Bakara Sûresi 249. Ayet

فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ  ٢٤٩

Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 فَصَلَ ayrıldığında ف ص ل
3 طَالُوتُ Talut
4 بِالْجُنُودِ ordularla ج ن د
5 قَالَ dedi ki ق و ل
6 إِنَّ şüphesiz
7 اللَّهَ Allah
8 مُبْتَلِيكُمْ sizi deneyecektir ب ل و
9 بِنَهَرٍ bir ırmakla ن ه ر
10 فَمَنْ kim
11 شَرِبَ içerse ش ر ب
12 مِنْهُ ondan
13 فَلَيْسَ değildir ل ي س
14 مِنِّي benden
15 وَمَنْ ve kim
16 لَمْ
17 يَطْعَمْهُ ondan tadmazsa ط ع م
18 فَإِنَّهُ şüphesiz o
19 مِنِّي bendendir
20 إِلَّا dışında
21 مَنِ kimsenin
22 اغْتَرَفَ avuçlayan غ ر ف
23 غُرْفَةً bir avuç غ ر ف
24 بِيَدِهِ eliyle ي د ي
25 فَشَرِبُوا hepsi içtiler ش ر ب
26 مِنْهُ ondan
27 إِلَّا hariç
28 قَلِيلًا pek azı ق ل ل
29 مِنْهُمْ içlerinden
30 فَلَمَّا nihayet
31 جَاوَزَهُ (ırmağı) geçince ج و ز
32 هُوَ o (Talut)
33 وَالَّذِينَ ve kimseler
34 امَنُوا iman eden ا م ن
35 مَعَهُ beraberindekiler
36 قَالُوا dediler ق و ل
37 لَا
38 طَاقَةَ gücümüz yok ط و ق
39 لَنَا bizim
40 الْيَوْمَ bugün ي و م
41 بِجَالُوتَ Calut’a
42 وَجُنُودِهِ ve askerlerine karşı ج ن د
43 قَالَ dedi ق و ل
44 الَّذِينَ kimseler
45 يَظُنُّونَ kanaat getiren ظ ن ن
46 أَنَّهُمْ elbette onların
47 مُلَاقُو kavuşacaklarına ل ق ي
48 اللَّهِ Allah’a
49 كَمْ nice
50 مِنْ
51 فِئَةٍ topluluk ف ا ي
52 قَلِيلَةٍ az olan ق ل ل
53 غَلَبَتْ galib gelmiştir غ ل ب
54 فِئَةً topluluğa ف ا ي
55 كَثِيرَةً çok olan ك ث ر
56 بِإِذْنِ izniyle ا ذ ن
57 اللَّهِ Allah’ın
58 وَاللَّهُ Allah
59 مَعَ beraberdir
60 الصَّابِرِينَ sabredenlerle ص ب ر
 

Uzun süre susuz kalan kimsenin birden çok su içmesi vücuda zarar verir. Çok su içenler güçsüzlük hissettiler, bir avuçtan fazla su içmeyenlerde ise bu sorun yaşanmadı.

Yapamayacağına inananlar yapamaz. Yapmak istediğimiz şeylerde mazeret üretmeyelim, sonuca odaklanalım, gayret bizden tevfik Allah'tandır. Biz sonuçtan değil, gayretten sorumluyuz.

Allah yolunda savaşmak istediklerini söylemişlerdi. Allah da onlara Talut’u komutan olarak gönderdi. Nehirden geçecek olmaları/geçmeleri savaş alanında ihtiyaçları olacak sadakatin testi ve bir askeri eğitimdir. Disiplin olmazsa savaşamazsınız. Verilen konutlara uymanız gerekir.

Nehirden hem içmekten hem tatmaktan bahsediyor. Tatmak, nehirden balık vs gibi avlayarak yemek olabilir. İkisini de yasaklıyor. Hatırlayın Uhud’da sevgili peygamberimiz okçulara “Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin yaban kuşlar (akbabalar) tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız” dediği halde düşmanın herşeyini bırakıp kaçtığını görünce ”Bu iş tamam, savaş bizim lehimize bitti!” diye düşünüp yerlerini terkederek çok stratejik bir hata yaptılar.

Dünya hayatını bir nehir olarak görürsek ondan da ne kadar faydalanacagımız ne kadar içip, tadacağımız da savaştaki performansımızı gösterecek, belki ahireti kazandıracak belki kaybettirecek şeklinde de okuyabiliriz ayeti...

Komutları net veriyor Kur’ân...

Geçilecek nehirden içmemek ve yememek bir nevi oruç gibi. Yani sanki savaş öncesi oruç tutuyorlar. Bedir Savaşı da Ramazan ayında olmuştu. Yani müslümanlar da savaş öncesi oruçluydu.

Bu ayetler sadece Calut’un ordusuyla savaşmaya giden İsrailloğullarının tarihi değil, Bedir savaşının arefesindeki müslümanlara nasıl davranmaları gerektiğini anlatan derslerdir.

 

 

فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olmasıda caizdir. لَمَّٓا  kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfı olup  قَالَ  fiiline mütealliktir. Cümleye muzaf olur. فَصَلَ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَصَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  طَالُوتُ  fail olup damme ile merfûdur.  بِالْجُنُودِ  car mecruru  فَصَلَ  fiiline mütealliktir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالَ اِنَّ اللّٰهَ  cümlesi şartın cevabıdır.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. Mekulü’l kavl   اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍ  ’ dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir. إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâl,  اِنَّ  ’ nin ismi olup fetha ile mansubdur.  مُبْتَل۪يكُمْ  kelimesi  إِنَّ ’ nin haberi olup,  ی  üzere mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِنَهَرٍ  car mecruru  مُبْتَل۪يكُمْ ‘ e mütealliktir. 

مُبْتَل۪يكُمْ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ 


فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

شَرِبَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. مِنۡهُ  car mecruru  شَرِبَ  fiiline mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْسَ ’ nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’ dir.  مِنّ۪ي  car mecruru  لَيْسَ ’ nin mahzuf haberine mütealliktir. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ

 

Cümle, atıf harfi وَ  ile  مَنْ شَرِبَ مِنْهُ  cümlesine matuftur. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَطْعَمْهُ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

İsim cümlesidir. إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. 

هُ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  مِنّ۪ٓي  car mecruru  إِنَّ ’ nin mahzuf haberine mütealliktir. 

اِلَّا  istisna edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪  ’ dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

اغْتَرَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir.  غُرْفَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

بِيَدِه۪  car mecruru  اغْتَرَفَ  fiiline veya  غُرْفَةً  ’ in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اغْتَرَفَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi عرف ’ dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ  


Fiil cümlesidir. فَ  istînâfiyyedir.  شَرِبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُ  car mecruru  شَرِبُوا  fiiline mütealliktir. 

اِلَّا  istisna harfidir.  قَل۪يلاً  müstesna olup, fetha ile mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  قَل۪يلاً  ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

قَل۪يلاً ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ


فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّا  kelimesi حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. جَاوَزَ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَاوَزَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو  ’dir. Muttasıl zamir هُۥ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

هُوَ  munfasıl zamir, جَاوَزَ ’ deki gizli zamiri tekid etmek içindir. Mahallen merfûdur. ٱلَّذِینَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, atıf harfi  وَ  ile هُوَ ‘ ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘ dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekân zarfı  مَعَ  mef’ûlun fih olup, اٰمَنُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُۥ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالُوا۟ cümlesi şartın cevabıdır. 

قَالُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ ‘ dir. قَالُوا۟  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

طَاقَةَ  kelimesi  لَا ’ nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَنَا  car mecruru لَا ’ nın mahzuf haberine mütealliktir. ٱلۡیَوۡمَ  zaman zarfı  لَا ’ nın haberine mütealliktir.

بِجَالُوتَ  car mecruru mahzuf habere müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. Muzaf mahzuftur. Takdiri, بقتال جالوت  şeklindedir. جُنُودِهِ  atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. b) (لَمَّا)’ ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’ dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

جَاوَزَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi جوز ’ dir. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ 


Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası یَظُنُّونَ ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

یَظُنُّونَ  fiili  نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. أَنَّ  ve masdar-ı müevvel, يَظُنُّونَ  fiilinin iki mef‘ûlu yerinde olup mahallen mansubdur. يَظُنُّونَ  sanmak manasında kalp fiillerindendir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُم  muttasıl zamir, اِنَّ ‘ nin ismi olarak mahallen mansubdur. مُلَاقُوا  haber olup, ref alameti  و ‘ dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Aynı zamanda muzâftır. ٱللَّهِ  lafza-i celâl, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Mekulü’l kavl  كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ  ’ dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

كَمْ  haberiyye olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ فِئَةٍ  car mecruru  كَمْ ’ in temyizi olup, kesra ile mecrurdur. قَلِیلَةٍ  kelimesi  فِئَةٍ  ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. غَلَبَتْ  cümlesi,  كَمْ ’ in haberi olarak mahallen merfûdur. 

 غَلَبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’ dir. فِئَةٍ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

كَثِیرَةَ  kelimesi  فِئَةٍ ‘ in ikinci sıfatı olup fetha ile mansubdur. بِإِذۡنِ  car mecruru  غَلَبَتْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. ٱللَّهِ  lafza-i celâl, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِ  [Nice az sayıdaki tâife çok kalabalık tâifeyi yenmiştir.] Burada  كَمْ  çokluk anlatan bir kelimedir. مِنْ  de vurgulama ifade eder. فِئَةٍ  grup, tâife demektir. Bunun aslı  فَأَوْتُ رَأْسَهُ فَأْوًا [başını kesti] ifadesinden gelir. İnsan taifesi, insanlardan oluşan gruptur. Bir görüşe göre dönmek anlamına gelen  اَلْفَيْءَ kökünden gelir. Onlar bir iş için hareket eden topluluklardır. Zafer kazanmak için uğraşırlar. Birinci görüşe göre illet harfi sondan hazfedilmiştir. İkincisine göre ortasından hazfedilmiştir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَمْ ‘i Haberiyye: Herhangi bir kavramın çok miktarda olduğunu belirtmek için kullanılan  كَمْ ’dir. “Nice, ne, ne kadar çok” gibi anlamlara gelir. Çokluktan kinaye için kullanılır.

كَمْ ’i haberiyyenin temyizi 2 şekilde gelebilir: 

1. Müfred mecrur veya cemi mecrur olarak gelir. 2. مِنْ  harfi ceri ile müfred mecrur veya cemi mecrur gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُلَاقُوا  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan müfâale babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَل۪يلَةٍ - كَث۪يرَةً  kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir.“Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. ٱللَّهُ  lafza-i celâl, mübteda olup damme ile merfûdur. Mekân zarfı  مَعَ  mahzuf habere mütealliktir. ٱلصَّـٰبِرِینَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ی ’ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الصَّابِر۪ينَ ; sülâsî mücerredi صبر  olan fiilin ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 

فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ

 

فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte  لَمَّا  edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.) 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍ  [Nehirle imtihan edilmek] ifadesinde sebep-müsebbeb alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

 

فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ

 

Cümleye dahil olan  فَ  istînâfiye, مَن  şartiyyedir. 

Şart üslubunda gelen terkipte  مَنْ شَرِبَ مِنْهُ  şart cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde şart ismi  مَنْ mübteda,  شَرِبَ مِنْهُ  cümlesi haberdir.

Rabıta harfi  ف  ile gelen cevap cümlesi  فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ  sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنِّی  car-mecruru,  لَیۡسَ  ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. 

و ‘ la makabline atfedilen  وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً  atıf sebebi tezattır.

Şart üslubunda gelen terkipte  مَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ  şart cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde şart ismi  مَنْ  mübteda,  لَمْ يَطْعَمْهُ  cümlesi haberdir. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Rabıta harfi  ف  ile gelen cevap olan  فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً  cümlesi,  إِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنِّیۤ  car mecruru,  إِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. 

اِلَّا  istisna edatı, مَنِ  müstesnadır.

Nehrin suyundan içenlerden istisna edilenleri ifade eden müşterek ism-i mevsûl  مَنِ  ‘in sılası olan  اغْتَرَفَ غُرْفَةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Birbirine matuf her iki terkip de, şart üslubunda haberi isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan terkipler, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً  ibaresinde zemme benzeyen bir şeyle medhi tekîd sanatı vardır.

فَمَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی  cümlesi ile  وَمَن لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ فَإِنَّهُۥ مِنِّیۤ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

ٱغۡتَرَفَ - غُرۡفَةَۢ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَرِبَ - یَطۡعَمۡهُ  kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَنْ - مِنّ۪ٓي  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca.] Yani Tâlût beldesinden ayrıldığı zaman demektir. بِ  harfi, fiili geçişli yapmak için kullanılmıştır. 

ٱلۡجُنُودِ [Ordularıyla] kelimesi  ٱلۡجند kelimesinin çoğuludur. Cem-i kesrettir. ٱلۡجند  güçlü ordu demektir. [Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek.] Yani Allah sizi sınayacak. فَمَن شَرِبَ مِنۡهُ فَلَیۡسَ مِنِّی [Kim ondan içerse benden değildir.] Yani siz çölde susayacaksınız ve bu halde bir nehre varacaksınız. Her kim susuzluğa sabredemez ve susuzluğunu iyice gidermek için eğilerek doya doya içerse benim dinimden, mezhebimden değildir. وَمَن لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ فَإِنَّهُۥ مِنِّیۤ  [Ondan kim içmezse bendendir.] Yani bu şekilde içmeyen bendendir. إِلَّا مَنِ ٱغۡتَرَفَ غُرۡفَةَۢ بِیَدِهِۦۚ  [Eliyle bir avuç içen müstesna.] غُرۡفَةَۢ  avuç, kepçe gibi bir aletle sudan almaktır. Tâlût bir avuç içmeyi istisna etmiştir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)

ومَن لَمْ يَطْعَمْهُ  sözünde yasak hem içmeye hem de ağızda çalkalamayadır. Malumdur ki bu mükellefiyet daha zordur. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1542)

وَمَن لَّمۡ یَطۡعَمۡهُ  kavlinde su kelimesine uygun olan içmek manasındaki  شَرِبَ  fiilinin yerine yedi manasındaki  طۡعَمۡ  fiilinin kullanılmasının sebebi şunlar olabilir: 

1-İnsan susuzluktan son raddeye geldiğinde içtiği su ona en lezzetli bir yiyecek gibi gelir.

2- İnsan suyu ağzına alır, ağzını onunla çalkalar sonra da ağzından çıkarırsa o suyu tatmış olur, içmiş olmaz. Kim ondan içmezse dendiğinde yasaklama içmeyedir, tatmaya değildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ


فَ , istînafiyedir. Cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِلَّا  istisna edatı,  قَل۪يلاً  ise شَرِبُوا مِنْهُ ‘dan istisna edilen müstesnadır.

قَل۪يلاً ’deki tenvin kıllet ve tazim ifade eder.

مِنْهُ  car-mecruru  شَرِبُوا  fiiline,  مِنْهُمْۜ  car-mecruru, قَل۪يلاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

شَرِبُوا۟ - شَرِبَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَشَرِبُوا مِنهُ إلّا قَلِيلًا  kavlindeki  فَ , fa-u fasiha'dır. Takdir edilmiş mahzuf kelama işaret eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru: 1543)

فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلاً مِنْهُمْۜ [İçlerinden pek azı müstesna, hepsi ırmaktan içtiler.] Yani susuz ve sıcak bir çöle düştüler. Oradan nehre vardıklarında çok susamışlardı. Az bir kısmı hariç nehre gelip oradan eğilerek kana kana su içtiler. Sadece bir avuç içenler, Bedir ehli kadar yani üç yüz on kişiydiler. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)


فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ


فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte  لَمَّا  edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.) 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, c. 7, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

Has ism-i mevsûl  وَالَّذ۪ينَ , fail olan  هُوَ ‘ye matuftur. Sıla cümlesi olan  اٰمَنُوا مَعَهُۙ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Has ism-i mevsûl , ٱلَّذِینَ  ‘nin  جَاوَزَهُۥ  fiilinin failine matuf olduğu da söylenmiştir. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi   قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا۟  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ  cümlesi, cinsini nefyeden لَا ’ nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَنَا  car-mecruru, لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir. 

Zaman zarfı  الْيَوْمَ  ve birbirine matuf car-mecrurlar  بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ , mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

قَالُوا۟ لَا طَاقَةَ لَنَا ٱلۡیَوۡمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ [Bizim bugün Câlût ve ordusuna karşı duracak gücümüz yok!...’ dediler] ifadesindeki zamirin ordudan ayrılan çokluğa ait olduğu; “[Allah’la mutlaka karşı karşıya geleceklerine] kani olanlar”ın ise, Tālût ile beraber kalıp direnen azınlık kesim olduğu söylenmiştir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl) 


قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Müsnedün ileyh olan  ٱلَّذِینَ ’ nin sılası olan  يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ , müsbet muzari fiil sıygasında faidei haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَظُنُّونَ  fiili kesin olarak bildi ve zannetti anlamları olmak üzere iki zıt mana ifade eder. Bu cümlede kesin olarak bildi manasındadır.

ٱلَّذِینَ یَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلَـٰقُوا۟ ٱللَّهِ  ifadesi, hayatı sevmeyip, Allah rızası için şehit olmayı ümit edenleri ifade eder. Allah'a kavuşmak, rızası yolunda ölmek manasında kinayedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Masdar ve tekid harfi  أَنَّ  ve akabindeki  اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ  cümlesi masdar teviliyle  یَظُنُّونَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَحْمَةِ اللّٰهِ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  رَحْمَةِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Müsned olan  مُلَاقُوا اللّٰهِۙ ‘nin, izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki bir kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

مُلَاقُوا , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede mübteda konumundaki  كَمْ , haberiyedir. Nice manasından kinayedir.  مِنْ فِئَةٍ  car-mecruru  كَمْ ‘in temyizidir.  

Müsnedün ileyh olan  كَم ’ in haberinin  غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ  şeklinde mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudus, temekkün ve istikrar ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فِئَةٍ  kelimesindeki nekrelik muayyen olmayan cinse işaret eder. Tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَلِیلَةٍ - كَثِیرَةَۢ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

بِإِذۡنِ ٱللَّهِۗ  izafetinde bütün esma-i hüsnayı bünyesinde toplayan  ٱللَّهِۗ  ismine muzaf olarak  إِذۡنِ  şeref kazanmıştır.

قَالَ - قَالُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَمْ مِنْ فِئَةٍ  sözündeki  كَم  haberiyyedir. İstifham değildir.  فِئَةٍ  insan topluluğudur. الفَيْءِ ‘den türemiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ [Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar dediler ki…] Yani kıyamet günü Allah’a döneceklerini, amellerinin karşılığını alacaklarına yakînen inanıp bunu bilenler şöyle söylediler. [Nice az sayıdaki tâife çok kalabalık tâifeyi yenmiştir.] Burada  كَم  çokluk anlatan bir kelimedir. مِّن  de vurgulama ifade eder. فِئَةً  grup, taife demektir. İnsan taifesi, insanlardan oluşan gruptur. Onlar bir iş için hareket eden topluluklardır. Zafer kazanmak için uğraşırlar. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)


وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

 

 وَ , istînafiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَعَ  mekân zarfı mahzuf habere müteallik,  الصَّابِر۪ينَ , muzafun ileyhtir.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesinde tecrîd, üç kez tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

‘Allah sabredenlerle beraberdir’ ifadesinde aklî mecaz vardır. ‘’Allah’ın yardımı’’ manasında olduğu düşünülebilir.

الصَّابِر۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ [Allah sabredenlerle beraberdir,' dediler.] Düşmanlara karşı göğüs gerip sabredenleri zafere erdirmek konusunda onların yanındadır. Sabır, düşmanla karşılaşınca olur. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

اللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ  ifadesi Kur’ânda 4 kere geçmiştir. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)