وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ ٧
Allah’ın kudreti ve dünya hayatından sonra yeni bir hayatın başlayacağı hususunda tartışmaya girişen inkârcıların zihinlere sokmaya çalıştığı şüpheler ve insanoğlunu ateşe sürüklemek için var gücüyle çaba harcayan şeytanın vesveseleri karşısında duyulacak tereddüt ve kuşkuların akılcı bir biçimde gözden geçirilmesi istenmekte, bu konuda yapılacak değerlendirmenin sağlıklı olabilmesi için apaçık örnekler ve kanıtlar ortaya konmaktadır. Bu örnek ve kanıtlar insanın kendisinden ve en yakın çevresinden seçilmiştir.
Öldükten sonra dirilmenin aklen kabul edilebilirliğini ve Allah’ın buna kadir olduğunu görmek için dikkatleri iki şeye yöneltmek yeter:
1. İnsanın kendisinin nasıl dünyaya geldiği ve hangi aşamalardan geçtiği,
2. Kuru toprağın yağmurla canlanması ve türlü türlü bitkiler vermesi. İnsanın yaratılış aşamaları toprak, nutfe, alaka ve belli belirsiz et parçası (mudga) şeklinde sıralanmıştır. Topraktan yaratılma ile insanoğlunun ilk atası Hz. Âdem’in yaratılışının kastedildiği görüşünün yanı sıra, insan vücudundaki elementlerle bedenin beslenmesi arasındaki ilişkiyi öne çıkaran yorumlar da vardır. Nutfenin Kur’an’da farklı bağlamda farklı anlamlarda kullanıldığı görülür. İnsanın meydana gelmesini sağlayan iki ana unsurdan erkeğin spermi veya bu spermin aşıladığı yumurta (zigot) mânasında anlaşılması mümkündür. Alaka kelimesinin başka âyetlerdeki kullanımı ve embriyonik gelişmeye ilişkin bilgiler dikkate alındığında bu kelimeyle aşılanmış yumurtanın ana rahminin iç cidarına asılı vaziyetinin kastedildiği anlaşılmaktadır. 5. âyette et parçası anlamındaki mudganın sıfatı olarak geçen ve “belli belirsiz” şeklinde çevirdiğimiz iki kavramdan ilki (muhallaka) tefsirlerde, “biçimi belirli hale gelmiş, kendisine ruh üflenmiş, tam, tamamlanmış, normal doğumla sonuçlanan, kusursuz noksansız biçimde”; ikincisi (gayru muhallaka) ise “biçimi henüz belirli hale gelmemiş, kendisine henüz ruh üflenmemiş, henüz tamamlanmamış, rahim tarafından dışarı atılan, düşük yapılan, kusuru noksanı olan” gibi farklı mânalarla açıklanmıştır (Taberî, XVII, 116-117; Râzî, XXIII, 8; Şevkânî, III, 491).
Muhammed Esed’in âyetin bu kısmına “(temel unsurları ve istidatlarıyla) tamamlanmış ama (bütün öğeleriyle) henüz tamamlanmamış” şeklinde mâna vermesi (II, 667-668) bu iki sıfattan ilkinin olumlu, ikincisinin olumsuz olmasını izah açısından mantıkî görünmekle beraber; bu yorumu İbn Abbas ve Katâde’nin açıklamalarına dayandırması isabetli değildir ve bu konuda kaynak gösterdiği Taberî ile Beyzâvî incelendiğinde, Esed tarafından bu kaynakların yanlış anlaşıldığı görülmektedir.
Zira Taberî’nin Katâde’den naklettiği yorum birinci kelime için “tam”, ikinci kelime için “tam olmayan” şeklindedir (XVII, 117); Beyzâvî ise bu konuda İbn Abbas’tan bir nakilde bulunmamıştır (IV, 288-289).
İbn Abbas’tan bu ifadeyle ilgili olarak nakledilen yorum da, birinci kelime için “yaratılışı tamamlanmış”, ikinci kelime için “yaratılışı tamamlanmamış” şeklindedir (Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, IV, 288; Hâzin’in tefsiri, Mecmû‘a mine’t-tefâsîr içindeki Beyzâvî tefsirinin hemen altında yer aldığı için Esed bu ibareyi Beyzâvî tefsiri kapsamında görmüş olabilir). Âyette insanların bulundukları duruma hangi aşamalardan geçerek geldiklerine değinildiğine göre birinci kelimeyi “normal doğumla sonuçlanan durumlar”, ikincisini de “düşük hali” olarak anlamak isabetli görünmemektedir (Râzî, XXIII, 8).
Burada insanın geçirdiği aşamaların sıralandığı belli olmakla beraber, bu iki sıfatı birbirine bağlayan “ve” bağlacının bir sıralama anlamı taşıyıp taşımadığı açık değildir. O sebeple belirtilen kelimelerin yukarıda kaydedilen (normal doğum – düşük hali dışındaki) diğer yorumların her birine ihtimali bulunduğu söylenebilir. Bununla beraber âyetin bu kısmına “tedrîcî yaratma sürecine bağlı” anlamının verilmesi de (yakın bir tercüme için bk. Jacques Berque, Le Coran, s. 351) kanaatimizce embriyonik gelişmeyle ilgili bilgilere ve buradaki ifade akışına uygundur. “Bebek olarak çıkarırız” ve “yetişkinlik çağına erişirsiniz” anlamındaki cümleler arasında gramer açısından değişik bağlar kurulmuş olmakla beraber, bunlar arasında nedensellik bağının bulunduğu görüşü daha kuvvetli görünmektedir (İbn Âşûr, XVII, 200). Bundan dolayı âyetin anılan kısmı, “Sonra sizi bebek olarak çıkarırız, ki daha sonra yetişkinlik çağınıza erişesiniz” şeklinde çevrilmiştir. Hemen ardından kimilerinin erken vefat ettirildiği belirtildiğinden, bu ifadenin bebek olarak dünyaya gelen her insanın yetişkinlik çağına ulaşması sonucunu içerdiği ileri sürülemez (“ömrün en düşkün çağı” diye çevrilen “erzel-i ömür” deyimi hakkında bk. Nahl 16/70). Âyetin “yeryüzünü kupkuru ve cansızken” şeklinde çevirdiğimiz kısmına Elmalılı Muhammed Hamdi “arzı da... sönmüş kül halinde” anlamını vermiş ve bunu (özetle) şöyle açıklamıştır: Bu uyarı ilk bakışta, güneşin harareti karşısında arzın kuruduğunu gösterir. Bununla birlikte bu ifadeyi benzetme yoluyla değil hakiki mânasına göre anlamak hem maksadı daha açık bir biçimde ortaya koyar hem de zamanımızın bilimsel teorileri bu anlama daha uygundur. Zira bilimsel tesbitlere göre arz vaktiyle yanar bir ateş olduğundan, toprak esas itibariyle yanıp sönmüş bir ateşin kül halinde sertleşmiş ve çökelmiş biçimidir; bu durum hayatın tam zıddıdır (V, 3383-3384).
وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
السَّاعَةَ kelimesi, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اٰتِيَةٌ kelimesi, اَنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ cümlesi, اَنَّ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
رَيْبَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebni, mahallen mansubdur. ف۪يهَا car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele atıf harfi وَ ile matuf, mahallen mecrurdur.
اَنَّ masdar harfidir. اللّٰهَ lafza-i celâl اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. يَبْعَثُ cümlesi, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْعَثُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْقُبُورِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
اٰتِيَةٌ , sülâsî mücerredi أتي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, önceki ayetteki masdar cümlesine atfedilmiştir.
Müsned olan اٰتِيَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ cümlesinde istiare sanatı vardır. السَّاعَةَ kelimesi, gelen manasındaki اٰتِيَةٌ ‘e isnad edilerek kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Kıyametin bir şahıs gibi gelecek olması onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
اَنَّ ’nin ikinci haberi olan لَا رَيْبَ ف۪يهَاۙ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cinsini nefyeden لَا ’nın haberi mahzuftur. Car mecrur ف۪يهَا bu mahzuf habere mütealliktir.
Müsnedün ileyh olan رَيْبَ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
ف۪يهَا ibaresinde Kıyamet gününe aid zamire dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla السَّاعَةَ, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü zaman, hakiki manada zarfiyeye müsait değildir. Konunun kesinliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
الساعة kelimesi, zaman anlamında câmid (türememiş) bir isimdir. Kıyamet için istiare olarak kullanılır. Vezni فعلة (fâ harfi fetha, ‘ayn harfi sâkin), elif’i ise vav’dan dönmedir. Çoğulu ساعات ve ساع şeklindedir. (https://tafsir.app/aljadwal/6/31, Sâfi, Enam 31)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Allah hakkın ta kendisidir.” ayetine lafız itibariyle bir matuftur ama mana itibariyle atıf değildir. Zira Yüce Allah sözü edilen hususları kıyamet geleceği için yapmıştır denilemez, aksine burada bu manayı ihtiva edecek bir hazfin takdiri kaçınılmazdır. Yani: Şunu da bilsinler ki kıyamet mutlaka gelecektir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ cümlesi, masdar tevilinde olup önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir.
Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede müsned olan يَبْعَثُ مَنْ فِي الْقُبُورِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَبْعَثُ fiilinin mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası mahzuftur. فِي الْقُبُورِ, bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Buradaki diriltmek anlamını verdiğimiz بْعَثُ kelimesi, Yüce Allah'ın kabirlerdeki ölüleri, asıl organlarını birleştirerek ve ruhlarını tekrar vererek yeniden yaratmasını ifade eden bir terimdir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
Bu cümle, bundan önceki iki cümle gibi ayetin başında bildirilen sebebe (işte bu, şundandır ki) dahildir. Ancak bu sebebiyet, kıyametin gelmesinin ve ölülerin diriltilmesinin, zikredilen Allah'ın fiillerinde O'nun kudretinin tesiri gibi müessir olmaları cihetiyle olmayıp fakat her ikisi de Allah'ın varlığını gerektiren sebepler olmaları cihetiyledir. Kıyametin gelmesi ve kabirlerdekilerin diriltilip kaldırılması, hikmetin gereği olduğundan Allah'ın Hakîm olmasının kinaye yoluyla ifadesi kılınmıştır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)