لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ وَلَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اٰبَٓائِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اُمَّهَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اِخْوَانِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخَوَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَعْمَامِكُمْ اَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخْوَالِكُمْ اَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ اَوْ مَا مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُٓ اَوْ صَد۪يقِكُمْۜ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَأْكُلُوا جَم۪يعاً اَوْ اَشْتَاتاًۜ فَاِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | yoktur |
|
2 | عَلَى | üzerine |
|
3 | الْأَعْمَىٰ | kör |
|
4 | حَرَجٌ | bir güçlük |
|
5 | وَلَا | ve yoktur |
|
6 | عَلَى | üzerine |
|
7 | الْأَعْرَجِ | topal |
|
8 | حَرَجٌ | bir güçlük |
|
9 | وَلَا | ve yoktur |
|
10 | عَلَى | üzerine |
|
11 | الْمَرِيضِ | hasta |
|
12 | حَرَجٌ | güçlük |
|
13 | وَلَا | ve (bir güçlük) yoktur |
|
14 | عَلَىٰ | üzerinize |
|
15 | أَنْفُسِكُمْ | sizin |
|
16 | أَنْ |
|
|
17 | تَأْكُلُوا | yemenizde |
|
18 | مِنْ | -den |
|
19 | بُيُوتِكُمْ | kendi evleriniz- |
|
20 | أَوْ | yahut |
|
21 | بُيُوتِ | evlerinden |
|
22 | ابَائِكُمْ | babalarınızın |
|
23 | أَوْ | yahut |
|
24 | بُيُوتِ | evlerinden |
|
25 | أُمَّهَاتِكُمْ | annelerinizin |
|
26 | أَوْ | yahut |
|
27 | بُيُوتِ | evlerinden |
|
28 | إِخْوَانِكُمْ | kardeşlerinizin |
|
29 | أَوْ | yahut |
|
30 | بُيُوتِ | evlerinden |
|
31 | أَخَوَاتِكُمْ | kızkardeşlerinizin |
|
32 | أَوْ | yahut |
|
33 | بُيُوتِ | evlerinden |
|
34 | أَعْمَامِكُمْ | amcalarınızın |
|
35 | أَوْ | yahut |
|
36 | بُيُوتِ | evlerinden |
|
37 | عَمَّاتِكُمْ | halalarınızın |
|
38 | أَوْ | yahut |
|
39 | بُيُوتِ | evlerinden |
|
40 | أَخْوَالِكُمْ | dayılarınızın |
|
41 | أَوْ | yahut |
|
42 | بُيُوتِ | evlerinden |
|
43 | خَالَاتِكُمْ | teyzelerinizin |
|
44 | أَوْ | yahut |
|
45 | مَا |
|
|
46 | مَلَكْتُمْ | sahip olduğunuzun |
|
47 | مَفَاتِحَهُ | anahtarlarına |
|
48 | أَوْ | yahut |
|
49 | صَدِيقِكُمْ | arkadaşınızın |
|
50 | لَيْسَ | yoktur |
|
51 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
52 | جُنَاحٌ | bir günah |
|
53 | أَنْ |
|
|
54 | تَأْكُلُوا | yemenizde |
|
55 | جَمِيعًا | toplu olarak |
|
56 | أَوْ | yahut |
|
57 | أَشْتَاتًا | ayrı ayrı |
|
58 | فَإِذَا | zaman |
|
59 | دَخَلْتُمْ | girdiğiniz |
|
60 | بُيُوتًا | evlere |
|
61 | فَسَلِّمُوا | selam verin |
|
62 | عَلَىٰ |
|
|
63 | أَنْفُسِكُمْ | kendinize |
|
64 | تَحِيَّةً | (bir yaşam) dileğiyle |
|
65 | مِنْ |
|
|
66 | عِنْدِ | tarafından |
|
67 | اللَّهِ | Allah |
|
68 | مُبَارَكَةً | bereketli |
|
69 | طَيِّبَةً | güzel |
|
70 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
71 | يُبَيِّنُ | açıklıyor |
|
72 | اللَّهُ | Allah |
|
73 | لَكُمُ | size |
|
74 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
75 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
76 | تَعْقِلُونَ | aklınızı kullanırsınız |
|
Bu âyette ilk bakışta dört ayrı konu var gibi gözükmektedir: Hasta ve sakatlarla ilgili muafiyet, yakınların evlerinden yiyip içmek, birlikte veya ayrı ayrı yemek, evlere girildiğinde selâm vermek. Bu dört konudan ilk ikisinin tek konu olup olmadığı hususu tartışılmıştır. Meâlde “sizin için de” diye başlayan cümle üst tarafına bağlanırsa konu tektir, bağlanmazsa konular farklıdır. Bir tercih yapabilmek için önce âyetin geliş sebebiyle ilgili rivayetlere bakmak gerekecektir: a) Hasta ve sakatlar diğerleri ile birlikte yedikleri zaman hak geçmesi, onların karınlarını doyuramaması ihtimali vardı, bu yüzden rahatsızlık duyanlar, “Birlikte yemenizde sakınca yoktur” denilerek rahatlatılmıştır. b) Hasta ve sakatların, âyetin devamında sayılan yakınların evlerinden yemelerinde sakınca bulunmadığı açıklanmıştır (bu anlayışa göre ilk iki konu farklı değildir, tek konuda açıklama yapılmış demektir). c) Hastalar ve sakatları, karınlarını doyurmak üzere evlerine götüren kimseler burada yiyecek bulamazlarsa âyette sıralanan yakınlarına götürüyorlardı; bunda sakınca bulunmadığı bildirilmektedir. d) “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin” (Bakara 2/188) meâlindeki âyet gelince, “bağışlama, alım satım gibi bir durum olmadan akraba ve eş dost evinden yiyip içmenin de câiz olmayan, haksız yoldan yeme ve içme”sayılacağı kanaati bazı kimseleri rahatsız etmişti, bunu gidermek üzere bu âyet nâzil oldu. e) Sağlam müminler savaşa giderken evlerini, sakatlıkları veya başkaca mazeretleri yüzünden savaşa katılamayanlara emanet ediyorlardı, emanetçilerin de bu evlerde bulunan yiyeceklerden yararlanma hususunda gönülleri rahat değildi, onlara ruhsat tanınmıştır. f) Bu âyet nâzil olduğunda genellikle insanların evlerinde kapı yoktu, perde çekilmiş olurdu ve evlere kolaylıkla girilirdi, eve giren kişi bazan orada sahiplerini bulamazdı ve bir şeyler yiyip içmeye de ihtiyacı olurdu. Sonraları evlere kapı yapıldı, sahipleri bir yere gideceklerinde kapılarını kapayıp gittiler, bu uygulama da ortadan kalkmış oldu. g) Hasta ve sakatlarla ilgili kısım, daha sonra gelen ve birbirinin evinden yiyip içmekle ilgili bulunan kısımdan farklı olup onların mazeretleri sebebiyle başta cihad olmak üzere bazı emirlerden ve yasaklardan muaf oldukları hükmünü getirmektedir (Cessâs, III, 334; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1402). Yorumları da yönlendiren bu rivayetler içinde hem tarihî olguya hem de âyetin lafzına en uygun olanı şu iki yorumdur: 1. Topal, kör ve hasta olanların başta cihad olmak üzere –sağlam olma, güç yetme şartı aranan– birçok yükümlülükten muaf oldukları. 2. O günlerde hem ihtiyaç bulunduğu hem de örf ve âdet haline geldiği için akraba ve dostların birbirinin evinden, sahibinin iznini almaksızın –yine örf ve âdet ölçüsünde– yiyip içmelerinin câiz olduğu.
Araplar’ın İslâm’dan sonra sürdürdükleri bir âdetleri de yolculukta azıkları birleştirip gerektikçe ortadan yemekti. Bu durumda bazı kimseler çok veya sık, bazıları az yiyorlardı, bazı kimseler de herkes bir araya toplanmadıkça ortak azıktan yemek istemiyorlardı. Âyetin ilgili bölümü, iyi niyet ve ihtiyaç sınırları içinde kalındığı sürece tek başına da, bütün arkadaşlar bir araya gelerek de yemenin câiz olduğunu göstermektedir.
27-30. âyetlerde başkalarına ait evlere girerken nasıl izin alınacağı ve selâm verileceği öğretilmişti. Bu âyetin sonunda ise bir kimsenin kendi evine, bir rivayete göre de mescide girdiğinde nasıl davranacağı anlatılmaktadır. Buna göre eve veya mescide girildiği zaman orada bulunanlara selâm verilecektir. Lafzen “... kendinize selâm verin” anlamına gelen cümleden kastedilen budur. Bir yoruma göre ise evde kimse yoksa şahıs kendine selâm verecektir.
Beyete بيت : Beyt بَيْتٌ sözcüğü temelde insanın gece sığındığı/ barındığı yerdir. Çünkü باتَ fiili gecelemek anlamındadır, çoğulu بُيُوتٌ ve أبْياتٌ şekillerinde gelir. Fakat daha özel olarak بُيُوتٌ meskenle ilgili, أبْياتٌ ise şiirle ilgili kullanılır. Ehli beyt tabiri de Allah Resulunun ailesiyle ilgili yaygın bir kullanım kazanmıştır. Kuran-ı Kerim'de de geçen بَياتٌ lafzı ise düşman üzerine gece gitmektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 73 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ehli beyt, beytu-l mal, beyit, bayat ve beytidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Aqale عقل : عَقْلٌ bilgiyi kabul etmeye hazır olan kuvveye denir. Ayrıca insanın bu kuvveyle kazandığı bilgiye de عَقْلٌ denir. Bununla beraber عَقْلٌ kelimesinin temel anlamı yakalamak ve bırakmamak üzere tutmak, alıkoymak ve korumaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece sülasi fiil formunda 49 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri akıl, mâkul, âkil ve ukeladır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ
لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
لَيْسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَى الْاَعْمٰى car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. حَرَجٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar mübtedası olup lafzen merfûdur.
عَلَى الْاَعْرَجِ car mecruru atıf harfi وَ ’la لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine matuftur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
عَلَى الْاَعْرَجِ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. حَرَجٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar mübtedası olup lafzen merfûdur.
لَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ atıf harfi وَ ’la لَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ cümlesine matuftur.
الْاَعْرَجِ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.
Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اٰبَٓائِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اُمَّهَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اِخْوَانِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخَوَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَعْمَامِكُمْ اَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخْوَالِكُمْ اَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ اَوْ مَا مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُٓ اَوْ صَد۪يقِكُمْۜ
لَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem haber الْاَعْمٰى’ya mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müvvel, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
تَأْكُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ بُيُوتِ car mecruru تَأْكُلُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بُيُوتِ اٰبَٓائِكُمْ atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur. بُيُوتِ muzâf olup kesra ile mecrurdur. اٰبَٓائِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بُيُوتِ اُمَّهَاتِكُمْ , بُيُوتِ اِخْوَانِكُمْ , بُيُوتِ اَخَوَاتِكُمْ ,بُيُوتِ اَعْمَامِكُمْ , بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ , بُيُوتِ اَخْوَالِكُمْ , بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ izafet terkipleri atıf harfi اَوْ ile makablilerine matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكْتُمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
مَلَكْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مَفَاتِحَهُٓ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صَد۪يقِكُمْ atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur.
صَد۪يقِكُمْ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.
Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَأْكُلُوا جَم۪يعاً اَوْ اَشْتَاتاًۜ
لَيْسَ nakıs,mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder. لَيْسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْكُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جُنَاحٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf في harf-i ceriyle birlikte جُنَاحٌ ’a mütealliktir. Takdiri, حرج في أن تأكلوا şeklindedir.
تَأْكُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
جَم۪يعاً kelimesi تَأْكُلُوا ’nün failinin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشْتَاتاً atıf harfi اَوْ ile جَم۪يعاً ’a matuftur.
فَاِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ
فَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَخَلْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. دَخَلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بُيُوتاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
سَلِّمُوا şart fiili olup نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَنْفُسِ car mecruru سَلِّمُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَحِيَّةً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ عِنْدِ car mecruru تَحِيَّةً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مُبَارَكَةً kelimesi تَحِيَّةً ’nin ikinci sıfatı olup lafzen mansubdur. طَيِّبَةًۜ üçüncü sıfatı olup lafzen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَلِّمُوا fiili,sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يُبَيِّنُ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يُبَيِّنُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru يُبَيِّنُ fiiline mütealliktir.
اٰيَاتِ mef’ûlü bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
يُبَيِّنُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Terecci, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَعْقِلُونَ۟ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَعْقِلُونَ۟ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nakıs fiil لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى الْاَعْمٰى car-mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. حَرَجٌ muahhar ismidir.
حَرَجٌ ’daki tenvin, kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ ve وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ şeklindeki müteakip iki cümle, nakıs fiil لَيْسَ’nin dahil olduğu isim cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Bu cümlelerdeki nefiy harfi لَا, tekid ifade eden zaid harftir.
الْاَعْرَجِ - حَرَجٌ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zeccâc: “Arapçada حَرَجٌ, ‘darlık’ demek olup dinî manası günahtır.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ [Âma’ya sakınca yoktur, topala sakınca yoktur, hastaya sakınca yoktur.] cümlesinde, bu hükmü iyice zihinlere yerleştirmek için حَرَجٌ (sakınca) lafzı tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Atıfla beraber tekrar edilen لا harfi nefy manasını tekid etmiştir. Bu kullanım çoktur. (Âşûr)
وَلَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اٰبَٓائِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اُمَّهَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اِخْوَانِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخَوَاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَعْمَامِكُمْ اَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ اَوْ بُيُوتِ اَخْوَالِكُمْ اَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ اَوْ مَا مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُٓ اَوْ صَد۪يقِكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan menfi isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَنْ ve akabinde gelen تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ şeklindeki müspet muzari fiil cümlesi masdar tevili ile mübtedadır.
Veya …وَلَا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَنْ تَأْكُلُوا مِنْ cümlesi وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌ cümlesine matuftur.
Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi تَأْكُلُوا مِنْ بُيُوتِكُمْ, masdar tevilinde olup takdir edilen في harf-i ceriyle حَرَجٌ ’e mütealliktir.
مِنْ بُيُوتِكُمْ car mecruru, اَنْ تَأْكُلُوا fiiline mütealliktir. Akabindeki diğer car mecrurlar مِنْ بُيُوتِكُمْ ’e اَوْ atıf harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebepleri temâsüldür.
Mecrur konumdaki ism-i mevsûl مَا ’nın sıla cümlesi مَلَكْتُمْ مَفَاتِحَهُٓ اَوْ صَد۪يقِكُمْۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَعْمَامِكُمْ - الْاَعْمٰى kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْاَعْمٰى - الْاَعْرَجِ ve اٰبَٓائِكُمْ - اُمَّهَاتِكُمْ - اِخْوَانِكُمْ - اَخَوَاتِكُمْ - اَعْمَامِكُمْ - عَمَّاتِكُمْ- اَخْوَالِكُمْ - خَالَاتِكُمْ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr, اِخْوَانِكُمْ - اَخَوَاتِكُمْ ve اَعْمَامِكُمْ - عَمَّاتِكُمْ ve اَخْوَالِكُمْ - خَالَاتِكُمْ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Anılan kimselerin evinden yemek yemenin caiz olması hükmü ev sahibinin rızası, sarih izin ile veya ona delalet eden bir karine ile bilinmesi haline mahsustur. İşte bundan dolayı özellikle bunlar zikredilmiştir. Zira câri olan adete göre bunlar, birbirlerinin evinden yiyip içerler. (Ebüssuûd)
Yüce Allah, yakın akrabaların evlerini söz konusu etmekle birlikte, oğulların evlerini bu arada söz konusu etmemiştir. Müfessirler derler ki: Oğulların evleri Yüce Allah'ın: “Kendi evlerinizden” ayetinin kapsamına girmesi dolayısıyla ayrıca söz konusu edilmemiştir. Çünkü kişinin oğlunun evi, kendi evidir. Yüce Allah'ın: Veya dostlarınızın ifadesindeki ألصٌََديق kelimesi (aslında tekil olmakla birlikte) çoğul anlamındadır. ألعَدُوْ (Düşman) kelimesi de böyledir. (Kurtubî)
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَأْكُلُوا جَم۪يعاً اَوْ اَشْتَاتاًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nakıs fiil لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْكُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جُنَاحٌ muahhar ismidir.
جُنَاحٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi تَأْكُلُوا جَم۪يعاً اَوْ اَشْتَاتاً, masdar tevilinde olup takdir edilen في harf-i ceriyle birlikte جُنَاحٌ ’e mütealliktir.
جَم۪يعاً kelimesi تَأْكُلُوا fiilinin failinin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
جَم۪يعاً (Toplu olarak) - اَشْتَاتاًۜ (Ayrı ayrı) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Ayette geçen اَشْتَاتاًۜ kelimesi, “ayrı” anlamına gelen شَت kelimesinin çoğuludur.
“Ve sizin topluca veya ayrı ayrı yemenizde de vebal yoktur.” ayetinin Leys b. Bekroğulları hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Bunlar Kinâneoğullarına mensup bir koldur. Onlardan herhangi bir kimse tek başına yemek yemez ve kendisiyle beraber yemek yiyecek birisini buluncaya kadar günlerce aç beklermiş. (Kurtubî)
لَيْسَ - عَلٰٓى - حَرَجٌ - بُيُوتِ - تَأْكُلُوا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاِذَا دَخَلْتُمْ بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ
فَ istînâfiyyedir. Şart cümlesi olan دَخَلْتُمْ بُيُوتاً, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
فَ karinesiyle gelen cevap فَسَلِّمُوا عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
تَحِيَّةً “Selam olmak üzere” lafzı mastar (mef'ûlu mutlak)dır. Çünkü فَسَلِّمُوا (selam veriniz) ifadesi de bu anlamı ihtiva etmektedir, Yüce Allah bu selamı bereketli olmakla nitelendirmiştir, çünkü bunda hem dua hem de Müslümanın sevgisini kendisine doğru çekme (sevgisini kazanma) söz konusudur. Aynı şekilde Yüce Allah bu selamı “pek güzel (tayyib)” olmakla da nitelendirmiştir. Çünkü bunu işiten böyle bir selamdan hoşlanır ve güzel bulur. (Kurtubî)
عِنْدِ’nin, lafza-i celâle muzâf olması onun şanı içindir.
Cenab-ı Hakk'ın “Fakat evlere girdiğiniz zaman, kendinize selam verin.” buyruğuna gelince bu, Allah Teâlâ'nın, bütün Müslümanları, tıpkı kendinizi öldürmeyiniz (Maide Suresi, 29) ayetinde de olduğu, tek bir can gibi kabul etmesi anlamındadır. (Kurtubî)
Ayetteki مُبَارَكَةً طَيِّبَةًۜ kelimesinin izahı hakkında Dahhâk: “Buradaki bereketin manası, kat kat bereket vermek demektir.” der. Zeccâc da şöyle demiştir: “Cenab-ı Hakk, kendisinde bulunan ecir ve mükâfattan dolayı selamın mübarek olduğunu; kişi, bu hususta Allah'a itaat ettiğinde hayrını çoğaltacağını ve mükâfatını bol vereceğini bildirmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Teşbih harfinin dahil olduğu işaret ismi كَذَ ٰلِكَ, amili يُبَيِّنُ olan, mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Mecrur mahaldeki işaret isminin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.
Takdiri, تبيينًا مثل ذلك يبين الله لكم الآيات (İşte Allah böyle bir açıklama ile ayetleri size açıklar.) şeklindedir.
كَذٰلِكَ ’deki كَ teşbih edatıdır. ذٰلِكَ ise sözü geçen bu sünnetlere işarettir. Yani sizlere bu hususlarda dininizin sünnetlerini açıkladığı gibi dininizde sizin için gerekli olan diğer hususları da böylece açıklar. (Kurtubî)
كَذَ ٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذَأَ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve hükme uymaya teşvik amacına matuftur.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Bu cümle 58 ve 59. ayetlerde zihinlere iyice yerleştirmek için tekrarlanmıştır. Itnâb babındandır. Bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelam, zikredilen hükümleri tekid ve tazim etmektedir. Yani bu ayetlerin içerdiği hükümleri ve dinî kaideleri anlayasınız, gereklerini uygulayasınız ve bu sayede iki cihan saadetine eresiniz diye Allah bu ayetlerini size işte böylece açıklamaktadır.
(Ebüssuûd)
لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَعْقِلُونَ ’nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; “لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)