Şuarâ Sûresi 54. Ayet

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ  ٥٤

Dedi ki, “Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 هَٰؤُلَاءِ şunlar
3 لَشِرْذِمَةٌ topluluktur ش ر ذ م
4 قَلِيلُونَ az bir ق ل ل
 
Firavun ve kavmi, Hz. Mûsâ’ya iman edenlere uyguladıkları haksızlıklar sebebiyle birçok felâket ve musibete uğratıldılar; Mısır’da yıllarca kuraklık ve kıtlık oldu, büyük sıkıntılar çektiler. Hz. Mûsâ’ya başvurarak sıkıntılar kaldırıldığı takdirde İsrâiloğulları’na Mısır’dan çıkış izni vereceklerini söylediler. Mûsâ’nın duası üzerine Allah sıkıntıları giderdikçe sözlerinden döndüler (bk. A‘râf 7/130-135). Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya İsrâiloğulları’nı Mısır’dan geceleyin gizlice çıkarmasını vahyetti. Mûsâ geceleyin kavmi ile birlikte yola çıktı. Durumu haber alan Firavun ve adamları İsrâiloğulları’nı takip edip imha etmeye karar verdiler. Firavun, İsrâiloğulları’nı rahatlıkla ezebileceğini ifade ediyordu. Çünkü onların düzenli orduları ve yetişmiş askerleri yoktu. Şehir ve kasabalara görevliler göndererek asker toplayıp harekete geçti. Filistin’e gitmek üzere yola çıkmış olan İsrâiloğulları Kızıldeniz’e gelmişlerdi. Güçlü ordusuyla onları takip etmekte olan Firavun bir gün sabahleyin güneş doğarken onlara yetişti. Muhammed Esed 57 ve 58. âyetleri Firavun’un sözlerinin devamı gibi düşünerek onun İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkardıklarını anlatan bir ifadesi olarak yorumlamışsa da, klasik müfessirler bu âyetleri bizim de tercih ettiğimiz anlamda, yani Allah’ın Firavun ve kavmi hakkındaki kelâmı olarak değerlendirmişlerdir (bk. Taberî, XIX, 78; Râzî, XXIV, 137). “Firavun ve adamları gün doğarken onlara yetiştiler” diye tercüme ettiğimiz 60. âyete, “Firavun ve adamları onları doğu yönünde takip ettiler” şeklinde de mâna verilmiştir (bk. Şevkânî, IV, 98). Bu durum İsrâiloğulları’nın Mısır’ın doğusunda yer alan Kızıldeniz’e doğru gittiklerini, Firavun’un da bu istikamete yönelerek onları takip ettiğini ifade eder. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 153-154
 

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ

 

Ayet,  فِرْعَوْنُ ’nun hali olan mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.Takdiri, يقول … (derler) şeklindedir.

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  işaret zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. شِرْذِمَةٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur. قَل۪يلُونَ  kelimesi  شِرْذِمَةٌ ’in sıfatı olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ

 

Fasılla gelen ayet, önceki ayetteki  فِرْعَوْنُ ‘dan haldir.

Cümle, takdiri يقول (dedi) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Cümlede îcâz-ı hazf sanatı vardır.

Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan mekulü’l-kavl, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin işaret ismiyle gelmesi, mütekellimin müsnedün ileyhi, tahkir amacına işaret eder.

قَل۪يلُونَ , müsned olan  شِرْذِمَةٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

قَل۪يلُونَ  kelimesinde kinaye vardır. Onların zelil, hakir olduklarını düşünürken, sayılarının az olduğunu dile getirmişlerdir.

شِرْذِمَةٌ - قَل۪يلُونَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَل۪يلُونَ  sıfatı cemi müzekker salim olduğu için ref alameti  و ’dır. Bu sıfatın bu kalıpla gelmesi firavun ve adamlarının, İsrailoğullarının az sayıda olduğunu düşündüğünü gösterir. Çünkü cemi teksir, kesret, kurallı cemi, kıllet ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şüphesiz bunlar… gizli bir sözden sonra gelen hikaye cümlesidir.  شِرْذِمَةٌ  az bir topluluk demektir. (Araplar) eskimiş, parça parça olmuş elbise için  ثَوْبٌ شَرَذِمٌ  derler. Firavun, onları azlığa işaret eden bir isimle anmış; sonra ayrıca az diye nitelemiş; sonra  قَل۪يلُ  (az) kelimesini  قَل۪يلُونَ  şeklinde cem-‘i sâlim kılarak onların her bir grubunu azımsamıştır; zira  قَل۪يلُ  kelimesinin çoğulu  أقِلّةٌ  ve  قُلُولٌ  şeklinde de gelebilirdi. Az derken, sayısal bir nitelemeyi değil de kıymetsizlik ve değersizliği kastetmiş de olabilir ki o zaman anlam, (İsrailoğullarının) azlıklarından dolayı önemsenmeyecekleri ve galip gelip yönetime el koymalarının beklenmeyeceğidir; ancak bu halleriyle bizi öfkelendirip canımızı sıkacak şeyler yapabilirler! Biz ise müteyakkız, dikkatli, işini sağlama alan öyle bir milletiz ki birisi bize isyan ettiğinde onun fesadına son vermede hızlıyızdır! (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl; Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Allah Teâlâ’nın emri yerine gelip sihirbazlar iman ettiği ve Firavun öfkesinden deliye döndüğü zaman Kur’an bize firavunun ruh halini yine tekidli ayetlerle tasvir etmektedir. Çünkü firavun; Hz. Musa ve beraberindekileri Mısır’dan çıkarmak için şehirlere tellâller göndermiş ve en usta sihirbazları toplamıştı. Diğer taraftan Hz. Musa’ya inananlar da Mısır’dan çıkmayı kerih görmekteydiler. Ama işler firavunun istediği gibi gitmemiş ve Hz. Musa’yı yenmek için gelen sihirbazlar Allah Teâlâ’ya iman etmiştir. İşte bu ayetler bunun için tekidli gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Firavun, bu sözleriyle demek istiyordu ki onlar, bize oranla az bir topluluk olup önemsizdir ve galip çıkmaları beklenmez; fakat bizi öfkelendiren ve bunaltan hareketlerde bulunuyorlar ve biz, her zaman teyakkuz halinde bulunan, ihtiyatlı olan ve bütün işlerinde tedbiri elden bırakmayan bir milletiz. Bizim önümüze en ufak bir tehlike çıkarsa, derhal onu söndürürüz. Firavunun bu gerekçeleri, hükümranlığına ve gücüne halel geldiği sanılmaması için kentlerinden toplanan askerlere beyan ettiği mazeretlerdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

İsm-i işarette onların işlerini tahkire işaret(ima) vardır ki bu mana  شِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ  [onların az olduğu] ifadesiyle de tekid edilmektedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

الشِّرْذِمَةُ : Küçük bir fırka demektir. Lügat alimleri bu kelimeyi böyle açıklamıştır. Onların şanını küçük düşürmek (tahkir) veya firavunun askerlerine nisbet etme ve ortadan kaldırma ihtimalini tekid için  قَلِيلُونَ  kelimesiyle nitelenmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)