Enbiyâ Sûresi 40. Ayet

بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ  ...

Şüphesiz o (tehdit edildikleri azap) onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşkınlıktan dondurup bırakacak. Artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek, ne de kendilerine göz açtırılacak.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ doğrusu
2 تَأْتِيهِمْ o onlara gelecek ا ت ي
3 بَغْتَةً ansızın ب غ ت
4 فَتَبْهَتُهُمْ onları şaşırtacak ب ه ت
5 فَلَا
6 يَسْتَطِيعُونَ güçleri yetmeyecek ط و ع
7 رَدَّهَا onu reddetmeye ر د د
8 وَلَا ve ne de
9 هُمْ kendilerine
10 يُنْظَرُونَ süre verilecek ن ظ ر
 
Hz. Peygamber putların tanrı olamayacağını, dolayısıyla kimseye fayda veya zarar veremeyeceğini söylediği ve puta tapanları kınadığı için müşrikler onunla karşılaştıklarında “İlâhlarınızı diline dolayan bu mu?” diyerek onu küçümseyip kendisiyle alay ederlerdi; hatta Allah’ın birlik vasfı ve rahmân ismiyle anılmasına, O’nun gönderdiği kitabın zikredilmesine tahammül edemezlerdi. Bu âyetlerde onların bu küstahça tutumu kınayıcı bir üslûpla dile getirilmekte; daha sonra âhiret inancı ve sorgulamasıyla ilgili aynı alaycı ve inkârcı yaklaşımları özetlenerek beklemedikleri o günün, hak ettikleri o cezanın mutlaka gerçekleşeceğine dikkat çekilmektedir.
 
 Müfessirlerin bu 39. âyetle ilgili yorumlarını iki şekilde özetlemek mümkündür: a) Âyet müşriklerin Bedir Savaşı’nda karşılaşacakları ceza ve hezimete işaret etmekte ve onları uyarmaktadır. Çünkü o gün melekler ateşten kamçılarla onların yüzlerine ve sırtlarına vuracaklardır. Buna göre inkâr edenlerin, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamamasından maksat, meleklerin kendilerine vurmalarını önleyememeleri veya meleklerin onlara vurmaktan geri durmamalarıdır. b) Âhirette inkârcıları önlerinden ve arkalarından ateş kuşattığında kendilerini onun şiddetinden koruma imkânı bulamayacaklardır (İbn Âşûr, XVII, 70).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 679-6
 

بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

 

Fiil cümlesidir. بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْت۪يهِم  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى dir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بَغْتَةً  hal olup fetha ile mansubtur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَبْهَتُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  atıf harfidir. لاَ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili,  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

رَدَّهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُنْظَرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُنْظَرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar. 

يُنْظَرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نظر ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen  بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَتَبْهَتُهُمْ  cümlesi,  فَ  ile …تَأْت۪يهِمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında manen ve lafzen ittifak vardır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin muzari fiille ifade edilmesinin hikmeti, sahneyi göz önünde canlandırmak ve teceddüt ifade etmektir.

تَأْت۪يهِمْ  fiilinin, azaba isnad edilmesi aklî mecazdır.

بَلْ , idrâb harfidir. Atıf  edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)

بَلْ  harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

تَأْت۪يهِمْ  fiilindeki ait zamir, onların suallerinin deliliyle kıyamete racidir.

بَغْتَةً , bir şeyin beklenmedik bir anda aniden gelmesidir.  بَغْتَةً , zamandan bağımsız, sarih masdar kalıbında gelmiş haldir. Hal ıtnâb babındandır.

Sonra Cenab-ı Hak, onun gelme vaktinin, insanlarca bilinemediğini, aksine onlara o azabın, hiç ummadıkları, hesap etmedikleri ve hazırlıklı olmadıkları bir zamanda geleceğini beyan buyurmuştur. Ayetteki,  فَتَبْهَتُهُمْ  ifadesi, “O, onları hayrette bırakır. Onu reddetmeye (savuşturmaya) hiçbir çare bulamazlar ve başlarına gelen hususunda bir çıkış yolu elde edemezler.” demektir. Bu ise “Onlara tövbe etmeleri ve mazeret beyan etmeleri için mühlet de tanınmaz.” demektir. Allah Teâlâ, böyle olmasında fayda olduğu için mükelleflere ölüm ve kıyamet vaktini bildirmemiştir. Çünkü kişi, bunların gizli olması durumunda, daha çok çekinir ve günahlarını telafi etmeye daha çok uğraşır. (Fahreddin er-Râzî)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا  cümlesi, …فَتَبْهَتُهُمْ  cümlesine matuftur. İki cümle arasında manen ve lafzen ittifak vardır. 

Hükümde ortaklık sebebiyle makabline  وَ ’la atfedilmiş  وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ  cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Takdim edilmiş müsnedün ileyhten önce nefy harfinin gelmesi tahsis ifade etmiştir. Ayrıca müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olması sebebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır. Bu da konunun daha iyi kavranmasına yardımcı olur.

يُنْظَرُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

Kur’an-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, belli bir zamanda hudûsu ifade eder. Ayrıca muzari fiil cümlesi, hem hudûs hem de gelecek zaman ifadesi sebebiyle teceddüt (fiilde yenilenme/tekrarlanma) ifade eder.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Onlara mühlet de verilmez. Yani süre de tanınmaz. Burada, onlara dünyada mühlet verildiği hatırlatılmıştır. (Beyzâvî)