وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ ٧٣
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَعَلْنَاهُمْ | ve onları yaptık |
|
2 | أَئِمَّةً | önderler |
|
3 | يَهْدُونَ | doğru yolu gösteren |
|
4 | بِأَمْرِنَا | emrimizle |
|
5 | وَأَوْحَيْنَا | ve vahyettik |
|
6 | إِلَيْهِمْ | onlara |
|
7 | فِعْلَ | işler yapmayı |
|
8 | الْخَيْرَاتِ | hayırlı |
|
9 | وَإِقَامَ | ve kılmayı |
|
10 | الصَّلَاةِ | namaz |
|
11 | وَإِيتَاءَ | ve vermeyi |
|
12 | الزَّكَاةِ | zekat |
|
13 | وَكَانُوا | ve (insanlar) idiler |
|
14 | لَنَا | bize |
|
15 | عَابِدِينَ | kulluk eden |
|
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ
Cümle, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki جَعَلْنَاهُمْ ’ya matuftur.
Fiil cümlesidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَئِمَّةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَهْدُونَ cümlesi, اَئِمَّةً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
يَهْدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاَمْرِنَا car mecruru يَهْدُونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْحَيْنَٓا atıf harfi وَ ’la جَعَلْنَاهُمْ fiiline matuftur.
اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِمْ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir. فِعْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْخَيْرَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِقَامَ الصَّلٰوةِ ve ا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِ atıf harfi وَ ’la فِعْلَ الْخَيْرَاتِ ’a matuftur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir: 1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek 3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْحَيْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ
Cümle atıf harfi وَ ’la جَعَلْنَاهُمْ ’ya matuftur.
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. لَنَا car mecruru عَابِد۪ينَ’e mütealliktir. عَابِد۪ينَ kelimesi, كَانُوا ’un haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
كَانَ ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
عَابِد۪ينَ , sülâsi mücerredi عبد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
İkinci mef’ûl olan اَئِمَّةً ’deki nekrelik, tazim içindir.
يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا cümlesi, اَئِمَّةً için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen يَهْدُونَ fiiline müteallik بِاَمْرِنَا izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan اَمْرِ , tazim edilmiştir.
جَعَلْنَاهُمْ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَوْحَيْنَٓا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
Az sözle çok anlam ifade etmek üzere gelen mef’ûl konumundaki فِعْلَ الْخَيْرَاتِ izafetinde ve ona atfedilen وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ izafetlerinde muzaf olan فِعْلَ , اِقَامَ , ا۪يتَٓاءَ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. İsm-i fail ve ism-i mef’ûl yerinde kullanılabilirler. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler.
وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ ve وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِ izafetleri de aynı üslupta gelerek birbirine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.
الْخَيْرَاتِ - الصَّلٰوةِ - الزَّكٰوةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الصَّلٰوةِ - الزَّكٰوةِ kelimeleri arasında muvazene vardır.
وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ [Onlara hayırlar yapmayı vahyettik] ki insanları bunlara teşvik etsinler de ilme ameli ekleyerek kemale ersinler. Aslı أن تفعل الخيرات idi, sonra فعلا الخيرات oldu. وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ de böyledir, bu da özelin genel üzerine atfı kabilindendir. Bu ikisinin üstünlüğünü göstermek içindir. اِقَامَ ’de, iki eliften ivaz olan تِ, hazf edilmiştir. Çünkü muzâfun ileyh onun yerine geçmiştir. (Beyzâvî, Envârü’t -Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl; Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِ [Hayırlar yapmak, namaz kılmak, zekât vermek…] terkiplerinde hususi olanın, umumi olan üzerine atfedilmesi söz konusudur. Çünkü namaz ile zekât da hayır fiillerdendir. Yüce Allah, şanlarının faziletlerinin yüceliğine dikkat çekmek için bu ikisini ayrıca zikretti. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَنَا , önemine binaen amili olan nakıs fiil كَانَ ’nin haberi عَابِد۪ينَ ‘ye takdim edilmiştir.
Bu takdim onların Allah’a ibadetlerindeki ifrada işaret eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ [Bize ibadet edenler idiler.] “Tek ilâha ibadet ederlerdi” anlamındadır, bunun içindir ki sıla (لَنَا) öne alınmıştır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır., Allah’a ibadetin onlarda sabit olduğu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığı manası vardır. Çünkü كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
كَانَ ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)