeklindedir. الْحِكْمَةِ atıf harfi وَ ’ la makabline matuftur. يَعِظُ cümlesi, اَنْزَلَ ‘ deki failin veya mefûlun hali olarak mahallen mansubdur.
يَعِظُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِه۪ car mecruru يَعِظُ fiiline mütealliktir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal.Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَّخِذُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’ dir.
اَنْزَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’ dir.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اتَّقُوا fiili نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اعْلَمُٓوا fiili نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâl اَنَّ ’ nin ismi olup fetha ile mansubdur. بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ۟ ’ e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ۟ kelimesi , اَنَّ ’ nin haberi olup damme ile merfûdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقى ’dır. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
عَل۪يمٌ۟ ; sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ
وَ ,istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı şartın cevap cümlesidir. اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ cümlesi, atıf harfi فَ ile şart cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف harfi, takibiyye için gelmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1486)
فَ karinesiyle gelen cevap فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üsluptaki اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ cümlesi, cevap cümlesine, muhayyerlik ifade eden اَوْ atıf harfi ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَوْ edatı metin içerisinde çoğunlukla bu anlam ilişkisini ifade eder. İki veya daha fazla seçenek arasında muhatabın bunlardan yalnız birini tercih etmesi için kullanılır. Tahyîr, haber cümlelerinde değil de inşâ (dilek) cümlelerinde görülür. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
اَمْسِكُوهُنَّ - سَرِّحُوهُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesiyle سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Önemine binaen بِمَعْرُوفٍۖ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ [... onlar da iddetlerini bitirdiklerinde] yani ‘’iddetlerinin sonuna ulaşıp, iddetin nihai sınırına yaklaştıklarında…’’ demektir. Ecel [iddet], bütün bir süreye ve sürenin sonuna denk düşen isimdir; insanın ömrüne ecel dendiği gibi, bu ömrün son bulduğu ölüme de ecel denir. غَايَة [nihai sınır] ve اَلْاَمَدَ [son] kelimeleri de bunun gibidir. Nahiv alimleri: مِن ibtidaî gaye (en başından itibaren), إلى ise intihaî gaye (en son) içindir” derler. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ ifadesi,‘’iddetlerinin sona ermesine yaklaştıklarında’’ demektir. Bu cümlede iddet süresinin tümüne verilen isim, ekserisine verilmiştir. Bu, mecâz-ı mürseldir. Zira iddetin tümü sona ermiş olursa, kocanın kadını tutması mümkün değildir. Halbuki Yüce Allah, [onları iyilikle tutun,] buyuruyor. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
اَجَلَ kelimesi, müddet anlamında kullanıldığı gibi, müddetin sonu anlamında da kullanılır. Burada ecel, iddetin sonu demektir. بَلَغْ kelimesi de, bir şeye vâsıl olmak anlamındadır. Bazen manası genişletilerek (mecaz olarak) yaklaşmak anlamında da kullanılır. Burada kastedilen mana da budur. Çünkü, iddet müddeti sona erdikten sonra kadını tutmak dinen mümkün değildir. Yani rec'î (tekrar dönme imkânı bulunan) talakla boşanmış kadınlara, iddetleri sona yaklaştığında, kendilerine zarar vermeden evliliğin devam etmesi istenebilir veya bu kadınlar süreleri sona erinceye kadar iyilikle kendi hallerine bırakılır. Görüldüğü üzere ayette ifade edilen bu hüküm, bir şekilde eski evlilik hükmünü iade etmektedir. Bu da, evliliğin mümkün mertebe muhafaza edilmesi gereğinin bir ifadesidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
طلاق , Arapçada mutlak “kayıtsız şartsız” demektir. طَلَّق fiili burada istiare olarak boşamak manasındadır. Nikâh akdi kadını bağlayan bir bağa benzetilmiş, talak da o bağın çözülmesi, serbest bırakılması gibi anlam ifade ederek, meknî istiare olmuştur.
اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ [Kadınları boşadığınız zaman] ifadesi,‘’eşlerinizi boşadığınızda’’ demektir. Buradaki elif-lam izafet yerine gelmiştir. فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ [Ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit] ifadesi,’’iddetlerini doldurmaya yaklaştıklarında’’ demektir. Ecel, bir şeye süre olarak belirlenen müddettir. بَلَغْ ; ulaşmak, yaklaşmak anlamındadır. فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ [Ya onları iyilikle tutun.] ifadesi; akılların alışkın olduğu, nefislerin aşina olduğu şekilde onlara iyilikle dönün demektir. İyiliğin zıddı kötülüktür. Kötülük; akılların hoşlanmadığı, örf ve âdet bakımından nefislerin çirkin gördüğü şeylerdir. Burada kastedilen iyi geçimdir. Bir görüşe göre hediyedir. Bir görüşe göre fazlaca mehir vermektir. سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ [Yahut iyilikle bırakın.] Yani iddet süreleri dolana kadar onları bırakın demektir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
بلغ bir şeye ulaşmaktır, mecazen bir şeye yaklaşmaya da denir. Ayetten murad edilen de odur. O zaman [onları iyilikle tutun, yahut iyilikle salıverin] hükmünün ona bağlanması sahih olur. Çünkü süre bittikten sonra tutmak yoktur. (Beyzâvî, Envârü’t -Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَاراً لِتَعْتَدُواۚ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la … فَاَمْسِكُوهُنَّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede ضِرَارًا mef’ûl-i lieclihdir. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
ضِرَاراً ‘daki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı تَعْتَدُوا cümlesi, mecrur mahalde olup ضِرَارًا ’ e mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Buradaki الضرار kelimesinden maksat, kötü muameledir, kadının nafakasını kısmaktır. [zarar vermeniz için] buyruğundan kasıt da; “Onlara zarar vermeyin!’’ demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi يَفْعَلْ ذٰلِكَ , şarttır. Şart ismi مَنْ mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَفْعَلْ ذٰلِكَ cümlesi haberdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümlede mef’ûlün işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini vurgulamış ve tahkir ifade etmiştir. İsm-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ‘yle Allah’ın yasakladığı duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ , tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Cevap cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek olayın vukuunun kesinliğine işaret etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَا تُمْسِكُوهُنَّ - اَمْسِكُوهُنَّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve tıbâk-ı selb sanatları vardır.
ظَلَمَ - ضِرَاراً - لِتَعْتَدُواۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواًۘ
وَ , istînâfiyye, لَا , nahiyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
هُزُواً mef’ûl olarak mansubdur. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. Kelimedeki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
Allah'ın ayetlerini eğlence edinmemek emrinden, zarar vermek için kadınları nikâh altında tutmamak emri de kastedilmiş olabilir. Çünkü, o kadınlara rağbet etmeden geri dönmek, Allah'ın (c.c) ayetlerinin zahiri ile amel etmek olur, hakikati ile amel etmek olmaz.İşte Allah'ın ayetlerini eğlence edinmenin bir manası da budur.
Bir görüşe göre de; bazıları kadınları nikahlıyor sonra da boşuyorlardı. Köleleri azat ediyor, sonra da: "- Ben öylece eğlenmek için yapıyordum" diyorlardı.
İşte bunlara cevap olarak ayetin bu kısmı nazil oldu. Bundan dolayıdır ki Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Üç şey vardır ki ciddilikleri de şakaları da ciddi kabul edilir: Nikâh, talak (boşamak), azat etmek." (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Hak Teâlâ' nın buyruğu bir tehdittir. Tehdit de tekliflerden sonra zikredildiğinde, bu tehdit, başka bir şeyden dolayı değil, mükellefiyetleri terk etmeden dolayı olmuş olur.
Bil ki Allahu Teâlâ gerekli tehdidi belirterek, mükellefiyetleri yerine getirme konusunda insanları teşvik ettiği gibi, onlara çeşitli nimetlerini vereceğini söylemek ve hatırlatmak suretiyle de onları mükellefiyetleri işlemeye teşvik etmiş, bunları ilk önce kısaca zikretmeye başlayarak, "Allah'ın size olan nimetini hatırlayınız." buyurmuştur. Bu, gerek dünyevi gerekse dinî bakımdan Allahu Teâlâ'nın kuluna lütfettiği nimetlerin hepsini içine alır. Allahu Teâlâ bu mücmel emrinden sonra, dinî nimetleri zikretmiştir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ
Atıf harfi, وَ ’ la istînâfa atfedilmiştir. Emir üslubunda talebi inşai isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nehiy üslubundan emir üslubuna iltifat sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf نِعْمَتَ اللّٰهِۜ izafetinde Allah ismine muzâf olan نِعْمَتَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Zamir makamında zahir ismin zikredilmesi tenbih ve ikazı artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نِعْمَتَ ‘ ye matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ cümlesi, الْحِكْمَةِ ’nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hatırlanması istenen şeylerin; Allah’ın nimeti, kitap ve hikmet olarak sıralanması taksim sanatıdır.
نِعْمَتَ - الْكِتَابِ - الْحِكْمَةِ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِه۪ [Allah'ın size verdiği nimetini ve size indirdiği kitap ve sünneti hatırlayınız.] Bu ayette hususi olan şey, umumi olan üzerine atfedilmiştir. Çünkü önce geçen nimetten maksat Allah'ın nimetleridir. Daha sonra onun üzerine atfedilen kitap ve sünnet ise bu nimetlerin bir kısmıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Ayette Kur’an'ın önce müphem olarak "O şey ki Allah, size onu indirdi" denmesi ve sonra o indirilen şeyin beyan edilmesi Kur’an için apaçık bir tazimdir. Ayette, Allah'ın (c.c) hatırlanmasını emir buyurduğu nimete Kur’an öncelikle dahil olduğu halde ayrıca zikre değer bulunması, Kur’an'ın şerefini göstermek ve insanları daha önce zikredilen hükümleri gözetmeye daha fazla teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
وَاتَّقُوا اللّٰهَ cümlesi … وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اعْلَمُٓوا kelimesinde irsad sanatı vardır.
اعْلَمُٓوا - عَل۪يمٌ۟ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olan اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟ , masdar tevilinde اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel; اَنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِكُلِّ شَيْءٍ car mecruru, ihtimam için amili olan عَل۪يمٌ ‘a takdim edilmiştir.
عَل۪يمٌ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
شَيْءٍ ‘deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.
Muhatap olan müminlerin Allah’ın her şeyi hakkıyla bildiği konusunda şüpheleri olmadığı halde kelamın iki unsurla tekid edilmesi, müminlerin bu bilgiye göre yaşamadıkları için münkir yerine konmuş olmaları dolayısıyladır.
اللّٰهَ lafzı ayette dört defa zikredilmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlerin zikrinde tecrîd sanatı vardır. Lafza-i celâlin teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, korkuyu artırma ve hükmün illetini bildirme amacına matuf tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Her şeyi bilir] ifadesinde Allah Teâlâ, herşeyden haberdar olduğunu beyan ederken, bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir. Ya da tehdit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟ [Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah her şeyi pek iyi bilmektedir.] Bu da te’kid ve tehdittir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur. Bu bab; çaba göstermek ve talep etmek, tercih etmektir. (Yrd.Doç.Dr. Kadri Yıldırım, Sülâsî Mücerred Fillerin Mezid Olmakla Kazandıkları Yeni Anlamlar)