Furkan Sûresi 18. Ayet

قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ وَكَانُوا قَوْماً بُوراً  ...

Onlar, “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helâke giden bir toplum oldular” derler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا derler ki ق و ل
2 سُبْحَانَكَ senin şanın yücedir س ب ح
3 مَا
4 كَانَ değildi ك و ن
5 يَنْبَغِي yaraşır ب غ ي
6 لَنَا bize
7 أَنْ
8 نَتَّخِذَ edinmek ا خ ذ
9 مِنْ
10 دُونِكَ senden başka د و ن
11 مِنْ
12 أَوْلِيَاءَ veliler و ل ي
13 وَلَٰكِنْ fakat
14 مَتَّعْتَهُمْ sen onları ni’metlendirdin م ت ع
15 وَابَاءَهُمْ ve atalarını ا ب و
16 حَتَّىٰ kadar
17 نَسُوا unutuncaya ن س ي
18 الذِّكْرَ anmayı ذ ك ر
19 وَكَانُوا ve oldular ك و ن
20 قَوْمًا bir topluluk ق و م
21 بُورًا helaki hak eden ب و ر
 

Bu âyetlerden anlaşıldığına göre büyük yargı gününde, mutlak adaletin gerçekleşeceği kıyametteki sorgulamada Allah, putperestlerle diğer çok tanrıcı inanç sahiplerinin taptıkları varlıkları da huzurunda sorgulayacak ve bunlar, kendilerine tapanların aleyhinde şahitlik edeceklerdir. Muhammed Esed, –Kur’an’ı rasyonelleştirme şeklindeki hâkim çabasının bir sonucu olarak– burada “bazı müfessirlerin söylediği gibi ‘yargı günü’nde konuşturulacak olan cansız putlara değil, fakat tanrılaştırılan akıl sahibi varlıklara, yani peygamberlere, azizlere, velîlere” hitap edildiğini savunuyorsa da bu görüşe tam olarak katılmak mümkün değildir. Bu âyetlerin, Esed’in belirttiği inanç gruplarıyla da ilgili olduğu muhakkaktır. Ancak sûrenin 3. âyetinden itibaren geniş ölçüde Mekke putperestlerine hitap edilmekte, onların inanç ve tutumları eleştirilmektedir. Bu putperestler, geçmişleriyle bol bol övünmekle beraber peygamberlere, azizlere, velîlere tapmıyorlardı; onlarda ata ruhlarına tapınma inancı da yoktu. Temel dinî tutumları, bazı gök cisimlerini ve onların sembolleri olarak yaptıkları putları tanrı sayıp onlara tapmaktı. İşte burada yüce Allah’ın sınırsız kudretiyle âhirette bu tapılan varlıklara can vererek onlara şahitlik yaptıracağı; bunların da müşriklerin sorumluluğunun kendilerine ait olduğu, müşriklerin inandıkları gibi kendileri şuurlu ve iradeli varlıklar olsalardı Allah’a dayanıp güvenmekten başka bir şey yapamayacaklarını ve müşriklerin –Allah’ın verdiği nimetleri yerinde kullanmak şöyle dursun– bu nimetler yüzünden Allah’ı unutup yoldan çıktıklarını ifade edecekleri; böylece putperestlerin suçları sabit olunca hak ettikleri şekilde cezalandırılacakları bildirilmektedir.

 

قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا ’dır. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

سُبْحَانَكَ  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mahallen mansubdur. Takdiri,  نسبّح (tesbih ederiz) şeklindedir.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو’dir.  يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا  cümlesi  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَنْبَغ۪ي  fiili mukadder  ي  üzere damme ile merfû muzari fiildir.  لَـنَٓا  car mecruru  يَنْبَغ۪ي  fiiline müteallıktır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel fail olarak mahallen merfûdur. 

نَتَّخِذَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  اتَّخَذَ  fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ اَوْلِيَٓاءَ  mef’ûlün bih olarak lafzen mansub, mahallen mecrurdur.  

اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

نَتَّخِذَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

يَنْبَغ۪ي  fiili,sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infi’âl babındadır. Sülâsîsi  بغي ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.


وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ 

 

وَ  atıf harfidir. لٰكِنْ  istidrak harfidir. اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  de gibi cümleyi tekid eder.

İstidrak: düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَتَّعْتَهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اٰبَٓاءَهُمْ  atıf harfi  وَ ’la  مَتَّعْتَهُمْ ‘deki mef’ûlun bihe matuftur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى  harf-i ceriyle  مَتَّعْتَهُمْ  fiiline mütealliktir. 

نَسُوا  fiili damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen mansubdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الذِّكْرَۚ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَتَّعْتَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَكَانُوا قَوْماً بُوراً

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  قَوْماً  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur.  بُوراً  kelimesi  قَوْماً’in sıfatı olup lafzen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İtiraziyye olarak gelen cümlede  سُبْحَانَكَ  mahzuf bir fiilin mef’ûlun mutlakı olarak mansubdur. Sözü pekiştirme, yanlış anlamayı önleme, tenzih, dua ve tenbih gibi çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.

سُبْحَانَ  masdarı, zaman ve faille kayıtlı olmaksızın mutlak olarak tesbîh fiilini ifade eder. Masdar, tesbih eden kişi olsa da olmasa da tesbîh fiiline ve istiğrak olarak bütün zamanlara delalet eder. Dolayısıyla mana şöyledir: “Allah, tesbih eden olsun ya da olmasın daima tesbihi hak edendir. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 1, s. 275)

سُبْحَانَ  kelimesi de zaman zaman taaccüp ifade eden yapılarda kullanılmıştır. Resulden pek çok mucize getirmemesi halinde kendisine iman etmeyeceklerini dillendiren inkârcılara karşı, Resulullah’tan  سُبْحَانَ رَبّي  demesinin istenmesi aynı zamanda bu yersiz ve akıl dışı istekler karşısında gösterilmesi gereken şaşkınlık ifadesi olarak kabul edilebilir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)  

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَـنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ  cümlesi, menfi  كَانَ’nin dahil olduğu, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hûdûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ  cümlesi, masdar teviliyle  يَنْبَغ۪ي  fiilinin faili konumundadır.

Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin ilk mef’ûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Car mecrur  لَـنَٓا, faile ihtimam için takdim edilmiştir.

Ayet-i kerîme’de geçen  اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi birinci mef’ûl,  مِنْ  ise zait olup menfiliği kuvvetlendirmektedir. Bundan önce geçen  مِنْ دُونِكَ  de ikinci mef’ûldür. (Celaleyn Tefsiri)

مِنْ دُونِكَ  sözündeki  مِنْ  ibtidaiyye içindir. (Âşûr)

مِنْ اَوْلِيَٓاءَ  sözündeki  مِنْ, umumi olumsuzluğu tekid etmek için zaiddir. Nefy siyakında nekre umuma işarettir. (Âşûr) 

مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafât, s. 103)


وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ وَكَانُوا قَوْماً بُوراً 

 

 

Ayetin bu cümlesi  وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahil olan  لٰكِنْ, istidrak harfidir.

لٰكِنْ  kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)

Gaye bildiren cer harfi  حَتّٰٓى, akabindeki  نَسُوا الذِّكْرَۚ  cümlesini gizli  أن ’le masdara çevirmiştir.  حَتّٰٓى  ile birlikte  مَتَّعْتَهُمْ  fiiline müteallik olan masdar-ı müevvel, mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Buradaki  ذِكر ’in mahiyeti hakkında iki görüş vardır: Birincisine göre bundan kasıt peygamberlere indirilmiş ve onlara okunan ilâhi kitaplardır. Onlar bu kitap gereğince amel etmeyi terkettiler. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır. İkinci görüşe göre de burada ذِكر ’den maksat onlara yapılan iyiliklere ve ilahi nimetlere karşı şükürdür. Onlar şükrü terkettiler demektir. (Kurtubî) 

Makabline matuf olan  وَكَانُوا قَوْماً بُوراً  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بُوراً , nakıs fiil  كَان ’nin haberi olan  قَوْماً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur.

مَا كَانَ  - كَانُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatlarıنَسُوا - الذِّكْرَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Helak olan bir kavim;  هاَلِكِين  demektir ki بُوراً  masdardır, sıfat olarak kullanılmıştır.

Bunun içindir ki tekili ve çoğulu birdir. Ya da  عائذ  ve عوذ  kelimeleri gibi بائر ’in cemisidir. (Beyzâvî)