Bakara Sûresi 248. Ayet

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟  ...

Peygamberleri onlara şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir.Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 لَهُمْ onlara
3 نَبِيُّهُمْ peygamberleri ن ب ا
4 إِنَّ muhakkak
5 ايَةَ alameti ا ي ي
6 مُلْكِهِ onun hükümdarlığının م ل ك
7 أَنْ
8 يَأْتِيَكُمُ size gelmesidir ا ت ي
9 التَّابُوتُ (Allah’ın Ahid sandığı) Tabut’un
10 فِيهِ onun içinde
11 سَكِينَةٌ bir huzur bulunan س ك ن
12 مِنْ -den
13 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
14 وَبَقِيَّةٌ ve bir kalıntı ب ق ي
15 مِمَّا -ndan
16 تَرَكَ geriye bıraktığı- ت ر ك
17 الُ ailesinin ا و ل
18 مُوسَىٰ Musa
19 وَالُ ve ailesinin ا و ل
20 هَارُونَ Harun
21 تَحْمِلُهُ taşıdığı ح م ل
22 الْمَلَائِكَةُ meleklerin م ل ك
23 إِنَّ şüphesiz
24 فِي
25 ذَٰلِكَ bunda
26 لَايَةً kesin bir alamet vardır ا ي ي
27 لَكُمْ sizin için
28 إِنْ eğer
29 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
30 مُؤْمِنِينَ inanan kimseler ا م ن
 

Sekînet İslâmî kaynaklarda, “sükûnet, gönül huzuru, yüksek moral” mânalarında kullanılan Arapça bir kelime olarak düşünülmüştür. Buna göre ahid sandığının yanlarında bulunması İsrâiloğulları’na moral veriyor, bunu uğur sayıyorlar, savaşta cesaretleri ve zafer ümitleri artıyor, ahid sandığı yanlarında oldukça kendilerini güven içinde hissediyorlardı. Ancak İbrânîce’de –Arapça’daki sekîne gibi– yine sözlükte “oturma, rahatlama” anlamına gelen “şekine” kelimesi yahudi literatüründe dinî bir terim olarak kullanılmaktadır. Bu bilgiler ışığında, âyette geçen sekînet kelimesini yahudi kültüründeki şekine teriminin özellikle yukarıda işaret edilen ilk anlamıyla ilişkilendirmek mümkündür. Buna göre İsrâiloğulları ahid sandığının bir tür ilâhî zuhur ve tecelliyi yansıttığına inanıyorlar; bu inanç onlara güven veriyor, morallerini yükseltiyordu. (Diyanet tefsiri )

 Bu tabut böyle içinde ölü taşınan bir şey değildir. Sandık demek­tir de aynı zamanda. Ama içinde bir şeyler olan bir sandık. Hz. Mûsâ (a.s) döneminden, Hz. Mûsâ ve Hz. Harun ailesinden kalma içinde bir şeyler olan bir sandıktan söz ediliyor. Mahiyetini Allah bilir diyor ve öylece inanıyoruz. Bir tek bildiğimiz fonksiyonu, Allah tarafın­dan seçilen Tâlut’un emirliğine delil olmasıdır. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)

 

  Hamele حمل :

  حَمْلٌ sözcüğü pek çok şeyde göz önünde bulundurulan tek bir manaya sahiptir. Mastarların anlamları arasında ise farklar vardır.

  Bundan dolayı sırtta taşınan yükler gibi açıktan yüklenen ağırlıklarla ilgili حِمْلٌ kullanılmştır. Kadının karnındaki çocuk, buluttaki su ve ağaçtaki meyve de bu isimle anılmıştır.

  İçte taşınan yüklerle ilgili ise حَمْلٌ sözcüğü tercih edilmiştir.

  Yükü yüklemek ve yüklenmek anlamlarında bazı mezid formları kullanlılr. (حَمَّلَ-تَحَمَّلَ-إحْتَمَلَ) (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok formda 64 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri hamal, hâmil, hamile, hamle, hamule, tahammül, ihtimal ve muhtemeldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

 

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir.  نَبِيُّهُمْ  fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli, اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ ’ dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

اٰيَةَ  kelimesi  إِنَّ ’ nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. مُلْكِه۪ٓ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  إِنَّ ’ nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

يَأْتِيَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  التَّابُوتُ  muahhar fail olup damme ile merfûdur. ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ  cümlesi,  التَّابُوتُ  ’ nun hali olarak mahallen mansubdur. 

فِیهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  سَك۪ينَةٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru   سَك۪ينَةٌ ’ ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَقِيَّةٌ  atıf harfi وَ ’ la  سَك۪ينَةٌ ’ e matuftur. مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle  بَقِيَّةٌ ’ nun mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَرَكَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اٰلُ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. مُوسَىٰ  muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  اٰلُ هٰرُونَ  atıf harfi  وَ ’ la  اٰلُ مُوسٰى ’ ya matuf olup, gayr-i munsarif olduğundan elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُ  cümlesi, التَّابُوتُ ‘ nun ikinci hali olarak mahallen mansubdur. 

تَحْمِلُهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْمَلٰٓئِكَةُ  fail olup damme ile merfûdur. 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette ilki isim ikincisi fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir. إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  إِنَّ ’ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur. ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir.  

لَ  harfi  اِنَّ ’ nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَةً  kelimesi  إِنَّ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  اٰيَةً ‘ in mahzuf sıfatına mütealliktir.

اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)   

اِنْ  iki muzari fiili cezmeden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنْتُمْ ’ ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

تُمْ  muttasıl zamir  كان ’ nin ismi olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِن۪ينَ kelimesi  كان nin haberi olup nasb alameti  ي ’ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم مؤمنين فارضوا بطالوت ملكا. (Mü’min iseniz Talut’a mülkü yükleyin.) şeklindedir.

مُؤْمِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki istînâfa atfedilmiştir. Nebilerin sözlerinin devamıdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …. اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

قَالَ  fiilinin faili olan  نَبِيُّهُمْ , izafetle gelerek muzâfun ileyh olan kavme şeref kazandırmıştır.

إِنَّ ’ nin ismi olan  اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ , izafetle marife olmuştur. İzafet az sözle çok anlam ifade etme yollarından biridir. Burada Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmakla  مُلۡكِ  ve  ءَایَةَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki … يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ الْمَلٰٓئِكَةُۜ  cümlesi, masdar teviliyle,  إِنَّ ’ nin haberi konumundadır. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelam olan  ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ  cümlesi  التَّابُوتُ ‘nun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  فِیهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  سَك۪ينَةٌ , muahhar mübtedadır. 

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  سَك۪ينَةٌ ’nün mahzuf sıfatına mütealliktir.Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

رَّبِّكُمۡ  izafetinde  رَّبِّ  ismine izafe edilmesi  كُمۡ  zamirinin ait olduğu kişilere şeref kazandırmıştır.

بَقِيَّةٌ , muahhar mübteda olup tezayüf nedeniyle  سَك۪ينَةٌ ‘e atfedilmiştir. Kelimelerdeki nekrelik kesret, nev ve tazim ifade eder.

سَك۪ينَةٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Mecrur mahaldeki müşterek has ism-i mevsûl, başındaki  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  بَقِيَّةٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan  تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُ  cümlesi  التَّابُوتُ ’ya ait ikinci hal cümlesidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Gelen tabutun rablerinden sekine olması, Musa ve Harun ailesinin terekesi olması ve melekler tarafından taşınması özelliklerinin sayılması, taksim sanatıdır.

بَقِيَّةٌ  - تَرَكَ  ve  مُّؤۡمِنِینَ - نَبِیُّهُمۡ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Vahye dayanan kitaplar insana huzur verir, o yüzden buna  سَكِینَة  denmiştir. Müsebbeb söylenerek, sebep kastedildiği için mecaz-ı mürseldir.  

ٱلتَّابُوتُ , ‘Ahid Sandığı’;  Allah ile İsrailoğulları arasındaki ahdin sembolü olan, on emrin yazılı bulunduğu levhaların muhafaza edildiği sandıktır. (TDV İslam Ansiklopedisi) 

Ağaçtan yapılmış olup içine hikmet yerleştirilmiştir. Diğer bir görüşe göre tabut, kalptir.  سَكِینَة  de tabutun içinde olan bilgidir. Bu nedenle kalp bilginin kabı, hikmetin evi, tabutu, çanağı veya sandukası diye adlandırılmıştır. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)

سَكِینَة  hakkında müfessirler bir çok rivayet bildirmişlerdir.

ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ  [Tabutun içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet vardır.] Yani kalplerinizin rahat ettiği zafer, düşmanı yenme konusunda ümitlerinin güçlendiği bir his vardır. [Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır.] Yani bunlar Musa ve Harun’un bıraktığı şeylerdir. İnsanın âli kendisidir. [Allah Âdem’i, Nûh’u ve Âl-i İbrahim’i seçmiştir.] (Âl-i İmrân 3/33) Yani bizzat İbrahim’i seçmiştir. Nefs (kendi) kelimesinin insana nispet edilmesi gibidir.  تَحۡمِلُهُ ٱلۡمَلَـٰۤىِٕكَةُۚ  [Onu melekler taşır.] Onu nakleder. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ

 

 İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَةً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyh olan  لَاٰيَةً ’in nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifadesi içindir.

لَكُمْ  car-mecruru,  لَاٰيَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاٰيَةً  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. Bu sebeple işaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilen, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Bahsedilen konunun yüceliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Ayetin bu cümlesi, bir çok surede ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)

 

اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟

 

Ayetin şart üslubunda gelen son cümlesi istînâfiyyedir. Vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıf durumlarda kullanılan şart harfi  اِنْ  ve  كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi  اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, فارضوا بطالوت ملكا (Talut’un melik olmasına razı olun.) şeklindedir.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi olan  مُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟  [Eğer iman edenlerdenseniz, bunda sizin için kesin bir işaret vardır. Ey İsrailoğulları!] Tabutun tekrar size verilmesinde, Tâlût'un hükümdarlığı konusunda sizin için büyük bir işaret vardır. Ayrıca bu, sizin peygamberinizin doğruluğuna da bir delildir. Çünkü Allah'ın Tâlût'u size hükümdar seçtiğini peygamberiniz bildirmişti. Gerçekten sizler inanmışsanız, Allah'ı tasdik ediyorsanız, o zaman Tâlût'un hükümdarlığını da tasdik ediniz. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)