وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالْوَالِدَاتُ | ve anneler |
|
2 | يُرْضِعْنَ | emzirirler |
|
3 | أَوْلَادَهُنَّ | çocuklarını |
|
4 | حَوْلَيْنِ | iki yıl |
|
5 | كَامِلَيْنِ | tam |
|
6 | لِمَنْ | kimse için |
|
7 | أَرَادَ | isteyen |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُتِمَّ | tamamlamak |
|
10 | الرَّضَاعَةَ | emzirmeyi |
|
11 | وَعَلَى | üzerinedir |
|
12 | الْمَوْلُودِ | babanın |
|
13 | لَهُ | (çocuk kendisine ait olan) |
|
14 | رِزْقُهُنَّ | onların yiyecekleri |
|
15 | وَكِسْوَتُهُنَّ | ve giyecekleri |
|
16 | بِالْمَعْرُوفِ | uygun biçimde |
|
17 | لَا |
|
|
18 | تُكَلَّفُ | yükümlü tutulmaz |
|
19 | نَفْسٌ | hiç kimse |
|
20 | إِلَّا | başka |
|
21 | وُسْعَهَا | gücünün yettiğinden |
|
22 | لَا |
|
|
23 | تُضَارَّ | zarara sokulmasın |
|
24 | وَالِدَةٌ | (ne) anne |
|
25 | بِوَلَدِهَا | çocuğu yüzünden |
|
26 | وَلَا | ve (ne de) |
|
27 | مَوْلُودٌ | baba |
|
28 | لَهُ | (çocuğun aidolduğu) |
|
29 | بِوَلَدِهِ | çocuğu yüzünden |
|
30 | وَعَلَى | ve üzerinde |
|
31 | الْوَارِثِ | mirasçının |
|
32 | مِثْلُ | aynı (yükümlülük var)dır |
|
33 | ذَٰلِكَ | bunun |
|
34 | فَإِنْ | eğer |
|
35 | أَرَادَا | isterlerse |
|
36 | فِصَالًا | sütten kesmek |
|
37 | عَنْ |
|
|
38 | تَرَاضٍ | rızalarıyla |
|
39 | مِنْهُمَا | kendi aralarında |
|
40 | وَتَشَاوُرٍ | ve danışarak |
|
41 | فَلَا | yoktur |
|
42 | جُنَاحَ | günah |
|
43 | عَلَيْهِمَا | kendilerine |
|
44 | وَإِنْ | eğer |
|
45 | أَرَدْتُمْ | isterseniz |
|
46 | أَنْ |
|
|
47 | تَسْتَرْضِعُوا | (sütannesi tutup) emzirtmek |
|
48 | أَوْلَادَكُمْ | çocuklarınızı |
|
49 | فَلَا | yine yoktur |
|
50 | جُنَاحَ | bir günah |
|
51 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
52 | إِذَا | sonra |
|
53 | سَلَّمْتُمْ | verdikten |
|
54 | مَا | şeyi (ücreti) |
|
55 | اتَيْتُمْ | verdiğiniz |
|
56 | بِالْمَعْرُوفِ | güzelce |
|
57 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
58 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
59 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
60 | أَنَّ | şüphesiz |
|
61 | اللَّهَ | Allah |
|
62 | بِمَا | her şeyi |
|
63 | تَعْمَلُونَ | yaptığınız |
|
64 | بَصِيرٌ | görmektedir |
|
Fisâlen (فصالا) kelimesinin kökü fasl olup aralarında boşluk oluşuncaya kadar iki şeyden birini diğerinden uzaklaştırmaktır (fasıl, fasıla, tafsilat, mufassal, mafsal, Faysal). Kur’ân’da kullanılan yevmul fasl (Saffat/21), hakkın batıldan ayrılacağı ve insanlar arasında hükmün verileceği gündür. Faysal, hak ile batılı birbirinden ayıran demektir. Fisal de çocukla sütün arasını kesmektir.
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. الْوَالِدَاتُ mübteda olup, damme ile merfûdur. يُرْضِعْنَ cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
يُرْضِعْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. اَوْلَادَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَوْلَيْنِ zaman zarfı, mef’ûlün fih olup müsenna olduğu için ى ile mansubdur. كَامِلَيْنِ kelimesi حَوْلَيْنِ’ nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, لِ harfi ceriyle mahzuf mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri; ذلك الحكم لمن (Bu hüküm o kişi içindir ki...) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası اَرَادَ ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَرَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَادَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. اَرَادَ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُتِمَّ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرَّضَاعَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُرْضِعْنَ [Emzirirler] ifadesi kendisiyle emir kastedilmiş muzâri bir fiildir. “Emzirsinler” demektir. یَتَرَبَّصۡنَ [Beklesinler] Bakara/234 ayetindeki gibidir. Geniş zaman anlamında kullanılmış olması da câizdir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
اَوْلَادَهُنَّ [Çocuklarını] ; evlâd, erkek veya kız çocuğu anlamına gelen وَلَدَ kelimesinin çoğuludur. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
حَوْلَيْنِ [İki sene] kelimesi حَوْلٍ kelimesinin tesniyesidir. حَوَلاَنً ve تَحَوُّلَ kökünden gelir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
كَامِلَيْنِ [Tam] ; tam iki sene demektir. كَامِلَيْنِ ismi zarf olduğu için mansubdur. حَوْلٍ kelimesinin çoğulu اَحْوَالِ ’ dir. Ayetin anlamı şöyledir: Boşanmış anneler çocuklarını emzirmeye babaların tutacağı yabancı süt annelerden daha fazla hak sahibidirler. Çünkü onlar çocuklarına karşı daha yumuşak davranırlar, şefkatlidirler. Çocukları da onlara daha alışkındırlar. يُرْضِعْنَ [Emzirirler] ifadesi hakikaten gelecek zaman manasında anlaşılması halinde bunun meşru olduğunu ifade eden bir bildirim olur. Eğer emir şeklinde anlaşılırsa bu işin farz değil de mendup veya müstehap olduğunu anlatır. Çünkü bu onların hakkıdır, görevleri değildir. Babalarından başkasıyla evlenene kadar çocukları emzirme hakkı onlara aittir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُرْضِعْنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رضع ’ dir.
اَرَادَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ‘dir.
يُتِمَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi تمم ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَامِلَيْنِ kelimesi, sülâsi mücerredi كمل olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَى الْمَوْلُودِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. لَهُ car mecruru, ism-i mef’ûl الْمَوْلُودِ ’ nin naib-i fali olarak mahallen merfûdur.
رِزْقُهُنَّ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كِسْوَتُهُنَّ atıf harfi وَ ’ la makabline matuftur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru رِزْقُ ve كِسْوَتُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُكَلَّفُ damme üzere mebni meçhul muzari fiildir. نَفْسٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. وُسْعَهَا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَاۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُكَلَّفُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كلف ’ dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مَوْلُودِ kelimesi, sülâsi mücerredi ولد olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
مَعْرُوفِ kelimesi, sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ
Fiil cümlesidir. لَا nehy harfi olup, olumsuz emir manasındadır. تُضَٓارَّ sükun üzere meczum meçhul muzari fiildir. Şedde sebebiyle iki sakinin birleşmesinden dolayı fetha ile harekelendi. وَالِدَةٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
بِوَلَدِ car mecruru تُضَٓارَّ fiiline mütealliktir. بِ sebebiyyedir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَوْلُودٌ öncesinde ona delalet eden mahzuf fiilin naib-i faili olup damme ile merfûdur. Takdiri; يضار (Zarara uğratılır) şeklindedir.
لَهُ car mecruru مَوْلُودٌ ’ ün naib-i failidir. بِوَلَدِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, يضار (Zarara uğratılır) şeklindedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. عَلَى الْوَارِثِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِثْلُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
تُضَٓارَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ضرر ’ dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَا şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. فِصَالًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
عَنْ تَرَاضٍ car mecruru فِصَالًا ’ in mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri; فصالا صادرا عن تراض (Razı olarak meydana gelen ayrılıkla) şeklindedir. مِنْهُمَا car mecruru تَرَاضٍ ’ ın mahzuf sıfatına mütealliktir. تَشَاوُرٍ atıf harfi وَ ’ la تَرَاضٍ ’ e matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
جُنَاحَ kelimesi لَا ’ nın ismi olup fetha üzere mebnidir. عَلَيْهِمَا car mecruru لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’ dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ
وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzariyi cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَدْتُمْ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَدْتُمْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَسْتَرْضِعُٓوا fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. اَوْلَادَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
جُنَاحَ kelimesi لَا ’ nın ismi olup fetha üzere mebnidir. عَلَيْكُمْ car mecruru لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir.
إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup cevaba mütealliktir. Vukû bulma ihtimâli kesin olan durumlar için gelir. سَلَّمْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَلَّمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْتُمْ ‘ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru سَلَّمْتُمْ ‘deki falin mahzuf haline veya سَلَّمْتُمْ fiiline mütealliktir.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَدْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’ dir.
اٰتَيْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتى ’ dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
سَلَّمْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سلم ’ dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَسْتَرْضِعُٓوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi رضع ’ dır.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâl اَنَّ ’ nin ismi olup fetha ile mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harfi ceriyle بَص۪يرٌ ’ e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
بَص۪يرٌ kelimesi اَنَّ ‘ nin haberi olup damme ile merfûdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقى ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ
وَ , istînafiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
الْوَالِدَاتُ - اَوْلَادَهُنَّ - يُرْضِعْنَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette, bu hüküm ifade edilirken الْوَالِدَاتُ [valideler] ve اَوْلَادَ [çocuklar] kelimelerinin kullanılması, anaların çocuklarına olan şefkatlerini göstermek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm- Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الْوَالِدَاتُ lafzındaki ال , umum ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
يُرْضِعْنَ [Emzirirler] ifadesi hakikaten gelecek zaman manasında anlaşılması halinde bunun meşru olduğunu ifade eden bir bildirim olur. Eğer emir şeklinde anlaşılırsa bu işin farz değil de mendup veya müstehap olduğunu anlatır. Çünkü bu onların hakkıdır, yoksa görevleri değildir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Burada özellikle anaların ve onlarla müşterek olarak babaların çocuklarına karşı yükümlülüklerine ilişkin hükümlerin beyanına başlanmaktadır. Emzirme emrinin ihbar üslubunda gelmesi (emzirmelidirler, yerine emzirirler, denmesi), bu emrin önemini daha kuvvetli bir şekilde ifade etmek içindir. Ayetteki emir, mendûbiyet (dinen tavsiyeye şayan güzellik) ifade eder. Ancak, çocuğun annesinden başkasının memesini kabul etmemesi, yahut süt anne bulunmaması, yahut babanın süt anne ücretini vermekten aciz olması hallerinde emir mecburiyet ifade eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ [Anneler çocuklarını emzirirler] emri mübalağa için haber tarzında verilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1490). Emzirsinler demektir. Manası nedb veya vücubdur. Bu da çocuk annesinden başkasını emmediği veya süt annesi olmadığı ya da babanın ücretle emzirtmekten aciz olduğu takdirdedir. الْوَالِدَاتُ (anneler) lafzı geneldir; boşanmışları da başkalarını da içine alır. Şöyle de denilmiştir: Boşanmış annelerdir, zira söz onlar hakkındadır. [tam iki yıl] sözünün ‘tam’ sıfatı ile tekit edilmesi, bu konuda gevşek davranıldığı içindir. لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ [Emzirmeyi tamamlamak isteyen] ifadesi hükmün muhatabını göstermektedir. Ya da; يُرْضِعْنَ ' ye mütealliktir, çünkü baba nafaka ile olduğu gibi emzirtme ile mükelleftir, anne de onun adına emzirir. Bu da emzirme süresinin en uzun iki yıl olduğunu, iki yıldan sonra buna itibar edilmeyeceğini ve eksiltmesinin de caiz olduğunu gösterir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl ile Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb ve Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Tam iki yıl vasfı, emir ve hakiki manada değil, emzirmeyi tamamlamak isteyenleri teşvik içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1492)
حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ [tam iki yıl] şeklinde tekitli ifadenin kullanılması, bu iki yılın gerçek bir takdir olduğunu, halk arasındaki müsamahaya binaen takribi (yaklaşık) bir takdir olmadığını bildirmek içindir.(Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
حَوْلَ , sene demektir. Değişim manasındaki ‘hal’ kelimesi bu kökten gelir. Saçma manasında kullanılan ‘muhal’ kelimesi çabuk değiştiği için anlaşılması zor demektir. حَوْلَ sanki gelişimle ilgili ve sadece bu ayetlerde geçmiş bir kelimedir. حاَول ; çalışmak yani kendisini geliştirmeye, değiştirmeye çalışmak demektir.
Bu kelime Kur'an'da sadece bu ayette ve 240. ayette vefat eden erkeğin eşiyle alakalı olmak üzere iki yerde kullanılmıştır.
Sene manasında iki kelime daha vardır. عام ; ürün açısından çok verimli geçen yıl için kullanılmıştır. سنة kelimesi ise daha umumidir.
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ cümlesinde emri uygulamaya teşvikte mübalağa ifade etmek için, daha önce geçen الْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ (Boşanmış kadınlar beklerler) (Bakara/228) ayetinde olduğu gibi emir, muzari sıygasıyla gelmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Haberî isnad, asıl geliş sebebinden çıkıp da bu ayette olduğu gibi başka manalar ifade ettiği zaman hakiki mana ifade etmemiş olur. Bir kelamda hakiki mana murad edilmediği zaman mecaz olur. Bu manalar; haberin lazımı olduğu için, lüzumiyet alakası ile mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mecaz-ı mürsel mürekkeb, haber cümlesinde olduğu gibi inşâ cümlesinde de olur.
Faide-i haber veya lazım-ı faide-i haber için gelmeyen cümle, yani muktezâ-i zâhirin hilafına gelen haberî isnad, mecaz-ı mürsel mürekkeb diye isimlendirilir ve alakası da lüzumiyet olur. Takrir (kabul ettirmek) veya taaccub (şaşmak) için gelen olumlu veya olumsuz istifham, tacîz (aciz bırakmak) veya irşad (doğruyu göstermek) gibi bir amaçla gelen emir gibi inşâ cümleleri de bu sınıfa girer.
لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنِ , başındaki harf-i cerle birlikte takdiri ذلك الحكم (Bu hüküm ) olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Sılası olan اَرَادَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ cümlesi, masdar teviliyle اَرَادَ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يُرْضِعْنَ - الرَّضَاعَةَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘ la istînâfa atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur عَلَى الْمَوْلُودِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. رِزْقُهُنَّ , muahhar mübtedadır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur عَلَيْهِ , ihtimam için, amili olan اَجْرٍ ‘e takdim edilmiştir.
وَكِسْوَتُهُنَّ , temasül nedeniyle رِزْقُهُنَّ ‘ye atfedilmiştir.
رِزْقُهُنَّ ifadesinden sonra كِسْوَتُهُنَّ ‘ nin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâbtır. Babanın yükümlülüğünün رِزْقُهُنَّ ve كِسْوَتُهُنَّ olarak açıklanması taksim sanatıdır.
رِزْقُهُنَّ - كِسْوَتُهُنَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِالْمَعْرُوفِۜ car-mecruru, رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ ‘den mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Baba için وَالِدَ denmemiş, daha dolaylı bir anlatım tercih edilmiştir. Bunun sebebi babada merhamet uyandırmaktır.
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ [Çocuk sahibinin üzerinedir] yani çocuk kendi adına doğanın üzerinedir, çünkü çocuk onun adına doğar ve ona nispet edilir. İbarenin değiştirilip isim cümlesi haline getirilmesi emzirmeyi gerektiren manaya ve emzirme ücretinin babanın üzerine olduğuna işaret etmek içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t -Te’vîl)
Ayette والد (baba) kelimesi yerine له مولود (çocuk/bebek kendisine ait olan baba) ifadesi tercih edilerek bir hukuki metinde dört harfli doğrudan anlatım yerine yedi harfli dolaylı anlatım tercih edilerek çocuğun velayetinin ve bakım sorumluluğunun babaya ait olduğu gerçeği ek bir hüküm olarak vurgulanmış olmaktadır. Ayetin asıl odak noktası ise babaların çocuklarını emzirenlerin bakımını üstlenmek zorunda oldukları hükmüdür. (Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları / İsmail Bayer )
[Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için, tam iki sene emzirirler. Anaların yiyecek ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak çocuk kendisinin olan babaya borçtur] ayetinde de annelerin bakım ve nafakasının tespiti temel konu iken çocuğun nesebinin babaya ait olduğu zımnen ifade edilmiştir. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Hasan Uçar Doktora Tezi)
بِالْمَعْرُوفِۜ [Örfe uygun şekilde] ifadesinin tefsiri akabinde gelmektedir ki, o da ana babadan her birinin gücü dahilinde olmayan şeyle sorumlu tutulmamaları ve zarara uğratılmamalarıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l - Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr üslubu ile cümle, olumlu ve olumsuz olmak olmak üzere iki anlam ifade etmektedir.
Nefy ve istisna harfiyle oluşan ve naib-i fail ve mef’ûl arasındaki kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Naib-i fail olan نَفْسٌ maksûr (mevsuf), mef’ûl olan وُسْعَهَا maksûrun aleyhdir (sıfat). Her nefis sadece ve sadece, gücünün yettiğiyle mükelleftir.
Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَفْسٌ ’deki nekrelik, kıllet ve cins ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma işarettir.
تُكَلَّفُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وُسْعَهَا ; kapasite, واۚسعَ ; geniş demektir.
Bu kelimede istiare vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Mekan için kullanılan وَاسِعُ , kapsamın umumu için müstear olmuştur. Gücün yetmesi, çok sayıda insanı içinde barındırabilecek geniş bir alana benzetilmiştir.
لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا مَوْلُودٌ , tezat nedeniyle naib-i fail olan وَالِدَةٌ ‘e atfedilmiştir. Nehiy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekit içindir.
بِوَلَدِه۪ car mecruru, لَا تُضَٓارَّ ‘ya müteallik olan بِوَلَدِهَا ‘ya atfedilmiştir.
بِوَلَدِه۪ ve بِوَلَدِهَا kelimelerindeki بِ harfi sebebiyyedir. Âşûr, ilsak için olduğunu söylemiştir.
وَالِدَةٌ - وَلَدِهَا - مَوْلُودٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede ihtibak sanatı vardır. لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا dedikten sonra sadece لَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ lafzıyla yetinilmiş لَا تُضَٓارَّ hazfedilmiştir.
İhtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا cümlesiyle وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ ibareleri arasında mukabele sanatı vardır.
بِوَلَدِهَا - بِوَلَدِه۪ izafetleri şefkati teşvik amacıyla gelmiştir. Çünkü her biri diğerine çocukları sebebiyle zarar verebilir. Ana babanın şefkatini harekete geçirmek için izafet yapılmıştır. Kadın ya da erkek eşine zarar vermek istediği zaman o eş, çocuğa izafe edilerek zikredilince çocuğu sebebiyle merhamet duyabilir ve zarar vermekten vazgeçebilir. İzafetin gelmesi için buna benzer birçok sebep olabilir. Bunlar siyaktan ve hal karînesinden anlaşılabilir.
‘’Herhangi bir anne, çocuğu bahane etmek suretiyle babaya zarar vermeye kalkışmasın!’’ demektir. Aynı şekilde baba da, anneye zarar verecek bir tutum izlemesin. Çocuğun her ikisine birden izafesi, iki tarafın da çocuk için şefkatli davranmalarından ileri gelir. Çünkü çocuk, ikisine de yabancı değildir. Ayrıca her iki taraf da çocuğun gelişmesinde ve yetişmesinde beraber olmaları konusunda uyarılmışlardır. Bu bakımdan bunların çocukları sebebiyle zarara uğramaları doğru olmadığı gibi, çocuğun bunlar sebebiyle zarar görmesi de doğru olamaz.
وَلَدِ [çocuk] kelimesinin وَلَدِهَا şeklinde ana babaya izafe edilmesi, onların şefkatlerini çocukları üzerine çekmek ve çocukları yararına fedakârlıklardan kaçınmamalarını sağlamak içindir. Bununla beraber ebeveyn, çocuk sebebiyle başkasına zarar vermemeli ve kendileri de çocuk yüzünden zarara uğratılmamalıdır.
Bu cümle, "Annelerin yiyecek ve giyeceklerini örfe uygun olarak sağlamak görevi çocuğun babasına aittir." cümlesi üzerine atıftır. Bu iki cümle arasındakiler ara cümle olup sebep veya açıklamadır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ
Cümle وَ ‘la, على المولود له رزقهنّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur عَلَى الْوَارِثِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِثْلُ ذٰلِكَ , muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Cümlede müsnedün ileyhe ذٰلِكَۚ ile işaret edilmesi, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. İsm-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun mertebesinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile emir ve yasaklara işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Buradaki الْوَارِثِ lafzındaki ال , muzâftan ivazdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَ [Mirasçıya düşen de bunun aynıdır.] Yani babasının olmaması halinde çocuğun velisine düşen görev de, tıpkı babanın yükümlü bulunduklarının aynıdır. Bu mirasçılar yakınlarından biridir. Bunlar da kadının nafakasını, giyeceğini ve emzirme ücretini karşılamakla yükümlüdürler. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l- Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
فَاِنْ اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ
Şart üslubunda gelen terkip فَ ile ayetin başındaki وَٱلۡوَ ٰلِدَ ٰتُ یُرۡضِعۡنَ أَوۡلَـٰدَهُنَّ حَوۡلَیۡنِ كَامِلَیۡنِۖ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Şart cümlesi اَرَادَا فِصَالاً عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
عَنْ تَرَاضٍ car mecruru فِصَالًا ’ in mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri; فصالا صادرا عن تراض (Razı olarak meydana gelen ayrılıkla) şeklindedir. مِنْهُمَا car mecruru ise تَرَاضٍ ’ ın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatların hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَتَشَاوُرٍ , car-mecruru عَنْ تَرَاضٍ ‘e atfedilmiştir. Cihet-i camiâ tezayüftür.
فَ karinesiyle gelen فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا şeklindeki cevap cümlesi, cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْهِمَا’ nin müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
تَرَاضٍ - وَتَشَاوُرٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَرَاضٍ - وَتَشَاوُرٍ - فِصَالاً kelimeleri, bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
[Eğer (karı-koca) karşılıklı rıza ile] ikisinin kabullenmesinden sâdır olacak şekilde [çocuğu memeden kesmek isterlerse,] iki yılı artırsalar da eksiltseler de, bu hususta [ikisine de vebal yoktur.] Bu, emzirme süresini iki yılla sınırlamanın ardından gelen bir genişletmedir. Denildi ki, bu iki yılın nihaî sınırı hakkında olup, bu sınır aşılamaz. Her ikisinin karşılıklı anlaşması sadece sütten kesme ve danışma hususunda dikkate alınmıştır. Babaya zaten söz yoktur..Anneye gelince; çocuğu yetiştirmeye daha çok hak sahibidir ve çocuğun halini en iyi o bilir. فَاِنْ اَرَادَ [eğer baba isterse] şeklinde de okunmuştur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu konuda ana babanın her ikisinin de muvafakat ve rızası şart koşulmuştur. Çünkü kadın tek başına yetkili kılınmış olsaydı, emzirmekten usandığı ahvalde vaktinden önce çocuğu memeden kesip ona zarar verebilirdi. Baba da tek başına yetkili kılınmış olsaydı, kadının ücretini vermekte cimrilik ederek bunu yapabilirdi. Bundan dolayı her ikisinin aralarında görüşerek, çocuğun gelişme ve sağlığının buna müsait olduğunu tespit ederek ve nihayet çocuğun memeden kesilebilecek duruma geldiğine ve hatta memeden kesilmesinin çocuğun yararına olacağına kanaat getirerek buna karar vermeleri şart kılınmıştır. İşte bütün bunlardan sonra ebeveynin, çocuğu memeden kesmelerinde ikisi içinde bir vebal yoktur. Bu konuda ana ve babanın yanlış bir kararda ittifak etmeleri ise pek az vuku bulur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ
Şart üslubunda gelen terkip makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Bu cümlede, gaib sıygadan muhatab sıygasına iltifat sanatı vardır.
وَ atıf, اِنْ şartiyyedir.
Şart üslubundaki terkipte اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ cümlesi, masdar teviliyle اَرَدْتُمْ fiilinin mef’ûlu olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
فَ karinesiyle gelen فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ şeklindeki cevap cümlesi, cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمْ ’ün müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ [Çocuklarınıza süt emzirtmek isterseniz.] Burada hazif yoluyla i'câz vardır. Takdiri şöyledir: أن تسترضعوا المراد لاولادكم [ Çocuklarınıza emzirecek süt annesi tutmak isterseniz.] Burada aynı zamanda gaipten muhataba dönüş vardır. Zira bu cümle muhatap cümlesi olduğu halde önceki فَاِنْ اَرَادَا فِصَالًا cümlesi gaip sıygasıyla gelmiştir. Bu iltifat sanatının faydası ise çocuklara karşı babalarının duygularını tahrik etmektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir ve Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1495)
فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ [Yine size hiçbir vebal yoktur.] cümlesinde de erkeklere has hitap zamiri kullanılmıştır. Bunlardan anlaşılıyor ki baba, çocuk için daha yararlı olduğu takdirde çocuğu bir süt anneye verebilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
[Çocuklarınızı [(sütanne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde…] Ey babalar, eğer isterseniz bunu yapabilirsiniz. Bunun baba ve annelere ve emzirtmeye ihtiyaç duyan ve bunu arzulayan herkese birlikte hitap olması da mümkündür. اِسْتَرْضِع süt anneden bebeği emzirmesini istemektir. Çünkü استفعال babının س harfi talep ve istek bildirir. Bu durum, annenin veya babaların çocuğa süt temin etmekte âciz kalması halinde olur. Nitekim Hak Teâlâ başka bir ayette [Eğer anlaşamazsanız / zorluk çekerseniz çocuğu başka kadın emzirecektir.] (Talâk 65/6) buyurmuştur. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ
Fasılla gelen şart üslubundaki terkipte, şart cümlesi olan سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sıla cümlesi olan اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Şartın takdiri, فلا جناح عليكم (Artık size günah yoktur.) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî kelamdır. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
بِالْمَعْرُوفِۜ , mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِالْمَعْرُوفِ ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. BAKARA/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet) من معروف şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır.
الْمَعْرُوفِۜ - فَلَا - جُنَاحَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ٱلرَّضَاعَةَۚ - تَسۡتَرۡضِعُوۤا۟ - یُرۡضِعۡنَ ve أَرَادَا - أَرَدتُّمۡ - أَرَادَ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ [verdiğiniz ücretlerini getirip teslim ettiğiniz takdirde..] ifadesi, bu konuda mendup olanı, en uygun ve tavsiyeye şayan olan şekli anlatır. Başka bir deyişle kadınların ücretlerini önceden teslim etmek, sıhhat ve cevaz şartı değildir. Ancak süt annelerin ücretleri peşin ve elden teslim edildiği takdirde çocuklarla ilgilenmeleri daha candan olur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Teslim etme (ödeme), emzirmenin caiz ve sahih olabilmesinin şartı değildir. Bu sadece en uygun olanı yapmaya bir teşviktir. Bundan murad şudur: Emziren süt anneye, gönlünün hoş olması ve böylece bunun da çocuğun durumunun daha iyi olmasına bir sebep ve çocuğun menfaatleri hususunda en ihtiyatlı yol olması için, ücret peşin verilmelidir. Sonra Cenab-ı Hak ayeti bir sakındırma ile bitirerek, "Allah'tan korkun ve bilin ki, şüphesiz Allah ne yaparsanız hakkıyla görendir" buyurmuştur.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nehîy üslubundan emir üslubuna iltifat sanatı vardır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümle korkutma kastıyla gelmiş tezyîl cümlesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ , masdar tevilinde اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel; اَنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl olan مَا başındaki بِ harf-i ceriyle birlikte بَص۪يرٌ ’e mütealliktir. Sılası olan تَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِمَا تَعْمَلُونَ car mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan بَص۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَعْمَلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
اعْلَمُٓوا - تَعْمَلُونَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَص۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. Faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı görür] ifadesinde Allah Teâlâ, herşeyden haberdar olduğunu beyan ederken, bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir.
Bu sözden maksat, bu yapılanların karşılığını sevap ve ceza olarak vereceğini bildirmek ve tehdit etmektir. Bu yüzden lazım melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Bu cümlede özellikle ism-i celilin kullanılması mehabeti artırmak içindir. Bu ilahî ifadede isyankâr kullar için apaçık bir tehdit de vardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l -Akli ’s - Selîm)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ [Ve bilin ki Allah, yaptıklarınızı görmektedir.] Dolayısıyla buna göre sizi ya cezalandırır veya mükâfat verir. Hiç kuşkusuz bu, Allah tarafından büyük bir azar ve tehdit ifadesidir.(İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)