Bakara Sûresi 232. Ayet

وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  ...

Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 طَلَّقْتُمُ boşadığınız ط ل ق
3 النِّسَاءَ kadınları ن س و
4 فَبَلَغْنَ ulaştıklarında ب ل غ
5 أَجَلَهُنَّ (iddetlerinin) sonuna ا ج ل
6 فَلَا
7 تَعْضُلُوهُنَّ engel olmayın ع ض ل
8 أَنْ
9 يَنْكِحْنَ evlenmelerine ن ك ح
10 أَزْوَاجَهُنَّ (eski) kocalarıyla ز و ج
11 إِذَا takdirde
12 تَرَاضَوْا anlaştıkları ر ض و
13 بَيْنَهُمْ kendi aralarında ب ي ن
14 بِالْمَعْرُوفِ güzelce ع ر ف
15 ذَٰلِكَ bu
16 يُوعَظُ verilen bir öğüttür و ع ظ
17 بِهِ onunla
18 مَنْ kimseye
19 كَانَ olan ك و ن
20 مِنْكُمْ içinizden
21 يُؤْمِنُ inanan ا م ن
22 بِاللَّهِ Allah’a
23 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
24 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
25 ذَٰلِكُمْ bu
26 أَزْكَىٰ daha iyi ز ك و
27 لَكُمْ sizin için
28 وَأَطْهَرُ ve daha temizdir ط ه ر
29 وَاللَّهُ Allah
30 يَعْلَمُ bilir ع ل م
31 وَأَنْتُمْ ve siz
32 لَا
33 تَعْلَمُونَ bilmezsiniz ع ل م
 

Kadının eş seçme hakkını koruyan ayettir. Dönüşü mümkün boşanmalar da iddet tamamlandıktan sonra yeni bir nikah sözleşmesi ancak kadının rızâsına bağlıdır.Kadın isterse eski eşiyle isterse yeni biriyle nikahlanabilir.

Makıl bin Yesar Boşanan kız kardeşinin eski kocasına dönmesine mani olmuş, ayet bunun üzerine inmiştir. (İbn Kesir)

Ayette esas dikkat çeken,” Bu ,İçinizden Allah’a ve ahiret gününe iman etmekte olan elleri kendi ile nasihat olunan bir emirdir” kısmıdır. Normalde Allah Bunu şunu yapmayın deyip devam edebilirdi. Ama Neredeyse “bunu yaparsanız Allah’a ve ahiret gününe imanınız yok demektir” diyor.

 

  Adale عضل :

  عَضَلَة (Kas) Sinirli her türlü sert et. Bu kelime mecazi olarak her türlü şiddetli engellemeler için kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli adaledir.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ


وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

إِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup cevaba mütealliktir. Vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. طَلَّقْتُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

طَلَّقْتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَلَغْنَ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. اَجَلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur.

فَ  harfi  اِذَٓا ‘ nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

لَا  nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْضُلُو  fiili  نَ ’ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, takdir edilmiş  من  harfi ceriyle تَعْضُلُو  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يَنْكِحْنَ  fiili  نَ ‘ un nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n - nisve olup mahallen merfûdur. اَزْوَاجَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup cevaba mütealliktir. تَرَاضَوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَرَاضَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı mahzuftur.

بَيْنَ  mekân zarfı, تَرَاضَوْا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru  تَرَاضَوْا  fiiline mütealliktir. 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.

c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

طَلَّقْتُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  طلق ’ dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

تَرَاضَوْا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi رضو ’dır. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَعْرُوفِ  kelimesi, sülâsi mücerredi  عرف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


 ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir. يُوعَظُ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur. 

يُوعَظُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. بِه۪  car mecruru  يُوعَظُ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ’ nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’ nin ismi müstetir olup takdiri  هُوَ ‘ dir. مِنْكُمْ  car mecruru  يُؤْمِنُ ‘ deki failin mahzuf haline mütealliktir. يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ  cümlesi  كَانَ ’ nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُؤْمِنُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline mütealliktir. الْيَوْمِ  atıf harfi وَ ’ la makabline matuftur. الْاٰخِرِ kelimesi  الْيَوْمِ ’ nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ [İşte bununla öğüt verilmektedir.] sözü, Hz. Peygamber (s.a.v)’ e hitaptır. Başka bir âyette  ذٰلِكُمْ يُوعَظُ بِه۪ (Talâk 65/2 âyetinde) ذٰلِكَ  değil de  ذٰلِكُمْ  ifadesi kullanılmıştır ve ondan önce zikredilenlere hitaptır. Bu ifadenin tekil için kullanılması da mümkündür. Çünkü kelimeden müfrede işaret anlaşılır. ذٰلِكُمْ kelimesinin sonundaki ekten onun tekil veya çoğul için kullanıldığı anlaşılmaz. Bu hâliyle  ذٰلِكُمْ  kelimesi sadece işaret anlamı taşır. بِه۪  ifadesindeki zamir  ذٰلِكَ kelimesine aittir ve kendisinden önce zikredilen şeylerin hepsine delâlet etse dahi tekildir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُؤْمِنُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَزْكٰى  haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

لَكُمْ  car mecruru اَزْكٰى ’ ya mütealliktir. اَطْهَرُ  atıf harfi  وَ ’ la  اَزْكٰى ’ ya matuftur. 

اَزْكٰى - اَطْهَرُ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. ٱللَّهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. یَعۡلَمُ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur. 

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  أَنتُمۡ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا تَعۡلَمُونَ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعۡلَمُونَ  fiili  نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ


وَ , istînâfiyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı şartın cevap cümlesidir. 

اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi  طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ  , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile şart cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen  فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ  şeklindeki cevap cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَنْكِحْنَ  cümlesi, masdar teviliyle takdir edilmiş  من  harfi ceriyle  تَعْضُلُو  fiiline mütealliktir. 

Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 

اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ

 

Fasılla gelen şart üslubundaki terkipte اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı şartın cevap cümlesidir.  اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi   تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عدم العضل (Baskının olmaması) nın açıkladığı cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

طَلَّقْتُمُ  -  يَنْكِحْنَ - اَزْوَاجَهُنَّ  ve بَلَغْنَ - اَجَلَهُنَّ  gruplarındaki kelimeler arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır. 

طَلَّقْتُمُ - يَنْكِحْنَ  kelimeleri arasında ayrıca tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ  ibaresindeki  اَزْوَاجَهُنَّ  [onların eşleri] kelimesi boşanmış oldukları için veya ikinci bir yoruma göre henüz evlenmedikleri için, kevniyyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Zorlama fiili  عضل ’ den gelir. لَا تَعْضُلُو; zorlamayın, baskı yapmayın demektir. Türkçemizdeki adale (kas) kelimesi bu köktendir.

Bu ayetin başı bir önceki ayetin başı ile aynı gelmiştir. Reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır. Bu iki ayeti bir arada düşünmeliyiz. Önceki ayetin ardından bir emir gelmişti, burada ise nehiy gelmiş.

فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ ; iddetlerinin sona ermesine yaklaştıklarında demektir. Bu cümlede iddet süresinin tümüne verilen isim, ekserisine verilmiştir. Bu, mecâz-ı mürseldir. Zira iddetin tümü sona ermiş olursa kocanın kadını tut­ması mümkün değildir. Halbuki Yüce Allah onları iyilikle tutun, buyuruyor. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ [Kocalarıyla evlenmelerine…] Burada kocalarından maksat, kendilerini boşamış olan kocalardır. Bu ifade itibarî, yani geçmişteki durumları alakasıyla mecâz-ı mürsel olur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

طلق ; serbest bırakmak demektir. Mutlak kelimesi buradandır. Arapçada mutlak “kayıtsız şartsız” demektir. طَلَّق  fiili burada istiare olarak boşamak manasındadır. Nikâh akdi kadını bağlayan bir bağa benzetilmiş. Talak da o bağın çözülmesi, serbest bırakılması gibidir. Meknî istiare vardır.

اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ [Kadınları boşadığınız zaman] ifadesi, ‘’eşlerinizi boşadığınızda’’ demektir. Buradaki elif-lam izafet yerine gelmiştir. فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ [Ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit] ifadesi iddetlerini doldurmaya yaklaştıklarında demektir. Ecel; bir şeye süre olarak belirlenen müddettir. بَلَغْ ; ulaşmak, yaklaşmak demektir.

وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ [Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit…] ifadesi iddetlerini tamamladıkları zaman demektir. Burada bulûğ (ulaşma) kelimesi bitirme anlamında kullanılmıştır. Çünkü devamında nikâhtan bahsedilmektedir ki bu da ancak iddetin tamamlanması ile gerçekleşebilir. Birinci ayette ricat konusuna temas edilmiştir. Bu ayet ise iddet hakkındadır.

فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ [Onların [eski] kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.] Önceki kocalarıyla evlenmelerine engel çıkarmayın. İmam Şâfiî şöyle demiştir: Bu ayet nikâhın kadınların sözüyle kıyılamayacağına en büyük delildir. Çünkü bu ayette Allah Teâlâ velilere onların evlenmelerine engel olmayı yasaklamıştır. Bu da evlenme konusunda velayetin velilere ait olduğunu gösterir. Biz ise şöyle deriz: Bilakis bu ayet kadının sözüyle nikâh kıyılabileceğine en büyük delildir. Çünkü burada [evlenmeleri] buyurularak evlenme fiili kadınlara nispet edilmiştir. Bu husus, Allah’a hamd olsun, gayet açık ve anlaşılırdır. 

Şöyle bir görüş de vardır: فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ [Onlara mani olmayın.] ifadesi eşlerini boşamış olan kocalara yönelik bir hitaptır. Yani boşadığınız kadınların istedikleri kişiyle evlenmelerine engel olmayın demektir.  (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr) 

Bundan önceki ayette, kadınlara zarar vermek isteyen bazı insanların, boşanan kadınların bekledikleri müddetin sonuna geldiklerinde yaptıklarının hükmü anlatılmıştı. Bu ayette de bekleme müddeti sona erdiğinde onların yaptıklarının hükmü anlatılıyor. Ayetteki hitabın kimlere müteveccih olduğu konusunda üç ihtimal vardır:

1- Ayetteki hitap kadınların velileri için olabilir.

2- Ayetteki hitap kocalar için olabilir: Zira kadınları boşayan bazı erkekler, cahiliye hamiyeti ile kadınlara zulmederek başka kocalara varmalarına engel oluyorlardı.

3- Ayetteki hitap bütün insanlar için olabilir: Çünkü bazı insanların işlediği fiili, bütün insanlara isnad etmek yaygın bir üsluptur. Bunun anlamı, boşanma vukuunda kadınların karşılıklı rıza ile eski kocalarıyla evlenmelerine engel olunmasını önlemektir. Bu engel ister veliler, ister kocalar ve ister başkaları tarafından çıkarılmış olsun.

Bu manaya göre ayet, söz konusu evliliğe engel olmanın dindeki önemini ifade eder, ondan şiddetle sakındırır ve insanlar bu engellemeye karşı sessiz kaldıkları takdirde sonucu itibariyle bütün bir toplumdan sadır olmuş gibi kabul edildiğini bildirir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ile Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb ve Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

مَعْرُوفِ  kelimesi, hem şeriat hem de insanlar arasındaki geleneksel örfe göre güzel ve iyi demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

بِالْمَعْرُوفِ  ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. BAKARA/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet)  من معروف  şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır. 


ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ  


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ذٰلِكَ  mübteda,  يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ  cümlesi haberdir. 

Müsnedün ileyh olan işaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكُمْ  ile Allah’ın emirlerine işaret edilerek önemi vurgulanmıştır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

Cümlede müsnedin  يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ  şeklinde muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

يُوعَظُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

يُوعَظُ  fiilinin naib-i faili konumunda olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ  cümlesi, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberi olan  يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ‘nin, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî  kelamdır.

Müsnedin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline mütealliktir. 

الْاٰخِرِ  kelimesi  بِاللّٰهِ ‘ye matuf olan  الْيَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْيَوْمِ الْاٰخِرِ ‘nin Allah lafzına atfı umumdan sonra husus babında itnâb sanatıdır.

ذالك  [işte bu]  işareti, buraya kadar açıklanan hükümler içindir. Hitap da, bundan sonraki hitap gibi ya bütün mükellefler ya da Resûlüllah (s.a.v) içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Bakara Suresinde  ذالك….من كان منكم  buyurulmuşken, Talak/2 ayetinde ise  ذالكم …من كان يؤمن  gelmiştir. Burada son derece dakik izahatler vardır.

Bakara ayetinde, taklil ve teb’id ifade eden lafızlar tercih edilmiştir (ذالك  ve  من). Çünkü bu ayetin öncesinde talak verdiği eşlerine zulmeden, onlara verdikleri mehri geri almak için onlara baskı yapan kocaların değersizliğine vurgu yapılıyor. Talak ayetinde ise cemi muhatap zamiri  ذالكم  ve  منكم  yerine de  يؤمن  lafızları tercih edilmiştir. Burada hanımlarının mallarına tamah etmeyen zahidlerden bahsediliyor. Dolayısıyla azlık ifadesi olan bir durum yoktur. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni Min Ğaribi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1489)


ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ذٰلِكُمْ  mübteda,  اَزْكٰى لَكُمْ , haberdir. 

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir. 

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكُمْ  ile Allah'ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi  ذٰلِكَ  ile kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber, başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz.(Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)

Müsned olan  اَزْكٰى ve ona temasül nedeniyle atfedilen  وَاَطْهَرُۜ ’nun ism-i tafdil kalıbında gelmesi mübalağa ifade etmiştir.

اَزْكٰى - اَطْهَرُ  kelimeleri arasında tefennün ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُ  [Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir.] Yani bu öğüdü tutmanız ve zarar vermeyi, zorluk çıkarmayı terk etmeniz sizin için ayrılıktan daha iyi, şüpheden daha temiz bir seçenektir. Bir görüşe göre iki kelime aynı anlamdadır ve temizlik demektir. Bir tevcihe göre  زْكٰى  çoğalmak, طْهَارُة  temizlik anlamına gelir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)

İki çeşit temizlikten birinin maddi, birinin manevi olduğu söylenmiştir. اَطْهَرُ  maddi, اَزْكٰى  ise manevi temizliktir.

 

 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ


وَ  istînâfiyyedir.

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Lafza-ı celâl mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْلَمُ  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında  ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟   cümlesi atıf harfi  وَ ‘ la makabline tezat sebebiyle atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْتُمْ  mübteda, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا تَعْلَمُونَ۟  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَاللّٰهُ يَعْلَمُ  cümlesiyle  وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

يَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُونَ۟  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu sanatlar sayesinde mana kalbe tam olarak yerleşir.

يَعْلَمُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Ayetin birbirine atfedilmiş son iki cümlesi, mesel tarikinde tezyil olarak ıtnâb sanatıdır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

وَاللّٰهُ يَعْلَمُ  [Allah bilir] bunda ne gibi yararlar ve güzellikler olduğunu, ne gibi kurtuluş ve üstünlükler bulunduğunu Allah bilir,  اَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  [siz bilemezsiniz.] çünkü siz bilgi bakımından eksiksiniz. Siz, kendi görüşünüzü ve reyinizi bir kenara bırakıp, Allah'ın emir ve yasaklarına tutunun. Yapacağınız ve terkedeceğiniz her işte buna dikkat edin. Allah, Kitab'ında tümüyle hayır ve doğru olan şeyi bize öğütlüyor. Aynı zamanda helakimize neden olabilecek her şeyden de bizi engelliyor. Akıl sahipleri, bunları öğüt kulağıyla dinleyecek olanlardır. Nitekim İmam Gazzalî de şöyle diyor: ”Öğüt vermek kolaydır. Zor olan şey, onu kabul etmektir. Çünkü o nasihat, heva ve hevesin zevklerine uyanlar için acı gelir." (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)