Nûr Sûresi 2. Ayet

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  ٢

Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الزَّانِيَةُ zina eden kadına ز ن ي
2 وَالزَّانِي ve zina eden erkeğe ز ن ي
3 فَاجْلِدُوا vurun ج ل د
4 كُلَّ her ك ل ل
5 وَاحِدٍ birine و ح د
6 مِنْهُمَا onlardan
7 مِائَةَ yüz م ا ي
8 جَلْدَةٍ değnek ج ل د
9 وَلَا ve asla
10 تَأْخُذْكُمْ sizi tutmasın ا خ ذ
11 بِهِمَا onlara karşı
12 رَأْفَةٌ acıma duygusu ر ا ف
13 فِي
14 دِينِ dininde (cezasını uygulamada) د ي ن
15 اللَّهِ Allah’ın
16 إِنْ eğer
17 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
18 تُؤْمِنُونَ inananlar ا م ن
19 بِاللَّهِ Allah’a
20 وَالْيَوْمِ ve gününe ي و م
21 الْاخِرِ ahiret ا خ ر
22 وَلْيَشْهَدْ ve şahid olsun ش ه د
23 عَذَابَهُمَا onlara yapılan azaba ع ذ ب
24 طَائِفَةٌ bir grup ط و ف
25 مِنَ -den
26 الْمُؤْمِنِينَ mü’minler- ا م ن
 
Daha önce (bk. Nisâ 4/15-16) zina ve cezası hakkında bazı bilgiler verilmişti. Burada ek olarak şunları kaydetmek mümkündür:
 
 İslâm’a göre zina, aralarında nikâh bağı bulunmayan kadın ve erkeğin birbirleriyle cinsel ilişkide bulunmasıdır. Bunun para karşılığında yapılmış olup olmaması zina kavramını değiştirmez. Câhiliye devrinde daha ziyade câriyeler ve az da olsa hür kadınlar, evlerine flamalar asarak bu işi ücret karşılığında yaparlardı ve onların yaptığına “biğâ” denirdi. Zina kelimesi ise menfaat karşılığı olmayan, aşka ve sevgiye dayanan veya zevk için yapılan gayri meşrû birleşmeler için kullanılırdı. Bu dönemde zina için uygulanan, hukukî işlerliği olan objektif bir ceza da yoktu. Zina eden kadının kocası veya velisi olayı namus meselesi yaparsa ya şahsen intikam alırdı veya araya girenler ihtilâfı sulh yoluyla çözerlerdi. 
 
 İslâm’dan sonra zina bütün çeşitleriyle yasaklandı, kınandı ve yapanlar için cezalar kondu. Nisâ sûresinde öngörülen cezalarda açıklanması gereken hususlar vardı, bu âyet zina eden erkeğe ve kadına yüzer adet sopa vurulacağını ifade ederek konuya açıklık getirdi. Tefsircilerin ve fıkıhçıların çoğu bu cezanın muhsan olmayan (sahih evlilik akdi içinde cinsel temas yapmamış) kimselere uygulanacağını, muhsan olanların cezasının ise recm yani taşlayarak öldürmek olduğunu belirtmişlerdir. Biz ise kendi tercihimizi, Nisâ sûresinde “Yüz sopa genel olarak cezadır (haddir), recm, sürgün vb. cezalar ise kanunlaştırılması ve uygulanması yönetimlere bırakılmış, ta‘zir diye bilinen ve değişmeye açık bulunan cezalardır” diyerek açıklamıştık.
 
 Fıkıhçılar, uygulama şekillerine bakarak sopanın ve uygulamanın nasıl olacağı konusunda detaylı açıklamalar yapmışlardır. Bu konudaki açıklamalarda dikkat çeken husus, çok acı vermeyecek bir sopanın veya kırbacın seçilmesi ve sakatlığa sebep olacak, hayatî tehlike oluşturacak şekilde vurulmaması gibi konularda gösterilen titizliktir.  
 
Cezanın gerekçeleri arasında suçluyu ıslah etmesi, ırza tecavüz durumunda mağduru tatmin etmesi, hem suçlu hem de diğerleri için caydırıcı ve ibret verici olması gibi hususlar vardır. Allah kullarını sevdiği ve onlara karşı sonsuz merhamet sahibi olduğu halde yine kullarının faydasına olduğu için acı bir ilâç gibi cezaya da yer vermiştir. İnsanlara yaratıcısından ve sahibinden fazla acımak kullara düşmez; suç işleyen hak ettiği cezayı çekmelidir, suçluya acıyarak –hukuk izin vermediği halde– cezadan vazgeçmek suçluya da topluma da hayır getirmeyecektir. Ceza infaz edilirken uygun sayı ve nitelikte bir grubun hazır bulunması, cezanın hukuka uygun bir şekilde infaz edilmesinin sağlanması ve ibret alma gerekçesinin gerçekleşmesi bakımından faydalı görülmüştür.
 

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 50-51
 
Medine’de zina eden Yahudi bir erkekle kadına Resûl-i  Ekrem’in recmden daha hafif bir ceza vereceğini umarak huzuruna geldiklerinde Peygamber Efendimiz onlara Tevrat’ın bu konudaki hükmünü sordu. Gerçeği gizleyen Yahudiler zina edenlere meydan dayağı attıklarını veya yüzleri kara çalıp dolaştırdıklarını ve böylece günahkârları rezil ettiklerini söylediler; fakat ünlü bir Yahudi âlimi iken İslamiyet’i kabul eden Abdullah ibni Selâm onların yalan söylediklerini , zira Tevrat’ta recm âyeti bulunduğunu belirtti. Tevrat’ı alıp getirdikleri zaman da recm âyetinin üzerini elleriyle kapatarak , orada böyle bir hüküm bulunmadığını ileri sürmeye kalktılar. Abdullah ibni Selâm yine onların oyununu bozunca Resûl-i Ekrem suçluların Tevrat’a göre cezalandırılmalarını emretti. 
( Buhâri, Menâkıb 26, Hudûd 24,37, Tevhid 51; Müslim , Hudûd 26,28).
 

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ 

 

İsim cümlesidir.  اَلزَّانِيَةُ  mübteda olup damme ile merfûdur. Muzâfı mahzufdur. Takdiri; حكم الزانية (zaniyenin hükmü) şeklindedir. الزَّان۪ي  atıf harfi و ’la makabline matuf olup,  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, في ما يتلى عليكم (size okunan şeyde) şeklindedir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم تؤمنون بالله وعاقبتموهما (Allah’a inanıyorsanız o ikisine ceza verin.) şeklindedir. 

Fiil cümlesidir. اجْلِدُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  وَاحِدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمَا  car mecruru  وَاحِدٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. مِائَةَ  masdardan naib mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. جَلْدَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfu halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) irab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلزَّانِيَةُ ; sülâsî mücerredi  زني  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَأْخُذْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِهِمَا  car mecruru  تَأْخُذْكُمْ  fiiline mütealliktir.  رَأْفَةٌ  muahhar fail olup damme ile merfûdur. ف۪ي د۪ينِ  car mecruru  تَأْخُذْكُمْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Mahallen meczumdur.

تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تُؤْمِنُونَ  cümlesi, كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.  

تُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ  car mecruru  تُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir. الْيَوْمِ  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  إن كنتم تؤمنون بالله فعاقبوا الزانية والزاني (Allaha inanıyorsanız zaniye ve zaniyeye ceza verin.) şeklindedir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)

تُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


  وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. ل  emir lamıdır.  يَشْهَدْ  sükun ile meczum muzari fiildir. عَذَابَهُمَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

طَٓائِفَةٌ  muahhar fail olup damme ile merfûdur. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallik olup, cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

الْمُؤْمِن۪ينَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي 

 

Beyanî istinaf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimeleri takdiri;  في ما يتلى عليكم (Size okunan şeyde… vardır) olan mahzuf haber için mübtedadır. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olandır.

Birbirine tezat nedeniyle atfedilmiş mübteda konumundaki  اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimelerinin takdiri;  حكم اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي (zani ve zaniyenin hükmü) olan muzâfı hazf edilmiştir.

اَلزَّانِيَةُ - الزَّان۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı hafiy ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  ifadesi, Halil ve Sîbeveyhi’ye göre mübteda olmak üzere merfû olup haberi yani  في ما يتلى عليكم (size okunan şeyde) mahzuftur. Size farz kılınanlar arasında  اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي [zinakâr kadın ve zinakâr erkek] de vardır yani bunlara vurulacak sopa hükmü... demektir. Haberin, فَاجْلِدُوا (sopa vurun) ifadesi olması da caizdir. 

Bu iki kelimenin başındaki  ال , şart manasını taşıyan  الَّذِى  manasına oldukları için haberlerinin başına  فَ  gelmiştir. Çünkü ifadenin takdiri;  اَلَّتِى زَنَتْ وَ الَّذِى زَنَى فَاجْلِدُوهُمَا  “Hangi kadın ve erkek zinâ ederse, onlara değnek vurun.” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

الزّانِيَةُ والزّانِي  kelimelerinin başındaki tarif cins içindir. Bu da çoğunlukla istiğrak ifade eder ve teşrî’ makamı bunu gerektirir. Cins ifade eden  ألْ ’ın ism-i failin başında olması bu vasfı fiile benzemekten uzaklaştırmak içindir. Bunun için ism-i fail bu durumda şimdiki zamanı veya başka bir zamanı ifade etmez. Sadece sahibindeki vasfın hakiki olduğunu ifade eder. Bu genellemeye cariyeler ve köleler de dahil olduğu için  الزّانِيَةُ والزّانِي [zina eden kadın ve zina eden erkek] olarak nitelendirilen kişi de buna dahildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  


 فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ 

 

Fasılla gelen şart üslubundaki terkipte takdiri,  إن كنتم تؤمنون بالله  (Eğer Allah’a inanıyorsanız, …) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. 

Cevap cümlesi olan  فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf şart ve mezkür cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib  مِائَةَ  için sıfat olan  جَلْدَةٍۖ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar, ism-i fail ve ism-i mef’ûl yerinde kullanılabilirler. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler.

وَاحِدٍ - مِائَةَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَاجْلِدُوا - جَلْدَةٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimeleri; ‘Onlara celde vurun’ manasında olmak üzere, haberleri mahzuf mübtedadırlar. Ayetteki değnek vurun kelimesinin bunların haberi olması da mümkündür. Bu iki kelimenin başındaki elif-lâmlar, şart manasını taşıyan (kim) manasına oldukları için, haberlerinin başına  فَ  gelmiştir. Çünkü ifadenin takdiri “Hangi kadın ve erkek zina ederse, onlara değnek vurun.” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Haberin başına  فَ  gelmesi, اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي  kelimelerinin başındaki  ال  takısının  الذى (o ki) anlamına gelmesinden ve şart anlamı içermesinden dolayıdır. Takdir şöyledir: (O kadın ki zina eder, o erkek ki zina eder, her ikisine de sopa vurun!) Tıpkı  من زنى فَاجْلِدُوهُ  kim zina ederse ona sopa vurun) ifadesi gibi ve  وَالَّذ۪ينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَ فَاجْلِدُوهُمْ  [Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup da, sonra dört şahit getiremeyenlere de [seksen sopa] vurun. (Nûr Suresi, 4)] ayeti gibi. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

جَلْدَةٍ : Deriye vurmaktır ki her vuruşa  جَلْدَةٍۖ  denir. Keşşâf’ta der ki  جَلْدَةٍۖ  sözünde şuna işaret vardır ki acı, ete geçirilmemelidir. Çünkü  جَلْدَةٍۖ , cilde vurmaktır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Kelam; unvan ve başlıklara ayırmaya benzer bir şekilde başlamıştır. Bunun için hemen arkasından  ف  harfi gelerek arkasından gelenlerin cevap cümlesi kuvvetinde olduğuna, öncesinde zikredilenlerin de şart cümlesi kuvvetinde olduğuna işaret edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  


 وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ 

 

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, atıf harfi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِهِمَا  car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için fail olan  رَأْفَةٌ ’a takdim edilmiştir.

Fail olan  رَأْفَةٌ ’deki nekrelik, kıllet ifadesi için olabilir. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar, ism-i fail ve ism-i mef’ûl yerinde kullanılabilirler. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler.

ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın dini içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın dinine uymak konusundaki hassasiyeti tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Veciz ifade kastına matuf د۪ينِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  د۪ينِ  şan ve şeref kazanmıştır. 

د۪ينِ اللّٰهِ  izafeti, o gün başka dinlerin Allah’ın dini olarak kabul edilmeyeceği içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Âl-i İmran Suresi/83)


 اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ 

 

Fasılla gelen, mukadder şart için tefsiriyye hükmündedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi öncesinden ne kast edildiğini açıklayan beyan cümlesidir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubundaki terkipte, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu  كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ  cümlesi, şarttır. Sübut ve istimrar ifade etmiştir.

كَانَ ’nin haberi olan  تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Takdiri  فعاقبوا الزانية والزاني  (... zani ve zaniyeye ceza verin) olan cevap cümlesinin öncesinin delaletiyle hazf edilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde كَان  Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s.103)

اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ [Eğer Allah'a inanıyorsanız] cümlesi, tahrik ve teşvik ifade eder. Bu, Arapların  إن كنتم رجلا فأقدم  (Eğer erkeksen, atıl) ifadesine benzer. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Yüce Allah niçin, zina hususunda önce kadını; hırsızlık hususunda ise önce erkeği zikretti? Cevap: Kadının zina etmesi ve bu suçu işlemesi çok çirkin ve adidir. Dolayısıyla Yüce Allah, önce onu zikretti. Hırsızlığa ge­lince erkek onu yapmaya daha yatkındır ve daha kolay yapabilir. Do­layısıyla onda da önce erkeği zikrederek şöyle buyurdu: Hırsızlık eden er­kek ve kadının ellerini kesiniz. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Maide Suresi/38)


وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la   فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümleye dahil olan  لْ , emir lamıdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  عَذَابَهُمَا , faile takdimi, önemine binaen takdim edilmiştir. 

مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

طَٓائِفَةٌ ’daki nekrelik ‘’herhangi bir” manasında cins içindir.

تُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimeleri  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Denilmiştir ki sopa için azap tabirinin kullanılması, bunun bir ceza olduğunun delilidir. Tekrarlamayı önleyeceği için buna azap denmiş olması da caizdir. Nitekim ibret alınacak cezaya da nekâl denilmiştir [Maide Suresi, 38](Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)