لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ٢٨٦
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | يُكَلِّفُ | teklif etmez |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | نَفْسًا | kimseye |
|
5 | إِلَّا | başkasını |
|
6 | وُسْعَهَا | gücünün yettiğinden |
|
7 | لَهَا | (herkesin) kendine |
|
8 | مَا | şey |
|
9 | كَسَبَتْ | kazandığı |
|
10 | وَعَلَيْهَا | ve aleyhinedir |
|
11 | مَا | şey (kötülük) |
|
12 | اكْتَسَبَتْ | işlediği |
|
13 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
14 | لَا |
|
|
15 | تُؤَاخِذْنَا | bizi sorumlu tutma |
|
16 | إِنْ | eğer |
|
17 | نَسِينَا | unutursak |
|
18 | أَوْ | ya da |
|
19 | أَخْطَأْنَا | yanılırsak |
|
20 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
21 | وَلَا |
|
|
22 | تَحْمِلْ | yük yükleme |
|
23 | عَلَيْنَا | bize |
|
24 | إِصْرًا | ağır |
|
25 | كَمَا | gibi |
|
26 | حَمَلْتَهُ | yüklediğin |
|
27 | عَلَى | üzerine |
|
28 | الَّذِينَ |
|
|
29 | مِنْ |
|
|
30 | قَبْلِنَا | bizden öncekilerin |
|
31 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
32 | وَلَا |
|
|
33 | تُحَمِّلْنَا | bize yükleme |
|
34 | مَا | şeyleri |
|
35 | لَا |
|
|
36 | طَاقَةَ | gücümüzün yetmediğimiz |
|
37 | لَنَا | bizim |
|
38 | بِهِ | ona |
|
39 | وَاعْفُ | ve affet |
|
40 | عَنَّا | bizi |
|
41 | وَاغْفِرْ | bağışla |
|
42 | لَنَا | bizi |
|
43 | وَارْحَمْنَا | bize merhamet et |
|
44 | أَنْتَ | sen |
|
45 | مَوْلَانَا | bizim sahibimizsin |
|
46 | فَانْصُرْنَا | bize yardım eyle |
|
47 | عَلَى | karşı |
|
48 | الْقَوْمِ | toplumuna |
|
49 | الْكَافِرِينَ | kafirler |
|
Kelefe كلف :
الكَلَف Bir şeyin yükünü yüklenmektir. التَّكَلُّف bir insanın bir işi yaparken çektiği zorluğu dışa yansıtmasıdır.
الكُلْفَة kavramı literatürde, zorluğun bir adı şeklinde kullanılmaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri külfet, teklif, tekellüf ve mükelleftir.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُكَلِّفُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl, fail olup damme ile merfûdur. نَفْسًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. وُسْعَهَا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُكَلِّفُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كلف ' dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ
İsim cümlesidir. لَهَا mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ' dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى 'dir.
وَ atıf harfidir. عَلَيْهَا mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اكْتَسَبَتْ ' dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اكْتَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى 'dir.
لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ [Herkesin kazandığı kendi lehine, işlediği kendi aleyhinedir.] Yani yaptığı hayır kendine fayda eder, işlediği kötülük de kendine zarar verir, onun günahından dolayı başkası sorumlu tutulmaz, onun ibadet ve itaatinden dolayı başkası sevap almaz. Şayet “Neden ayette hayırdan söz edilirken kazanmak manasındaki كَسَبَ ifadesi, şerden söz edilirken ise اكْتَسَبَ ifadesi kullanılmıştır?” dersen, şöyle derim: اكْتَسَبَ kelimesinde “seve seve yapma” manası vardır. Kötülükler insan nefsinin arzu ettiği şeyler olduğu ve nefis bunların cazibesine kapılıp sürekli onları emrettiği için, onları elde etme konusunda daha gayretkeş olur. İşte bu sebeple de kişi kötülüğü işleme konusunda daha gayretli, iktisaplı olur. Hayırda durum böyle olmadığı için, bu “seve seve yapma” manasına delalet etmeyen kesb masdarı kullanılmıştır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
اكْتَسَبَتْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi كسب 'dir.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâf olup, fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا nehiy harfi olup, olumsuz emir manasındadır. تُؤَاخِذْنَٓا sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ' dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Nidanın cevabı لَا تُؤَاخِذْنَٓا ' dır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَس۪ينَٓا şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن نسينا أو أخطأنا فلا تؤاخذنا (Unutur veya hata yaparsak bizi sorumlu tutma) şeklindedir.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. اَخْطَأْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُؤَاخِذْنَٓا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi أخذ ’ dur.
Mufaale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخْطَأْنَاۚ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خطأ ' dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâf olup, fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا nehiy harfi olup, olumsuz emir manasındadır. تَحْمِلْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ' dir. عَلَيْنَٓا car mecruru تَحْمِلْ fiiline mütealliktir. اِصْرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
كَ harf-i cerdir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallik olup mahallen mecrurdur. Takdiri; حملا كالذي حملته على الذين (O kimselere yüklediğin gibi bir yük) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası حَمَلْتَهُ 'dur. Îrabtan mahalli yoktur.
حَمَلْتَهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلَى الَّذ۪ينَ car mecruru حَمَلْتَ fiiline mütealliktir. مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâf olup, fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا nehiy harfi olup, olumsuz emir manasındadır. تُحَمِّلْنَا sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘ dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا , ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ ' dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref eder.
طَاقَةَ kelimesi لَا ' nın ismi olup, fetha üzere mebnidir. لَنَا car mecruru لَا ' nın mahzuf haberine mütealliktir. بِه۪ car mecruru نَا zamirinin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; لا تحمّلنا أمرا لا نطيقه معذّبين به (Eziyetine dayanamayacağımız bir şeyi bize yükleme) şeklindedir.
تُحَمِّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حمل ' dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اعْفُ dua manasında, illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ' dir. عَنَّا۠ car mecruru اعْفُ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اغْفِرْ dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ' dir. لَنَا۠ car mecruru اغْفِرْ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. ارْحَمْنَا۠ dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ' dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَوْلٰينَا haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ sebebiyyedir. انْصُرْنَا dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ' dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَى الْقَوْمِ car mecruru انْصُرْنَا fiiline mütealliktir. الْكَافِر۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ 'nin sıfatı olup nasb alameti ي ' dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْكَافِر۪ينَ , sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۜ
Ayet istînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr üslubu ile cümle, olumsuz anlamdan çıkarak müspet anlam ifade etmiştir.
Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, fiille ikinci mef’ûl arasındadır. يُكَلِّفُ , maksur/sıfat, وُسْعَهَاۜ maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir.
Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu durumda يُكَلِّفُ maksur/mevsûf, وُسْعَهَاۜ maksurun aleyh/sıfat olur. Yani fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. Her nefis sadece ve sadece, gücünün yettiğiyle mükelleftir.
Nefy ve istisna şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.
نَفْسٌ ’ deki nekrelik, kıllet ve cins ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma işarettir.
Mekan için kullanılan وَاسِعُ , kapsamın umumu için müstear olmuştur. Gücün yetmesi, çok sayıda insanı içinde barındırabilecek geniş bir alana benzetilmiştir.
وُسْعَهَا ; kapasite, واۚسعَ ; geniş demektir. Bu kelimede istiare vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Bakara/233)
وُسْعَ ; genişlik ve imkân insanın kuşatabileceği, yetersiz kalmayacağı, yaparken sıkıntıya düşmeyeceği şeydir. Anlam: “Allah herkesi ancak kudretinin kuşatacağı, bütün kudretini ve gayretini gerektirmeyecek şeylerle mükellef kılar” şeklindedir. (Zemahşeri, Keşşâf'An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
وُسْعَهَاۜ , lügatta bolluk,zenginlik, servet, güç, kuvvet, takat, kudret; vüs'at ise genişlik, bolluk, kudret, kuvvet, takat demektir. İnsanın vüs'unda veya vüs'atinde olan da insana sıkıntı ve darlık vermeyen, genişlik içinde yapılabilen işlerdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s -Selîm)
لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘ nın sılası olan كَسَبَتْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car-mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهَا , maksurun aleyh/sıfat, مَا كَسَبَتْ maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuarâ/113)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ cümlesinin atıf sebebi tezattır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İki car-mecrurun takdimi de ihtisas ifade eder.( Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَهَا مَا كَسَبَتْ cümlesiyle وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ cümlesi arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
مَا ‘ nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَسَبَتْ - اكْتَسَبَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَهَا - عَلَيْهَا arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Tıbâk ıstılah olarak da kelamda veya şiirdeki bir beyitte iki zıt şeyi bir arada zikretmek demektir. Bu zıt şeyler isim, fiil veya harf olabilir. Burada ل menfaat, عَلَى ise zarar manasındadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Hülâsa, Allah'ın sünneti değişmez kanunu odur ki bu ümmete kendi katından bir lütuf ve rahmet olarak güçlerini ve imkânlarını sonuna kadar kullanmadan, genişlik içinde, kolaylıkla yapabildikleri işlerle onları mükellef kılmıştır.
[Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir.] Bazı müfessirler, anlamı zorlayarak ayetin nazmına uysun diye bu ifadenin de müminlerin sözü olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bu ifadenin öncesi ve sonrası da onların sözleridir. Ancak müminlerin iki sözü arasında Allah Teâlâ’dan bir haber verilmiş olması da mümkündür. Bu da üçüncü şahıs veya ikinci şahıs sıygasıyla yapılır. Kur’an-ı Kerîm’de söz tamamlanmadan ara cümlelerin kullanımı yaygın bir üsluptur. Ayetin anlamı şöyledir: Allah Teâlâ hiçbir kula gücünün yetmeyeceği sorumluluğu yüklemez. Herkes yaptığı iyiliğin karşılığını, yaptığı kötülüğün cezasını alır. كَسب ve اكْتَسَبَ kelimelerinin ikisi de hem iyi hem de kötü iş yapmak anlamında kullanılır. Bir ayet-i kerîmede كَسب fiili [Günah işleyen] (Mâide 5/38) şeklinde, başka ayette de [Evet! Her kim kötülük ederse] (Bakara 2/81) şeklinde kullanılmıştır. Ancak iyilik ve kötülükten aynı anda bahsedildiğinde iki farklı fiil kullanılması kulağa daha hoş gelmektedir. كَسب fiilinin iyilik, اكْتَسَبَ fiilinin kötülük için kullanılması iftiâl babında zorlama anlamı olmasından dolayıdır. Günah ancak kulun kendini zorlaması ve nefsini hareket ettirmesi ile gerçekleşir. İyilikler ise akıl, din, müminler, salih insanlar ve umumi kurallar tarafından zaten beklenilen davranışlardır. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
- Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l - Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
اكْتَسَبَتْ iftial babıdır. Hem aşama aşama hem de zorla yapılan şeyleri ifade eder.
Bu fiilde işi benimsemek manası da vardır ki bu da nefsin şerre fazla ilgi göstermesinden ve tahsili için fazla çaba harcamasından ileri gelmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اكْتَسَبَ ; kişinin sadece kendisi için kazandığıdır, كَسب ise hem kendisi ve hem de başkası için kazanmaktır. Daha umumidir. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
Görünen o ki bu cümle Resul’ün ve müminlerin sözlerinin rivayetinden değil, Cenab-ı Hakk'ın kelamındandır, dolayısıyla söylenen sözler arasında bir itirazdır ve faydası; iman, teslimiyet ve itaatin meyvesini göstermektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
كَلَّفْتُهُ الشَّيْءَ فَتَكَلَّفَ (Ben onu bir şeyle mükellef kıldım, o da onu kabul etti) denir. "Külfet" bu kökten bir isimdir. Ayette geçen وُسْعَ ise insanın gücünün yettiği, zorlanmadığı şeydir. Ferrâ, bunun "vücud" (bulmak) ve "cühd" (meşakkat) gibi bir isim olduğunu söylemiştir. Bazıları da وُسْعَ , güçlük bakımından mechûdun (zorlanılan şeyin) altında olan, yani insanın gücü dâhilinde olan şeye dendiğini söylemişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
الاِكْتِسَابُ kelimesi, الكَسْبُ kelimesinden daha hususidir. Çünkü "kesb" kişinin hem kendisi hem de başkaları için bir şey kazanmasına, kesbetmesine denilir. الاِكْتِسَابُ ise insanın sadece kendisi için bir şey kazanması hakkında kullanılır. Mesela, فُلاَنٌ كَاسِبٌ لِاَهْلِهِ (falanca, çoluk çocuğu için kazanıyor, kesbediyor) denilir de مُكْتَسِبُ لِاَهْلِهِ denilmez. Keşşâf şöyle demektedir: Hayrı işlemek kesb kelimesiyle, şerri yapmak ise iktisâb kelimesiyle ifade edilir. Çünkü iktisâb, bir işte tasarrufta bulunma, çalışıp çabalama demektir. Şer, nefsin arzuladığı şeylerden olup nefis de ona can atıp çoğunlukla onu emredince, nefis onu kazanmak ve elde etmek için çok gayret eder ve çok didinir. İşte bu anlamdan dolayı nefis, şer konusunda "müktesibe" (çalışıp çabalayan) olarak isimlendirilmiştir. Hayır konusunda durum böyle olmayınca nefis, çalışıp çabalamaya delalet etmeyen bir şekilde vasfedilmiştir. Allahu a’lem. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb - Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَهَا مَا كَسَبَت buyruğundaki لَ , mülkiyyetin istimrar (devamına) ve ihtisasına delalet eder. Bu husus Hazret-i Peygamber (s.a.v) ' in: كُلِّ امْرِىءِ احَقُّ بِكَسْبِهِ مِنْ وَالِدِهِ وَوَلَدِهِ وَسَاءِرِ النَّاسِ اَجْمَعِينَ “Herkes, kendi kazandığına babasından, çocuğundan ve diğer bütün insanlardan daha fazla hak sahibidir." hadisiyle de kuvvet kazanır.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Onlara Fatiha Suresinde hamd öğretildiği gibi bu duayı yapmayı Cenab-ı Hakk'ın öğretmesi caizdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Lehimize olan كَسب ’ de, kazançta kolaylık manası vardır.
كَسب kolay ve iyi şeyler, اكْتَسَبَتْ ise zor şeyleri ifade eder. Haramlar ve insanın doğal olarak hoşlanmadığı şeyler insana zor gelir ve alışmak için zaman lazımdır. Alışsa bile ondan hiç mutlu olmaz. İnsanın tabiatı içkiden aslında hoşlanmaz. İnsan onu içmek için tabii meyline karşı direnç gösterir.
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. رَبَّنَا izafeti münadadır. Nida harfinin mahzuf olduğu cümle nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Kirmani “el acaib” adlı eserinde ‘’Kur’an’da mevcut رَبَّ kelimesinden önce nida harfi olan يا edatı tazim ve tenzih gayesiyle çokça hazf edilmiştir. Çünkü nidada bir bakıma emretme ifadesi vardır.’’ der. (İtkan, cilt 2, s.170)
Münada konumundaki رَبَّنَٓا izafetinde mütekellim zamirinin Rab ismine izafesi, mütekellim zamirinin aid olduğu kişilerin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.
Nidanın cevabı olan لَا تُؤَاخِذْنَٓا cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy üslubunda olmasına rağmen cümle dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Duaya dahil olan اِنْ نَس۪ينَٓا cümlesi ta’lil hükmünde olup fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Şart üslubunda gelen terkipte نَس۪ينَٓا şart cümlesi, mazi fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَوْ اَخْطَأْنَاۚ cümlesi, şart cümlesine اَوْ atıf harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
نَس۪ينَٓا - اَخْطَأْنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, فلا تؤاخذنا (bizi sorumlu tutma) şeklindedir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
Şart üslubunda geldiği halde dua manasında olan terkip mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Unutmak da hata yapmak da bilgiyle alakalıdır. Bilgi yoksa unutulacak veya hata yapılacak bir şey de yoktur.
لَا تُؤَاخِذْنَٓا [Bizi tutup azarlama] sözünün manası, "Bizi cezalandırma" demektir. Allah, günahkâr kimseyi azap ile muaheze eder. Günahkâr kimse de -birine yalvarıp yakaran, eteklerine yapışan kimse gibi- adeta ondan ısrarla af ve ihsan diler ve anlar ki kendisini azaptan kurtaracak O'ndan başka kimse yoktur. İşte bu sebepten dolayı kul, günahından ötürü Allah'tan korktuğunda yine O'na döner ve duaya sarılır.. Dolayısıyla bu durum burada, مُؤَاخَزَةٌ lafzıyla beyan edilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Mufâale babı mübalağa içindir. Yani, ‘’bizi unutkanlığa ve yanılgıya sevk etme!’’ demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Kastedilen; Allah'ı hoşnut etmeyen unutkanlık, hata yapma ve ihmalin sonuçlarıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Iki dua cümlesi arasında itiraziyye olan رَبَّنَا cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Nida harfi ve nidanın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Münada konumundaki رَبَّنَٓا izafetinde mütekellim zamirinin Rab ismine izafesi, mütekellim zamirinin aid olduğu kişilerin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini gösterir.
وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ cümlesi, önceki nidanın cevabı olan لَا تُؤَاخِذْنَٓا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Matufun aleyh gibi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy üslubunda olmasına rağmen cümle dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur عَلَيْنَٓا, ihtimam için, mef’ûl olan اِصْرًا ‘ a takdim edilmiştir. اِصْرًا ‘ daki nekrelik nev ifade eder.
Teşbih harfi ك ile mecrur mahaldeki masdar harfi مَا , amili olan لَا تَحْمِلْ fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir. Mef’ûlu mutlakın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
ما ’ nın sılası olan حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَا cümlesi masdar tevilinde, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , harf-i cerle birlikte حَمَلْتَهُ fiiline mütealliktir. Sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِنَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَا تَحْمِلْ - حَمَلْتَهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
اِصْرًا [ağır yük] kelimesinde istiare vardır. Emirler, yasaklar ağır yüke benzetilmiştir. Vech-i şebeh, her ikisinin de insanı zorlayan durum olmasıdır.
رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ [Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yaptığın gibi bize de ağır bir yük yükleme.] cümlesi, kendisinden önceki dua cümlesine matuftur. İki cümle arasına nidanın girmesi (رَبَّنَا ), yakarışı daha fazla tebarüz ettirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اِصْرًا ; taşıyıcısını olduğu yere çakılı bırakan, hareket etmesine izin vermeyen ağır yük demektir. Bu kelime birbirini öldürmek yani salihlerin buzağıya tapanları katletmesi, derideki / çarıktaki ve elbisedeki necaset bulaşmış yeri kesip atmak gibi zor mükellefiyetler için istiare yoluyla kullanılmıştır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِصْرًا , lügatte, kişiyi yerinde hapseden (hareket ettirmeyen) ağır yük anlamındadır. Burada kastedilen mana ise zor mükellefiyetlerdir. Bununla beraber bu cümledeki kelimeler değişik manalara gelecek şekillerde de okunmuştur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l - Akli’s-Selîm)
اِصْرًا ; esas anlamı esaret ve hapis manasıyla ilgili olup, altındakini ezen ve yerinden kıpırdatmayan ağır yük ve bağ demektir ki boyunduruk gibi ağır misaka, zor dayanılır ahde ve bağımlılığa yine bunun gibi akrabalık ve yakınlığa da denilir. Anlaşılıyor ki tarihte görüldüğü üzere, yahudi ve hristiyanlar gibi önceki ümmetlerde de katı hükümler ve yükümlülükler vardı. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, iki dua cümlesi arasında itiraziyyedir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi ve nidanın cevabı mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Mütekellimin Allah’ın rububiyet vasfını öne çıkararak yakarışına mübalağa katan رَبَّنَا ‘ nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ cümlesi, لَا تُؤَاخِذْنَٓا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Matufun aleyh gibi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy üslubunda olmasına rağmen cümle dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ' nın sılası olan لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ cümlesi, cinsini nefyeden لَا ’ nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. طَاقَةَ cinsini nefyeden لَا ‘ nın ismidir. لَنَا car-mecruru, لَا ‘ nın mahzuf haberine mütealliktir.
بِه۪ ' nin car-mecruru لَا 'nın mahzuf haberine mütealliktir.
وَاعْفُ عَنَّا۠ cümlesi, atıf harfi وَا ‘la لَا تُؤَاخِذْنَٓا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nehiy üslubundan emir üslubuna iltifat sanatı vardır.
Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Aynı üslupta gelen وَاغْفِرْ لَنَا۠ ve وَارْحَمْنَا۠ cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle وَاعْفُ عَنَّا۠ cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Bu cümleler de dua manası taşımaları sebebiyle emir üslubundan çıkmışlardır. Dolayısıyla cümleler mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
تَحْمِلْ - حَمَلْتَهُ - تُحَمِّلْنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاعْفُ - اغْفِرْ - ارْحَمْنَا۠ ve اِصْراً - يُكَلِّفُ - تُؤَاخِذْنَٓا - تَحْمِلْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme!] Yani ‘’bizi devamlı bir şekilde yaptığımızda zorlanacağımız şeylerle sorumlu tutma.’’ Burada asla güç yetirilmeyecek şeyler murat edilmemiştir. Çünkü böyle bir şey kimseden istenmez. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ ; ‘’Bizlere, bizden öncekilere verilen cezaları verme!’’ demektir. Bu şekilde dua eden müminler, daha önceki ümmetlerin mükellef oldukları ağır yükümlülüklerden muaf tutulmayı, sonra da onların bu mükellefiyetleri muhafaza etme konusundaki gevşeklikleri sebebiyle üzerlerine inen cezalardan muaf olmayı talep etmişlerdir. Bir görüşe göre burada kastedilen şey, güç yetirilemeyecek olan ağır mükellefiyetlerdir. Bu durumda ifade, وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا ifadesinin tekrarı mahiyetindedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l - Ekâvîl Fî Vucûhi’t - Te’vîl)
Ayette geçen الطَّاقَةَ kelimesi güç yetirmek ve muktedir olmak anlamlarına gelir. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın: وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ buyruğunun zahiri manası, "kendisine güç yetiremediğimiz şeyi bize yükleme!" şeklinde olur. Bu konuda söylenebilecek en son şey, bu lafzın bazı kullanış şekillerinde mecazen istikbâl anlamına geldiğidir... Ancak ne var ki aslolan, lafzı hakiki manasına hamletmektir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Cenab-ı Hak önceki ayette لَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا buyurmuşken, burada niçin لَا تُحَمِّلْنَا demiştir? Neden, birincisini حَمَلْ kelimesine; ikincisini de تَحْمِلْ kelimesine tahsis etmiştir? Çünkü; Güç olsa da bazı şeylerin taşınması mümkündür. Fakat takat getirilemeyen, güç yetmeyen şeyler de vardır ki bunları taşımak mümkün değildir. Takat getirilemeyen şeyde söz konusu olan ise onun sadece "yüklenilmesi" (تَحْمِلْ)' dir. Zor ve meşakkatli olan şeye gelince, bunu hem taşımak (حَمَلْ), yüklenmek ; hem de başkasına yüklemek (تَحْمِلْ) mümkündür. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk son ayet-i kerimede تَحْمِلْ (yüklemek) kelimesini zikretmiştir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
حَمل fiili de sülasi mücerred ve tef’îl babı iki farklı babda gelmiştir. Tef’îl babı fiile; çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
Burada tef’îl babı tadiye içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Allahu Teâlâ müminleri cemi sıyga ile ifade ederek, [Eğer unuttuk yahut yanıldıysak, bizi tutup azarlama; bizden öncekilere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme; takat getiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme!] diyerek, toplu bir biçimde bu duaları yaptıklarını nakletmiştir.
Ayeti kerimde 3 dua cümlesinin başına bulunan rabbena şeklindeki münada, yani Rabbenâ kelimesi 4. Duanın başında niçin zikredilmemiştir? "Bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen Mevlâmızsın bizim. Kafir toplumlara karşı da bize yardım et" . Bil ki, önceki üç çeşit duada taleb edilen şey, Allahü Teâlâ'nın yapmaması, o şeyleri terketmesidir. Bu duâlâr da "Rabbimiz.." lafzına bitişik olarak gelmiştir. Fakat bu dördüncü duâdâ Rabbenâ lafzı bulunmamaktadır; zahiri de, Allah'ın bir şeyi yapmasını istemeye delâlet etmektedir. Bu hususla ilgili iki soru vardır: Birinci soru: Burada niçin Rabbenâ lâfzı zikredilmemiştir? Cevap: Nida etmeye ancak, uzaklık söz konusu olduğu zaman ihtiyaç duyulur. Nida edilen şey yakın olduğunda ise, nidaya ihtiyaç duyulmaz. Bu duada (Yâ Rabbenâ) nidası, kulun yalvarıp yakarmaya devam ettiğinde Allah'a kurbiyyete nail olacağını bildirmek için hazf edilmiştir. Bu, kendisiyle başka sırlara muttali olunacak büyük bir sırdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb) "Afv", "mağfiret" ve "rahmet" kelimeleri arasında ne fark vardır? Cevap: Afv, kuldan cezanın düşmesidir; mağfiret, kulu utandırmak ve rezil-rüsvay etmek azabından koruyarak, onun suçunu örtmektir. Buna göre kul sanki şöyle demektedir: "Senden afv diliyorum. Beni affettiğin zaman, günahımı ört! Çünkü, kabir azabından halâs olmak, ancak onun peşinden utanç azabından da halâs olunduğunda, kurtulunduğunda hoş olur.." Birincisi cismanî, ikincisi ise ruhanî bir azâbtır. Kul her ikisinden de kurtulunca, mükâfaat istemeye yönelir. Bu da iki kısımdır: Cismânî mükâfaat ki bu cennet nimetleri, onun lezzetleri ve oradaki hoş ve güzel şeylerdir. Diğeri ise, ruhanî bir mükâafattır ki bunun da zirvesi, Allah'ın celâl nurlarının o kimseye tecelli etmesi ve, takati nisbetinde Allah'ın kibriyâsının, yüceliğinin o kimseye inkişâf etmesi, zuhur etmesidir. Bu da, o kimsenin Allah'ın dışında bulunan herşeyden sıyrılarak, tamamiyle Allah'ın celâlinin nuruna boğulmasıyla, istiğrakıyla mükmün olur. Buna göre Cenâb-ı Hakk'ın "Bize merhamet et!" buyruğu cismanî mükâfaatı; O'nun bundan sonra demesi de, "ruhanî mükâfaatı" ve kulun bütün benliğiyle Allah'a yönelmek istediğini gösterir. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın "Sen Mevlâmızsın bizim" buyruğu, o anda bulunan kimselerin (hâzirûn) yaptığı bir hitâbtır. Belki de kelâmcılardan pek çoğu, bu açıklamaları tuhaf görür ve bunların tâat kabilinden söylenilmiş şeyler olduğunu söylerler. Yemin ederim ki, onlar söyledikleri şeylerde doğru söylemektedirler, zira onların ilimdeki dereceleri budur. "Şüphesiz ki Rabb'in, yolundan sapan kimseleri çok iyi bilenin ta kendisidir. O, hidâyete ulaşmış olan kimseleri de pek İyi bilendir" (Necm, 30). (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb)
اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اَنْتَ مَوْلٰينَا cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin izafetle marife olması, veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) kastına matuftur.
Ayetin son cümlesi olan فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ‘ye dahil olan فَ ta’liliyedir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda inşâî isnad olmasına rağmen cümle dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Buradaki فَ harfi ‘’mevla oluşu’’ tefri’ (niteleme) içindir. Çünkü mevla’ya düşen kölesine yardım etmek, zafer vermektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
الْكَافِر۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَنَا - إِن - رَبَّنَا - لَا - عَلَى kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bakara Suresinin son iki ayeti hüsnü’l-hâtime sanatının en güzel örneğidir.
Kur’an-ı Kerim’deki herhangi bir surenin ağırlık noktasını oluşturan temel konunun genel olarak ayet sonlarına yansıması da muhakkak ki bir uyumun göstergesidir. Bakara suresinin fasılaları genel olarak takva içerikli fiillerle sonlanmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Bu cümlede niçin رَبَّنَا lafzı zikredilmemiştir? Cevap: Nida etmeye ancak uzaklık söz konusu olduğu zaman ihtiyaç duyulur. Nida edilen şey yakın olduğunda ise nidaya ihtiyaç duyulmaz. Bu duada رَبَّنَا nidası, kulun yalvarıp yakarmaya devam ettiğinde Allah'a kurbiyete nail olacağını bildirmek için hazf edilmiştir. Bu, kendisiyle başka sırlara muttali olunacak büyük bir sırdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb)
Cenâb-ı Hakk'ın اَنْتَ مَوْلٰينَا [Sen Mevlamızsın bizim] buyruğunda şöyle bir anlam vardır. Bu kelime, kulun son derece huşu ve inkiyâd içinde bulunduğunu; kendisine ulaşan her nimetin sahibinin Allah olduğunu ve elde ettiği her türlü ikramı ve ihsanı O'nun lütfettiğini itiraf ettiğini gösterir. Hiç şüphesiz işte bu sebeple kullar dua ederken, Allah'ın lütfu ve ihsanına dair söz ederlerken kendilerinin, ancak Cenab-ı Hakk'ın tedbiriyle işlerinin tamamlanacağı bir çocuk ve ancak Mevlasının ıslahıyla işlerinin yoluna gireceği bir kul durumunda olduklarını; Allahu Teâlâ'nın gökler ve yerin Kayyûm'u olduğunu, bütün işleri yoluna koyan olduğunu, "Ne güzel Mevla, ne güzel yardımcı" (Enam. 40) ayetinde de belirttiği gibi hakikatte her şeyin müdebbiri (yöneticisi) O olduğunu izhar etmişlerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)