Tâ-Hâ Sûresi 131. Ayet

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى  ١٣١

Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve asla
2 تَمُدَّنَّ dikme م د د
3 عَيْنَيْكَ gözlerini ع ي ن
4 إِلَىٰ doğru
5 مَا şeylere
6 مَتَّعْنَا faydalandırdığımız م ت ع
7 بِهِ onunla
8 أَزْوَاجًا bazı zümreleri ز و ج
9 مِنْهُمْ onlardan
10 زَهْرَةَ süsüne ز ه ر
11 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
12 الدُّنْيَا dünya د ن و
13 لِنَفْتِنَهُمْ kendilerini denemek için ف ت ن
14 فِيهِ o konuda
15 وَرِزْقُ ve rızkı ر ز ق
16 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
17 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
18 وَأَبْقَىٰ ve daha süreklidir ب ق ي
 
Hz. Peygamber’in ve ona inananların büyük sıkıntılar çektiği bir dönemde inmiş olan bu sûre, –ilk âyetlerinde olduğu gibi– Resûlullah’ın ve müminlerin moral gücünü artıran açıklamalarla sona ermektedir. Birçok âyette inkârcı kavimlerin başlarına gelen felâketlerden söz edilip bunlardan ibret alınması istenirken, Kur’an’ın ilk muhatapları arasında da artık bir ilâhî ceza gelmesi konusunun zihinleri kurcalaması tabii idi. Zira o sıralarda müşrikler müminlere karşı baskı ve işkencelerini gitgide arttırıyor ve gerçek peygamber olmadığına insanları inandırmak üzere Resûlullah hakkında küstahça nitelemelerde bulunuyorlardı. Bu durum inkârcı kesim açısından bir meydan okuma anlamı taşıdığı gibi, inançlı kesimde de Allah katından onlara ağır bir şamar inmesi beklentisini doğuruyordu. Bu âyetlerde yine ilâhî irade ile belirlenmiş vade dolmadıkça bu inkârcıların kökünü kazıyan bir ceza gelmeyeceği bildirilmekte; müminlerin İslâm mesajının hedefine ulaşması için bu tür beklentilere bel bağlamak yerine karşılaştıkları zorluklara katlanmaları, sürekli bir ibadet bilinci ve disiplini içinde mücadeleye devam etmeleri istenmekte; Allah yolunda eziyete katlanmalarına ve çalışıp çabalamalarına Allah’ın ihtiyacı olmayıp bunu asıl kendi iyilikleri için yapmış olacaklarına dikkat çekilmektedir. Mutlu geleceğe ancak Allah’a saygı şuuru içinde yaşayanların erişebileceği hatırlatılmaktadır.
 
 129. âyette sözü edilen vade ve zamanı geldiğinde verilecek ceza hakkında şöyle yorumlar yapılmıştır: Vade kıyamet günü, ceza cehennem azabıdır; vade her bir inkârcının ölüm vakti, ceza kabir azabıdır; vade Bedir Savaşı, ceza o gün azılı birçok inkârcının öldürülmesidir (İbn Atıyye, IV, 69).
 
 Tefsirlerde 130. âyette beş vakit namazın kastedildiğini ispatlamaya çalışan yorumlar yer almakla beraber, –bu sûrenin indiği dönemde henüz beş vakit namaz farz kılınmadığına göre– burada asıl amacın müminleri Allah’ı tesbih etmeye yani O’nun yüceler yücesi olduğunu ve her türlü eksiklikten uzak bulunduğunu daima hatırlarında tutup her fırsatta söz ve eylemleriyle bu inancı ortaya koymaya teşvik etmek olduğu, bunun da bireyi mânevî doyuma ve iç huzura kavuşturmayı hedeflediği anlaşılmaktadır.
 
 131. âyette Resûlullah’ın şahsında müminlere yapılan uyarı, 129. Âyette işaret edilen beklentinin bir başka türünü, yani bazı müminlerin Allah’ın birliğini inkâr edenlerin ferah fahur yaşantısına özenmiş olabilecekleri hatıra getirmektedir. Bu ve benzeri birçok âyette belirtildiği üzere, dünya hayatındaki refah düzeyi ebedî mutluluğun ve hele Allah’ın hoşnutluğunun göstergesi değildir; bu hayat bir sınavdan ibarettir. Fakat yaklaşım, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın dünya hayatını fakru zaruret içinde geçirmeye bağlı olduğu gibi ters bir mantık işletilmesinede izin vermez; aksine âyette sadece, Allah’a ve O’nun dinine sırt çevirip kendilerini geçici dünya nimetlerinin debdebesine kaptırmış olanların bu haline aldanılmaması ve onlara özenilmemesi istenmiş, Allah’ın hoşnutluğuna uygun olarak elde edilen maddî ve mânevî imkânların ise en iyi ve sonuçları itibariyle en kalıcı olduğu belirtilmiştir. Mümin helâlinden elde ettiği dünya nimetlerinden yararlanır, başkalarına da yardım eder; yokluk ve yoksulluk halinde çökmez, ayakta kalmasını, rabbine güvenmesini ve O’nun rızâsını elde etme bilinci içinde mutlu olmasını bilir. 
 
 130 ve 131. âyetlerin içeriği ve sûrenin anlam örgüsüne sıkı biçimde bağlı olduğu dikkate alındığında bunların Medine’de indiğine dair rivayeti tereddütle karşılamak gerekir; özellikle üslûp açısından bunların Mekkî âyet özelliği taşıdığı görülmektedir (Derveze, III, 95). 
 
 133. âyette “Peki önceki sahifelerde bulunan açık kanıt onlara gelmiş değil mi?” buyurularak, Kur’an’ın önceki peygamberlere indirilenlerle aynı temel gerçekleri dile getirdiği hatırlatılmakta, aynı zamanda önceki kitaplarda Muhammed aleyhisselâmın geleceğini haber veren işaretlere ilişkin bir imada bulunulmaktadır. Eski kutsal kitaplarda Hz. Muhammed’in peygamberliğini müjdeleyen bu bilgiler İslâm kaynaklarında “beşâirü’n-nübüvve” veya kısaca “beşâir” diye anılır (bilgi ve örnek için bk. A‘râf 7/157; Esed, II, 644).
 
 134. âyette, ilâhî çağrıya uymamakta direndikleri ayan beyan görülen ve Allah’ın ezelî ilminde öyle davranacakları belli olan bir topluluktan söz edilirken dahi, “Eğer gerekli tebligat yapılmadan cezaya çarptırılmış olsalardı haklı konuma gelebilirlerdi” biçiminde bir anlatıma yer verilerek, Kur’an’da değişik şekillerde ifade edilen “bildirimde bulunmadan sorumlu tutmama” ilkesine vurgu yapılmaktadır.  
 
135. âyette sûrenin başındaki hitabın amacıyla bağlantılı olarak Resûlullah’a ve ona gönülden bağlananlara şöyle bir mesaj verildiği anlaşılmaktadır: Müminlerin âhirette bütün hakikatlerin ortaya çıkacağına inanarak beklemelerine mukabil, kendini kişisel arzularının veya çevresel etkilerin anaforuna bırakmış insanlar da onların iddialarının boşa çıkacağı gibi bir beklenti içindedirler; tebliğ görevi hakkıyla yerine getirildikten sonra onlar bu tavırlarında ısrar ediyorlarsa, dünya hayatında insana verilen seçim özgürlüğünün bir sonucu olarak bu kuruntularıyla baş başa bırakılmalıdırlar, ama bir gün gerçekleri bütün çıplaklığıyla görüp anlayacaklardır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 660-662
 

Zehera زهر : Bu kelimedeki asıl mana bir şeyde bulunan parlaklıktaki tekemmüldür. O şey maddi ya da manevi olabilir. Bu onun cinsinin gerektirdiği şekilde güzellik, duruluk, ziya, nur, renk, süs, tazelik ve yumuşaklık şeklinde tezahür edebilir. (Tahqiq)

Kuran’ı Kerim’de isim olarak sadece bu ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Zehra, Zühre Yıldızı ve zührevi (hastalıklar)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَمُدَّنّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. 

عَيْنَيْكَ  mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti ى ‘dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَا  müşterek ism-i mevsûl  اِلٰى  harf-i ceriyle  تَمُدَّنَّ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  مَتَّعْنَا بِه۪ٓ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

مَتَّعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بِ sebebiyyedir. بِه۪ٓ  car mecruru  مَتَّعْنَا  fiiline mütealliktir. اَزْوَاجاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  اَزْوَاجاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

زَهْرَةَ  kelimesi   بِه۪ٓ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.

لِ  harfi,  نَفْتِنَهُمْ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  مَتَّعْنَا  fiiline mütealliktir.

نَفْتِنَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ف۪يهِ  car mecruru  نَفْتِنَهُمْ  fiiline mütealliktir.   

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَتَّعْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  رِزْقُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خَيْرٌ  haber olup damme ile merfûdur.  اَبْقٰى  atıf harfi  وَ ’la makabline matuf olup, mukadder damme ile merfûdur. 

خَيْرٌ  -  اَبْقٰى  ; ism-i tafdildir. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır. Cümle, nun-i sakile ile tekid edilmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cerle birlikte  تَمُدَّنَّ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

مَتَّعْنَا  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مَتَّعْنَا  fiiline müteallik  بِه۪ٓ  car mecruru, konudaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.  بِه۪ٓ  car mecrurundaki  بِ , sebebiyet içindir.

Mef’ûl olan  اَزْوَاجاً ’deki nekrelik, kesret, tazim ve nev ifade eder.

مِنْهُمْ  car mecruru, اَزْوَاجاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

زَهْرَةَ  kelimesi   بِه۪ٓ ’deki zamirin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır. 

الدُّنْيَا , muzâfun ileyh konumundaki  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sebep bildiren  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup  لِ  harfiyle  مَتَّعْنَا  fiiline mütealliktir.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  ifadesinde istiare sanatı vardır. Bu ifadede dünya hayatı allanıp pullanarak hoş gösterilen, bir mala benzetilmiştir. Çünkü süsleme gerçekte maddi şeyler için söz konusudur. Bununla kastedilen, dünyadaki hoşa giden şeylerin sonunda yok olacağını bildirmektir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ  [Göz uzatmak, gözünü dikmek] ibaresinde istiare vardır. Dünya nimetlerine rağbet etmek anlamındadır. Câmi’, her ikisindeki nefis memnuniyetidir. 

Müsteâr ‘‘gözü dikmek”tir, hissîdir. Müstearun leh “dünyayla meşgûl olmak ve rağbet etmek”tir, aklîdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Car mecrur  ف۪يهِۜ ’deki  هِۜ  zamiri, ism-i mevsûlle ifade edilen Allah’ın verdiği dünya nimetlerine aittir. Bu ibaredeki  ف۪ٓي  harfinde istiare vardır. ف۪ٓي  hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan dünya nimetlerinin, zarfiyet özelliği yoktur. Dünya nimetleriyle, bunlardan faydalanan insanın ilişkisi, zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin tahakkukudur.

Harflerde istiare kurulurken harfe değil, müteallakına itibar edilir. Müteallak müştak olduğu için de istiare; tebeiyye olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  [Dünya hayatının süsü] terkibinde teşbîh-i temsîlî vardır. Yüce Allah çiçeği dünya nimetlerine misal verdi. Çünkü çiçeğin görünüşü güzeldir fakat bir müddet sonra kurur ve dağılır gider. Dünya ni­meti de böyledir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 


 وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh olan  رِزْقُ رَبِّكَ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

رِزْقُ رَبِّكَ  izafetinde, Rab ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle  كَ  zamirinin ait olduğu  Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Yine Rab ismine muzâf olması  رِزْقُ  için tazim ifade etmiştir.  

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَبْقٰى , tezâyüf nedeniyle haber olan  خَيْرٌ ’e atfedilmiştir. Müsned konumundaki bu kelimeler, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Ayrıca aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَتَّعْنَا - رَبِّكَ  kelimeleri arasında mütekelimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

رِزْقُ - مَتَّعْنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı sanatı vardır.