يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُۜ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِۖ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْۚ وَلْيُمْلِلِ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـٔاًۜ فَاِنْ كَانَ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَف۪يهاً اَوْ ضَع۪يفاً اَوْ لَا يَسْتَط۪يعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِۜ وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىۜ وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُواۜ وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغ۪يراً اَوْ كَب۪يراً اِلٰٓى اَجَلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰٓى اَلَّا تَرْتَابُٓوا اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُد۪يرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَاۜ وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْۖ وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَه۪يدٌۜ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | iman eden(ler) |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | تَدَايَنْتُمْ | birbirinize verdiğiniz |
|
6 | بِدَيْنٍ | borç |
|
7 | إِلَىٰ | kadar |
|
8 | أَجَلٍ | süreye |
|
9 | مُسَمًّى | belirli bir |
|
10 | فَاكْتُبُوهُ | onu yazın |
|
11 | وَلْيَكْتُبْ | ve yazsın |
|
12 | بَيْنَكُمْ | aranızda |
|
13 | كَاتِبٌ | bir yazıcı |
|
14 | بِالْعَدْلِ | adaletle |
|
15 | وَلَا |
|
|
16 | يَأْبَ | kaçınmasın (yazsın) |
|
17 | كَاتِبٌ | yazıcı |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | يَكْتُبَ | yazmaktan |
|
20 | كَمَا | şekilde |
|
21 | عَلَّمَهُ | kendisine öğrettiği |
|
22 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
23 | فَلْيَكْتُبْ | yazdırsın |
|
24 | وَلْيُمْلِلِ | yazdırsın |
|
25 | الَّذِي | kimse |
|
26 | عَلَيْهِ | üzerinde |
|
27 | الْحَقُّ | hak olan (borçlu) |
|
28 | وَلْيَتَّقِ | korksun |
|
29 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
30 | رَبَّهُ | Rabbi olan |
|
31 | وَلَا |
|
|
32 | يَبْخَسْ | eksik etmesin |
|
33 | مِنْهُ | ondan (borcundan) |
|
34 | شَيْئًا | hiçbir şeyi |
|
35 | فَإِنْ | eğer |
|
36 | كَانَ | ise |
|
37 | الَّذِي | kimse |
|
38 | عَلَيْهِ |
|
|
39 | الْحَقُّ | borçlu olan |
|
40 | سَفِيهًا | aklı ermez |
|
41 | أَوْ | yahut |
|
42 | ضَعِيفًا | zayıf |
|
43 | أَوْ | ya da |
|
44 | لَا |
|
|
45 | يَسْتَطِيعُ | güç yetiremiyecek |
|
46 | أَنْ |
|
|
47 | يُمِلَّ | kendisi yazdırmaya |
|
48 | هُوَ | o |
|
49 | فَلْيُمْلِلْ | yazdırsın |
|
50 | وَلِيُّهُ | onun velisi |
|
51 | بِالْعَدْلِ | adaletle |
|
52 | وَاسْتَشْهِدُوا | şahid tutun |
|
53 | شَهِيدَيْنِ | iki şahidi |
|
54 | مِنْ | -den |
|
55 | رِجَالِكُمْ | erkekleriniz- |
|
56 | فَإِنْ | eğer |
|
57 | لَمْ |
|
|
58 | يَكُونَا | yoksa |
|
59 | رَجُلَيْنِ | iki erkek |
|
60 | فَرَجُلٌ | (o zaman) bir erkek |
|
61 | وَامْرَأَتَانِ | iki kadın |
|
62 | مِمَّنْ | kimse |
|
63 | تَرْضَوْنَ | razı olduğunuz |
|
64 | مِنَ | -den |
|
65 | الشُّهَدَاءِ | şahidler- |
|
66 | أَنْ | ta ki |
|
67 | تَضِلَّ | şaşırırsa |
|
68 | إِحْدَاهُمَا | kadınlardan biri |
|
69 | فَتُذَكِّرَ | hatırlatması için |
|
70 | إِحْدَاهُمَا | biri |
|
71 | الْأُخْرَىٰ | diğerine |
|
72 | وَلَا |
|
|
73 | يَأْبَ | kaçınmasınlar |
|
74 | الشُّهَدَاءُ | şahidler |
|
75 | إِذَا | zaman |
|
76 | مَا | bir şeye |
|
77 | دُعُوا | çağrıldıkları |
|
78 | وَلَا |
|
|
79 | تَسْأَمُوا | üşenmeyin |
|
80 | أَنْ |
|
|
81 | تَكْتُبُوهُ | yazmaktan |
|
82 | صَغِيرًا | az olsun |
|
83 | أَوْ | veya |
|
84 | كَبِيرًا | çok olsun |
|
85 | إِلَىٰ | kadar |
|
86 | أَجَلِهِ | onu süresine |
|
87 | ذَٰلِكُمْ | bu |
|
88 | أَقْسَطُ | daha adaletli |
|
89 | عِنْدَ | katında |
|
90 | اللَّهِ | Allah |
|
91 | وَأَقْوَمُ | ve daha sağlam |
|
92 | لِلشَّهَادَةِ | şahidlik için |
|
93 | وَأَدْنَىٰ | ve daha elverişlidir |
|
94 | أَلَّا |
|
|
95 | تَرْتَابُوا | kuşkulanmamanız için |
|
96 | إِلَّا | ancak |
|
97 | أَنْ |
|
|
98 | تَكُونَ | olursa |
|
99 | تِجَارَةً | ticaret |
|
100 | حَاضِرَةً | peşin |
|
101 | تُدِيرُونَهَا | hemen alıp vereceğiniz |
|
102 | بَيْنَكُمْ | aranızda |
|
103 | فَلَيْسَ | yoktur |
|
104 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
105 | جُنَاحٌ | bir günah |
|
106 | أَلَّا | ötürü |
|
107 | تَكْتُبُوهَا | onu yazmamanızdan |
|
108 | وَأَشْهِدُوا | ve şahid tutun |
|
109 | إِذَا | zaman da |
|
110 | تَبَايَعْتُمْ | alışveriş yaptığınız |
|
111 | وَلَا |
|
|
112 | يُضَارَّ | asla zarar verilmesin |
|
113 | كَاتِبٌ | yazana da |
|
114 | وَلَا | ve |
|
115 | شَهِيدٌ | şahide de |
|
116 | وَإِنْ | eğer |
|
117 | تَفْعَلُوا | (bir zarar) yaparsanız |
|
118 | فَإِنَّهُ | şüphesiz |
|
119 | فُسُوقٌ | kötülük olur |
|
120 | بِكُمْ | kendinize |
|
121 | وَاتَّقُوا | korkun |
|
122 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
123 | وَيُعَلِّمُكُمُ | ve size öğretiyor |
|
124 | اللَّهُ | Allah |
|
125 | وَاللَّهُ | Allah |
|
126 | بِكُلِّ | her |
|
127 | شَيْءٍ | şeyi |
|
128 | عَلِيمٌ | bilir |
|
Kurtubi ayetin içinde 52 farklı konu olduğunu söyler. Elayn veddeyn ayetleri oldugunu söyler. Eğer parayı ödediniz ve ürünü bir ay sonra alacaksanız ödediğiniz para ayn gelecek olan ürün deyn dir. Eğer ürünü aldınız bir ay sonra parayı ödeyecekseniz aldığınız ürün ayn para deyn dir. Peşin satışlar “yedün bi yed” olarak adlandırılır. İbn Abbas’tan rivayetle İbn Kesir de yer alan kayda göre Bu ayet faiz yasağından sonra henüz olmamış hurmaları daha dalında iken satın alma yoluyla gerçekleşen ticari akde izin veren ayettir. Ve ayetin sonunda göreceğiniz üzere peşin satışların şahit tutularak yazılması gerekmez. O durumda şahit fiş veya faturanızdır zaten.
Bu ayet o günün çölünden bugünün milenyumuna ekonomi ve ticari anlamda tuttuğu ışıktır. Sanki bunda, gelecek çağların en büyük probleminin ekonomik alanda olacağına işaret vardır.
“Üzerinde hak bulunan (borçlu olan) Allah’tan sakınsın “bu ibare çok önemlidir. Geçmiş ayetlerde hac, Ramazan ayetlerinde takvadan bahsetmişti. Ey kulum sadece oruçta hacda takvanız önemli değil ticarette de takva sahibi olmanız gerek diyor. Burada alınması gereken çok dersler var müslümanlar için.
“Şahitlerden bir erkek iki kadın” konusu çoğu zaman yanlış yorumlanmıştır. Oysa ki tek kadının şahitliği yeterli olmayacak olsaydı Hz. Ayşe’den gelen bu kadar hadis olmazdı, peygamberimizin ev hayatını bilemezdik. 3000-5000 tl lik bir senet bir kontrat mı daha kıymetlidir yoksa peygamberimizin bir hadisi mi? Bir hadis raviliği için tek başına Hz. Ayşe kabul edilmiştir. Neden bundan daha değersiz bir kontrat bir borç senedi için tek başına bir kadın kabul edilmesin. Ayetteki ibare iki kadını bir erkeğe denk saymak değil Haksızlığı ölmeyip adaleti sağlama konusundaki titizlikle alakalıdır. Kadının ticaret ve ticari anlaşmalar konusundaki bilgisizliğinden kaynaklanabilecek muhtemel hataları önleyici bir tedbirdir.
Sözgelimi iki kadından biri unutmuşsa doğal olarak şahit ikiden teke düşecek sonuçta şahitlik yapan iki kadın değil tek kadın olacaktır.Zira Nisa 15. ve Nur 4 ve 8. ayetlerde zina davasında cinsiyete bakılmaksızın dört şahit istenir .Talak ikinci ayette boşanma için iki şahit istenir. Burada da maksat şahitlik yapacak kimsenin cinsiyeti değil hatta şahitlik bile değil, vadeli borçlanmalarda mağduriyeti önlemektir. Borç vermeyi bu kadar teşvik eden vahyin verilen borçların tahsili konusunu ihmal etmesi düşünülemezdi.
Son cümledeki füsuq/fısk kelimesi, meyvenin görünen kısmından bozulması anlamına gelir. Füsuquküm değil füsuqu biküm şeklinde kullanılmıştır. Yani ”Böyle yaparsanız, (Katip ve şahidi zarara sokarsanız) artık sizinle /sizin yapmanız sebebi ile başlayan bir ahlaki bozulma vardır. Siz böyle yaptığınız için gelecek nesillerden böyle yapanların günahından size de pay düşecektir.
Deyene دين : Şöyle kullanılır: دِنْتُ الرَّجُلَ adamdan borç aldım.
أدَنْتُ الرَّجُلَ Adamı borçlu yaptım ki bu da ona bir دَيْن, yani borç vermenle olur.
مُدايَنَة ve تَدايُن karşılıklı borç vermek demektir.
دِين sözcüğü ise tıpkı مِلَّة gibidir. Ancak müstear olarak taat, itaat, ceza ve karşılığını verme anlamları göz önünde bulundurularak ‘şeriat’ için kullanılmıştır.
فَلَوْلَٓا اِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَد۪ين۪ينَۙ Vakıa, 56/86 ayetinde zikredilen مَدِين lafzı bir görüşe göre دِينَ فُلان 'falan kişi nahoş ve fena bir şeye zorlandı' sözünden, diğer bir görüşe göre ise دِنْتُهُ 'ona karşılığını verdim (mükafatlandırdım veya cezalandırdım)' ifadesinden gelmektedir. Ve bazıları şehir anlamına gelen مَدِينَة kelimesini de bu kısımdan saymaktadır.
Deyn ve Karz Arasındaki Fark:
Karz daha çok bir malın kendisi ve veriq denilen gümüş ve mal için kullanılır. karz, dirhem olarak ödemek üzere dirhem olarak birinin malını almandır. Bu miktar geri ödeyinceye kadar senin üzerinde deyn (borç) olarak kalır. Her karz deyndir; her deyn ise karz değildir. Buna göre vadeli alınan malların bedelleri karz değil deyndir; çünkü karz borç alınan mal türünden olur; oysa deyn böyle değildir. İkisi arasında bu şekilde bir ayırım yapılabilir.
Dîn ve Millet Arasındaki Fark:
Millet, şeriatin bütününe, din ise şeriat mensuplarının her birinin sahip oldukları şeye verilen bir isimdir. Millet Allah’ı ikrar eden şeriatlerin ismidir, din ise bünyesinde bir şeriat barındırmasa bile insanların görüşlerine dayanan ve Allah’a yaklaştırdığına itikad edilen bir şeydir; şirk ehlinin dini gibi… Her millet bir dindir ancak her din bir millet değildir. Yahudilik bir millettir; çünkü bünyesinde bir takım şeriatler bulundurmaktadır. Oysa şirk bir millet değildir. Allah indinde din kuşkusuz İslam’dır. اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ Âl-i İmran, 3/19
Din kelimesi mutlak (kayıtlanmamış) olarak kullanıldığında karşılığında sevap olan genel tâat anlamına gelir. Mukayyed yani kayıtlanmış olarak getirilmesi durumunda ise anlamı değişir.
Arapçada millet kelimesinin aslı mell dir. Mell ise kurdun bir şeye atlayıp saldırmasıdır. Milletin böyle isimlendirilmesi ehlinin o millette sürekli olması sebebiyledir. Denilmiştir ki; miletin aslı tekrardır. Bu mana tekrar tekrar gidilip gelinerek çiğnenen yol için söylenen ’tarîkun melîlun (işlek yol) ifadesinden alınmıştır.
Aynı şekilde melel kelimesinin bir şeyin nefse bıkkınlık verecek kadar çok tekrar etmesi; millet kelimesinin de felaketler karşısında birbirini koruyan topluluğun davranış biçimi olduğu söylenmiştir. Din kelimesinin aslı ise tâattir. Kök anlamının adet kelimesi olması da caizdir. Daha sonra insan bünyesinin adet edinip sürekli hale getirdiği için tâat için din denilmiş olabilir.
Dîn ve Şeriat Arasındaki Fark:
Şeriat bir şeye doğru kat’ edilen yoldur. Bu nedenle suya giden yola şeriat ve meşre’at adı verilmiştir.
Şarî ifadesinin bu yolda çok mesafe alması sebebiyle verildiği söylenmiştir. Din ise kendisiyle mabuda itaat edilen şeydir. İbadet amacıyla yapılanlardan her biri din olduğu halde şeriat değildir. Bu anlamda şeriat millet kelimesine benzer. Ne var ki şeriat millet sözcüğünün ifade etmediği kat’ edilen yol manasını da ifade eder. Millet ise ehlinin o millette sürekliliğini ifade eder.
Din, beş manada tefsir edilir:
1 – Din tevhid manasında kullanılmıştır; şu ayeti kerimelerde olduğu gibi: اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ Âl-i İmran, 3/19 اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصاً لَهُ الدّ۪ينَۜ Zümer, 39/2
2– Din hesab manasında kullanılmıştır; şu ayeti kerimelerde olduğu gibi: Fatiha, 1/4 Mutaffifin 83/11 فَلَوْلَٓا اِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَد۪ين۪ينَۙ Vakıa 56/86 وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ Saffat 37/20
3– Din hüküm manasında kullanılmıştır; şu ayeti kerimelerde olduğu gibi: وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ Nur, 24/2 مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ Yusuf, 12/76
4– Din ile kulların kendisiyle Allah’a itaat ettikleri kurum olarak din kastedilmiştir; manasında kullanılmıştır; şu ayeti kerimelerde olduğu gibi: هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ Feth, 48/28
5– Din millet (din ve şeriat) manasında kullanılmıştır; şu ayeti kerimelerde olduğu gibi: قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ Âl-i İmran, 3/95
Bu kelimedeki asıl mana yönetmenin (program koyuculuğun) mukabili olan bir boyun eğme ve itaat etmektir. İş, hüküm, kanun yada ceza karşısındaki tâat, kulluk, mahkumiyet, yenilgi ve teslimiyete yakın bir anlam taşır.
Bu itibarla ceza, hesap, borç, tâat, zillet, âdet ve sahip oluş gibi kullanım yerleri sebebiyle lafız bunlarla açıklanır. Tüm bu kullanım yerlerine rağmen kelimenin manasına dair yukarıda zikrettiğimiz asl olan iki kayıt (boyun eğme ve itaat etme) bulunduğu unutulmamalıdır.
Fiilin if’al babında kullanımı hakkında olayın suduru ve faile nisbeti mülahaza edilirken mufâale ve tefâul bablarında istimrar (devamlılık) ön plandadır. Yani devamlı olarak borç alır demektir.
دَيْن kelimesinin mastar olduğu aşikardır. دِين ise bizzat hadisenin/durumun kendisidir. Bu sözcük mastardaki kaynaktan elde edilerek husule gelen şey anlamında mastar isimdir. (Müfredat-Mukatil b. Süleyman-Furuq-Tahqiq-Bursevi)
Kuran’ı Kerim’de farklı türevlerde 101 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri din, Medine, medeni, mütedeyyin, temeddün, mütemeddin, diyanet, medyun ve duyûndur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُۜ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِۖ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı, اِذَا تَدَايَنْتُمْ ‘ dur.
إِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. تَدَايَنْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَدَايَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِدَيْنٍ car mecruru تَدَايَنْتُمْ filine mütealliktir. اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru تَدَايَنْتُمْ fiiline mütealliktir. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ ‘ in sıfatı olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
فَ harfi اِذَٓا ‘ nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اكْتُبُو fiili نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لۡ emir lam’ıdır. يَكْتُبْ sükun ile meczum muzari fiildir. بَيْنَ mekân zarfı, يَكْتُبْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَاتِبٌ fail olup damme ile merfûdur. بِالْعَدْل car mecruru كَاتِبٌ ’ e mütealliktir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’ dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَدَايَنْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi دين ’ dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur(görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak, aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.
كَاتِبٌ kelimesi, sülâsi mücerredi كتب olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسَمًّى kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْۚ
Cümle, atıf harfi وَ ile اكْتُبُوهُ fiiline matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَأْبَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. كَاتِبٌ fail olup damme ile merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يَكْتُبَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. كَ harfi cer, مثل (gibi) manasındadır. مَا ve masdar-ı müevvel, كَ harfi ceriyle mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubdur. Takdiri, أن يكتب كتابة مثل ما علّمه الله (Allahın öğrettiği bir kitap yazmak) şeklindedir.
عَلَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. İkinci mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri, علّمه إيّاه şeklindedir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن استكتب الكاتب فليكتب (Katip yazmak isterse,yazsın) şeklindedir.
لۡ emir lam’ıdır. يَكْتُبْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi َعَلِم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلْيُمْلِلِ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـٔاًۜ
Cümle, atıf harfi وَ ile لْيَكْتُبْۚ ‘ e matuftur.
Fiil cümlesidir. لۡ , emir lam’ıdır. يُمْلِلِ sükun ile meczum muzari fiildir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عَلَيْهِ الْحَقُّ ’ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
İsim cümlesidir. عَلَيْهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحَقُّ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. لۡ , emir lam’ıdır. يَتَّقِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’ dir. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَبَّ lafza-i celâlin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَبْخَسْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. مِنْهُ car mecruru يَبْخَسْ fiiline mütealliktir. شَيْـًٔا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُمْلِلِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil ifâl babındadır. Sülâsîsi ملل ’dır.
İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَتَّقِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت ' ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاِنْ كَانَ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَف۪يهاً اَوْ ضَع۪يفاً اَوْ لَا يَسْتَط۪يعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ ’ nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ şart fiili olup, nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, كَانَ ’ nin ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عَلَيْهِ الْحَقُّ ‘ dur. Îrabtan mahalli yoktur.
عَلَيْهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحَقُّ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
سَف۪يهًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. ضَع۪يفًا atıf harfi اَوْ ile سَف۪يهًا ’ e matuftur. لَا يَسْتَط۪يعُ cümlesi, atıf harfi اَوْ ile كَانَ ’ nin haberine matuftur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَط۪يعُ damme ile merfû muzari fiildir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُمِلَّ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’ dir. هُوَ munfasıl zamir, يُمِلَّ ‘ deki faili tekid eder.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لۡ , emir lam’ıdır. يُمْلِلِ sükun ile meczum muzari fiildir. وَلِيُّ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْعَدْلِ car mecruru يُمْلِلْ fiiline mütealliktir.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُمْلِلِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil ifâl babındadır. Sülâsîsi ملل ’ dir.
İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَسْتَط۪يعُ fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi طوع’ dır.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اسْتَشْهِدُوا fiili نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
شَه۪يدَيْنِ mef’ûlun bih olup, nasb alameti يْ ‘ dir. مِنْ رِجَالِ car mecruru شَه۪يدَيْنِ ‘ nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَشْهِدُوا fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi شهد ‘ dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُونَا ‘ nın dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
يَكُونَا şart fiili olup, نَ ’ un hazfıyla nakıs meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi يَكُونَا ’ nın ismi olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. رَجُلَيْنِ kelimesi يَكُونَا ’ nın haberi olup nasb alameti يْ ‘ dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
رَجُلٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, الشهود (Şahitler) şeklindedir. Mübtedanın haberinin mahzuf olması da caizdir. Takdiri, فرجل وامرأتان يشهدون (Şahitlik eden bir erkek ve iki kadın) şeklindedir.
امْرَاَتَانِ atıf harfi وَ ile makabline matuftur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle رَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ ’ in mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَرْضَوْنَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرْضَوْنَ fiili نَ ‘ un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ الشُّهَدَٓاءِ car mecruru mahzuf mef’ûl olan zamirin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, ترضونه من الشهداء (Şahit olarak razı olduğunuz o kişi) şeklindedir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclih olarak mahallen mansubdur. Takdiri, خشية أن تضلّ إحداهما (Onlardan birinin şaşırmasından korkarak.) şeklindedir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَضِلَّ fetha ile mansub muzari fiildir. اِحْدٰيهُمَا fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰى cümlesi, atıf harfi فَ ile تَضِلَّ fiiline matuftur.
تُذَكِّرَ fetha ile mansub muzari fiildir. اِحْدٰيهُمَا fail olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاُخْرٰى mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur.
الْاُخْرٰى ve اِحْدٰي kelimeleri maksur isimlerdir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı
1) Harfi cersiz kullanımı:
Harfi cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef’ulün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ulün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُذَكِّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُواۜ
وَ atıf harfidir.Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَأْبَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. الشُّهَدَٓاءُ fail olup damme ile merfûdur.
إِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. دُعُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَا zaiddir.
دُعُوا iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf يَ üzere mukadder damme ile mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِذَا ’ nın cevabı mahzuftur.
وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغ۪يراً اَوْ كَب۪يراً اِلٰٓى اَجَلِه۪ۜ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسْـَٔمُٓوا fiili نَ ‘ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَكْتُبُو fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
صَغ۪يرًا hal olup fetha ile mansubdur. كَب۪يرًا atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur. اِلٰٓى اَجَلِ car mecruru تَكْتُبُوهُ ’ deki gaib zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَغ۪يرًا - كَب۪يرًا kelimeleri فَعِيلٌ vezninden sıfat-ı müşebbehedir.Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰٓى اَلَّا تَرْتَابُٓوا اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُد۪يرُونَهَا بَيْنَكُمْ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, كُمْ ise muhatap zamiridir. اَقْسَطُ haber olup damme ile merfûdur.
عِنْدَ mekân zarfı, اَقْسَطُ ’ ye mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَقْوَمُ atıf harfi وَ ile اَقْسَطُ ’ ye matuftur. لِلشَّهَادَةِ car mecruru اَقْوَمُ ’ ye mütealliktir. اَدْنٰٓى atıf harfi وَ ile اَقْسَطُ ’ ye matuf olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. لاَ nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf harf-i cerle اَدْنٰٓى ‘ ya mütealliktir. Takdiri, أدنى إلى عدم ريبتكم (Şüphe kalmayıncaya kadar) şeklindedir.
تَرْتَابُٓوا fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّٓا istisna harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, istisna-i munkatı üzere mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونَ nakıs, fetha ile mansub muzari fiildir. تَكُونَ ’ nin ismi müstetir olup takdiri هى’ dir. تِجَارَةً kelimesi تَكُونَ ’ nin haberi olup fetha ile mansubdur. حَاضِرَةً kelimesi تِجَارَةً ‘ in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
تُد۪يرُونَهَا cümlesi, تِجَارَةً ’ in ikinci sıfatı olup mahallen mansubdur.
تُد۪يرُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَيْنَ mekân zarfı, تُد۪يرُونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde irablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرْتَابُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ريب ’ dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
تُد۪يرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دور ’ dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَاضِرَةً kelimesi, sülâsi mücerredi حضر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَقْسَطُ - اَقْوَمُ - اَدْنٰٓى kelimeleri أفعل vezninden ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَاۜ
فَ istînâfiyyedir. لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
عَلَیۡكُمۡ car mecruru لَیۡسَ ’ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جُنَاحٌ kelimesi لَيْسَ ’ nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. لاَ nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf harfi cerle mahzuf habere mütealliktir. Takdiri, ليس عليكم جناح في عدم كتابتها (Yazmamakta size günah yoktur) şeklindedir.
تَكْتُبُو fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْۖ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَشْهِدُٓوا fiili نَ ’ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
إِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. تَبَايَعْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَبَايَعْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إذا تبايعتم فأشهدوا (Alış veriş yaptığınızda şahit tutun) şeklindedir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبَايَعْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi بيع’ dır.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur(görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak, aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.
وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَه۪يدٌۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يُضَٓارَّ sükun ile meczum meçhul muzari fiildir. Şedde sebebiyle iki sakinin birleşmesinden dolayı fetha ile harekelendi. كَاتِبٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. شَه۪يدٌ atıf harfi وَ ile كَاتِبٌ ‘ e matuftur.
يُضَٓارَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ضرر ’ dır.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاتِبٌ kelimesi, sülâsi mücerredi كتب olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَفْعَلُوا şart fiili olup, نَ ’ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
هُ muttasıl zamir إِنَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur. فُسُوقٌ kelimesi إِنَّ ’ nin haberi olup damme ile merfûdur. بِكُمْ car mecruru فُسُوقٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَ istînâfiyyedir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يُعَلِّمُ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’ e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ haber olup damme ile merfûdur.
يُعَلِّمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi علم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
عَل۪يمٌ۟ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُۜ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Münada olan has ismi mevsûl الَّذ۪ينَ ‘ nin sılası olan اٰمَنُٓوا cümlesi müsbet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.
Nidanın cevabı olan اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُۜ cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
Şart edatı اِذَا ‘ nın muzâfun ileyhi olan تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى şart cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
بِدَيْنٍ ‘ deki nekrelik herhangi bir manasında cins ifade eder.
فَ karinesiyle gelen cevap olan فَاكْتُبُوهُۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِۖ cümlesi وَ ‘ la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بَيْنَكُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
Emir üslubunda gelen bu iki cümle vaz edildiği anlamın dışında irşad kastı taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkeptir. Emir, doğru yolu göstermek ve nasihat amacıyla gelebilir.
بِدَيْنٍ - الْعَدْلِۖ kelimeleri, bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
تَدَايَنْتُمْ - بِدَيْنٍ ve لْيَكْتُبْ - كَاتِبٌ - اكْتُبُوهُۜ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’anı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır.
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine âmâdeyim” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Bu hitap Allah'ın müminlere yönelerek bu surede yaptığı ilk hitaptır. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an ’ da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Bu ayetin öncesindeki ayetlerde kazanç ve kazançtan infak etme konuları zikredilmiş, faizli işlemler yasaklanmış, alışverişe cevaz verilmiştir. Bu ayet-i kerîmede ise Cenâb-ı Hak akitlerin nasıl yapılacağını ve yazılacak anlaşmaları bildirmiştir. [Borç alıp verdiğiniz zaman] karşılığı borç olan bir bedeli verdiğiniz, akitler yaptığınız zaman demektir. Aslında تداَين kelimesinde zaten borç anlamı anlaşılıyorsa da burada ayrıca “borç” ifadesinin kullanılması bu durumu vurgu (tekit) içindir. Bir görüşe göre bu ifade anlamı umumileştirmek için kullanılmıştır. Yani az da olsa çok da olsa her türlü borç için bu işi yapın demektir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es - Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
İbn Abbas'a göre, bu ayette zikredilen borçlanmadan murad, selem (sonra verilecek meta, yahut görülecek iş için peşin olarak para ödeme) akdidir.İbn Abbas şunu da ilave etmiştir:"Allah (c.c) ribâyı haram kılınca selefi (selemi) helâl kıldı.(Ebüssuûd,İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
İlim adamlarımız (R.A) selemi şöyle tarif ederler: "Zimmette olmak üzere nitelikleri tesbit edilmiş, malum olan bir şeyin peşin bir mala ya da onun hükmündeki bir şey karşılığında, bilinen bir vadeye satılmasıdır." (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
تداَين karşılıklı borçlanma demektir. تداَين den sonra دَيْن [borç] kelimesinin zikri, تداَين kelimesinin mücâzât (amele karşılık ivaz, ecir ve ceza vermek) anlamında olmadığını bildirmek ve bunun vadeli ve vadesiz olmak üzere iki kısmı olduğuna ve yazdırmayı gerektiren kısmın vâdeli olan kısmı olduğuna dikkat çekmek içindir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ulemânın çoğunluğuna göre borç doğuran hukukî muameleyi yazmak müstehaptır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Şayet ayette geçen adı konulmuş manasındaki مُسَمًّى ifadesinin anlama ne katkısı vardır? dersen, şöyle derim: Bu kayıt, borç süresinin malûm olmasının: gün, ay ve yıl olarak vaktinin tayin edilmesinin gerektiğini öğretmek içindir. Bu durumda borç alışverişinde bulunan kimse süre tayini için “hasat zamanına kadar”, “harman zamanına kadar”, “hacıların dönüş vaktine kadar” şeklinde bir ifade kullanacak olsa, sürenin adını koymamış olduğu için, caiz olmaz. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ ayetinde إسْتَدَتْتُمْ veya أدَنْتُمْ yerine müfaale sigasının tercih edilmesi; yazılı olarak istenenin iki tarafa yani borç alan ve borç verene yönelik olmasıdır. Yazı borç veren için bir hak değildir. Bilakis borç veren bunu üstleniyorsa onun yazması vaciptir.Öyleyse borçlanma iki tarafı, borç vereni ve alanı kapsar. Biri borç vererek biri borç alarak birbirlerine borçlanmışlardır. إسْتَدَتْتُمْ ifadesi sadece borcu alan için, أدَنْتُمْ ifadeside borcu veren için kullanılır. Bundan dolayı müşarekete delalet eden müfaale sigası makama uygun olmuştur. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1624)
وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِۖ ifâdesi yazmanın keyfiyetini beyân ve icmali emirden sonra bunun kimin tarafından üstlenileceğini tayin etmektedir, فَاكْتُبُوهُۜ (Onu yazsın) değil de sadece وَلْيَكْتُبْ [yazsın] buyurulması ya mefûlün belli olmasından dolayıdır, ya da burada maksad fiilin bizzat kendisidir.
Ayetin manası ‘’aranızda süresi belirlenmiş bir borç muamelesi yaptığınız zaman onu yazın’’ şeklindedir. Burada بِدَيْنٍ ifadesinin tekrar edilme sebebi, devamındaki فَاكْتُبُوهُۜ [onu yazın] ifadesindeki zamirin işaret edeceği bir merci olması içindir. Zira بِدَيْنٍ ifadesi zikredilmemiş olsaydı, o zaman devamında “borcu yazın” manasında فاكتب دين denilmesi gerekecekti. O zaman da ayetin dizilişi şimdi olduğu kadar güzel olmayacaktı. Ayrıca ayetin şu kullanımı, yani دَيْنٍ kelimesinin nekre gelişi borcun ertelenmiş ve zamanında ödenmiş türlerini ihtiva eder. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl, Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
دَيْنٍ ‘ nin zahir olarak gelişi borcun ertelenmiş ve zamanında ödenmiş türlerine delalet etmesi içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru : 1623)
Ayetin بِدَيْنٍ olarak kayıtlanması; ya sadece ıtnâbtır. رَأيْتُهُ عَيْنِي (gözlerimle gördüm) لَمَسْتُهُ پِيَدِي (ellerimle dokundum) dedikleri gibi. Ya da فَاكْتُبُوهُۜ sözüne ait olan bir zamir olduğu içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Borcun yazılmasının emredilmiş olmasının sebebi, yazma işleminin unutma ihtimaline karşı en emin ve güvenli, inkâr ihtimalinden en uzak yol olmasıdır. Ayetteki emir teşvik manasındadır.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu ayetteki emir, hakiki anlamında değildir. “Nasihat ve irşâd” anlamında bir emirle, Yüce Allah, süreli borçlanma muamelelerinde, borcun miktarı ve zamanını sağlam bir şekilde tespit ve korumak için, muamelelerin yazılması hususunda kullarını irşat etmiştir. Karîne, 283. ayetteki فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ ifâdesidir. Zira borç verenin, alana, borcu yazmadan güvenmesini ifade eder.(Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)
وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْۚ
Cümle, وَ ‘ la, şartın cevabı olan فَاكْتُبُوهُۜ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede müsnedün ileyh olan كَاتِبٌ ‘ un nekreliği muayyen olmayan cins, kesret ve umuma işaret eder. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şumûle ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ’ i takib eden يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ cümlesi, masdar teviliyle يَأْبَ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Teşbih harfi كَ ile birlikte mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl يَأْبَ fiiline mütealliktir. Mevsûlün sılası olan عَلَّمَهُ اللّٰهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz, teberrük ve ikazı artırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
كَاتِبٌ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Fasılla gelen فَلْيَكْتُبْۚ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle, takdiri إن استكتب الكاتب (Bir katibin yazmasını isterseniz) olan mahzuf şartın cevabıdır. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Mahzuf şart ve mezkür cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَلْيَكْتُبْۚ - يَكْتُبَ - كَاتِبٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَ mef’ûlü mutlak konumundadır. Çünkü hazfedilmiş mastarının sıfatıdır. مَا ismi mevsûldür. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ [Hiçbir kâtip yazmaktan geri durmasın.] Bu üçüncü şahsa yapılan bir yasaklamadır. Bundan dolayı fiilin sonundaki ى harfi düşmüştür. اَلإِبَاءَ yüz çevirmek, kaçınmak demektir. Yani kâtip bu belgeyi yazmaktan kaçınmasın.(Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
كَاتِبٌ ’ daki tenvin hiçbir manasında olup, kâtiplerden hiçbiri anlamındadır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِۖ [Aranızda bir yazıcı da adaletle yazsın.] Burada yazılması emrolunan işin keyfiyeti açıklanıyor. بَيْنَكُمْ [Aranızda] ifadesi, yazan kimsenin tarafların ortasında bulunması, bunlardan birisinin sözüyle yetinmeyip ikisinin sözlerini de yazması gerektiğini bildirmektedir. Yazıcı, aynı zamanda adaletli olmalı, dürüst davranmalı, iki taraftan birine meyletmemeli, az ya da çok yazma yoluna girişmemelidir. Bu, aynı zamanda fakih, bilgili, güvenilir bir kâtibin seçilmesini de emretmektedir. Kâtip şeriat ölçüsünde hareket edecek ve adaletten ayrılmayacaktır. وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْۚ [Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın.] Bu borç işini yazmaktan hiçbir kimse kaçınmasın. Allah'ın öğrettiği şekilde belge ve vesikalara yazsın. O, yazılması isteneni yazsın. Burada “kaçınma” yasağından sonra tekrar yazsın ifadesinin zikredilmesi, konuyu pekiştirmek içindir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân, Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلْيُمْلِلِ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـٔاًۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la فَلْيَكْتُبْۚ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’ nin sılası olan عَلَيْهِ الْحَقُّ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْهِ car-mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekmek içindir.
وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ cümlesi, aynı üslupta gelmiş, وَ ’ la mâkabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûlun bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde ve Rab isminde tecrîd sanatı, tembih ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf رَبَّهُ izafetinde katibe aid zamirin Rab ismine izafe edilmesi, katibe şan ve şeref kazandırmanın yanında Allah’ın rububiyet vasfını hatırlatmak kastı taşımaktadır.
فَلْيَكْتُبْۚ - لْيُمْلِلِ emirleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yine وَ ’la makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـًٔاۜ cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Matuf ve matufun aleyh arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
شَيْـًٔاۜ ’ deki nekrelik nev ve kesret içindir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre umum ve şümul ifade eder.
وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ cümlesinde, sakındırmada mübalağa ifade etmek için Allah'ın ismi ile sıfatı bir arada gelmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
إمْلال kelimesi إمْلاء [İmlâ] kelimesinin aslı veya eşanlamlısıdır, ezbere söyleyip yazdırmak demektir. Bundan şu da anlaşılır ki, böyle bir borçlanmada borcun senede geçirilmesini asıl borçlu olan taraf teklif etmeli, o yazdırmalıdır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
وَلْيُمْلِلِ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ [Borçlu olan da yazdırsın.] ifadesinde geçen يُمْلِلِ kelimesi imlâ' manasınadır. İmlâ', gerekenin yazılması için kâtibe anlaşılır şekilde durumu aktarmaktır. Yani borçlu olan kimse de, söylenilen miktarın kendisinde olduğunu söylesin, susmasın. Çünkü hakkında şahitlik yapılan şey, mutlaka bunun ikrar olunmasıyla sabit olur. وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ [Rabbi olan Allah'tan korksun.] yazdıran kimse yüce Allah'tan korksun. وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـًٔاۜ [Borcundan hiçbir şeyi eksik bırakmasın.] Kâtibe yazdırılan hak konusunda hiçbir eksikliğe yönelmesin. Çünkü yazdıran kimseden böyle bir eksikliğe gitmesi düşünülebilir. Kâtip de fazla yazmaya kalkışabilir. Yazdıran kimsenin teklifi ve yükümlülüğü üzerinde ısrarla durulması, genel olarak insanın kendisinden zararı uzaklaştırmak, zimmetinde ve üzerinde bulunan şeyi de kaldırmak istemesindendir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
[Üzerinde hak bulunan (borçlu olan) Allah’tan sakınsın] ibaresi çok önemlidir. Geçmiş ayetlerde yani hac ve Ramazan ayetlerinde takvadan bahsedilmişti. Ey kulum sadece oruçta, hacda takvanız önemli değil ticarette de takva sahibi olmanız gerek denilmiştir. Burada müslümanlar için alınması gereken çok ders vardır.
فَاِنْ كَانَ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَف۪يهاً اَوْ ضَع۪يفاً اَوْ لَا يَسْتَط۪يعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِۜ
Cümle atıf harfi فَ ile nidanın cevabı olan … اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubundaki terkipte كَانَ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَف۪يهًا اَوْ ضَع۪يفًا cümlesi şarttır. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin ismi olan, has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sıla cümlesi olan عَلَيْهِ الْحَقُّ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحَقُّ muahhar mübtedadır. كَانَ ’nin isminin ismi mevsul olarak gelmesi sonraki habere dikkat çekmek içindir.
ضَع۪يفًا , muhayyerlik bildiren اَوْ atıf harfiyle nakıs fiil كَانَ ’nin haberi olan سَف۪يهًا ’e atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür. Bu kelimeler arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَانَ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ [Üzerinde hak bulunan kimse] ifadesinin (daha önce geçtiği için, bir zamir ile de belirtilmesi mümkün iken) sarahaten zikredilmesi, konuya ziyadesiyle açıklık getirmek içindir; buradaki emir ve nehyin borçlu ile ilgili olduğuna daha da açıklık getirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
سَف۪يهًا ve ضَع۪يفًا kelimeleri, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَوْ لَا يَسْتَط۪يعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ cümlesi اَوْ atıf harfiyle كَانَ ‘nin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ’i takib eden يُمِلَّ هُوَ cümlesi, masdar teviliyle لَا يَسْتَط۪يعُ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
فَ karinesiyle gelen فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِۜ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Borçlu olan kişinin özellikleri “sefih, zayıf veya güç yetiremeyecek olmak” şeklinde sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
يُمِلَّ - يُمْلِلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,
الْحَقُّ - الْعَدْلِۜ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَاِنْ كَانَ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ (Eğer üzerinde hak olan kişinin) yani borçlunun, aklı yerinde değilse, savurgansa, ölçüyü elden kaçıran biriyse, yahut çocuk veya bunamış bir yaşlıysa, ya da dilsizlik, tutukluk, bilgisizlik veya daha başka herhangi bir arızadan dolayı yazdıramayacak durumdaysa, onun işlerini üstlenen ve idaresini üzerine alan velisi yazdırsın. Bu kimse kayyım, vekili veya tercüman olabilir. Velisi fazlalık veya eksiklik yönüne gitmeden adaletle yazdırsın. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Bir görüşe göre sefih, bulûğ çağına erişse de reşit olmayan kişidir. Malını boş yere harcayıp israf edendir. Zayıf ise çocuktur. İmlâ ettiremeyen kişi delidir. Sefihin bu şekilde yorumlanması Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve İmam Şâfiî’nin görüşüdür.
فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِۜ [Onun velisi adaletle yazdırsın!] Yani o, yazdırma işlemini yapamadığı için yerine velisi geçsin ve bu işlemi o yaptırsın. Üç kişi zikredilmesine rağmen yazdırma fiili tekil olarak kullanılmıştır. Bunun sebebi onların arasına bir kelime getirilmiş olması yahut bu iş yapılırken sadece bunlardan biri bulunmasıdır. Veli de bu kişiye izâfe edilmiştir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et- Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ
Cümle, atıf harfi وَ ile nidanın cevabı olan … اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubundan emir üslubuna iltifat sanatı vardır.
Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اسْتَشْهِدُوا - شَه۪يدَيْنِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Bundan sonra yazdırmanın yeterli olmadığı, aynı zamanda şahit getirilmesi gerektiği zikredilmiş ve وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ [İki erkek şahit getirin.] buyurulmuştur. Yani bu belge için iki erkek şahit getirin demektir. اسْتشهِادُ ; şahitlik talep etmektir. İstif‘âl babının başındaki س harfi talep için gelir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Şahid ya belli bir kimsedir, veya buna şahid olan birçok insan vardır. Eğer şahid belli birisi ise, bu kimsenin şehadeti ifâ etmesi farz olur. Eğer birçok insan buna şahid olabilecek ise, bu şehadet farz-ı kifaye olur.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Borç konusunda size şahitlik edecek, mümin erkekler arasından iki kişi bulun. Âlimlerin cumhuruna göre bu şahitlerin taşımaları gereken şartlar içerisinde Müslüman olmanın yanı sıra hür ve bâliğ olmak da vardır. Ebû Hanîfe ’ye (v.150/767) göre aradaki din farklılığına rağmen, kâfirlerin birbirlerine karşı şahitlikleri geçerlidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl, Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
Cümle, atıf harfi فَ ile وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubundan şart üslubuna iltifat sanatı vardır.
اِنْ , şartiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ cümlesi şarttır. Menfi كَانَ fiilinin dahil olduğu isim cümlesidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede, îcâzı hazif sanatı vardır. رَجُلٌ mahzuf haberin mübtedası veya mahzuf mübtedanın haberidir.
وَامْرَاَتَانِ , tezat nedeniyle رَجُلٌ ‘ e atfedilmiştir.
رَجُلٌ ‘ nin mahzuf sıfatına müteallik mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ‘ in sılası olan تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ’ i takib eden تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا cümlesi, masdar teviliyle mef’ûl-i lieclihtir. Masdar-ı müevvel müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىۜ cümlesi فَ ile masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اسْتَشْهِدُوا - شَه۪يدَيْنِ -الشُّهَدَٓاءِ ve رَجُلَيْنِ - رَجُلٌ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَمْ يَكُونَا - كَانَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Mevcut nazm-i celilin diğer ifade seçeneklerine tercih edilmesi, ibhâmı (belirsizliği) tekit; yanılmanın iki kadından birine, hatırlatmanın da diğerine muayyen ve mahsus olduğu vehminden şiddetle sakındırmak içindir.
اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىۜ cümlesi, kadın şahitlerde sayı aranmasının illetini beyân etmektedir. Hakikatte illet, hatırlatmadır. Ancak yanılma, hatırlatmanin sebebi olduğu için onun yerine geçirilmiştir. Yani kadınlardan biri, şahadet konusu meselesinde yanılır veya unutursa, diğeri ona hatırlatsın diye iki kadın olması şartı getirilmiştir.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl, Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
[Eğer bu ikisi yoksa] yani iki erkek şahit yoksa [razı olacağınız] adalet vasfına sahip olduklarını bildiğiniz [bir erkek ve iki kadın şahit de olabilir;] o zaman bir erkek ve iki kadın şahitlik etsin. Ceza (had) ve kısas davaları dışında kadınların erkeklerle birlikte şahitlikleri Ebû Hanîfe ’ye göre makbuldür. [Çünkü kadınlardan biri şaşırdığında], unutarak, şahitliğe yol / imkân bulamadığında [diğeri ona hatırlatır.] فَتُذَكِّرَ ifadesinin mansup olması, mef‘ûlün leh olmasındandır. Yani anlam, “şaşırmasını irade ederek” şeklindedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
“Şahitlerden bir erkek iki kadın” konusu çoğu zaman yanlış yorumlanmıştır. Oysa ki tek kadının şahitliği yeterli olmayacak olsaydı Hz. Ayşe’den gelen bu kadar hadis olmazdı, peygamberimizin ev hayatını bilemezdik. 3000-5000 tl lik bir senet, bir kontrat mı daha kıymetlidir yoksa peygamberimizin bir hadisi mi? Bir hadis raviliği için tek başına Hz. Ayşe kabul edilmiştir. Neden bundan daha değersiz bir kontrat bir borç senedi için tek başına bir kadın kabul edilmesin. Ayetteki ibare iki kadını bir erkeğe denk saymak değil haksızlığı önleyip adaleti sağlama konusundaki titizlikle alakalıdır. Kadının ticaret ve ticari anlaşmalar konusundaki bilgisizliğinden kaynaklanabilecek muhtemel hataları önleyici bir tedbirdir.
Sözgelimi iki kadından biri unutmuşsa doğal olarak şahit ikiden teke düşecek sonuçta şahitlik yapan iki kadın değil tek kadın olacaktır. Zira Nisa 15. ve Nur 4 ve 8. ayetlerde zina davasında cinsiyete bakılmaksızın dört şahit istenir. Talak ikinci ayette boşanma için iki şahit istenir. Burada da maksat şahitlik yapacak kimsenin cinsiyeti değil hatta şahitlik bile değil, vadeli borçlanmalarda mağduriyeti önlemektir. Borç vermeyi bu kadar teşvik eden vahyin verilen borçların tahsili konusunu ihmal etmesi düşünülemezdi. İ(slamoğluna Reddiye:Kadının Şahitliği, Muhammed Yelkenci / Haksöz – Darusselam.)
وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُواۜ
Cümle, atıf harfi وَ ile وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
Muzari fiil sıygasında gelen cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari fiiller hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
لَا يَأْبَ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِذَا مَا دُعُواۜ ibaresinde, اِذَا şarttan mücerret, cümleye muzaf olan, zaman zarfıdır. لَا يَأْبَ fiiline mütealliktir.
اِذَا ‘ nın muzâfun ileyhi olan مَا دُعُواۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. دُعُواۜ ’ ya dahil olan مَا , tekit ifade eden zaid harftir.
دُعُواۜ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Henüz şahitlikleri gerçekleşmemiş kişilerin şahit olarak isimlendirilmesi kevniyet alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.
[Şahitler de] şehadet görevini ifa etmek üzere [çağrıldıklarında], bir görüşe göre bu ifade, “şahit gösterildiklerinde” anlamındadır. Böylece, henüz şahitlik yapmamış kimselerin şahit olarak isimlendirilmesi, yakında ‘gerçekleşecek olan’ şeyi gerçekleşmiş gibi değerlendirme yoluyla kullanılmış bir ifadedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُواۜ [Çağrıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin!] Bunun iki veçhi vardır: Çağrılanlar şehadeti taşımaktan ve onun getirdiği yüklere tahammül etmekten kaçınmamalıdırlar. Yahut, çağrıldıklarında onu yerine getirip şahitliği eda etmeliler. Birincisi teşvik etmek, ikincisi ise farziyet ifade etmek içindir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغ۪يراً اَوْ كَب۪يراً اِلٰٓى اَجَلِه۪ۜ
Cümle, önceki cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَكْتُبُوهُ صَغ۪يرًا اَوْ كَب۪يرًا اِلٰٓى اَجَلِه۪ۜ cümlesi, masdar teviliyle لَا تَسْـَٔمُٓوا fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Yazılacak olanların büyük ve küçük olarak açıklanması taksim sanatıdır.
كَب۪يرًا kelimesi تَكْتُبُوهُ fiilindeki gaib zamirden hal olan صَغ۪يرًا ‘ e tezat nedeniyle atfedilmiştir.
صَغ۪يرًا - كَب۪يرًا kelimeleri arasında muvazene ve tıbâk-ı îcâb sanatları vardır.
وَلَا تَسْـَٔمُٓو (usanmayın) ifadesinde سَاَّمَ kelimesi tembellikten kinaye olarak kullanılmıştır, çünkü tembellik münafığın sıfatıdır. Hadiste; “Mü’min tembelleştim demez” buyrulmuştur. Burada çok sık borç alışverişi yapan, bu sebeple de küçük büyük her borç alışverişinde ayrı bir sözleşme yazmak durumunda kalan, belki de bu yüzden çok yazmaktan usanmış olan kimse kastedilmiş olabilir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغ۪يرًا اَوْ كَب۪يرًا اِلٰٓى اَجَلِه۪ [Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin.] Yani küçük olsun büyük olsun, az olsun çok olsun bunları yazmaktan çekinmeyin. Bu konularda üşenmek günahtır. Bundan sakınmak lazımdır. صَغ۪يرًا kelimesi hal olarak mansubdur. Hazfedilmiş bir كَانَ ile mansub olduğu da söylenebilir.(Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi) ’t-tefsîr)
ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰٓى اَلَّا تَرْتَابُٓوا اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُد۪يرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَاۜ
İstînâfiye olarak fasılla gelen cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكُمْ mübteda, اَقْسَطُ haberdir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle önemini vurgular.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكُمْ ile Allah’ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde عِنْدَ lafza-i celâle muzaf olması sebebiyle şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrid sanatıdır. Ayrıca bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin zikri teşvik kastına matuftur.
وَاَقْوَمُ ve وَاَدْنٰٓى , haber olan اَقْسَطُ ’ ya atfedilmiştir. Hepsi de ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmişlerdir. اَقْوَمُ - اَقْسَطُ kelimeleri arasında, muvazene ve murâât-ı nazîr sanatları vardır.
لِلشَّهَادَةِ , ism-i tafdil vezninde gelen اَقْوَمُ ‘ ya mütealliktir.
لَا تَسْـَٔمُٓوا - لَا يَأْبَ ifadeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki لَا تَرْتَابُٓوا cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen إلى harf-i ceriyle اَدْنٰٓى ‘ ya mütealliktir. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
اِلَّٓا , istisna harfi, masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً cümlesi, masdar tevilinde müstesnadır. Masdar-ı müevvel, كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ‘ nin haberi olan تِجَارَةً için sıfat olan حَاضِرَةً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
تُد۪يرُونَهَا بَيْنَكُمْ cümlesi, تِجَارَةً için ikinci sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَاۜ cümlesi, masdar-ı müevvel olan تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. لَيْسَ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْكُمْ car-mecruru لَيْسَ ’ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جُنَاحٌ , muahhar mübtedadır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki لَا تَكْتُبُوهَاۜ cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen في harf-i ceriyle birlikte جُنَاحٌ ‘ un mahzuf sıfatına mütealliktir. Masdar-ı müevvel, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
تَكْتُبُو - لَّا تَكْتُبُو kelimeleri arasında tıbak-ı selb, تَكُونَ - يَكُونَا - كَانَ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذٰلِكُمْ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)
Bu hitab müminler içindir. Yani borcun, borçlunun ikrarıyla yazılması, Allah'ın hükmünde daha adaletli, şahadetin sabit olması için daha etkili, şahadetin ikame edilmesine daha yardımcı ve borcun cinsinde, miktarında, süresinde ve benzeri, hususlarda şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
“Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin.” Yani küçük olsun büyük olsun, az olsun çok olsun bunları yazmaktan çekinmeyin. Bu konularda üşenmek günahtır. Bundan sakınmak lazımdır. صَغ۪يرًا kelimesi hal olarak mansubdur. Hazfedilmiş bir كَانَ ile mansub olduğu da söylenebilir. [Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletlidir.] Yani adalete daha uygundur قسط adalet, مُٓقْسطُ adaletli, قاَسط ise zalim demektir. [Şehâdet için daha sağlamdır.] Yani şahitliği daha sağlam hale getirir. Şahit eğer sadece ezberine dayanırsa belki unutur. Ancak yazılı bir belgeye dayanırsa bu belge olduğu gibi kalır. [Şüpheye düşmemeniz için daha uygundur.] Yani şüpheye düşmemenizi sağlar. Miktar ve özellikler konusunda insan şüphe edebilir. Yazılı belgeye baktıklarında şüphe ortadan kalkar. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
Ayette itnaba neden olan tekrir sanatını Beyzâvî şöyle izah eder: “Lafza-i celalin üç cümlede de tekriri, ayrı ayrı olmalarındandır. Çünkü birincisi takvaya teşvik, ikincisi nimet vereceğine vaat, üçüncüsü de şanının büyüklüğüne dikkat çekmek içindir. Ayrıca ismin açıktan gelmesi, tazim ifade eder ve zamir kullanmaktan daha etkilidir. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)
Ayetteki اِلَّٓا yazma emrinden munkatı' (ayrı) bir istisnadır.(Ebüssuûd, İrşâdü’l -Akli’s - Selîm)
Ticaret ile kastedilen, kendisi ile ticaret yapılan, karşılıklı alınıp verilen bedellerdir. Ticaretin aralarında devretmesi ise alışverişte birinin diğerine elden ele bir şey vermesidir. Anlam; “ancak elden ele doğrudan alıp verdiğiniz bir alış veriş olursa onu yazmamanızda bir sakınca yoktur” şeklindedir. Çünkü borç alışverişinde olması muhtemel şeyler, bu tür bir alışverişte muhtemel değildir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْۖ وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَه۪يدٌۜ
وَ , istînâfiyedir.
İstînâfiye وَ ‘ ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
وَاَشْهِدُٓوا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart üslubunda gelen terkipte şart cümlesi olan تَبَايَعْتُمْۖ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’ nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.(Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
Şartın takdiri, فأشهدوا (şahit tutun) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَه۪يدٌۜ cümlesi وَ ’ la وَاَشْهِدُٓوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
لَا يُضَٓارَّ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَلَا شَه۪يدٌۜ , fail olan كَاتِبٌ ‘ a matuftur. Cihet-i camiâ tezayüftür. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.
تَبَايَعْتُمْ - تِجَارَةً kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَشْهِدُٓوا - شَه۪يدٌۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَه۪يدٌۜ ayetinin anlamı, kâtibin ve şahidin, kendilerinden talep edilen bu görevlerden kaçınmalarının ve [görevi üstlendiklerinde] tahrif, ilave ya da eksiltme yapmalarının yasaklanmış olmasıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْۖ ayeti anılan alım-satımlarda, yahut mutlak olarak bütün alım-satımlarda şahit bulundurun demektir. Zikredilen bu emirler, âlimlerin cumhûruna göre mecburiyet veya dinî zorunluluk değil mendûbiyet (dinî güzellik) ifade eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْۜ
Cümle, وَ ’ la önceki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubundan şart üslubuna iltifat sanatı vardır.
اِنْ , şartiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte تَفْعَلُوا cümlesi şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap olan فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْۜ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtiaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
وَ , istînâfiyedir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette daha önce gelen وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ cümlesiyle bu cümle arasında tenâsüb, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اتَّقُوا - لْيَتَّقِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ
وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ cümlesinde وَ istînâfiyedir. Müsbet muzari fiil sıygasıyla gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedün ileyh, telezzüz, teberrük ve teşvik için, lafza-i celâlle marife olmuştur.
Ayette daha önce gelen عَلَّمَهُ اللّٰهُ cümlesiyle bu cümle arasında tenâsüb, ıtnâb ve reddü’l -acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُعَلِّمُكُمُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allahü teâlânın يُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ [Allah size öğretiyor] buyurması, yani, "Allah size, dinî hususlarda güzel ve hoş olan şeyleri öğrettiği gibi, dünyevî hususlarda güzel ve ihtiyatlı olan şeyleri de öğretiyor" demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
وَ , istînâfiyedir. Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh, tazim ve haşyet duyguları uyandırmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِكُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan عَل۪يمٌ ‘ a takdim edilmiştir. شَيْءٍ ’ deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُعَلِّمُكُمُ - عَل۪يمٌ - عَلَّمَهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette tekrarlanan شُّهَدَٓاءِ - عَلَيْهِ - الْحَقُّ - الَّذ۪ي - اِذَا - اَجَلٍ - لْيَكْتُبْ - بَيْنَ - كَاتِبٌ - عَدْلِۖ - يَأْبَ - لْيُمْلِلْ - شَيْـٔاًۜ تَكْتُبُو- اَلَّا kelimeleri arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin son cümlesi, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde aynen veya ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Böyle tekrarlanan ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s.189)
Şayet bunu yapacak (zarar verecek) olursanız, bu, yoldan çıktığınız anlamına gelir. Allah’tan sakının; size Allah öğretiyor. Allah her şeyi bilir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Ayette itnaba neden olan tekrir sanatını Beyzâvî şöyle izah eder: “Lafza-i celalin üç cümlede de tekriri, ayrı ayrı olmalarındandır. Çünkü birincisi takvaya teşvik, ikincisi nimet vereceğine vaat, üçüncüsü de şanının büyüklüğüne dikkat çekmek içindir. Ayrıca ismin açıktan gelmesi, tazim ifade eder ve zamir kullanmaktan daha etkilidir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı, Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s - Selîm)
Kurtubi, ayetin içinde 52 farklı konu olduğunu söyler. Adının العين والدين ayeti olduğunu söyler. Eğer parayı ödediniz ve ürünü bir ay sonra alacaksanız ödediğiniz para العين , gelecek olan ürün الدين ‘ dir. Eğer ürünü aldınız bir ay sonra parayı ödeyecekseniz aldığınız ürün العين , para الدين ‘ dir. Peşin satışlar يدٌ بِيدٍ olarak adlandırılır. İbn Abbas’tan rivayetle İbn Kesir de yer alan kayda göre Bu ayet faiz yasağından sonra henüz olmamış hurmaları daha dalında iken satın alma yoluyla gerçekleşen ticari akde izin veren ayettir. Ve ayetin sonunda göreceğiniz üzere peşin satışların şahit tutularak yazılması gerekmez. O durumda şahit fiş veya faturanızdır zaten.
Bu ayet o günün çölünden bugünün milenyumuna ekonomi ve ticari anlamda tuttuğu ışıktır. Sanki bunda, gelecek çağların en büyük probleminin ekonomik alanda olacağına işaret vardır.