قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | الَّذِي | bulunan |
|
3 | عِنْدَهُ | yanında |
|
4 | عِلْمٌ | bir ilim |
|
5 | مِنَ | -tan |
|
6 | الْكِتَابِ | Kitap- |
|
7 | أَنَا | ben |
|
8 | اتِيكَ | sana getirebilirim |
|
9 | بِهِ | onu |
|
10 | قَبْلَ | önce |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَرْتَدَّ | sen kırpmadan |
|
13 | إِلَيْكَ | sana |
|
14 | طَرْفُكَ | gözünü |
|
15 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
16 | رَاهُ | onu görünce |
|
17 | مُسْتَقِرًّا | yerleşmiş |
|
18 | عِنْدَهُ | yanında |
|
19 | قَالَ | dedi ki |
|
20 | هَٰذَا | bu |
|
21 | مِنْ | -ndandır |
|
22 | فَضْلِ | lutfu- |
|
23 | رَبِّي | Rabbimin |
|
24 | لِيَبْلُوَنِي | beni sınaması için |
|
25 | أَأَشْكُرُ | şükür mü edeceğim? |
|
26 | أَمْ | yoksa |
|
27 | أَكْفُرُ | inkar mı edeceğim? |
|
28 | وَمَنْ | ve kim |
|
29 | شَكَرَ | şükrederse |
|
30 | فَإِنَّمَا | şüphesiz |
|
31 | يَشْكُرُ | şükretmiştir |
|
32 | لِنَفْسِهِ | kendisi için |
|
33 | وَمَنْ | ve kim |
|
34 | كَفَرَ | inkar ederse |
|
35 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
36 | رَبِّي | Rabbim |
|
37 | غَنِيٌّ | zengindir |
|
38 | كَرِيمٌ | kerimdir |
|
Peygamberin görevi insanlarla savaşarak ganimet elde etmek veya savaş tehdidiyle hediye almak değil, Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların sapkın inançlardan kurtulmalarının yolunu açmak olduğu için Hz. Süleyman, kraliçenin gönderdiği hediyelere iltifat etmemiştir. Ülkenin güvenliği bunu gerekli kıldığı için de teslim ve tâbi olmadıkları takdirde karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gideceğini söyleyerek onları tehdit etmiştir.
Elçiler dönüp durumu kraliçeye anlatınca kraliçe maiyetindeki ileri gelenlerle birlikte Hz. Süleyman’ı ziyaret edip onun dini hakkında bilgi almak üzere harekete geçmiştir. Öte yandan Hz. Süleyman’a bu bilgi ulaşmış (âyet 42), o da kraliçe gelip teslim olmadan önce onun tahtını getirmelerini yanındaki görevlilerden istemiştir.
Bu kıssada bir kadın yöneticinin erkek devlet adamlarından daha basiretli davrandığının ima edilmesi de ilgi çekicidir.
39. âyette geçen ifrît, “güçlü, kuvvetli, yaramaz, ele avuca sığmaz kimse” demektir. Sıfat olarak cinler için kullanıldığı gibi insanlar için de kullanılır (Elmalılı, VI, 3678-3679).
“Kitap ilmine sahip olan biri”nin kimliği hakkında farklı rivayetler vardır. “Bir melek, bir insan, Hızır, Süleyman’ın veziri Âsaf b. Berhiyâ” veya “Süleyman’ın kendisi” denilmiştir. Râzî gerekçelerini de açıklayarak Süleyman’ın kendisi olduğunu söyleyen görüşü tercih etmektedir (XXIV, 197-198).
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عِنْدَهُ mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِلْمٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مِنَ الْكِتَابِ car mecruru mahzuf muahhar mübtedaya müteallıktır. Mekulü’l-kavl اَنَا۬ اٰت۪يكَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. اٰت۪يكَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اٰت۪ي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِه۪ car mecruru اٰت۪يكَ fiiline mütealliktir. قَبْلَ zaman zarfı اٰت۪يكَ fiiline mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
يَرْتَدَّ mansub muzari fiildir. اِلَيْكَ car mecruru يَرْتَدَّ fiiline mütealliktir. طَرْفُكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَرْتَدَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi ردد ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاٰ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir ه mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُسْتَقِراًّ kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عِنْدَهُ mekân zarfı, مُسْتَقِراًّ ’a mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ cümlesi şartın cevabıdır.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli هٰذَا مِنْ فَضْلِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsm-i işaret هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ فَضْلِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. رَبّ۪ي muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi يَبْلُوَن۪ٓي fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
يَبْلُوَن۪ٓي mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahallen mecrur olup mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, فضّل (Üstün kıldı) şeklindedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hemze istifhâm harfidir. اَشْكُرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri اناَ ’dir.
اَمْ atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ. Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْفُرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri اناَ ’dir.
مُسْتَقِراًّ kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istifâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. شَكَرَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. شَكَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يَشْكُرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. لِنَفْسِه۪ car mecruru يَشْكُرُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
كَفَرَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. غَنِيٌّ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. كَر۪يمٌ kelimesi إِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müfred müzekker has ismi mevsul الَّذ۪ي, merfû mahalde faildir. Sılası olan عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ cümlesinde takdim-tehir ve icazı hazif sanatları vardır. عِنْدَهُ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda عِلْمٌ ’daki tenkir kesret, tazim ve nev ifade eder.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ cümlesi, isim cümlesinin haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasındaki يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ cümlesi, masdar tevilinde قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetin ilk cümlesiyle bu cümle, mukabele oluşturmuştur.
عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ [Kitap’tan bir ilim] indirilmiş bir kitaptan demektir ki o da vahiy ve şeriat ilmidir. Bunun Levh-i Mahfuz, nezdinde bundan bir ilim bulunanın da Cebrail (a.s.) olduğu da söylenmiştir. Her iki yerde yer alan اٰت۪يكَ ’nin fiil ve ism-i fail olması caizdir. (Keşşâf)
قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ [Gözünü açıp kapamadan önce] cümlesinde güzel bir istiare vardır. Tahtı getirmesinin hızı, insanın bakışının geri dönmesine benzetilmiştir. إِرْتَدُّ طَرْفُ (Göz kapaklarının birbirine değmesi) demektir. Bu; hızın ifade edilmesinde mümkün olan en kuvvetli vurgudur. [Kıyamet saatinin durumu ise göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan başkası değildir.] mealindeki Nahl Suresi 77 ayetinde de bu sanat vardır. Yüce Allah, yüksek hız için إِرْتَدُّ الْطَرْفُ müsteâr olarak kullanmıştır. (Safvetu’t Tefasir)
Ben onu sana gözünü açıp kapamadan önce getiririm.” diye zamir ile zikredilecek yerde işin büyüklüğünü anlatmak için mevsul getirilmiş ve bununla yukarıda zikredilen ilimden bir örnek gösterilmiştir.
Çoğunluk bu kişinin Süleyman'ın (a.s.) kendisi değil, adamlarından birisi olmasını ifadenin gelişine daha uygun bulmuşlardır. Muhyiddin-i Arabi “Füsus” isimli eserinde “Bu Süleyman'ın (a.s.) ashabından birisi eliyle olmuştur ki orada bulunanların nefislerinden Süleyman'ın (a.s.) şanı için daha yükseltici olsun.” demiştir. Gerçekten adamlarından böyle kerametin meydana gelmesi kendisinin daha yüksek oluşuna işaret demektir. Ve bu ilmin, ona verilen ilimden olduğunu anlatır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
الَّذ۪ي, Arapçada, bir şahıs belli bir hadise ile tarif edilmeye çabalandığında, o muayyen şahsa işaret etmek için vaz olunmuş bir lafızdır. (Fahreddin er-Râzî)
الْطَرْفُ bakarken göz kapaklarını hareket ettirmek demektir. Binaenaleyh sen, göz kapaklarını açtığında, gözün ışığının, görülen nesneye doğru uzadığı sanılır. Yumduğunda ise o nûrun, tekrar yeniden göze geri döndüğü sanılır ki işte ayetteki, ‘gözün dönmesi’nden kastedilen de budur. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelamın, makablinden ayrı zikredilmesi, iki söyleyenin, sözlerinin ve tahtı getirmek kudretlerinin keyfiyetinin tamamen farkli olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ
فَ , istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ şart cümlesi لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkâf Suresi 29, s.424)
لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ , cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hz. Süleyman’ın sözleridir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilenin önemini vurgulamak yanında ona tazim kastı taşımaktadır.
Tecessüm ve cem’ ifade eden هٰذَا ile duruma işaret edilmiştir.
İşaret ismi هٰذَا ’da istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠, mahzuf habere mütealliktir.
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde فَضْلِ ’ye mütealliktir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan ءَاَشْكُرُ cümlesi, لِيَبْلُوَن۪ٓي fiilindeki mef’ûl zamirden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
اَمْ atıf harfiyle ءَاَشْكُرُ ’ya atfedilen اَكْفُرُۜ cümlesinin atıf sebebi tezattır. İstifham üslubunda gelen bu iki cümle arasında, inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Tahtının getirilmiş olması şaşırtıcı bir işle mülk ve hükümranlığının elinden alınmış olduğuna işarettir. Böyle korkutucu bir anda, o tahtın o değilmiş gibi gösterilmesinde büyük bir incelik ortaya konulmuş ve bununla onun yeteneği üzerinde bir deney yapılmak istenmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ
وَ istînâfiyyedir. Cümle müstenefedir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi مَنْ شَكَرَ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, شَكَرَ cümlesi mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Haberin mazi sıygasında fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade eder.
إِنَّمَا, kâffe (durduran engelleyen) ve mekfûfe’dir. ماَ, zaide olup edatın îrab bakımından tesirine mani olan harftir. إِنَّ ’yi amelden düşürmüştür.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyakında gelir (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ , şartın cevabının başına gelen rabıtadır. اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş cevap cümlesi فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cümledeki kasr, يَشْكُر maksûr/ sıfat, لِنَفْسِه۪ۚ maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Şükrün sadece ve sadece insanın kendisi için olduğu kasr üslubuyla kesin olarak bildirilmiştir.
وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ
Ayetin son cümlesi وَ ’la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
Şart cümlesi olan مَنْ كَفَرَ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, كَفَرَ şart cümlesi ve mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. Haberin mazi sıygada fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade eder.
Rabıta harfi فَ ile gelen cevap cümlesi, إِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh veciz anlatım kastıyla izafet formunda gelmiştir. رَبّ۪ي izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Süleyman şan ve şeref kazanmıştır.
Haber olan iki vasfın, aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. Bu iki kelime de mübalağa ifade eder.
Bu iki vasfın birbiriyle uyumunda mürâât-ı nazîr, ayetin içeriyle olan uyumunda teşâbüh-i etrâf sanatları vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
یَشۡكُرُ - أَشۡكُرُ - شَكَرَ ve أَكۡفُرُۖ - كَفَرَ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
غَنِیࣱّ - كَرِیمࣱ - فَضۡلِ kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı, قَالَ - رَبِّی - مَن kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
أَشۡكُرُ - أَكۡفُرُ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ cümlesiyle وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Kim şükrederse kendi lehinedir yani bunun faydası sadece kendisine döner. Zira o şükretmekle üzerindeki nimetin tamamlanmasına, devam etmesine ve o nimetin daha da artmasına hak kazanmış olur. Çünkü şükür sayesinde mevcut nimet sağlama bağlanmış olur, elde bulunmayan nimetlere de bu yolla nail olunur. (Kurtubî)
“Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki Rabbim, tamamen müstağnidir, hakkıyla kerem sahibidir” demiştir. Bu, “Allah, o kimsenin şükründen müstağnidir, onun nankörlüğü O'na zarar vermez; O, kulunun şükretmekten yüz çevirmesi sebebiyle o nimetlerini o kimseden kesmeyecek derecede kerîm olandır” manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)