Hac Sûresi 9. Ayet

ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَذَابَ الْحَر۪يقِ  ...

İnsanlardan öylesi de vardır ki, bir ilmi, bir yol göstericisi, aydınlatıcı bir kitabı olmadığı hâlde kibirlenerek insanları Allah’ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezillik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabını tattıracağız.  (8 - 9. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثَانِيَ öteye döndürür ث ن ي
2 عِطْفِهِ boynunu ع ط ف
3 لِيُضِلَّ şaşırtmak için ض ل ل
4 عَنْ -ndan
5 سَبِيلِ yolu- س ب ل
6 اللَّهِ Allah’ın
7 لَهُ onun için vardır
8 فِي
9 الدُّنْيَا dünyada د ن و
10 خِزْيٌ bir kepazelik خ ز ي
11 وَنُذِيقُهُ ve ona taddıracağız ذ و ق
12 يَوْمَ günü ي و م
13 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
14 عَذَابَ azabını ع ذ ب
15 الْحَرِيقِ yangın ح ر ق
 
Yeterli bilgiye sahip olmadan, doğru bir kılavuza uymadan ve ilâhî bir kitabın ışığından yararlanmadan evrendeki küçücük sırların bile çözülmesi mümkün değilken, bütün bunlardan yoksun bazı kişilerin evrenin yaratıcısı olan Allah hakkında tartışmaya girişmelerinin ne kadar abes olduğuna dikkat çekilmektedir (9. âyette geçen ve “kılavuz” diye çevirdiğimiz hüdâ kelimesi “ikna edici bir açıklama ve kanıt” şeklinde de anlaşılmıştır, Taberî, XVII, 120). 9. âyette belirtildiği üzere bu gibi kimselerin amacı başkalarını Allah yolundan saptırmak olduğu için, inandığı bir şeyi ispatlama çabası içinde olmazlar ve kendilerine uymayanlara ön yargıyla baktıkları için ellerindeki imkânları kötüye kullanıp büyüklük taslamayı yeğlerler. Âyetin “büyüklük taslayarak” şeklinde çevrilen kısmına “uyarı ve öğütten yüz çevirerek” mânası da verilmiştir (Şevkânî, III, 495). Âyette ayrıca “Onun dünyadaki payı rüsvâ olmaktır” buyurularak böyle kimselerin bu bozguncu tutumları kınanırken, dünya hayatında elde edecekleri başarı ve ulaşacakları refah düzeyi ne olursa olsun, ahlâk yönünden düşük sayılmaya ve insanlığın ortak değerleri açısından reddedilmeye mahkûm olacaklarına işaret edilmektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 718
 

Atafe عطف : عَطْفٌ iki ucundan biri tutulup diğer ucuna doğru bükülmüş, katlanmış şeylerle ilgili kullanılır. عَلَى harfi ceriyle geçişli hale geldiğinde anlamı meyletmek ve şefkat göstermek iken; عَنْ harfi ceriyle kullanımında bunun zıddı olan bir anlam taşır ve yüz çevirmek, soğuk ve şefkatsiz olmak manasına gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri atfetmek, atıf, ma'tuf ve Atıfet'tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ 

 

ثَانِيَ  kelimesi  يُجَادِلُ ’deki failinin hali olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. عِطْفِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi,  لِيُضِلَّ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle birlikte  ثَانِيَ عِطْفِه۪  veya  يُجَادِلُ  fiiline mütealliktir. 

يُضِلَّ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri,  غيره (Onun dışında) şeklindedir. 

عَنْ سَب۪يلِ  car mecruru  يُضِلَّ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ثَانِيَ  kelimesi, sülasisi mücerredi  ثني  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُضِلَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَذَابَ الْحَر۪يقِ

 

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  خِزْيٌ ’nin mahzuf haline mütealliktir. الدُّنْيَا  kelimesi elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  خِزْيٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

ف۪ٓي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır/mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  نُذ۪يقُهُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  نُذ۪يقُ  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَذَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْحَر۪يقِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْحَر۪يقِ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ 

 

 

Fasılla gelmiş ayette geçen  ثَانِيَ  kelimesi,  يُجَادِل  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

ثَانِيَ عِطْفِه۪  (Boynunu döndürerek) terkibi, kibirlenme ve böbürlen­mekten kinayedir. (Safvetu’t Tefasir) 

Sebep bildiren masdar ve cer harfi lâm-ı ta’lilin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte  يُجَادِلُ  fiiline mütealliktir.  

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  سَب۪يلِ, şan ve şeref kazanmıştır.

عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ (Allah’ın yolundan) ibaresinde tasrihî istiare vardır.  سَبِیلِ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.

ثَانِيَ عِطْفِه۪ لِيُضِلَّ  [Saptırmak için büyüklenerek yüz çevirir] ayetindeki saptırmak için ifadesi, kendisi sapmak için anlamına gelecek şekilde,  يَ  harfi üstün olarak da okunmuştur. Buradaki  لِ  “lâm-ı akıbettir”. Yani o tartışır ve sonunda saptırır. (diğer okuyuşa göre sapar). (Kurtubî) 


 لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَذَابَ الْحَر۪يقِ

 

 .Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Car mecrur  فِي الدُّنْيَا, muahhar mübteda olan  خِزْيٌ ’un mahzuf haline mütealliktir.  خِزْيٌ ’daki tenvin kesret ve tahkir ifade eder. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نُذ۪يقُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  cümlesi,  لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ  cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نُذ۪يقُهُ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Kıyamet günü ona, ateş azabını tattıracağız ibaresinde tehekkümî istiare vardır. Yakıcı azap, istenmeme hoşa gitmeme hususunda acı bir yiyeceğe benzetilmiştir. Müşebbehün bih (müstear minh) hazf edilmiş ve kendisine onunla ilgili bir şey (lâzımı) olan “tadarsınız” ifadesiyle işaret edilmiştir. Yani “tatmak” azabın tesirini idrak etmek anlamında müstear olarak kullanılmıştır.

عَذَابَ الْحَر۪يقِ  ve  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  izafetleri, veciz anlatım kastına matuftur.

İzafette muzâfın bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği, azabın,  الْحَر۪يقِ ’ın kaynağından olduğu manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Ahkâf Suresi 20)

خِزْيٌ - عَذَابٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.